1 / 33

islam Felsefesi (13)

cok gu00fczell slay

kbra3
Download Presentation

islam Felsefesi (13)

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. İSLAM FELSEFESİ TARİHİ

  2. İslam Felsefesinin tanımı • İslam felsefesi, Müslüman filozofların ortaya koydukları felsefi düşüncenin genel adıdır, denilebilir.  İslam felsefesindeki felsefe sözcüğü, Yunan felsefesi, modern çağ felsefesi, Alman felsefesi vs deki felsefe sözcüğü neyi ifade ederse onu ifade eder. Konu ve metod yönünden farklı değildir. • Elbette her felsefe, içinde yapıldığı coğrafi bölgenin, zamanın, siyasi, sosyal ve dini düşüncelerin izlerini taşır. Bu da onlar arasındaki bazı karakteristik ayırma neden olur. Dolayısıyla islam felsefesi de felsefe olması bakımından diğer felsefelerle aynıdır. Baştaki islam sözcüğü, İslam dini kültürü içinde, islam ülkesinde Müslüman filozofların yaptıkları felsefeyi ifade etmektedir.

  3. Çok erken devirlerden beri felsefe ve hikmet kelimeleri kullanılagelmişse de islam felsefesi gibi bir terim kullanılmamıştır. Böyle bir tabirin kullanılması 19. yy’ın ortalarından itibaren Müslüman toplumlardaki felsefi düşünce üzerine çalışan oryantalistlerde başlamıştır. Müslüman toplumdaki felsefi düşünce geleneğini ifade etmek için islamda felsefe, Arap felsefesi, Müslüman felsefesi gibi tabirler de kullanılmıştır.  • Müslüman klasik düşünce tarihçilerinden el-Kıftî, ibnEbiUsaybia, Beyhakî, ve Şehristanîmüslüman filozofları nitelemek için el-felasifetu’l-islamiyyun, Felasifetu’l-islam tabirlerini kullanmışlardır ki bu da onların yaptıkları felsefenin islam felsefesi olarak adlandırılmasını ifade eder ve bu tabirin kullanılması daha uygun olur. 

  4. İSLAM FELSEFESİNİN OLUŞUMUNUN KAYNAKLARI • Müslüman toplumda felsefi düşüncenin doğuşuna ve oluşumuna tesir eden kaynakları kastediyoruz. • Kur’an ve Sünnet • Bazı oryantalistlerin yaygın kanaati, islam dininin Müslüman toplumdaki felsefi ve tasavvufi düşünceye hiçbir etkisinin olmadığıdır. Onlara göre Kur’an’da insanı felsefe yapmaya itecek hiçbir şey yoktur. Onlara göre islam felsefesi Yunan felsefesinin Müslüman filozoflarca çevirisi ve basit bir yorumundan ibarettir.  • Başta H. Corbin olmak üzere çağdaş oryantalistlerin birçoğu İslam dininin Müslüman filozoflar için bir ilham kaynağı olduğunu, onların fiilen bu kaynaklardan esinlendiklerini savunmaktadır. 

  5. Örneğin ibnRüşd, felsefe yapmanın ve felsefi düşüncenin Müslümanlar için gerekli olduğunu ispatlamak için Faslu’l-Makal isimli eserinde  Kur’an ayetlerinden deliller getirmiştir.  Ğaşiye 17-20: “Devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl yükseltildiğine, yerin nasıl yayıldığına bakmazlar mı!” A’raf 185: “ Göklerin ve yerin hükümranlığını, Allah'ın yarattığı her şeyi düşünmüyorlar mı” (8) • Kur’an ve Sünnet’inislam felsefesinin kaynaklarından olduğunu göstermek bir başka delil de Müslüman filozofların yabancı kaynaklardan etkilendikleri konular ile islam dininin prensipleri arasında bir uzlaşma yoluna gitmeleridir. Örneğin Farabi ve ibn Sina kainatın yaratılışı konusunda Yeni Eflatunculuğun Sudur nazariyesini benimserken bütün varlıkların kendisinden Sadri olduğu ilk prensibi, ilk ilke’yi İslam dininin Allah kavramıyla aynileştirme yoluna gitmişlerdir. (9)

  6. Antik Yunan ve Hellenistik devir felsefesi, İran-Sasani Felsefesi, Hind Felsefesi. • Bunlar içinde en çok etki edeni Antik Yunan Felsefesi ve onun Hellenistik devirde aldığı şeklidir. İran -Sasani etkisi çok sınırlıdır ve daha ziyade siyaset ve siyaset ahlakı sahasına aittir. Hind felsefesinin tesiri ise yok denecek kadar azdır. (10)

  7. Hellenistik Felsefe • Yunan hükümdarı Makedonyalı İskender (m.ö. 356-323) on sene gibi kısa bir zamanda Orta Doğuyu, Mısır'ı, İran ve Pencap’a kadar uzanan Orta Asya’yı fethederek büyük bir imparatorluk kurdu. Ancak genç yaşta ölümünden sonra bu imparatorluğun sınırları Anadolu, Suriye, Mezopotamya, Mısır ve Kuzey Afrika’yı içine alacak kadar daralmıştı. Aristo'dan sonra klasik Yunan düşüncesiyle bu ülkelerin çeşitli yerel inanç ve düşünceleri karışarak ortak bilim dili Yunancayla ifade edilen ve m.ö. 146 yılında Roma İmparatorluğunun hakimiyetine geçinceye kadarki devrede oluşan felsefeye esas Hellenistik felsefe denir. Daha sonra Roma ve Bizans devrinde de bu felsefe, m.s. 8. yy'ın başlarında, Ortaçağ Skolastik felsefenin doğuşuna kadar varlığını korumuştur. Bu devrede oluşan Yahudi, Yunan ve Latin Patristik Felsefelerinin esasını teşkil ettiği için bu felsefeler de Hellenistik felsefeye dahil edilir. Hellenistik felsefe sırasıyla m.ö. 331 yılında kurulan İskenderiye, Roma, İstanbul, Suriye, Antakya, Urfa, Nusaybin, Harran, Cündişapur gibi merkezlerde ve bu şehirlerde açılan medreselerde temsil edilmeye başlandı. 

  8. İSLAM FELSEFESİ HAKKINDA KAYNAKLAR • Biyografik ve Bibliyografik Eserler: • İbnu’n-Nedim, Fihrist el-Ulum. • İbnCülcül, Tarihu’l-etıbba ve’l-hukema. • Kadı ibn Said, Tabakati’l-ümem. • Şehrezuri, Nüzhetü’l-Ervah • ibnu’l-Kıftî, İhbaru’l-ulema biahbari’l-hukema, • Beyhaki, Tarih-i hukemai’l-islam, • İbnEbiUseybia, Uyunu’l-Enba fi Tabakati’l-Etıbba. • İbnHallikan, Vefayatu’l-a’yan • Taşköprüzade Ahmet, eş-şakayık en-Nu’maniyye fi ulema’iddevleti’l-osmaniyye • Katip Çelebi, Keşfu’z-zünun.

  9. Felsefi düşünceleri konu alan eserler • Ebru Süleyman es-Sicistani (ö.1000): Sivanu’l-Hikme. İslam ve Yunan Felsefesi tarihi özelliği arzeder.  • Gazali (ö.1111): Makasıdü’l-felasife. • Şehristani (ö.1153): Tarihu’l-Hukema / Felasife. • Beyhaki (ö.1170): MüntehabTetimmatSivanu’l-Hikme.

  10. FFELSEFE VE FİLOZOF’UN TANIMI • Felsefe, çoğulu Felsefiyât:  Yunanca philosophia kelimesinin Arapça mes’ele vezninde telaffuz edilmiş halidir.  • Philosophos, feylesof, çoğulu felasife • Felsefenin bilinen, Aristo, eflatun ve Pythagoras tarafından yapılmış altı tarifi.  • Hikmet sevgisidir. (Etimolojik tanım. Pythagoras’a atfedilmiştir.) • Varlığı özünde olduğu gibi bilmektir. (Yakın konusuna göre. Aristo’ya atfedilmiştir.) Bu tanım Müslüman filozoflar tarafından kabul görmüş, varlığı var olması bakımından bilmektir diye aynen tercüme edilmiştir. İlmülvücûdbima hüve mevcud. İslam filozofları bu tanıma “Ala kadril istitaatil insaniye” kaydını koyarak çok güzel bir tanım ilkesi vermişlerdir. Kınalızade Ali Efendi ahlak-ı A’laî isimli eserinde felsefeyi şöyle tanımlıyor: felsefe, zihin dışı dünyayı, özce ne halde ise o hal üzere bilmektir; ancak insan yetilerinin gücü oranında ve insan zihninin gücü bakımından mümkün olduğu kadar.  • Tanrı'ya ve insana ilişkin olan şeylerin bilgisidir.  (Uzak konusuna göre. Pythagoras’a atfedilmiştir.)

  11. Felsefe ölüme hazırlıktır. Ölüm üzerine düşünmektir.  (Yakın gayesine ve fiiline göre tanım. Eflatuna atfedilmiştir.) • İnsanın, gücü yettiği ölçüde mümkün olduğu kadar kendisini tanrıya benzetmesidir.  (Uzak gayesine göre tanım. Eflatuna atfedilmiştir.) “gücü yettiği ölçüde” bu ifade, insanın mutlak bilgi için kabiliyeti olamayacağı hakkında bir kabülü içermektedir. İslam filozoflarında bu tanım da meşhurdur. • Sanatların sanatı, bilimlerin bilimi. (Yüceliğine göre tanım. Aristo'ya atfedilmiştir. ) yani en üstünüdür.  İslam filozoflarında kabul gören meşhur bir tariftir. (21)

  12. Farabi, ihvanı safa: “Felsefe, insanın gücü yettiği ölçüde yüce Allah'ın fiillerine benzemeye çalışmasıdır.” • Kindi: “sanatların sanatı, hikmetlerin hikmeti.” İbnrüşd: “sanatların sanatı ilimlerin ilmi” nakletmişlerdir. • Kindi’nin kendi tanımı: “Felsefe, insanın kapasitesi ölçüsünde ebedi, külli şeylerin hakikatlerinin, mahiyetlerinin ve sebeplerinin bilgisidir.” • Farabi: “Felsefe (Hikmet) bizatihi vacibulvücûd olan Hakk’ın varlığının varlık olarak bilinmesidir.” • İbnRüşd: “Felsefe, sanat eseri olarak varlıklar üzerinde düşünme ve sanii tanımadır.”(22) • Filozof tanımı: “ilimde hakkı bulan, amelde hakla amel eden kimsedir. Çünkü filozofun ilimde amacı gerçeği bulmak, fiilde amaçlı ise gerçeği işlemektir.” (Kindi)  • “bizatihi vacibul vücudun Kemal derecede bilgisine sahip olan kimsedir.” (Farabi) (24)

  13. TERCÜME HAREKETİ • Atina’dan sonra Hellenistik felsefe İskenderiye, Roma, İstanbul, Suriye, Antakya, Urfa, Nusaybin, Harran, Cündişapur gibi merkezlerde ve bu şehirlerde açılan medreselerde temsil edilmeye başlandı. • Arapların Yakındoğu fetihleri, komutan Amr b. As’ın 641 yılında İskenderiye’yi zaptetmesiyle hemen hemen tamamlanmış oldu. Özellikle İskenderiye’nin düşmesi bütün bu merkezleri Arap hakimiyetine soktu ve o bölgede asırlardır süregelen Pers ve Bizans hakimiyetine son verdi.

  14. İskenderiye:Hellenistik dönemin en önemli kültür merkeziydi. M.Ö. 331 yılında Makedonyalı İskender tarafından kurulmuştur. Bilim dili yunancaydı. Eflatuncu, Aristocu, Epikürcü, Stoacı ve Pythagorascı kimselerin akımına uğramış, bir felsefe panayırı haline gelmişti. Bu akımlardan en yaygını Eflatunculukdu. • Urfa ve Nusaybin: Urfa medresesi İran Medresesi olarak da bilinir. Bu medrese, hıristiyanlaşmış İranlılara yunanca öğretmek amacıyla Sasani idareciler tarafından açılmıştır. 5. yy’da eğitim dili Yunancadan Süryaniceye çevrilmiştir. Zamanla Nasturi hocalar ve talebeler sızdı. Onlarla Yakubiler anlaşamayınca 489’da kapatıldı. Sonra Nusaybin’de urfa medresesinin devamı olan olan medrese kuruldu.Nusaybin medresesinde din ilimlerinin yanında Hipokrat ve Galen’in tıp kitaplarıyla Aristonun mantığının bazı bölümleri de okutuluyordu.

  15. Cündişapur: 1. Hüsrev (Anuşirvan) tarafından 555 yılında kuruldu. Atina okulu 529 yılında jüstinyenin emriyle kapatılıp okulun pagan hocaları sürgüne gönderildiklerinde Hüsrev’in sarayına kabul edildiler. 531 yılında tekrar ülkelerine dönünceye kadar burada hocalık yaptılar. Cündüşapur okulu tıp fakültesi, akademi ve rasathanesiyle büyük bir ün kazandı. Bağdat şehri 762 yılında Abbasi halifesi Mansur tarafından inşa ettirildiğinde bu okul hala gelişmekteydi. Cündişapur Bağdat’a yakındı ve iran ve abbasi hilafetiyle yakın temas içindeydi. Bu nedenle İslam dünyasının her tarafına yayılan önemli ilmi ve fikri gelişmeler bu okuldan kaynaklandı. Cündişapurbağdat halifelerine meşhur nasturiBahtişu ailesine mensup saray hekimleri verdi. Harun Reşid’in veziri Yahya el Bermeki de İranlı idi. Onun hellenistik ilimleri araştırmaı, yunanca eserlerin tercümesinin yaygınlaşmasında yardımcı olmuştur.

  16. Bağdat: 762 yılında Mansur tarafından inşa edildikten sonra, daha önce Antakya ve Harran medreselerinde Helenistik kültürle yetişmiş Hıristiyanlığın çeşitli mezhepleri ve sabiiliğe mensup bir çok din ve ilim adamı, özellikle Süryaniler Bağdat’a göç etmişler, orada belli bir mektebe sahip olmasalar da ilim halkaları ve meclisler yaparak geleneksel eğitim ve öğretimlerini sürdürmüşlerdir. Süryanice’denFarsça’dan ve doğrudan doğruya Yunanca’dan Arapçaya çeşitli felsefi eserleri tercüme edecek bir çok mütercim Bağdat’ta bulunuyor ve orada yetişiyordu. Önceleri yabancılar arasında eğitim dili Yunanca, Süryanice ve Farsça idi; fakat sonra özellikle Mansur’un hilafeti zamanında Arapça, Müslüman olmayan bu kimselerin de ilim dili haline dönüştü. Farabi de bu Bağdat Mektebi’ne mensuptu. Zira kendisi mantığı, özellikle burhan kitabını burada bulunan Yuhanna b. Haylan’dan okumuştu.

  17. Antakya: İki medrese vardı. Biri M.S. 3. yy’ın sonda oluşmuştu. Aslında burası dini bir cemiyetti Burada ders okutulmuyor, sadece Yakubi din adamları toplanıyor ve dini konuları tartışıyorlardı. Yunancadan Süryani diline tercüme yapıyorlardı. İkincisi Emevi halifesi II. Ömer (717-720) devrinde taşınmış olan iskenderiye medresesinin bir devamıdır. Abbasi Halifesi Mütevekkil zamanına kadar varlığını sürdürmüştür. • Harran: İskenderin fethi üzerine bir çok yunanlı gelip Harrana yerleşmiştir. Pythagorascılık ve Yeni Eflatunculuk bu kimseler arasında yaygın akımlardı. M.Ö. 3. yy’dan itibaren bu felsefi düşünceler yerel inanç olan Sabiilikle karıştı; böylece bir çeşit Sabii – Helenistik düşünce oluştu. Antakya medresesi kapanınca oradabi bilim ve din adamlarının bir kısmı buraya gelmiştir. Harran medresesi, Yeni Eflatunculuk ve Pythagorascılığınislam dünyasına geçişinde büyük rol oynamıştır. Sabit b. Kurrâ, önemli temsilcilerindendir.

  18. Felsefi Metinlerin Tercümesi • İlk tercüme hareketi Emevilerle başlar; ancak bu tercümenin hedefi felsefenin islam dünyasına aktarılması değil tıb ve müsbet ilimlerdi. • İlk tercüme işini başlatan Halid b. Yezid: tıb, kimya ve astronomi • İlmi ve felsefi eserleri tercüme işi asıl Halife Mansur (8.yy) zamanında başlamıştır. Aristonun birkaç risalesi, Batlamyus’unAlmagest’i, Euclid’inElementler’i ve diğer başka yunanca eserler onun saltanatı zamanında tercüme edilmiştir. • Me’mun dönemi, islam tarihinde felsefi ve kelami düşüncenin gelişmesinde bir dönüm noktasıdır. Felsefe ve ilmin en büyük hamisiydi. Çok esaslı felsefe ve kelam münakaşalarında alimler topluluğuna başkanlık etmiştir. İslam ve tevhid’in ikrarı ve Nübüvvet Nurları gibi bazı risaleler de kaleme almıştır.

  19. Me’mun, 830 yılında resmi bir tercüme ve araştırma enstitüsü ve kütüphanesi olan Beytü’l-Hikme’yi inşa etmiştir. Bir çok ünlü mütercim burada görev yapmıştır. • İlim ve felsefenin diğer hamileri arasında Musaoğulları ailesi bulunmaktadır. Tercüme faaliyetlerinde büyük cömertlik sergilemişlerdir. • Me’mun dönemine kadar yapılan tercümeler genelde Yunancadan farsça ve Süryaniceye, sonra Arapçaya çevriliyordu. Me’mun dönemindeki mütrcimler genelde Süryani nesturi Hristiyanlardır. Daha iyi yunanca, Süryanice ve arapça biliyorlardı. Yunan filozofların eserleri mmkün olduğunca yunanca asıllarından çevriliyordu. • İlk dönemde yapılan tercümeler Aristonunmatığı ve Eflatunun bazı eserleriyle sınırlıdır. Beytü’l-Hikme’nin kurulmasıyla felsefi ilimlerin her kolunda, siyasetten ahlaka, metafizikten psikolojiye, her alanda tercüme yapılıyordu.

  20. Mütercimler • İlk dönem mütercimleri: (Me’mun dönemine kadar) • Abdullah İbn Mukaffa: Aslen İran’lıdır. Mecusi iken sonradan Müslüman olmuştur. Aristo mantığı ve eski iran tarihiyle ilgili pehleviceden Arapçaya yaptığı çevirilerle tanınmıştır. • Muhammed ibn Abdullah İbn Mukaffa: babası gibi sonradan Müslüman olmuştur. • Yahya (yuhanna) ibnBatrik: Nesturi mezhebine mensuptur. Yunancadan Arapçaya felsefi ve bilimsel eserlerin tercümesiyle tanınmıştır.

  21. İkinci dönem mütercimleri: • Ebu Osman ed-Dımeşkî: Devrin en önemli Müslüman mütercimlerindendir. Bağdattatabib ve matematikçi olarak meşhur olmuştur. Euclid, Galen, Aristo ve Porphyrius’un eserlerini Yunancadan Arapçaya tercüme etmiştir. • İbnNâ’imâ el-Hımsî, Kusta b. Luka, Yahya b. Maseveyh, el-Haccac b. Matar, Yahya b. el-Batrik, hHuneyn b. Ishak, Ishak b. Huneyn, Ebu BişrMetta b. Yunus, Yahya b. Adi, İbnZur’a, İbnu’l-Hammâr; Hıristiyan mütercimlerdir. • Yahya b. Maseveyh: Mansur’un ve H. Reşid’in hizmetinde de bulunmuştur. Beytü’l-Hikme’nin başkanlığına atanmıştır. • Huneyn b. Ishak: Yunan felsefe ve ilminin tercüme tarihinde en başta gelen isimlerden biridir. İbnMaseveyh’in öğrencisi ve meslektaşıdır. Beytü’l-Hikme’nin başkanlığını yapmış, tercüme sanatını ilmi bir temele oturtmuştur. • Ebu BişrMetta b. Yunus, Yahya b. Adi: Aristo ile ilgili yorumlara özellikle Aristo mantığına katkılarıyla taınırlar.

  22. İslam’da felsefenin ve akli düşüncenin doğuşuna doğrudan doğruya en çok tesir eden yunan ve Helenistik devir felsefesi ve filozofları ve akımları, Eflatun ve Yeni Eflatunculuk, Aristo ve Yeni Aristoculuktur. Bunlardan başka bunlar vasıtasıyla ve İslam dünyasındaki yabancılardan özellikle Süryanilerin, Harranlıların ve bizzat Müslümanların, yunan felsefesi tarihi üzerine yaptıkları çalışmalarla, Sokrat ve Sokrat öncesi filozoflar ve akımlar da İslamdaki akli düşüncenin doğuşunu az çok tesir etmişlerdir.

  23. İslam Felsefesinde Felsefi Ekoller • Ekol, dar anlamda, sadece aynı bir felsefi doktrine sahip olan değil, aynı zamanda ortak bir felsefi önderleri ve ortak bir kurumları olan filozoflar kast edilir. Bu manada gerçekte felsefe tarihin hiçbir ekolden söz edilemez. Fakat deyimi en geniş manasına alacak olursak, aynı doktrine sahip veya en azından ortak bir çok tezleri olan filozoflar cümlesini ekol denebilir. • 19. yy’ın ikici yarısında oryantalistler ve onları takip ederek müslüman yazarlar islam filozoflarını ve onların düşüncelerini üç ekol halinde sınıflamayı adet edinmişlerdir.

  24. Meşşîyye • Aristo doktrinini benimseyen kimseyi ifade eden Grekçe peripatetikos terimini karşılamak için kullanılmakta, söz konusu doktrine de meşşâiyye (peripatetizm) denilmektedir.  • Aristo, Atina’da Lykeion (lise) adıyla kurduğu felsefe okulunda milâttan önce 335-323 yılları arasında bir yandan ders okuturken bir yandan da eserlerini kaleme almıştı. Filozof, öğrencilerine zihin jimnastiğiyle beden jimnastiğini aynı anda yaptırmak amacıyla derslerini okulunun geniş revakları arasında gezinerek veriyordu. Bu sebeple onun felsefesine Yunanca, “gezinmek, yürümek” anlamındaki peripateinmasdarından peripatetizm denilmiştir. 

  25. İslâm felsefesinde en yaygın akım olan Meşşâîlik saf bir Aristoculuk olmadığı gibi bu kadroda yer alan filozofların felsefî sistemleri de birbirinin aynı değildir. Ayrıca her filozofun sisteminde yer yer görülen eklektisizmin tonu ve kaynağı farklı olduğu için standart bir Meşşâîlik’ten söz etmenin de imkânı yoktur. Kendi içindeki farklılıklara rağmen Meşşâîlik, İbnSînâ felsefesinde en olgun düzeye ulaşmış ve onun külliyatı vasıtasıyla doğrudan, Fahreddin er-Râzî’nin eserleri kanalıyla da dolaylı olarak etkinliğini sürdürmüştür. 

  26. Meşşâîler felsefî doktrinlerini ve bilimsel araştırmalarını temellendirirken yöntem olarak Aristo mantığını kullanmışlar, onun Organon adlı mantık külliyatının her bölümünü şerh, tefsir ve telhis ederek âdeta anlaşılmadık noktasını bırakmamışlardır. Ayrıca mantığın her bölümüyle ilgili bağımsız eserler kaleme alıp bu konuda zengin bir literatür oluşturmuşlardır.  • Bu filozoflar gerek varlık yorumunda gerekse öteki felsefî problemlerin çözümünde akla öncelik tanıdıklarından rasyonalisttirler. Akılla nas arasında uyumsuzluk söz konusu olduğunda aklı tercih, nassı te’vil ederler. Teist felsefenin en başarılı örneğini veren bu filozofların en belirgin ortak özelliklerinden biri de dinle felsefeyi uzlaştırma çabalarıdır. 

  27. İşrakiyye • İşrâkıyye terimi, İslâm düşünce tarihinde bilginin kaynağı olarak akıl yürütmeyi (istidlâl) temel alan rasyonalist Meşşâî felsefeye karşı mistik tecrübe ve sezgiye (keşf, zevk, hads) dayanan teosofik düşünce sisteminin adıdır. İşrâkıyyûn da bu düşünceyi izleyenlerin oluşturduğu akımı ifade etmektedir. • İslâm düşünce tarihinde işrak felsefesinin en önemli temsilcisi kabul edilen Şehâbeddin es-Sühreverdî el-Maktûl, görüşlerini Ḥikmetü’l-işrâḳ adlı eserinde temellendirmiştir. • Şark kökünden türetilen işrâk kelimesi sözlükte “güneşin doğuşu sırasındaki ışıma, aydınlanma, parlama, tan ağarışı” gibi anlamlara gelir. Aynı kökten türeyen meşriḳ ise coğrafya olarak doğuyu ifade eder.

  28. Terim anlamında işrak, epistemolojik açıdan akıl yürütmeye veya bir bilgi vasıtasına gerek kalmadan bilginin doğrudan içe doğması, iç aydınlanma, keşf ve zevke (mânevî tecrübe) dayanan bilgi için kullanılır. Ontolojik açıdan işrak, aklî nurların tecellisi sonucunda varlığın zuhur edip gerçeklik kazanmasıdır. • Sühreverdi’ye göre kadim hikmet biri kanıtlamaya (istidlâl) dayalı araştırma ve incelemeyi (el-hikmetü’l-bahsiyye), diğeri mistik tecrübe ve sezgiyi (el-hikmetü’z-zevkıyye) temel alan iki farklı metot kullanıyordu. Bunlardan ilkinin önderi Aristo, ikincisininki Eflâtun’dur. Fakat burada Eflâtun, nurla sembolize edilen kadim Zerdüştî felsefenin bir devamı ve temsilcisi olarak sunulur. 

  29. Buna göre hakikate ulaşmanın birbirini tamamlayan iki yolu vardır. Bunların ilki nazar ve tefekküre dayanan “bahs”, diğeri de kulluk, çile çekme ve ahlâkî arınmada en yüksek düzeye ulaşmayı ifade eden “teellüh”tür. Düşünmeye ve araştırmaya muhtaç olmadan keşf yoluyla hakikatin bilgisine ulaşma düzeyine yükselmiş olana “müteellih” denir. • Sühreverdî, Fârâbî ve İbnSînâ’nın eserlerini okuyarak felsefî formasyon kazanmış, bu filozofların doktrinini gençlik döneminde kaleme aldığı eserlerinde yer yer eleştirip özetlemiştir. Ona göre rasyonel araştırmaya dayanan bu sistem sağlam ve güzel olmakla birlikte hakîm-i müteellih (teosofist) olmak için yeterli değildir; o dereceye erişmek üzere önce keşfe ve ruhî tecrübeye ulaşmak, sonra da bu bilgiyi başkasına anlatma aşamasında aklî tahlilini yapmak gerekir

  30. İhvan’ı-Safa • 10. yüzyılda Basra’da ortaya çıkmış, dinî, felsefî, siyasî ve ilmî amaçları olan, faaliyetlerini gizli olarak sürdürmüş organize bir topluluğun adıdır. Abbâsî Devleti’nin son zamanlarına rastlayan, dinî, felsefî ve siyasî çekişmelerin yaygın olduğu bir dönemde felsefî ve ilmî çalışmaları, dinî ve ahlâkî gayretleriyle birlik ve beraberlik, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışmayı öne çıkararak İslâm toplumunu fikrî bakımdan yeniden derleyip toparlamayı hedefleyen bu topluluğun tam adı İhvânü’s-Safâ ve Hullânü’l-Vefâ ve Ehlü’l-Adl ve Ebnâü’l-Hamd’dir (er-Resâʾil, I, 21, 47). Bu isim topluluğa bizzat kendilerince verilmiştir.

  31. Dönemindeki yönetimden hoşnutsuzluğun doğurabileceği takip endişesiyle çalışmalarını gizlilik içerisinde sürdüren İhvân-ı Safâ’nın, risâlelerdeki bâtınîte’vil ve yorumları ile zaman zaman Ehl-i beyt’in üstünlüğünü vurgulamaları, kendi grupları hakkında “şîa, ehlüşîatinâ” gibi ifadeler kullanmaları (IV, 145-148) onların Şiîliği konusundaki kanaatleri destekler mahiyettedir. Bazı araştırmacılar ve özellikle İsmâilî yazarlar bu kanaati daha ileri götürmüş, İhvân-ı Safâ risâlelerinin İsmâilîakîde ile özdeş olduğunu ifade ederek onları “Kur’an’dan sonra Kur’an” ve “bilimin Kur’an’ı” olarak nitelendirmişlerdir. Bununla beraber İhvân-ı Safâ’nınŞiîliği ve İsmâilîliği tartışmalıdır. 

  32. İhvân-ı Safâ düşüncelerini, dinî ve felsefî ilimler alanında yazdıkları toplam elli iki risâleden oluşan Resâʾilüİḫvâni’ṣ-Ṣafâʾda anlatmıştır. Risâleler, İslâm düşüncesinin X. yüzyıldaki ilmî ve felsefî düzeyini ansiklopedik bir yaklaşımla aksettirdiği için yazarları modern araştırmacılarca “İslâm ansiklopedistleri” şeklinde anılmıştır. Ayrıca İhvân-ı Safâ bu risâlelerdeki düşüncelerini er-Risâletü’l-câmiʿa adlı bir risâlede özetlemiştir.  • Dinî ve ahlâkî kaygılarla ortaya çıkan İhvân-ı Safâ bağnazlığı, fikir ve mezhep çekişmelerini gidermeyi, kardeşlik ve yardımlaşma duygusunu yerleştirmeyi, kendilerine göre yanlış bilgiler ve bâtıl düşüncelerle kirletilmiş olan dini, felsefe ile yeniden temizlemeyi hedeflemiştir 

  33. Bunu gerçekleştirirken oldukça eklektik davranmış, ön yargısız bir yaklaşımla dinî, felsefî ve ilmî olmak üzere ulaşabildiği her tür bilgiyi kullanmıştır. Onlar için düşüncelerine temel olmada Kur’an ne kadar öneme sahipse Tevrat ve İncil de o kadar önemlidir. Din bilgisinde Hz. Peygamber’in veya Hz. Ali’nin sözü ne kadar önem taşıyorsa felsefede Sokrat, Eflâtun ve Aristo’nun, matematik ve geometride Pisagor’un ve Öklid’in, coğrafyada Batlamyus’un sözünün de önemi o derece büyüktür.  • Mezhep tutkusundan uzak ve doğru buldukları her düşünceyi kaynağı ne olursa olsun alma eğiliminde olduklarını şöyle belirtmişlerdir: “Kardeşlerimizin ilimlerden hiçbirine düşman olmamaları, hiçbir kitabı hor görmemeleri, mezheplerden hiçbirine ön yargı ile bakıp taassuba düşmemeleri gerekir. Çünkü bizim görüş ve mezhebimiz bütün mezheplerin görüşlerini kapsar ve bütün ilimleri kuşatır”

More Related