1.58k likes | 2.02k Views
TLA 101 FİZYOLOJİ. Hafta Konular. 1 Fizyolojide temel kavram ve terimleri 2 Hücre ve Organelleri, Fonksiyonları 3 Homeostasis, Negatif ve Pozitif Feedback, Vücut Sıvı Bölükleri 4 Solunum Mekaniği 5 Kanda oksijen ve karbondioksitin taşınması ve fonksiyonları 6 Kalbin fonksiyonları
E N D
Hafta Konular • 1 Fizyolojide temel kavram ve terimleri • 2 Hücre ve Organelleri, Fonksiyonları • 3 Homeostasis, Negatif ve Pozitif Feedback, Vücut Sıvı Bölükleri • 4 Solunum Mekaniği • 5 Kanda oksijen ve karbondioksitin taşınması ve fonksiyonları • 6 Kalbin fonksiyonları • 7 Kan ve lenf dolaşımı • 8 Kan ve sıvı- elektrolitler • 9 Santral sinir sistemi • 10 Periferik sistemi Powerpoint Sunu • 11 Endokrin sistem • 12 Boşaltım sistemi • 13 Sindirim sistemi • 14 Duyu Organları ve Fonksiyonları
FİZYOLOJİYE GİRİŞ • I. FİZYOLOJİNİN TARİHÇESİ ve KAVRAMLAR A. Kısa Tarihçe • XVIII. yüzyılda HALLER (Albrecht Von) tarafından ayrı bir bilimdalı olarak tanımlanmıştır. Ama İlk ortaya çıkışı XVI. yüzyıla dayanır. Buyüzyılda, aynı zamanda gök bilimci ve matematikçi de olan Fransız hekim JeanFERNEL, fizyoloji alanında çalışmalar yapmış ve onu tanıtmıştır.
XVII. yüzyılda yaşamış olan İngiliz hekim William HARVEY, kendisinden önce elde edilen bölük pörçük verileri tamamlayarak büyük ve küçük kan dolaşımını bulmuştur. Bu, fizyoloji biliminin ilk basamaklarından biridir. Yayımladığı kitapta, kan dolaşımı merkezinin eskilerin iddia ettiği gibi karaciğer değil, kalp olduğunu ortaya koyarak kalbin gerçek görevini ortaya çıkarmıştır.
XIX. yüzyılda Fransa'da FLOURENS, MAGENDİE ve ClaudeBERNARD‘ın, Almanya'da LUDWİG'in öncülüğünde büyük ilerlemeler sağlanmıştır. Ülkemizde fizyoloji eğitimi ve öğretiminde İlk bilim adamı, Fransa'da Claude BERNARD'la beraber çalışmış olan Dr. Mehmet Şakir Paşa'dır. Kitabında sun'î solunumdan kan basıncına kadar birçok konuda bilgiler yer almaktadır.
Cumhuriyet ilân edildiği zaman, ülkemizde sadece bir tıp fakültesi (istanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi) vardı. Bu fakültede bulunan fizyoloji kürsüsünün başında da Prof. Dr. Kemal Cenap BERKSOY bulunuyordu. BERKSOY, öğrenciler için fizyoloji ders kitapları yayımladığı gibi, özellikle o sıralarda yeni başlayan hormon araştırmalarına katılarak sekretin ve adrenalin hormonlarıyla, hif sinir demetine ait bulgularını yabancı tıp dergilerinde yayımlıyordu.
1933'te yapılan üniversite reformunda kürsünün başına Ord. Prof. Dr. Hans WINTERSTEIN (Alman asıllı olup sonradan Türk vatandaşlığına geçmiştir.) getirildi.
Ayrıca bir beşerî fizyoloji kürsüsü kurularak BERKSOY'un yönetimine verildi. 1946 yılında BERKSOY emekliye ayrılınca iki kürsü birleştirildi.
Fizyoloji kürsüsünü 20 yıl yöneterek fizyoloji öğretimine ve araştırma çalışmalarına önem veren, bu süre içinde yanındaki asistan ve doçentlerin yetişmesini sağlayan WINTERSTEIN, kurduğu tepkime teorisiyle solunumu düzenleme tekniğinin temellerini de atmıştır. Bu dönemin başında kürsüde doçent olarak Dr. Sadi İRMAK, Dr. Muzaffer DİLEMRE ve Dr. Hayri KALELİ görevliydiler. Sonralar! bunlara yeni bilim adamları katıldı. Bunlardan Dr. Meliha TERZİOĞLU Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde, Dr. Fikri ÖZER Ankara Tıp Fakültesinde fizyoloji profesörü olarak görev aldılar. Ayrıca Prof. Dr. Mehmet AKÇAY ve Prof. Dr. Halil DERMAN, bu dönemlerde yetişmiş değerli bilim adanıl armuzdandır.
II. Dünya Savaşından sonra tıp fakültelerinin sayısı arttıkça, fizyoloji hocalarının ve fizyoloji araştırmalarının sayısı da arttı. Fizyoloji kürsüleri modern araştırma araçlarıyla donatıldı.
H. FİZYOLOJİNİN TANIMI Fizyoloji terimi, Yunanca physis 'doğa’ ve logos 'bilim‘ kelimelerinden oluşmaktadır. Fizyolojinin değişik tanımlarını yapmak mümkündür: "Canlıların hücre, doku ve organlarının görevlerini ve bu görevlerin nasıl yerine getirildiğini inceleyen bilim dalıdır."
"Canlı varlıkların organ ve dokularının niteliklerini ve işlevlerini inceleyen bil im. dalıdır.“ "Organizmanın çalışmasını konu edinen bilim dalıdır.“ "Vücudun, dolayısıyla organ ve sistemlerin görevlerini inceleyen bir bilim dalıdır."
"Canlılarda hücre, doku, organ ve sistemlerin görevlerini, aktiviteleri sonucunda uğradıkları değişiklikleri, birbirleriyle olan bağlantılarını ve fonksiyonel ilişkilerini araştıran ve inceleyen bir bilim dalıdır.“ Fizyoloji, bu tanımlardan da anlaşıldığı üzere, tıp bilimlerinin neredeyse tamamıyla ilgilidir ve anatomiyle birlikte tıp bilimlerinin temelini oluşturur.
III. FİZYOLOJİNİN ÖNEMİ İnsan vücudu, mükemmel bir işleyişe ve organizasyona sahiptir. Bu mükemmel organizmanın işleyişi, en alt düzeyde, yani hücre düzeyinde meydana gelen birçok kimyasal olayla gerçekleşir
Vücudumuzu daha basit bir kompleks yapısı olan otomobile benzetelim ve bu otomobilin, çalışmadığını farz edelim. Otomobili onarıp çalıştırabilmek için bütün parçaları ve parçaların görevlerini bilmek gerekir. Bütün bunlar, bize arızanın yeri ve nedeni hakkında bilgi verir. Arızanın yeri ve nedeni bilinirse, yapılacak işlem de doğru olarak tespit edilir ve arıza giderilebilir. Bilmeden yapılacak bütün müdahalelerin boşa çıkacağı, hatta durumu daha da kötüye götürebileceği unutulmamalıdır.,
Fizyoloji, insan vücudunu meydana getiren doku, organ ve sistemlerin görevlerini inceleyen bilimdir. Buna göre yukarıda verdiğimiz örnekte otomobilin parçalarını bilmeyi anatomi bilimine, bu parçaların görevlerini bilmeyiyse fizyoloji bilimine benzetebiliriz. Bu iki bilim dalı, birbiriyle yakın ilişki içerisindedirler ve bu anlamda tıbbın temelini oluşturur.
IV. HOMEOSTAZİS İnsan vücudundaki bütün organ, sistem ve hücreler, mükemmel bir iş birliği, uyum ve denge içerisinde görev yaparlar. Bu yapıların böyle ahenkli bir şekilde görev yapmasıyla vücutta bir iç denge meydana gelir. Vücudun bu iç dengesine homeostazis denir. Homeostazis, bu yapılar tarafından belli sınırlar içerisinde ve değişmez bir şekilde tutulmaya çalışılır
Vücudumuz, hücre düzeyinde gerekli ayarlama ve değişiklikleri yaparak, yani içten ve dıştan gelen çeşitli etkilere karşı gerekli tepkileri göstererek bu dengeyi korumaya çalışır. Bu denge korunduğu sürece, yani homeostazis değişmez tutulduğu sürece, hayat sorunsuz olarak devam eder. Bunu bir Örnekle açıklayalım: Vücudumuzun belli bir sıcaklığı vardır. Vücudumuzu oluşturan hücrelerin normal fonksiyonlarını sürdürebilmeleri için de bu sıcaklığın korunması gerekir.
Hava sıcaklığı normal olduğu sürece, bu yönden bir sorun ortaya çıkmaz. Ancak çok soğuk bir ortamda bulunduğumuz zaman, vücut sıcaklığının dengelenmesi gerekir. Bunun için yüzeyel (deri) arterler daraltılır. Böylece, buralara fazla kan gitmesi engellenerek sıcaklık kaybı önlenir. Tersine çok sıcak ortamlarda vücut sıcaklığının düşürülmesini sağlamak için yüzeyel arterler genişletilir. Bu suretle deri bölgesine daha fazla kan gönderilerek, sıcaklığın deri. yoluyla dışarıya verilmesi sağlanır. Bu mekanizma da yetmezse terleme olayı devreye girer. Bununla, sıcaklığın buharlaşma yoluyla azaltılması sağlanır. Bu örnekte de görüldüğü gibi vücudumuz, içten ve dıştan kaynaklanan bu gibi etkilere karşı gerekli cevabı vererek homeostazisi korumaya çalışmaktadır.
Fizyoloji bilimi sistem, organ ve hücrelerin görevlerini inceleyen bir bilim dalıdır. Böyle olması nedeniyle de tüm sağlık personeli tarafından bilinmesi ve öğrenilmesi gereken konuları kapsamaktadır.
HÜCRE I. GİRİŞ Yaşayan tüm (yüksek) canlılar, milyonlarca hücrenin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bir binanın tuğlaları gibi, canlıların vücutları da hücrelerle örülmüştür. İnsanlar, hayvanlar ve bitkilerin yapısı buna Örnek olarak gösterilebilir. Bakteriler ve bazı parazitlerse tek bir hücreden oluşmuş ilkel canlılardır. Demek ki hücre, canlılığın tüm karakteristik özelliklerini gösterebilen en küçük birimdir. Temelde, tüm hücreler benzer özellikler gösterirler.
Varlığı ilk defa 1665 yılında Robert HOOKE tarafından tespit edilen ve cellula (odacık=hücre) olarak adlandırılan hücre, ancak mikroskop yardımıyla görülebilmektedir. Organellerinin görülebilmesi için elektron mikroskobu gereklidir: İnsan vücudunda trilyonlarca (yaklaşık olarak 75 trilyon) hücre vardır. Bu sayının yaklaşık 1/3'ünü eritrositler oluşturur.
Hücreler, yapı ve görevleri bakımından büyük farklılıklar gösterir. İnsan vücudunun en küçük hücreleri, 2-4 mikron (fim) çapındaki trombositler ve mikrogliya hücreleridir. Buna karşılık, en büyük hücreyse dışarıdan hiçbir müdahaleye gerek kalmaksızın çıplak gözle görülebilen, 120 \ım çapındaki yumurta hücresidir (ovum). Hücrelerin boylan da çaplan gibi büyük farklılıklar gösterir. Bazı hücrelerin boylan birkaç mikronken, sinir hücrelerinin boyları, uzantılarıyla beraber 1 metreyi bulabilmektedir. Yapılarının %70-85'i su, %10-20'si protein, geri kalan %5-10'u da lipidler, karbonhidratlar ve elektrolitlerdir.
Hücrelerin şekilleri de farklıdır. Oluşumuna katıldıkları doku ve organların yapısına göre yuvarlak, yassı, ipliksi, iğsi, prizmatîk ve küp biçiminde olabilirler (1. Şekil). Vücudumuzdaki tüm hücreler belli bir görevde uzmanlaşmıştır. Örneğin hastalıklarla savaşmak, O2 taşımak, hareketliliği sağlamak, çeşitli biyokimyasal maddeler (protein, kimyasal madde, enzimler, hormonlar vb.) üretmek, gıda depolamak, bir araya gelerek yeni hayatlar oluşturmak ve böylece insan neslinin devamını sağlamak gibi görevler yaparlar.
II. HÜCRENİN YAPISI Hücreler basitçe hücre zarı, ortasında çekirdek, içerisinde çeşitli organeller ve bunlar arasında kalan boşluğu dolduran sitoplâzmadan oluşur.
A. Hücre Gövdesi (Sitoplâzma) Sitoplâzma, hücrenin en büyük ve en önemli maddesidir. Çekirdek dışında kalan ve hücre zarıyla çevrili boşluğu dolduran tüm oluşumlar, sitoplâzma kavramı içerisine girer;
Çiğ yumurta akı kıvamında, renksiz ve saydam bir sıvıdır. Yapısının büyük bir kısmı (%60-90, ortalama %75) su,, geri kalan kısmıysa (% 10-40) proteinler, şekerler, yağlar (lipid), enzimler, hormonlar, iyonlar (Na, K, Cl) ve minerallerden oluşur. Hücredeki hayatî olayların büyük çoğunluğu, sitoplâzmada ve sitoplâzma içerisindeki organellerde gerçekleşir. Bu organeller, sitoplâzma içerisinde asılı bir şekilde dururlar.
1. Organeller (Organitler) Hücrelerin, organizmanın canlılık özelliği gösteren en küçük birimi olduğunu biliyoruz. Sahip oldukları bu özelliği, bünyelerinde bulunan çeşitli organeller vasıtasıyla gösterirler. Genel olarak hücrelerde bulunan organelleri şöyle sıralayabiliriz: Mitokondri, golgi aygıtı, endoplâzmik retikulum, ribozom, lizozom, sentrozom, peroksızomlar, mıkroflaman ve mikrotübüller (2. Şekil).
a. Mitokondri (Mitochondria) Hücrede enerji üretiminin yapıldığı, etrafı çift zarla çevrili silindirik yapılardır. Gıdalarla alman yağ ve şeker, mitokondrilerde son ürün CO2 ve suya (H2O) kadar yıkılarak ATP (adenozin trifosfat) sentezlenir. Bundan dolayı bu yapıya enerji üretim ve solunum merkezi de denilebilir.
Mitokondride ATP sentezi aerobik gîikolizis (glikozun parçalanması), elektron transport ve oksidatif fosforilasyon olaylarıyla meydana gelir. Bu olaylarda 1 mol glikozun oksidasyonu sonucu 38 ATP, 1 mol palmitik asitin yakılması sonucuysa 129 ATP sentezlenir. Sentezlenen bu ATP molekülleri, ihtiyaç duyulduğunda kullanılmak üzere, gerekli bölgelere (enerji ihtiyacının çok olduğu kaslar, sinirler vb.) sevkedilirler. Bundan da anlaşıldığı gibi, enerjiye daha fazla ihtiyaç duyan hücrelerde mitokondri sayısı daha fazladır.
b. Golgi Aygıtı Adını, İtalyan hekim ve bilim adamı Camillo GOLGİ'den alır. Beyincikteki golgi hücresiyle deride ve kas kirişlerinde bulunan golgi reseptörleriyle karıştırılmamalıdır. Hücre içerisinde, çekirdeğin yakınında ağ biçiminde topluca bulunan çok sayıda kesecikten oluşmuştur. Bütün insan ve hayvan hücrelerinde bulunur.
Özellikle sekresyon (salgılama) yapan hücrelerde (süt, ter ve tükürük bezleri vb.) sayıları daha fazladır. Ribozomlarda sentezlenen proteinlere gerektiğinde, golgi aygıtı tarafından . şeker ve sülfatlar eklenir. Lipoproteinler, glikoproteinler, mukopolisakkaritler, bağ doku maddeleri vb. golgi aygıtı tarafından sentezlenir. Bunun dışında, yine hücre içinde sentezlenen çeşitli hormon ve enzimler de golgi aygıtı tarafından, son şekilleri verilip paketlenerek hücre dışına gönderilir.
c. Endoplâzmik Retîkulum (Endoplasmic reticulum, ER) Hücre zarıyla çekirdek arasında uzanan, zar yapısındaki kanallar sisteminden oluşmuştur. Bu sistemin bazı bölgelerinde ribozomlar bulunur. Bu bölgelere granüllü endoplâzmik retîkulum (GER) denir. Ribozom bulundurmayan bölgeleri neyse düz endoplâzmik retîkulum adı verilir. GER'de protein sentezi yapılırken, Düz ER'de, -ki bunlar steroit üreten hücrelerde daha çok bulunur- çeşitli steroit hormon ve yağların sentezi yapılır.
ç. Ribozom (Ribosome) Hücrenin en küçük organelidir. Salgı, sinir ve karaciğer hücrelerinde daha çok bulunur. Protein sentezinde görevli yapılardır. Endoplâzmik retikulum üzerinde ya da sitoplâzmada serbest hâlde bulunurlar. Ribozomlarda sedimantasyon (çökme) kat sayısı 80 S'dir ve 60 S ve 40 S’lik iki ayrı parçaya ayrılabilir. Yapısı, RNA (ribozomal RNA) ve proteinlerden oluşmuştur.
d. Lizozom (Lysosome) Eritrositler dışında, canlı hücrelerin tümünde bulunur; Özellikle makrofaj, çok çekirdekli Lökosit ve karaciğer hücrelerinde sayılan daha fazladır. Yuvarlak ve zarla çevrili bir yapıya sahip olup, içlerinde çeşitli enzimleri barındırırlar. Hücrenin sindirim görevini yürütür. Lizozomlar, hücre sindirimi için ve dışarıdan hücreye alman bakteri, antijen, yabancı protein vb. maddelerin etkisiz hâle getirilmesinde ve parçalanmasında rol oynarlar. Lizozomlar içlerinde ribonükleaz, deoksiribonükleaz, asit fosfataz, [3 galaksidaz gibi enzimler ihtiva eder.
Lizozomlar. etkilerini 4 şekilde gösterir: Yabancı partiküllerin sindirimi, Otophagy (otofaji): Hücrenin işe yaramayan kendi organellerinin yine kendisi tarafından ortadan kaldırılması, Otolysis (otolizis): Zamanla yaşlanan ya da içi partikülle dolan lizozomlarm parçalanıp içeriğinin hücre içine boşalması, bunun sonucunda da bulunduğu hücreyi parçalaması, Thyroglobulinden → tyroksin sentezi yapmak: Bu gibi bazı hormonların, lizozomlar tarafından sentezlenmesi
e. Sentrozom (Centrosome) Hücrede çekirdek yakınma yerleşmiş, içerisinde bir ya da iki adet sentriol ihtiva eden küçük yuvarlak organellerdir. Hücre bölünmesi esnasında, o da ikiye bölünür. Mitoz bölünme sırasında, gelişiminin en üst noktasına ulaşır. Sonra tekrar küçülür. Hücre bölünmesinde aktif role sahip olan sentrioller, mikrotübüllerden yapılmıştır.
f. Peroksizomlar (Peroxysome) Hidrojen peroksit (H2O2) metabolizmasıyla ilgili enzimleri taşır. Lizozomlarla benzer özellikler göstermelerine rağmen ayrı bir organel olarak kabul edilmektedir. Birçok hücrenin (karaciğer ve böbrek hücreleri) bünyesinde bulunur. Endoplâzmik retikulumla (ER) aralarında sıkı bir ilişki vardır. Peroksizomlar, sanki ER'nin genişleyip bir kese yapmasıyla oluşmuş gibidir. Membranı, tek katlı olup ER membranının devamı gibidir. H202'yi parçalayan katalaz enzimini taşırlar. H2O2, hücre için toksik bir maddedir. Katalaz enzimiyle H20'ya (su) ve 02'ye dönüştürülerek etkisiz hâle getirilir
Karaciğer ve böbrek peroksizomları, nükleik asitlerin yapısında bulunan pürinlerîn (adenin, guanin) parçalanmasında görevlidir.
g. Mikroflaman ve Mikrotübüller Mikroflaman 1 ara (microflaman) en iyi Örnek kas hücrelerinde bulunan aktin ve miyozindir. Aktin, miyozine göre daha çok bulunur. Mikrotübüller (microtubul), hücrenin iskeleti görevi görürler. ATP enerjisi kullanarak bazı organellerin taşınmasında (mitokondri, veziküllerin vb.) görev alırlar. Hücrenin şeklinin korunmasında ve hücre bölünmesinde de görevlidirler. Bugün, hücre zarı İçerisindeki proteinlerin hareketlerinin de mikrotübüller vasıtasıyla olduğu düşünülmektedir.
2. Cansız Maddeler Sitoplâzma içerisindeki yapıları organeller, inklüzyonlar ve diğer komponentler olarak smıflandırabiliriz. Organeller, bir zarla çevrilidir. Hücredeki metabolik olaylara doğrudan katılırlar. Endoplâzmık retikulum, golgi aygıtı, mitokondri ve lizozom bu yapılara örnektir. İnklüzyonlar hücrenin geçici komponentleridir. Her hücrede bulunmayabilirler. Bunların dış kısımları bir zarla çevrili olabildiği gibi zarsız da olabilir. Pigmentler, lipidler, karbonhidratlar, elektrolitler ve salgı tanecikleri bu gruba girer.
Diğer komponentlerin etrafları bir zarla çevrili değildir. Farklı yapı ve fonksiyonları vardır. Sentriol, mikrotübül ve mikroflaman bu gruba girer. Hücre içindeki bu oluşumlar içerisinde canlı olanlar organellerdir. Cansız oluşumlarsa kofullar, su, elektrolitler (anyon ve katyonlar), yedek besinler, atık maddeler, salgı tanecikleri, pigment tanecikleri vb.dir.
3. Hücre İçi Sıvı Hücrede sitoplâzma ve çekirdek içerisinde sıvı bulunur. Her ikisi birlikte hücre içi sıvı olarak adlandırılır. Vücuttaki toplam sıvının %60'ım hücre içi sıvı oluşturur. 70 kg ağırlığındaki bir insanda ortalama 28 litre hücre içi sıvı vardır. Hücre içi sıvı, yüksek yoğunlukta potasyum, düşük yoğunlukta sodyum ve klor ihtiva etmektedir. Bu iyonlar, hücredeki elektriksel potansiyeli dengelemekle görevlidir.
Hücredeki metabolik olaylar, tümüyle burada gerçekleşir. Miktarı normal koşullarda değişmez. Ancak herhangi bir nedenden dolayı azalma olursa, devamlı alış veriş hâlinde bulunduğu interstisyel (hücreler arası sıvı=doku sıvısı) sıvıdan bu eksiklik karşılanır.
B. Hücre Zarı ( Plâzmalemma )1. Hücre Zarı ve Fonksiyonları Sitoplâzmayı dıştan çepeçevre kuşatan, ekstrasellüler aralıktan ayıran ve hücreye şeklini veren, bir zardır. Çift katlı fosfolipid molekülleri arasında düzensiz bir' dağılım gösteren protein moleküllerinden oluşmuştur. Bu protein moleküllerinin bir kısmı zan boydan boya kat eder biçimde (integral veya İntrinsik proteinler) ya da zarın iç veya dış yüzüne gömülü (periferal,-veya ekstrinsik proteinler) bulunur. Çift katlı fosfolipid yapıysa fosfat içeren yağ moleküllerinden yapılmıştır.
Su, polar maddeler için iyi bir çözücüdür. Polar olmayan (apolar) maddeler* örneğin yağlar, suda çözünemezler. Böyle maddelere, hidrofobik (suyu sevmeyen) maddeler denir. Hücre zarının yapısında bulunan fosfolipidlerde, hem hidrofobik bir kısım (lipid) ve hem de hidrofılik (suyu seven) bir kısım (fosfat) bulunmaktadır. Bu şekilde hem poler hem de apolar grup taşıyan moleküllere amfipatik maddeler adı verilir. Böyle maddeler su içerisine konulduklarında, hidrofilik kısımlar dışta, hidrofobik kısımlar içte olmak üzere bir araya toplanarak miçel yapısı oluştururlar (4. Şekil).
Hücre zarının fosfolipid moleküllerinden oluşan çift katmanlı bir yapısı olduğu daha önce belirtilmişti. Bu fosfolipid yapının, suyu seven (hidrofilik) baş kısmı, zarın iç ve dış kenarında yerleşmişken; suyu sevmeyen (hidrofobik) kuyruk kısmıysa zarın orta kısmında yerleşmiştir (3. Şekil). Orta kısımda toplanan apolar ve hidrofobik kısımlar, aralarındaki suyu dışarı iterler ve bunun sonucunda aralarında bir çekim gücü oluşur. Hidrofobik kuyruk kısımlarının bir arada tutunmalarını sağlayan bu güce hidrofobik çekim gücü adı verilir.