1.05k likes | 2.67k Views
SEMBOLİZM (SİMGECİLİK). XIX. yüzyılın son çeyreğinde Batı şiirinde hâkim olan bir sanat akımıdır. Roman ve tiyatroda da yer yer tesiri görülen sembolizm, 1885-1902 tarihleri arası Batı şiirinde en parlak dönemini yaşamıştır.
E N D
XIX. yüzyılın son çeyreğinde Batı şiirinde hâkim olan bir sanat akımıdır.
Roman ve tiyatroda da yer yer tesiri görülen sembolizm, 1885-1902 tarihleri arası Batı şiirinde en parlak dönemini yaşamıştır.
Dekadanlar olarak bilinen bir grup şairin de sembolizmin teşekkülünde rolü olduğunu belirtmemiz gerekir.
SEMBOLİZMİN DOĞUŞ ZEMİNİ Sembolizmin doğuş zeminini hazırlayan faktörlerin başında, Rönesans ve reform hareketleriyle başlayıp gittikçe güçlenen ve Aydınlanma Çağı'ndan sonra insan ve hayatın tek gerçeği, hatta dini hâline getirilen pozitivizm, determinizm ve materyalizm gelir.
Hayatı ve insanı akıl, madde ve ilimle sınırlayan söz konusu felsefeler, bir noktadan sonra insanın bunalıma düşmesine ve yeni arayışlara yönelmesine sebep olmuştur. Bu arayışın düşünce hayatındaki en önemli temsilcisi Alman filozofu Kant’tır.
Realizm, natüralizm ve parnasizme tepki olarak doğan sembolizm, felsefî temel olarak Kant'ın idealist felsefesine ve epistemolojisine dayanır.
Kant, her türlü bilgi ve düşüncenin sübjektif ve nispî; bilginin teşekkülünde de sezgi gücünün kaçınılmaz olduğu kanaatindedir. Ayrıca insanın bilgiyi elde edebilmesinde dış dünyanın gerçeklerine ve tabiata ihtiyaç vardır. Ayrıca Kant, insan dimağının boş bir kağıt olduğu inancına katılmaz. İnsan dimağı, duyu organlarının dış dünya ile etkileşimi sonunda kazandığı kargaşa hâlindeki izlenimlerini doğuştan sahip olduğu zaman ve mekân kavramları ve diğer kategorilerinin yardımıyla, duyular ötesi bir seviyede sezgiye dayanan aklıyla sınıflandırmakta ve bilgiye dönüştürmektedir.
Bunlara Fransız filozofu Henri Bergson'un, pozitivist felsefeye karşı geliştirdiği spiritüalist(ruhçu) felsefesinin tesirini de ilâve etmek gerekir. Bergson'a göre, "Bilimin sonsuz imkânlarının bulunduğu inancı, ruhun imkânlarını inkâr etmektir. Akıl her türlü bilgiye götüren tek kaynak değildir. Aklın karşısında bilincin doğrudan doğruya verilerine, bilincin yeteneklerine önem vermek gerekir.
Gerçeğe varmak, bilinç olaylarını kavramak, muhakeme yoluyla bilinenden bilinmeyene doğru metotlu bir biçimde giden akılla değil, ancak sezgi ile mümkündür. Akıl bize gerçeği dışarıdan buldurur; sezgiyse içerden gerçeğin ta kendisine vardırır. Böylece Bergson aklın karşısında sezgiyi yeğ tutan felsefî sistemi savunur.
Alman müzisyen Richard Wagner'in (1813-1883) materyalist dünya görüşüne karşı ileri sürdüğü mistik bir dünya görüşü ve sanat -özellikle müzik- anlayışının da sembolizm üzerinde önemli tesiri vardır.
SEMBOLİZMİN İLKE VE NİTELİKLERİ 1- Dış Dünya ve Gerçek: Sembolizm, realizm, natüralizm ve parnasizmin görünen veya madde ile sınırlı olan gerçek anlayışı (olgu gerçekçiliği) ve bunun objektif bir biçimde yansıtılması anlayışına katılmaz ve karşı çıkar.
Dış dünya veya tabiatta gördüğümüz veya duyularımızla algıladığımız her nesne, bir varlık özünün (idea) dış görüntüsünden; "göz alıcı giysileri"nden başka bir şey değildir. Yani onlar, hiçbir zaman asıl gerçek değildir. Asıl gerçek, söz konusu görüntünün arkasında gizlidir. Bir başka inanca göre tabiat, fizik ötesi ilâhî gerçeğin sembolü veya aynasıdır.
Sembolist sanatkârın görevi, dış gerçeği değil, buradan hareketle görünenin arkasında saklı bulunan hakikî gerçeği, gizli mânâyı, ebedî ve ilâhî gerçeği eserinde verebilmesi, en azından sezdirebilmesidir.
2.Benzerlikler ve İlişkiler ilkesi: Sembolistler, kâinatta var olan her şeyin bir bütün olduğuna; bu bütünlük içindeki varlıklar veya madde-ruh arasında bir benzerlikler ve ilişkiler ağı bulunduğuna inanırlar.
Bir başka ifadeyle; madde-ruh, beden-ruh, evren-insan, kırmızı-sıcak, papatya-tavşan, ses-renk, görme-işitme vb. arasında benzerlikler ve ilişkiler ağı vardır. Eğer, dikkatle bakar ve görünenin ötesine geçebilirsek, bunu yakalamak mümkün olabilecektir. Söz konusu ilişkiler ve benzerlikler armonisinin sembolik ifadesi olan sanatın amacı da budur.
3.Sembol: Sembolist bir sanatkâr nesnelerin gizli ruhunu; nesneler arası ilişkiyi nasıl anlatacaktır? Sembolizmin en önemli ayırt edici niteliklerinden biri sembol meselesidir. Ancak sembolün ne olup olmadığı veya ne olup olmaması gerektiği hususu, bir hayli karmaşıktır.
“Sembol; bir duygu hâlinin, bir fikrin, bir hayalin, bir olayın, bir manzaranın, geleneksel veya bilinen zihnî sanatların ötesinde, ama anlatılmak istenileni başarıyla temsil edebilen bir şeye (soyut veya somut) dönüştürülerek ifade edilmesidir. Elbette ki bu sembol sanatkâra has ve orijinal olmak mecburiyetindedir. Sembolün başarısı, yüklendiği mânâyı tam ve somut bir şekilde okuyucuya taşıma gücü ile orantılıdır.
Sembolist şaire düşen, çeşitli duygu hâllerini, dış dünyayı, varlıklar arası ilişkileri ve bunların görüntüleri arkasındaki gizli mânâyı, büyük ölçüde birtakım orijinal sembollerle anlatmaktır. Bu tavır, ister istemez onların eserlerini mânâ veya muhteva itibariyle kapalı ve muğlak bir hâle getirir.
4. Mânâda Kapalılık ve Muğlaklık: Sembolist şiirin muhtevası veya mânâsı bir hayli kapalı ve muğlaktır. Klâsisizm ve parnasizmin muhayyileyi körleten mânâ açıklığı ve berraklığı, sembolizmde söz konusu edilemez.
Ahmet Haşim'in konuyla ilgili düşüncelerini görmek faydalı olacaktır: "... şair, ne bir hakikat habercisi, ne belâgatlı insan, ne de bir vaz-ı kanundur. Mânâ aramak için şiiri deşelemek, terennümü yaz gecelerini ra'şe içinde bırakan hakir kuşu eti için öldürmekten farklı olmasa gerek. Et zerresi, susturulan o sihrengîz sesi telâfiye kâfi midir? (...) Şiirde her şeyden evvel hâiz-i ehemmiyet olan kelimenin mânâsı değil, cümledeki telaffuz kıymetidir. / Esasen 'mânâ' ahengin telkinâtından başka nedir? Şiirde 'mevzu' şair için ancak terennüm ve tahayyüle bir sebeptir. / Hasılı şiir, resullerin sözü gibi muhtelif tefsirâta müsait bir vüs'at ve şumûlü hâiz olmalı."
Sembolistlere göre gerçek, görünen değil, görünenin arkasında gizli olan ruhtur. Bunun maddî bir obje gibi çok açık bir biçimde görülüp algılanması ve anlatılması mümkün değildir.
Pozitivizmin hayattan kovmak isteği rüya ve esrar, onlarla birlikte şiire ve edebiyata girer ve onların estetiğinin bel kemiğini oluşturan iki kavram olur.
5. Musiki / Âhenk: Sembolizmin bir başka niteliği, şiirdeki musiki/âhenk endişesidir. Varlıkların gizli ruhunu ve bunlar arası ilişkiler ağını, sadece dille anlatmak, sezdirmek mümkün değildir. Wagner'in vurguladığı gibi, ne sadece musiki, ne sadece dil, söz konusu esrarlı dünyayı anlatamaz. O zaman şiirin musikiden, musikinin de dilden faydalanması, böylece sezdirme veya telkin gücünün güçlendirilmesi gerekir.
Elbette ki şiirde söz konusu olan musiki, saf bir musiki değildir. Şiirdeki musiki, dilin imkânları ile sınırlı olan bir musikidir. Yani kelimelerin tek başlarına veya yan yana sıralandıklarında sahip oldukları veyahut mısraların sıralanmasından doğan ses değerlerinden teşekkül edecek bir musiki ve âhenktir. Bir başka ifadeyle sembolist şiirdeki musiki kulaktan çok ruha seslenir ve şiirin muhtevasını bu yolla ruha telkin eder veya sezdirir. Söz konusu anlayış, sembolistleri şiirde musikiye götürür.
Stephane Mallarme şiirde musiki konusunda şunları söyler: "Musiki, yine musiki! Senin şiirin öyle uçucu bir şey olsun ki, bunun ileriye hamle eden bir ruhtan, başka göklere, başka aşklara doğru kaçtığı hissedilsin. Şiir bir fikri, bir duyguyu ahenkle, sembolle anlatan edebî bir melodidir."
Ahmet Haşim ise şunları söyler: "Şairin lisanı nesir gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın mutavassıt bir lisandır."
6- Şekil: Yukarıdan beri sıralanan hususlar, sembolistlerin, daha önceki şiirin klâsik kalıplarını zorlaması sonucunu beraberinde getirmiştir. Zira klâsik kalıplar, şairin vazgeçilmez olarak kabul ettiği musiki/ahengi, sezginin serbest çağrışımını, sembolün esrarını ve sanatkârın bunları elde etmedeki hürriyetini engelleyebilecektir.
Kısacası klâsik nazım şekli, nazım birimi, mısra yapısı, vezin ve kafiye; hatta dilin gramer yapısı gibi şiirin formunu belirleyen unsurlar, sanatkârın zevk-i selimi tarafından belirlenmelidir. Bu noktada en çok öne çıkan husus, mısra hâkimiyetinin kırılmış olmasıdır. Söz konusu tavır, sembolist şiirde serbest şiirin esas olması sonucunu beraberinde getirmiştir.
7-Ferdiyetçilik / Lirizm: Sembolist şiir ferdiyetçi ve liriktir. Yukarıda belirtilen evrenin sırlarla dolu gerçeğini yakalama endişesini dikkate almak kaydıyla, sembolizmin veya sembolistlerin günlük hayatla, sosyal meselelerle herhangi bir alâkası yoktur. Söz konusu lirizm, çok büyük ölçüde melankoli, hüzün ve karamsarlık atmosferi içinde karşımıza çıkar.
Son olarak Ahmet Haşim'ın sembolizmi tanımlamasını görelim: "(Sembolizm), dedikleri gibi, tahassüsât (hislenmeler) ve tefekkürâtı (düşünceler) eşkâl (şekiller) ile anlatmak demek olaydı, bu mesleği bir teceddüt (yenilik) gibi telâkki etmek bir hata olacaktı. Eski Yunanîlerde, Romalılarda, Mısırlılarda dâima efkâr-ı mücerrede (soyut fikirler), eşkâl ve eşhas (şahıslar) ile temsil olunmuştur. (...) Sembolizm, efkâr-ı mücerredenin temâsil (örnekler) ile ifadesi demek olmakla beraber aynı zamanda edebiyatta şahsiyet, sanatta serbestî, kavâid-i gayr-i kafiyenin (kafiyesizlik kaideleri) terki, hüsne (güzellik), teceddüde hatta garabete (acayiplik, tuhaflık) doğru bir meyil suretinde tarif olunabilir."