370 likes | 705 Views
BİLİM TARİHİ. HELENİSTİK. ÇAĞ’DA BİLİM-2. 1. 3.2.6.TEKNOLOJİ İSKENDERİYE MEKANİK OKULU. Hellenistik dönemdeki teknoloji çalışmaları ile ilgili olarak üç ünlü bilim adamından söz etmek gerekir: İskenderiyeli Ctesibios, İskenderiyeli Heron ve Bizanslı
E N D
BİLİM TARİHİ HELENİSTİK ÇAĞ’DA BİLİM-2 1
3.2.6.TEKNOLOJİ İSKENDERİYE MEKANİK OKULU Hellenistik dönemdeki teknoloji çalışmaları ile ilgili olarak üç ünlü bilim adamından söz etmek gerekir: İskenderiyeli Ctesibios, İskenderiyeli Heron ve Bizanslı Philon. Bu bilim adamlarının oluşturduğu okul, İSKENDERİYE MEKANİK OKULU olarak tanınmıştır. CTESİBİOS İskenderiye Mekanik Okulu'nun kurucusu olan Ctesibios, mekanik icatlarını içeren bir kitap kaleme almıştır; ancak bu kitap kayıp olduğu için, çalışmaları, kendisinden sonra gelen mühendislerden ve mekanikçilerden öğrenilebilmiştir. 38
Ctesibios'un en önemli icatları arasında basma tulumba, su orgu ve su saati bulunmaktadır. Basma tulumbalarda üç önemli parçayı; yani silindir, piston ve valfı bir arada kullanmıştır. Basma tulumbalar daha sonra Philon tarafından geliştirilecektir. HİDROLİK adı verilen su orgu bu tulumbaların bir uygulamasıdır; burada amaç, aracı çalıştırmak için ciğerlerden değil, başka bir araçtan yararlanmaktır. 39
Ctesibios daha önce de kullanılmış olan su saatlerini geliştirmiştir. Su saatlerinde karşılaşılan en önemli güçlük, delik kaptan akan su miktarının sabit tutulmasıdır. Ctesibios, bu maksatla bir musluktan sürekli su akışını sağlamış ve böylece ilk güvenilir su saatini yapmayı başarmıştır. 40
Ayıca Ctesibios, su saatlerinde kabın altında bulunan deliğin zamanla aşınmasını önlemek amacı ile deliği cam ve altınla kaplamıştır. Böylece, saatler yoluyla eşit sürelerin belirlenmesi mümkün olacak ve zaman denetim altına alınacaktır. 41
HERON M. S. 62 yıllarında bilimsel etkinliklerde bulunduğu bilinen İskenderiyeli Heron, İskenderiye Mekanik Okulu'nun diğer bir temsilcisidir. MECHANİCA (MEKANİK) VE PNEUMATİCA (PNÖMATİK) adlı iki önemli yapıtı vardır ve bunlarda hava, su ve ateşi hareket ettirici güç olarak kullanan çeşitli makinelerin veya otomatların (mesela, içindeki sıvının akışını ayarlayan testiler, buhar gücüyle döndürülen küreler veya açılıp kapanan kapılar ve gök saatleri gibi) tasvirini vermiştir. Heron, optikle de ilgilenmiş ve yansıma konusunda yapmış olduğu araştırmalarını CATOPTRİCS (YANSIMA) adlı yapıtında toplamıştır. Burada, küresel, düz, çukur ve tümsek aynalarda oluşan görüntüleri incelemiş ve gelen ışığın aynayla yapmış olduğu açının, yansıyan ışığın aynayla yapmış olduğu açıya eşit olduğunu belirten birinci yansıma kanununu geometrik olarak kanıtlamıştır. 42
Mekanik yansıma örneklerini kullanan Heron'a göre, bir ışının hareketi bir taşın hareketine benzer; bir taş, duvar gibi katı bir yüzeye çarptığında nasıl geri dönüyorsa, gözlerimizden çıkan ışınlar da parlak nesnelere çarptıklarında, benzer biçimde geriye dönerler. Heron'a göre, gözden çıkan ışınlar bir doğru boyunca yol alırlar; çünkü itme kuvveti, ışını mümkün olan en kısa yoldan götürmek ister. Görüldüğü gibi Heron bu sonuca ulaşırken, doğanın gereksiz işlerden sakındığı ilkesine dayanmaktadır. Bu ilke, daha sonra en az yol ilkesi olarak tanınacaktır. 43
PHİLON 2. yüzyılda yaşayan Philon, Bizanslı olmasına karşın, yaşamının önemli bir kısmını İskenderiye ve Rodos'ta geçirmiştir. Bir askeri mühendistir ve MEKANİKA SYNTAXİS adında sekiz (veya dokuz) kitaptan oluşan ve yalnızca üçüncü kitabı günümüze kadar gelebilen bir yapıt kaleme almıştır. Kitap, savaş sanatı (hem savunma hem de saldırı) üzerine yazılmış ilk eserdir ve şu bölümleri içerir: 1. Kaldıraçların kullanılması. 2. Liman inşası. 3. Balistik araçların inşası. 4. Pnömatik. 5. Sur ve duvarların inşası. 6. Surların savunulması. 7. Kuşatma tekniği. 44
Philon en önemli bölüm olan pnömatikde, önce havanın bir cisim olduğunu ve her yeri kapladığını kanıtlayan deneyler yapar. Boşluk yoktur; bu nedenle bir kaba su dolabilmesi için havanın boşalması gerekir. Hava kaptan çıkarken su da hemen onu izler. Burada ilginç olan bir noktaya daha değinir; su havayı izlerken bazen doğasına ters düşerek yukarıya doğru çıkar. Bu belirleme, çeşitli sifonların yapımına ve kullanımına olanak sağlamıştır. 45
Philon bu konuda yapmış olduğu deneyleri çeşitlendirmiştir. Örneğin, bu deneylerden birinde bir kaba bir miktar su, suyun üzerine bir mantar ve mantarın üzerine de bir mum konulup yakılır ve üzerleri bir fanusla kapatılırsa, mum bir süre sonra söner ve su fanus içinde yükselir. Philon'a göre bunun nedeni, ateşin havayı tahrip etmesi ve havanın yerini suyun doldurmasıdır. 46
Aristoteles'e göre boşluk yoktu; oysa atomculara göre boşluk vardı ve atomlar boşlukta hareket ediyorlardı. İskenderiye Mekanik Okulu'nun temsilcileri her iki görüşü uzlaştırmışlardır. Onlara göre, büyük ölçekli boşluk yoktur ama atomlar arasında küçük ölçekli boşluklar bulunmaktadır. Philon bu görüşü termoskop adı verilen bir araç ile kanıtlamıştır. 47
İki ucu kıvrık olan borunun bir ucunu kurşun bir küreye, diğer ucunu ise ağzı mantarla kapalı ve içi su dolu olan bir şişeye yerleştirir. Kurşun küre ısıtıldığında, boru içindeki suyun seviyesi, şişedeki suyun seviyesinin altına düşer; küre soğutulduğunda ise suyun seviyesi yükselir. Philon bunu, hava atomları arasındaki boşluğun basınç nedeniyle küçülüp büyümesine bağlar. 48
BATLAMYUS İskenderiye okulunun son döneminde ortaya çıkan en önemli bilgin Batlamyus (Claudius Ptolemy, M.S. 85-165)'dur. O da Öklid ve Eratosthenes gibi İskenderiye'de ders verdi, bilimsel inceleme ve gözlemlerini orada sürdürdü. ALMAGEST diye bilinen en büyük yapıtına bir tür "Astronomi Ansiklopedisi" demek yanlış olmaz. Bu kitap, Kopernik ve Kepler'e kadar standart kaynak olma niteliğini korumuştur. 49
Batlamyus, bu eserinde ana çizgileriyle göksel olguları anlamlandırmak maksadıyla kurmuş olduğu geometrik kuramı tanıtmaktadır; Aristoteles fiziğini temele alan bu kuramda, evren küreseldir ve Yer bu evrenin merkezinde hareketsiz olarak durmaktadır. Şayet günlük veya yıllık görünümler Yer'in hareketleri sonucunda meydana gelseydi, her şey uzaya saçılır ve Yer parçalanırdı. Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn ve sabit yıldızlar Yer'in çevresinde, muntazam hızlarla, dairesel hareketler yaparlar. Sabit yıldızlar küresi evrenin sonudur. 50
ALMAGEST, on üç kitaptan oluşur; Birinci Kitap, kanıtlarıyla birlikte Yermerkezli Düzen'in ana çizgilerini verir. İkinci Kitap, küresel trigonometri bilgilerini ve bir kirişler tablosunu içerir; burada örnek problemler de çözülmüştür. Üçüncü Kitap, Güneş'in hareketini ve yıllık süreyi verir. Dördüncü Kitap, Ayın hareketini ve aylık süreyi konu edinir. Beşinci Kitap, aynı konularla ilgilidir, Ay'ın ve Güneş'in mesafelerini tartışır. Altıncı Kitap, gezegenlerin kavuşumları ve karşılaşmaları incelenir ve Güneş ve Ay tutulmalarına temas edilir. Yedinci ve Sekizinci Kitap, durağan yıldızlarla ilgilidir, Ptolemaios'un durağan yıldızlar katalogunu ve bir gök küresi âleti yapabilmek için gerekli olan yöntem bilgisini içerir. Geriye Kalan Beş Kitap ise, devingen yıldızların, yani gezegenlerin hareketlerine tahsis edilmiştir ve yapıtın en özgün kısmıdır. 51
Gözlem ile matematiksel yöntemin birleşmesi, Helenist çağ astronomisinin en belirgin özelliği sayılabilir. M.Ö.3.y.y. itibaren bazı yeni gözlemler Eudoxus'tan beri sürüp gelen küreler teorisinin yetersizliğini göstermeye başladı. Astronomlar, bazı gezegenlerin (özellikle Mars gezegeninin) değişiklik gösteren parlaklıklarını fark etmeye ve hareketlerinde belli bazı karmaşık periyodik değişiklikleri görmeye başladılar. Ne var ki, eski teorinin açıklamada yetersiz kaldığı bu gibi olguları açıklamak için daha köklü bir düşünme değişikliğine (örneğin, Aristarkus teorisine) gitmenin gereği yoktu. Çünkü, yeni bulunan bazı matematiksel yöntemler yardımıyla jeostatik (yani, arzın sabitliği) görüşü bir yana itmeksizin de sözü geçen olguları açıklama olanağı vardı. 52
Batlamyus'un söylenemez. orijinal bir sistem kurduğu Eudoxus ve Aristoteles geleneğini yer yer önemli bazı yenilik ve gelişmelerle sürdürdüğü görülmektedir. Hipparkus'un gökyüzünde gözlenen hareketleri açıklamak için kullandığı eksentrik ve episikl sistemini bu gelenekle birleştirerek kendi sistemini kurdu. Gökyüzündeki periyodik hareketlerin sayısı bir hayli kabarmıştı. Bunları açıklamak için 80 kadar küre veya çemberi içine alan bir sisteme ihtiyaç vardı. 53
Taşıyıcı Daire Taşıyıcı Dairenin Merkezi Gezegen şıy Gezegen Dış Merkezli Dairenin Merkezi Yer Yer Taşıyıcı Düzenek Dış Merkezli Düzenek Ancak, Yer'in merkezde olduğu ve gök cisimlerinin de onun çevresinde muntazam bir şekilde dolandıkları kabul edildiği kuramın bazı gözlemleri, örneğin Ay ve Güneş'in Yer'e yaklaşıp uzaklaşmalarını, bazen hızlı, bazen yavaş hareket etmelerini açıklamak olanaksızdı. Bunun için Batlamyus Yer'i belli bir ölçüde merkezden kaydırmıştır. Klasik astronomide bu düzenek (eksantrik) Dış Merkezli Düzenek olarak adlandırılır. Gezegenlerin gökyüzünde ilmek atmalarını, yani durmalarını ve geriye dönmelerini açıklamak için (episikl) Taşıyıcı Düzenek adı verilen başka bir düzenek daha kullanmıştır. 54
Batlamyus, coğrafya araştırmalarına da öncülük etmiş ve COĞRAFYA adlı yapıtıyla matematiksel coğrafya alanını kurmuştur. Bu kitap, Kristof Kolomb'a (1451-1506) kadar bütün coğrafyacılar tarafından bir başvuru kitabı olarak kullanılmıştır. COĞRAFYA, sekiz kitaba bölünmüştür ve matematiksel coğrafya ile haritaların çizilebilmesi için gerekli olan bilgilere tahsis edilmiştir; Almagest gibi Coğrafya da derleme bir eserdir; Batlamyus bu kitabı hazırlarken Eratosthenes, Hiparkhos, Strabon ve özellikle de Surlu Marinos'tan büyük ölçüde yararlanmıştır. 55
Coğrafya'nın; Birinci Kitab'ı Yunanlılar tarafından bilinen Dünya'nın büyüklüğü ve izdüşüm yöntemleri hakkında ayrıntılı bilgiler verir; İkinci Kitap'la Yedinci Kitap arasında ise tanınmış memleketlerdeki önemli yerlerin, yani önemli kentlerin, dağların ve nehirlerin enlem ve boylamları verilmek suretiyle Dünya'nın düzenli bir tasviri yapılır; Enlem ve boylamlardan, söz eden ilk bilgin Batlamyus'tur. Batlamyus'un anlatmaya çalıştığı Dünya, kabaca 20° Güney'den 65° Kuzey'e ve en Batı'daki Kanarya Adaları'ndan, bunların yaklaşık olarak 180° Doğu'sundaki bölgelere kadar uzanmaktadır. Bunun dışında kalan bölgeler ise Yunanlılar ve dolayısıyla Batlamyus tarafından tanınmamaktadır. Söz konusu tablolar, haritaların çizilmesini olanaklı kılmaktadır ve nitekim bu haritalar belki de eserin eski nüshalarında mevcuttur; çünkü astronomik bilgileri kapsayan Sekizinci Kitap'ta bunlara belirgin atıflar yapılmıştır. 56
Ancak Batlamyus'un coğrafya anlayışı yeteri kadar geniş değildir. İklim, doğal ürünler ve fiziki coğrafyaya giren konularla hiç ilgilenmemiştir. Başlangıç meridyenini sağlam bir şekilde belirleyemediği için, vermiş olduğu koordinatlar hatalıdır. Ayrıca, Yer'in büyüklüğü hakkındaki tahmini de doğru değildir. Ancak Kristof Kolomb bu yanlış tahminden cesaret alarak, Batı'ya doğru gitmiş ve Amerika'ya ulaşmıştır 57
Aynı zamanda, bu dönemin önde gelen optik araştırmacılarından olan Batlamyus, daha önceki optikçilerin çoğu gibi, görmenin gözden çıkan görsel ışınlar yoluyla oluştuğu görüşünü benimsemiştir. Ancak, görsel yayılımın fiziksel yorumunu da vermiş ve bu yayılımın, kesikli ve aralıklı bir koni biçiminde değil de, kesiksiz ve sürekliliği olan bir piramid biçiminde olduğunu belirtmiştir. Şayet böyle olmasaydı, yani ışınlar gözden sürekli bir biçimde çıkmasaydı, nesneler bir bütün olarak görülemezlerdi. Buna rağmen, Batlamyus'un görsel piramid fikri, optikçiler arasında tutunamamış ve görme söz konusu olduğunda daha çok koni göz önüne alınmıştır. Nitekim kendisinden sonra, İslâm Dünyasında, bilginlerin görsel koni fikrine dayandıkları ve görme geometrisini bunun üzerine kurdukları görülmektedir. 58
Batlamyus, yansıma konusuyla da ilgilenmiş ve yapmış olduğu ayrıntılı deneyler sonucunda üç prensip ileri sürmüştür: Aynalarda görünen nesneler, gözün konumuna bağlı olarak, aynadan nesneye yansıyan görsel ışın yönünde görünür. Aynadaki görüntüler nesneden dikme yönünde ortaya çıkarlar. ayna yüzeyine çizilen Geliş ve yansıma açıları eşittir. (BOT = GOT) 59
GALEN VE TIPTAKİ ETKİSİ Batlamyus, İskenderiye'de astronomi ile uğraşırken, tıp ve hekimlik alanında büyük bir gelişmeye tanık olmaktayız. Hipokrat'tan sonra Yunan dünyasının en seçkin tıp bilgini sayılan Galen bu dönemde ortaya çıkmıştır. Galen, Bergama'da doğdu (M.S.129); yüzyılın sonuna dek Roma ve daha başka merkezlerde çalışmasını sürdürdü. 60
Anatomi ve genellikle hekimlikle ilgili bilgileri sistematize etmede, o güne kadar çeşitli gelişme gelenekleri içinde birbirinden ayrı tıp öğretilerini birleştirmede büyük bir başarı gösterdi. Hayvan kadavraları ve birkaç insan cesedi üzerinde diseksiyon çalışmaları da yapan Galen, anatomi, fizyoloji, patoloji ve tedavi konularında birçok yeni bulgular elde etti. Canlı hayvanlar üzerindeki deneysel incelemeleri yoluyla kalbin çalışmasını, omuriliğin yapı ve görevini anlamaya çalıştı. 61
Felsefede Galen dinsel düşünür; ona göre her şeyi Tanrı belirler; onun isteği dışında hiçbir şey olmaz, örneğin, insan vücudunun belli bir amaç için Tanrı tarafından düzenlendiğini söyler. Galen'in mistisizmi tıp düşüncesini de etkilemiştir. Ona göre, vücudun her yanında değişik ruhlar yer almıştır. O, bu görüşle atomcuların mekanik dünya anlayışlarına ters düşüyordu. Yunancadan Latinceye çevrilen "HAYVAN RUHLARI" adlı yapıtının büyük bir ün kazandığını, tıp çalışmalarını 1.500 yıl etkisi altında tuttuğunu biliyoruz. Bu etkinin gerçek kaynağını Galen'in büyük gözlem ve deneylerinde gösterdiği üstün beceriden çok, onun mistik görüşlerinden son derece ince bir mantıkla çıkarılan birtakım dogmalar oluşturuyordu. Onun temelde dinsel olan bakış açısı, hem Hıristiyanları, hem de Müslümanları okşayan bir özelliğiydi. Uzun süren etkisi geniş ölçüde bu özelliği ile açıklanabilir. 62
Galen'e göre; kan, karaciğer tarafından, yenen besinlerden yapılır, sonra "doğal ruh"larla niteliğini kazanır. birleştirilerek besleyici Böyle oluşturulan kanın bir bölümü damarlar yoluyla vücuda dağılır, sonra bir çeşit "gel-git" hareketiyle aynı kanallardan kalbe döner. Geriye kalan bölüm ise, kalbin sağ yanından sol yanına aradaki diyaframın ince deliklerinden geçer, orada akciğerden gelen hava ile karışır. Kalbin sıcaklığında "yaşamsal ruh"larla yüklenen kan daha yüksek bir "gelgit" hareketi ile atardamarlardan vücuda dağılır. Böylece vücudu oluşturan çeşitli organların işlevlerini yerine getirmeleri olanak kazanır. "Yaşamsal-ruh'la” yüklü ruhları" meydana gelir. kandan beyinde "hayvan Bu ruhlar, kandan arınmış olarak sinirlerden geçer, vücudun hareketini ve yüksek işlevlerini sağlar. 63
Üstün bir zekâ ve sezişin ürünü olan bu teori gerçeği doğru ifade etmemekle birlikte, son derece etkili ve başarılı olmuştur. Ne yazık ki, yüzyıllarca insanların gözünde Galen'in bağımsız düşünme ve araştırma tutumundan çok öğrettikleri önemli görünmüş, onun kurduğu otorite karşısında fizyolojide yeni bir atılıma olanak kalmamıştı. 64
SİMYANIN (EL-KİMYANIN) ORTAYA ÇIKIŞI Simya, başlangıçtan itibaren felsefe ve bu arada özellikle astroloji ile yakın ilişkiler içinde gelişmiştir. Gökyüzü cisimleri belli niteliklerle değerlendirilirdi. Güneş altını, Ay gümüşü, Venüs bakırı, Merkür cıvayı, Mars demiri, Jüpiter kalayı, en uzak ve dolayısıyla en soğuk olan Satürn ise ağır ve mat bir metal olan kurşunu temsil ederdi. 65
Simyagerler için maddenin kendiliğinden önemi yoktu; gerçek olan madde değil, maddenin özellikleriydi, insanların vücutları hep aynı nesneden yapılmıştır; iyi ve kötü olmaları vücutlarının değişmesine değil, ruhlarının değişmesine bağlıydı. Aynı şekilde, zanaatçıların çok iyi bildikleri üzere, metalleri, özelliklerini değiştirerek değiştirmek mümkündü. Tüm doğa gibi metaller de daha iyiye, mükemmele doğru değişme çabasındadır. Onlar için ideal hedef altın olmaktır. 66
O halde onların bu yoldaki gelişimine yardımcı olmak zor olmasa gerek. Boyacılıkta kullanılan tuzruhunun maden yüzeylerini kazıdığı biliniyordu. O halde, deniyordu, bayağı metale azıcık altın katılırsa, alaşım altın yüzey bırakmak üzere tuzruhuyla kazınır. Yüksek nitelikteki altın, maya etkisi yaparak katıldığı metalin bayağılığını giderir ve onu altının ruhsal niteliğine çevirir. "Soylu" sayılan metallerin başta gelen özelliği, renklerinde kendini gösterir: Gümüşün beyazı, altının sarısı. Bakıra kimyasal işlemlerle sarı renk kazandırılabilir; böylece bakır altına çevrilebilir. Çevirme süreci, ya bakırdaki toprak elementi uzaklaştırılarak ya da hava ve ateş elementleri artırılarak gerçekleştirilir, ölü madde bu şekilde "renk ruhunu" kazanınca, ruhuna kavuşan insan gibi, canlanır. 67
El sanatlarına gelince, İskenderiye dahil, birçok Akdeniz kentlerinde kimyasal işlemlere dayanan bir çeşit endüstri doğmuştu. Halkın satın alamadığı değerli ziynet eşyasının taklitleri yapılıyordu, örneğin, taklit inciler, gümüş veya altına benzeyen eşya geniş ticarete yol açmıştı. Simya biliminin uygulanmasında genellikle şu üç adım izlenirdi: 1. Kalay, kurşun, bakır ve demir siyah bir alaşım verecek şekilde kaynaştırılırdı. Bu kaynaşmada metaller bireysel kimliklerini yitirir, tek türde birleşirlerdi. 2. Civa, arsenik veya antimon eklenerek bakır aklaştırılır, gümüşe benzerlik sağlanırdı. 3. Sonra, azıcık altın verilirdi; beyaz alaşım kükürt suyu (yani, kalsiyum sülfat) veya tuzruhu ile işlem görerek altın rengini kazanırdı; daha doğrusu İskenderiyeli simyagere göre, altın olurdu. Çünkü, önemli olan maddenin kendisi veya kütlesi, fiziksel özellikleri ve kimyasal tepkimeleri değil, renk özelliğiydi. Örneğin, bir maddeye altın rengi vermek, onu altın yapmak demekti. Bize saçma görünen bu inanç o dönemin temel felsefesinin bir gereğiydi. 68
İlk El-Kimya dönemine ait El-Kimya eseri Güney Mısır'da yetişen Zosi-mos‘a (M. S. III. yüzyıl) ait bir ansiklopedidir. En eski El- Kimyacı olan Zosi-mos şöyle yazmıştır: Deneme: Âdi su açık bir kapta kaynatıldığında bir hava cismiyle kabın dibinde beyaz bir toz kalır. Sonuç: Su, hava ile toprağa dönüşmüştür. 69
Hıristiyanlığın doğuşundan önce gelen yüzyılla Milâdın ilk üçyüz yılı arasına rastlayan bu dönemin gerçek kimyanın kurulması ve gelişmesinde ihmal olunamayacak derecede önemli bir rolü olduğu inkâr edilemez. Bu şekilde çalışan El-Kimyacıların faaliyetine Roma İmparatoru Dioklit'in emriyle M.S.299 yılında son verildiğini ve El-Kimyaya ait bütün kitapların yok edildiği söylenirdi Bu yangından ancak bir kaç El-Kimya papirüsü zamanımıza kadar kalabilmiştir. 70
Yüzyıllar sonra Araplar ve onları izleyen Avrupalılar arasında simya yeniden ortaya çıktığında eski temel felsefesinden, dolayısıyla anlamından yoksundu. Kuramsal gerekçesini yitirmiş, birtakım hazır reçete uygulamasından ibaret olan bu "bilim" düzmece kimliğini kelime oyunları ve mistik bir esrar perdesi arkasında gizlemek zorundaydı artık. Şurasını da kaydetmeli ki, gerek astroloji, gerek simya başlangıçta, gerçek bilimlerde olduğu gibi, sağlam bazı gözlemlere, hatalı da olsa belli bir rasyonel düşünceye dayanarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Böyle olmasaydı onların ne rasyonel düşüncenin parlak dönemini yaşadığı Helenist çağda ortaya çıkmalarına, ne de astronomi ve kimya bilimlerinin gelişmelerine geçerli bir katkıda bulunmalarına olanak vardı. 71