540 likes | 892 Views
T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ ADLİ TIP ANABİLİM DALI İŞKENCE OLGULARININ ADLİ TIBBİ DEĞERLENDİRİLMESİ Dr. Canan (Şahin) Kaftancıoğlu Tez Danışmanı: Prof. Dr. M. Şevki Sözen İSTANBUL 2007. GİRİŞ VE AMAÇ.
E N D
T.C.İSTANBUL ÜNİVERSİTESİİSTANBUL TIP FAKÜLTESİADLİ TIP ANABİLİM DALIİŞKENCE OLGULARININ ADLİ TIBBİ DEĞERLENDİRİLMESİDr. Canan (Şahin) KaftancıoğluTez Danışmanı: Prof. Dr. M. Şevki SözenİSTANBUL2007
GİRİŞ VE AMAÇ. • İnsan hakları ve temel özgürlüklerin evrensel olarak ve ayırım gözetilmeksizin tüm insanlar için eşit olarak gerçekleştirilmesi, çağımızın başlıca amaçlarından birisidir. Ancak insanlık tarihinin varoluşundan bugüne kadar hak ve özgürlüklerin zaman zaman kısıtlandığı ya da ihlal edildiği gözardı edilemez bir gerçektir. • İnsan hakları ihlalinin önemli bir boyutu da işkencedir. İşkence hukuksal düzenlemelerle yasaklanmış olmasına rağmen dünyanın bir çok ülkesinde halen sistemli olarak uygulanmaktadır.
Bu çalışmada da; Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Şubesi’ne işkence gördüklerini ifade ederek başvuran kişilere ait yazılı belgeler incelenerek, bu belgelerden hareketle işkenceye maruz kalan kişilerin muayeneleri ve olayın belgelendirilmesine yönelik rapor düzenlenmesi konusunda ülkemizdeki mevcut veriler değerlendirilerek uluslararası standartlara uygun tıbbi yaklaşımın nasıl olması gerektiğinin tartışılması amaçlanmıştır.
Eski çağlardan beri, sanıklara, suçlulara, esir ve tutsaklara bilgi alma, itiraf ettirme ve ceza verme aracı olarak gerek yasal gerekse yasadışı bir şekilde işkence uygulandığı bilinmektedir. Kök olarak latince torquere (döndürmek, dönmesine, bükülmesine neden olmak) fiilinden gelen torture (işkence) sözcüğünün bu kullanımı, itiraf elde etmek veya karşıt dini ya da politik görüşleri bastırmak için işkence yapılanın “dönmesini sağlamak” işlevinden kaynaklanmaktadır. • Tıbbın ve hekimlerin, tarihte işkence ile ilişkilerine göz attığımızda, işkencenin “Napoleonic Code d’Instruction”gibi girişimlerle yasaklanana kadar yasal süreçlerin ayrılmaz bir parçası olduğunu görmekteyiz. 1532’de kutsal Roma imparatoru V. Charles’ın “Constitutio Crimina” adlı eserinde hekimin temel işlevlerinden birinin davalının işkenceye dayanmada yeterince gücünün olup olmadığına karar vermek olduğu belirtilmektedir.
1975 yılı Dünya Hekimler Birliği Tokyo Bildirgesi’nde, işkence karşısında hekim tutumu ve işkenceye göz yummamaları halinde karşılaşacakları tehdit ve misillemelere karşı yapılması gerekenler belirtilirken, • Temmuz 1976 yılında Paris’te yapılan Uluslararası Psikologlar Kongresi bildirgesi • 1977 yılında Honolulu’da yapılan Dünya Psikiyatri Birliği Hawai bildirgesinde özet olarak psikolog ve psikiyatristlerin mesleki bilgisi ve yetisini kişilere ya da gruplara kötü muamele etmek için kullanamayacakları, bilimsel ve etik prensipleri çiğneyen girişimler talep edildiğinde buna karşı çıkılması gerektiğinden bahsedilmiştir. • 1982 yılında Birleşmiş Milletler’in tutuklu ve gözaltında olanları işkence ve başka zalimce, insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış ya da cezaya karşı korumada sağlık personelinin, özellikle hekimlerin rolüne ilişkin tıp ahlakı ilkelerinde; tutuklu ve gözaltında bulunanlara karşı hekimlerin görevleri ve meslek etiğine ters düşen davranışlardan bahsetmekte ve kamu güvenliği dâhil hangi gerekçelerle olursa olsun bu ilkelere aykırı davranılamayacağı vurgulanmaktadır.
Ülkemizde işkencenin önlenmesine yönelik olarak yapılmış çalışmalarda, 1992 yılında Uluslararası İşkence Kurbanları Rehabilitasyonu Konseyi ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Türk Tabipler Birliği’nin düzenlediği ‘İşkence ve Tıp Mesleği’ adlı sempozyumda uluslararası birçok anlaşmaya karşın işkencenin birçok ülkede hala yaygın olarak devam ettiği, tıp doktorları ve diğer sağlık mensuplarının Tokyo Bildirgesi ve Birleşmiş Milletler’in tıp ahlakı ilkeleriyle çelişkili davranışlarda bulunduğunun tesbit edildiği belirtilmekte ve hekimleri bu sözleşmelere uymaya çağırarak, etik kurallara karşıt davranmak zorunda bırakılmaları riskine karşı Birleşmiş Milletler’i ve onun sorumlu ülkelerini hekimlerin yasalarla korunmalarına ve sözleşmelerle bunu sağlamaya yönelik çalışmalar yapmaya çağırmaktadır. 1993 yılında TTB’nin ‘işkence, kötü muamele, insan hakları ihlalleri karşısında hekim tutumu’ genelgesinde de özetle; hekimlerin işkenceye katılımının önlenebilmesi amacıyla yapılması gerekenler, işkencede hekim sorumluluğu ve Tabip odalarının bu konudaki misyonundan bahsedilmiştir
İşkencenin önlenmesine yönelik atılmış önemli bir adım da 1999 yılında İstanbul’da birçok ülkeden hekim, psikolog ve hukukçuların katılımı ile hazırlanmış olan İstanbul Protokolü’dür. Bu protokolde işkence türlerinden, işkencenin önlenmesine yönelik olarak yapılması gerekenler geniş bir yelpazede irdelenmiş ve işkencede hekim sorumluluğu oldukça kapsamlı olarak bu yelpazeye dahil edilmiştir. Bir hastalığın ortadan kaldırılmasının ancak onun tanımlanabilmesiyle mümkün olabileceği ilkesinden hareketle bu protokol, işkencenin tıbbi olarak tanımlanabilmesi için yapılabileceklerden ve bunun gereklilik sebeplerinden oldukça ayrıntılı bir şekilde bahsetmiştir.
GENEL BİLGİLER • İnsan hakları ihlallerinin önemli bir boyutu olan işkence politik ve toplumsal bir sorun olmanın yanı sıra, insan sağlığını etkileyen boyutuyla önemli bir halk sağlığı sorunu olarak da karşımıza çıkmaktadır. İşkencenin uluslararası bir sorun olduğu dikkate alındığında muayene, tanı koyma ve rapor düzenlenmesi aşamasında da uluslararası normlara uygun olarak hareket edilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. • Birleşmiş Milletler’in “İşkenceye ve Öteki Zalimce İnsanlık Dışı ve Onur Kırıcı Davranış ve Cezaya Karşı Sözleşmesi”nde; işkence, bir kimseye kendisinden ya da üçüncü bir kimseden bilgi ya da itiraf sağlamak, işlediği ya da işlediğinden kuşku duyulan bir eyleminden ötürü onu cezalandırmak, kendisine ya da başka kimselere gözdağı vermek amaçlarıyla bir resmi görevli tarafından ya da onun kışkırtmasıyla bilerek maddi ya da manevi ağır ceza verme ve eziyette bulunma olarak tanımlanmıştır.
Ülkemizde de işkence anayasal bir suçtur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 17. Maddesinde “.............Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz, kimse insan haysiyeti ile bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz” denilmektedir. Türk Ceza Kanununun 2005 yılında yapılan değişiklik öncesi işkence ile ilgili maddelerine bakıldığında 243. maddesine göre işkencenin suç olduğu tanımlanmaktadır. Bu maddede “Mahkemeler ve reis ve azalarından sair hükümet memurlarından biri maznun bulunan kimselerin cürümlerini söyletmek için işkence eder yahut zalimane veya gayri insani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvurursa beş seneye kadar ağır hapis ve müebbeden veya muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezası ile mahkum olur . Fiil neticesinde ölüm vukua gelirse 452 nci, sair hallerde 456 ncı maddeye göre tertip olunacak ceza üçte birden yarıya kadar artırılır”
TCK'nun 245 nci maddesinde ise; ''kuvvei cebriye imarına memur olanlar ve bilumum zabıta ve ihzar mamurları memuriyetlerini icrada ve mafevkinde bulunan amirinin emrini infazda kanun ve nizamın tayin ettiği ahvalde başka surette bir kimse hakkında suimuamele veya cismen eza verecek hale cüret eder yahut o kimseyi darp ve cerh eylerse üç aydan üç seneye kadar hapis ve muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezaları ile cezalandırılır. Eğer işlediği cürüm bu fiillerin fevkinde ise o cürümlere terettüp eden ceza üçte birden yarıya kadararttırılır.”denilmekteydi.
01.06.2005.tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasasında yapılan değişiklikler ile işkence suçuna ayrıntılı şekilde yer verilmiştir. MADDE 94: (1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (2)Suçun a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı, b)Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla işlenmesi halinde sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3)Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi halinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (4)Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır. (5)Bu suçun ihmali davranışlarla işlenmesi halinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz.
MADDE 95. (1) İşkence fiilleri, mağdurun: Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına, Konuşmasında sürekli zorluğa, Yüzünde sabit ize, Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma, Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğun vaktinden önce doğmasına, Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, yarı oranında artırılır. (2) İşkence fiilleri, mağdurun; a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine, b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine, c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına, d) Yüzünün sürekli değişikliğine, e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine, Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. (3) İşkence fiillerinin vücutta kemik kırılmasına neden olması halinde, kırığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (4) İşkence sonucunda ölüm meydana gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur(22).
Yeni TCK’da “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlar” işkence olarak tanımlanmış olup işkence sonrası ortaya çıkabilecek sonuçlara göre ceza oranlarının belirlenmesi ve TCK'na ilk defa giren ''ağırlaştırılmış işkence'' düzenlemesiyle işkencenin mağdurda birtakım rahatsızlıklara neden olması halinde cezanın yarı oranında artırılacak olması işkencenin önlenebilmesi adına atılmış önemli ve olumlu bir adımdır. Eski TCK’nda işkence olguları kötü muamele kapsamında değerlendirilirken, yeni TCK’nda işkence, ağırlaştırılmış işkence gibi terimlerin kullanılması ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere uygunluk göstermesi açısından önemlidir.
HEKİMLİK MESLEĞİNİN ETİK İLKELERİNE GÖRE GÖREV VE SORUMLULUKLARI • Hekimlerin başta gelen görevi insan sağlığını, yaşamını ve onurunu korumaktır. İnsan yaşamına duyulan en yüksek saygı, tehlike anında bile sürdürülmeli ve herhangi bir tıbbi bilginin insanlık yasalarına aykırı biçimde kullanılmasına fırsat verilmemelidir. • Uluslararası tıbbi etik kuralları, hiçbir şüpheye yol açmayacak şekilde hekimlerin hastalarını tedavi etmelerini mesleki bir görev olarak şart koşar. • Dünya Tıp Birliği Tokyo Bildirgesi (Ekim–1975, Dünya Hekimler Birliği 29. Kurultayı), işkencede hekim sorumluluğu konusunda etkin ve yol göstericidir. Tokyo bildirgesi, sadece hekimin suç ortaklığını yasaklamaz, ayrıca sorumlu oldukları kişiyi tedavi edebilmeleri için tam bir klinik bağımsızlık gerekliliğini ifade eder ve işkenceye göz yummadıkları için misilleme tehlikesi ile karşı karşıya kalanları destekler.
HEKİMİN İŞKENCEYE KATILIMI -Mağdurun işkenceye dayanma kapasitesini ölçmek -İşkenceye tıbbi tedavide dahil olmak üzere danışmanlık yapmak -İşkencecilere mesleki bilgiler sağlamak -İşkenceye doğrudan katılmak ve yeni işkence teknikleri geliştirmede katkıda bulunmak -Sahte rapor düzenlemek -İşkencenin kesin delillerini belgelemek ve rapora kaydetmekten kaçınmak -İşkenceyi bildirmeden tedavisini yapmak -İşkence yapıldığını bildiği halde sessiz kalmak
Künt travma: Kaba dayak,yumruk, tekme, tokat, kamçı, tel, cop, yüksekten düşme, -Askı: Kol ve bacakları germe -Yanık: Elektrik, sigara, ısıtılmış cisim, kimyasal madde kullanımı -Asfiksi: Yaş ve kuru yöntemler -Ezici yaralanmalar: Parmakların ezilmesi, sırt ve kalçaların ağır silindirlerle ezilmesi -Penetran yaralanmalar: Delici alet yaralanmaları, ateşli silah yaraları vs. -Cinsel istismar, cinsel saldırı -Çok soğuk ya da sıcak havaya maruz bırakmak, -Uzun süre hareket kısıtlılığı, ayakta bekletme, çok ufak hayvan kafesi ya da hücrelerde kımıldamadan bekletme, -Kimyasal maddelere maruz bırakma, -Normal duyu uyaranlarının kısıtlanması, ses, ışık, (gözbağı, başa ışık almayı engelleyecek torba geçirmek, izole etmek ya da hücrenin ışığını engellemek) -Aşağılama, sözel taciz, kişisel bakımın engellenmesi, önemsiz konularda detaylı kuralların konması, hücrenin aşırı kalabalık olması, zorla çıplak bırakma, pis yiyecekler, pis çevre (fare ve bit) aşağılayıcı eylemleri yapmaya zorlamak, -Ölüm, aileye zarar vermek, daha ileri işkence, yalancı infaz gibi tehditlerde bulunmak, diğer kişilere yapılan işkenceleri seyrettirmek. Örneğin bireyleri imkansız seçeneklere zorlamak, kişiyi kendi etik değerleri ya da ideolojisi aleyhine davranmaya zorlamak, güvensizliği ve yoğun korkuyu ortaya çıkarmak, -Farmakolojik ajan kullanımı: Farmakolojik ajanlar derin anksiyete ve oryantasyon bozukluğu oluşturmak için kullanılır. Örneğin sedatifler ve nöroleptikler duyuları küntleştirmek ve bozmak için kullanılabilir. Kürar ve diğer paralitikler kısmi ya da tam boğulmayı sağlamak için kullanılabilir. Psikoaktif ilaçlar huzursuzluk, spastisite, baş ve ekstremitelerde düzensiz hareketlere neden olabilir. Kükürt enjeksiyonlarında vücut ısısında artış, baş ve şiddetli eklem ağrıları ortaya çıkabilir İŞKENCE TÜRLERİ
SPESİFİK İŞKENCE TÜRLERİ 1-Kaba Dayak Kaba dayak şeklinde tanımlanan işkence türünde, kafa travması beklenen bir durumdur. Her zaman ciddi boyutlarda olmamakla birlikte tekrarlayan kafa travmalarında diffüz aksonal hasar (kanamasız ) oluşmasına bağlı kortikal atrofi beklenebilir(5,6). Düşme veya başın herhangi bir yere çarpma ya da çarptırılması şeklindeki, başın hareketli, künt cismin sabit olduğu travmalarda daha sık olarak beyinde countre-coupe (travmanın aksi lokalizasyonda) lezyon olurken, direkt travmada daha sık olarak travmanın uygulandığı bölgeye uyan beyin hasarı ve/veya kanama gözlenebilir. Başa yönelik darbelerden sonra geç dönemde, hasta sürekli başağrısı yakınması ile başvurabilir. Yapılacak bir muayenede, hasta bu bölgenin dokunmakla ağrılı olduğunu ifade edebilir ve palpasyonla galea aponeurotica’da yaygın veya lokal yapışıklık gözlenebilir. Cilt bütünlüğünü bozacak nitelikte bir travmada ise skarlar saptanabilir Erken dönemde kulakların otoskopik incelemesi ile timpanik membran yırtıklarının görülmesi mümkündür(30). Bu sebeple kafa travması tanımlayan herkese mutlaka ilk muayenede hekim tarafından otoskopik inceleme yapılmalıdır.
2-Falaka Ayak, el ve kalçalara sistemli ve yinelenen künt travma uygulanmasıdır. Bu bölgelere uygulanan travmaya bağlı ayaklarda büyüme, ödem ve ekimoz oluşumuna ek olarak, el ve ayakların sabitleştirilmesi amacıyla bağlanması sebebiyle bağ uygulanan kısımlarda sıyrık ve ekimozlar haricen görülebilir. Nadiren de olsa falaka uygulaması sırasında ayak ve ayak parmak kemiklerinde kırıklara da rastlanır(6). Falaka uygulandıktan sonra hemen başvuran olgularda bir hafta ara ile çekilen kemik sintigrafisinde birinci sintigrafinin negatif, ikinci sintigrafinin pozitif olması olgunun sintigrafi uygulanmadan kısa bir süre önce travmaya maruz kaldığını göstermesi açısından çok anlamlıdır. Sintigrafide pozitif tutulum, bu bölgeye yönelik travma için önemli bir bulgu olmakla birlikte, pozitif tutulum olmaması ise travma olmadığının delili olarak kabul edilmemelidir(32). Yine MR ile ayak kemikleri ve yumuşak dokulardaki travma belgelenebilir.
3- Askı : Çeşitli biçimlerde uygulanabilmektedir(5,6). Çarmıh: Kolların iki yana açılarak kişinin sert bir cisme bağlanması ile uygulanır. Kasap askısı: Kolların birleştirilerek ya da açık biçimde yukarıya doğru sabitlenmesi ile yapılır. Ters kasap askısı: Ayakların yukarıya sabitlenerek baş aşağı biçimde asılmasıdır. Filistin askısı: Kolların arkadan dirsekler 90 derece bükülerek ve sert bir cisme bağlanarak asılması veya kolların arkadan el bilekleri birbirine bağlanarak bağlanma bölgesinden asılması olarak tanımlanır. Papağan tüneği: Popliteal bölgeden geçirilen bir çubukla kişinin asılmasıdır. Askıya maruz bırakılan kişilerde akut dönemde hepsinde değişik düzeylerde motor zaaf vardır. En az 3 hafta sonra zaaf ve/veya refleks kaybı azalması varsa elektrofizyolojik inceleme yapılmalıdır. Needle EMG, NCV(Nerve Conduction Velocity), SEP(Sensory Evoked Potential) ve MEP (Motor Evoked Potential) ile Magnetic Stimulation yöntemleri kullanılabilir. Refleks muayenesinde ise refleks kaybı, azalması (her iki ekstremite arasında farklılık) beklenen bir durumdur.
4-Elektrik: Elektrik akımı vücudun çok değişik bölgelerine bağlanan elektrotlar aracılığı ile verilmekle birlikte sıklıkla; ayak parmakları özellikle parmak araları, genital bölge, kulak memeleri, kulak ve ağız içi ile göğüs uçları ve şakaklardan uygulanmaktadır(6). Pek çok çalışmada genital bölgenin elektrik uygulamasında en sık kullanılan bölge olduğu söylenmekle birlikte ayak parmak aralarının da sıklıkla kullanılan bir bölge olduğu belirtilmiştir. Sık uygulanan yerlerin bilinmesi muayene sırasında bu bölgelerin daha özenli araştırılması için yararlıdır. Vücudun sağ tarafı daha sık kullanılmakla birlikte, kablolar her iki el ve ayak parmakları ile genital bölgelere bağlanabilmektedir. Serbest elektrot göbek çevresi, meme uçları, boyun, koltukaltı, kulak memesi, dudak ve ağız boşluğu başta olmak üzere tüm vücutta gezdirilmektedir(5,6).
5-Cinsel İşkence: Cinsel taciz ve istismar niteliğindeki işkence yöntemleri çıplak bırakma, cinsel içerikli küfür ve tehditler, penis ya da yabancı cisim penetrasyonu, genital bölgeye elektrik verme, mağdurları cinsel ilişkiye zorlama, genital bölgeleri sıkma, okşama olarak sıralanabilir. Yapılan bir çalışmada en sık rastlanan cinsel işkence tipleri, erkeklerde cinsel organlarına elektrik uygulanması, kadınlarda ise oral, vaginal ya da anal penetrasyon içeren eylemler ve çıplak bırakma olarak belirtilmiştir. Kadınlar cinsel istismara karşı potansiyel bir mağdur gibi görülseler de, erkekler de azımsanamayacak oranda istismar ve tacizin kurbanı olmaktadırlar(6). 1984 yılında Van Willigen cinsel işkenceyi, güçlü ve zayıf olan taraflar arasındaki güç farkının cinsel olarak yorumlandığı ve kişinin bütünlüğüne doğrudan saldırı içeren bir şiddet biçimi olarak tanımlamıştır(41).
MUAYENE İşkence diğer travma biçimlerinden temel bir ayrılık göstermektedir. Tüm şiddet içeren davranışların sonucunda görmeyi beklediğimiz ve şiddet uygulanmasının delili olarak değerlendirdiğimiz lezyonları bir işkence olgusunda görebilmek pek de olanaklı olmadığı gibi, dikkatli ve sistematik bir işkence uygulamasında teknik iyi kullanılmışsa hiçbir lezyon da görülmeyebilir. Öyküde anlatılan işkence boyutu ile ortaya çıkabilecek belirtiler ve saptanan bulguların yoğunluğu da doğrudan ilişkili olmayabilir. Uygulanan işkence yöntemlerine göre değişik tip ve düzeyde lezyonlar meydana gelebileceği göz önüne alınarak, öykünün de ışığında kapsamlı bir muayene sonunda elde edilecek veriler, laboratuvar incelemeleri ile birlikte değerlendirilmelidir
Hekim muayene sırasında hastayı bizzat görmeli ve kim olursa olsun başkasının ifadesine dayanarak rapor düzenlememelidir. • Hasta yalnızca sağlık personelinin olduğu bir muayene odasında kelepçesiz olarak muayene edilmelidir. • Hekim muayeneye geçmeden önce kendisini tanıtmalı, kimliğini, kurumunu, uzmanlık alanını ve görevini hastaya bildirmelidir • Hasta aydınlatılarak onamı alındıktan sonra tamamen soyularak muayene edilmelidir. Rapora da hastanın tamamen soyularak muayene edildiği kaydedilmelidir • Özenli bir muayene yapılmalı ve kuşku duyulan ve gerek görülen durumlarda mutlaka uzmanlardan konsültasyon istenmelidir. Eksiksiz bir fizik muayene yapılarak pozitif ve negatif bulgular rapora kaydedilmelidir.
RAPOR DÜZENLEME • İşkence iddiası ile gelen olguların tam ve detaylı muayeneleri kadar rapor yazımı da önem taşımaktadır. Olguların muayenesi yapılıp gerekli konsültasyon ve tetkikler yapıldıktan sonra rapor yazma aşamasına geçilir. Rapor yazarken, hekim önyargılı olmamalı ve kendini baskı altında hissetmemelidir. • Düzenlenecek olan raporun hangi birimler tarafından istendiği belirtildikten sonra, hekimin ismi, imzası, diploma numarası ve uzmanlık alanı ile muayene edilen kişinin kimlik bilgileri ayrıntılı olarak yer almalıdır • Eldeki tüm bilimsel verilere dayanılarak yazılacak raporun sonuç kısmında ise; hekimin yapacağı yorumun eldeki bilimsel verilere dayanması oldukça önemlidir. Olayın öyküsü, iddiaları, yakınmaları, fizik ve laboratuvar bulguların aradan geçen süre ve uygulanmış tedavilerde gözönüne alınarak birlikte değerlendirerek bilimsel çerçevede olumlu veya olumsuz objektif ilişkilendirme yapılmalıdır • Sonuç yazılırken unutulmaması gereken önemli bir diğer nokta da; yapılan muayene, konsültasyon ve tetkikler sonucunda bir tanı konulamamış veya bulguya rastlanılmamışsa, olayın öyküsü, geçen süre ve yakınmaları gözönüne alınarak hekim, kişinin işkence görmediği biçiminde değil, ancak işkence iddiasını destekleyecek bulguya rastlanılmadığı şeklinde rapor vermeli ve gerekçesi ile sonucu mutlaka içermelidir
GEREÇ VE YÖNTEM • Bu çalışma İnsan Hakları Vakfı İstanbul Şubesi’ne 1997 Haziran -1999 Haziran ayı içinde müracaat eden 436 olgu ile 2002 yılı içinde müracaat etmiş olan toplam 317 olgunun dosyaları taranarak gerçekleştirildi. Bu zaman aralıklarında başvuran olguların dosyaları incelenerek mevcut bulgular birbiri ile karşılaştırıldı. Tablolar ve tartışma bölümünde 1997–1999 yılları arasında ki 436 olgu I. Grup, 2002 yılında ki 317 olgu ise II. Grup olarak adlandırıldı. • Elde edilen verilerin tanımlayıcı istatistikleri SPSS (10.0 ver.) yazılımı ile gerçekleştirildi. Bulgular tablo ve grafiklerle gösterilerek, bu konuda ülkemizde ve dünyada yapılmış olan diğer çalışmalarla birlikte tartışıldı.
BULGULAR • Grafik 1.Olguların yaş gruplarına göre dağılımı. İki grupta incelenen olguların yaş grupları dağılımının paralellik gösterdiği, toplam 753 olgudan 292 olgunun (%39) 21-30 yaşları arasında olduğu, bunu 198 olgu (%26) ile 31-40 yaşlarının takip ettiği saptanmıştır. 10 yaş altı ve 61 yaş üzerinde ki toplam 8 olgunun ise %1’in altında olduğu belirlenmiştir. • Grafik 2.Olguların doğum yerlerine göre dağılımı. Doğum yerlerine göre bölgesel olarak değerlendirilme yapıldığında I. Grupta %35 olgunun Güneydoğu Anadolu bölgesi doğumlu, II.Grupta ise %38 olgunun Doğu Anadolu Bölgesi doğumlu olanların ilk sırayı aldıkları görülmektedir.
Tablo 1. I.Grupta medeni durumu bilinen 403 olgunun cinsiyetlere göre dağılımı. Tablo 2. I. Grupta öğrenim durumu bilinen 396 olgunun cinsiyetlere göre dağılımı.
Tablo 4.Olguların gözaltı gerekçeleri ve gözaltında kalma sürelerinin birlikte değerlendirilmesi.
Grafik 4. Olguların işkence gördükleri yerler. Grafik 5. TİHV’na başvuru ile son görülen işkence arasında geçen süre
Grafik 6.Uygulanan işkence yöntemlerinin sayısal olarak değerlendirilmesi.
Grafik 7. I.Gruptaki olgulara uygulanan işkence yöntemleri.
Grafik 9. Son görülen işkence sonrası resmi rapor verilen olgular. Grafik 10. Rapor veren hekimin uzmanlıkalanı.
Tablo 5. I.Grup ve II. Grup’ta rapor veren hekimin muayene özellikleri.
Grafik 13. I.Grupta akut dönem tanılarının işkenceyle ilişkilendirilmesi.
Grafik 14. I.Grupta kronik dönem tanılarının işkenceyle ilişkilendirilmesi.
Grafik 15.II.Grupta akut dönem tanılarının işkenceyle ilişkilendirilmesi.
Grafik 16.II.Grupta kronik dönem tanılarının işkenceyle ilişkilendirilmesi.
TARTIŞMA • İşkencenin yaygın olarak dünyanın birçok ülkesinde uygulanıyor olması ve bunun önlenmesine yönelik çalışmaların yapılması ile birlikte işkencenin teşhisi, tanı kriterlerinin tespiti ve bunu belgelendirmenin gerekliliği de ortaya çıkmıştır. • Uluslararası Af Örgütü 2000 yılı raporunda Dünya’da işkencenin yasal olduğu hiçbir ülke bulunmamasına karşın 150 den fazla ülkede devlet görevlileri tarafından işkence ve kötü muamele yapıldığını belirtmiştir. • İşkence insanın temel hak ve özgürlüklerine, bireysel özerkliğine ve bütünlüğüne yönelmiş en ağır ve yüz kızartıcı fiziksel saldırı türü olarak, Türkiye’de ve Dünya’da güncelliğini korumaktadır.
Gözaltında sıklıkla birden fazla işkence yöntemi uygulanmaktadır. Uygulanan işkence yöntemlerine baktığımızda her iki grupta da sıklıkla dayak, hakaret, gözbağı, öldürme tehdidi ve kişiye yönelik diğer tehditlerin aldığı tespit edilmiştir. II. çalışma grubunda hücrede tecrit, uyutmama, basınçlı-soğuk su uygulamasında anlamlı bir artış olurken falaka, yeme içmenin kısıtlanması, cinsel taciz ve tecavüzde diğer yöntemlere göre bir düşüş yaşanmıştır. İki grup arasındaki bu farklılık geçen zaman içerisinde kişiye yönelik tanı konması muhtemelen daha kolay olan işkence yöntemlerinden uzaklaşılması olarak yorumlanabileceği gibi işkencenin ülkemiz gerçeği olarak devlet otoritesi tarafından da kabul edilmesi ve bu tip olayların medyaya da diğer şekillerde ortaya çıkmasıyla da işkencecinin kendini daha bir koruma altına almak istemesi ve dolayısıyla tanı konulması daha zor olan işkence yöntemlerini tercih etmesi olarak da değerlendirilebilir. • I. Grupta muayene özelliklerine baktığımızda kendisinden anamnez alındığını ifade eden olgular tüm uzmanlık branşlarında en yüksek %33 olarak tespit edilmiştir. Muayenede anamnezin önemi gözardı edilemeyecek bir gerçektir. • Muayene sırasında büyük oranda giysilerin çıkarılmadığını ve ayrıntılı fizik muayene yapılmadığı tespit edilmiştir. • II. Gruptaki muayene özelliklerine baktığımızda ise; geçen iki yıla oranla tıbbi inceleme daha detaylı yapılmakla birlikte yine de muayenenin optimal koşullara ulaşmadığını saptanmıştır
İki grup muayene özellikleri açısından karşılaştırıldığında geçen yıllar içinde bütün hekim gruplarında, anamnezin daha yüksek oranda alındığı, muayenede giysilerin çıkarılmasına daha fazla özen gösterildiği ve daha yüksek oranda ayrıntılı fizik muayene yapıldığı tespit edilmiştir. Zaman içinde hekimlerin işkence ile ilgili bilgilerinin artması ve devletin de işkenceyi bir realite olarak kabul etmesi ve bununla mücadelede her zaman tam olarak etkin olmasa da bir takım yasaların çıkarılmış olması zaman içindeki bu iyileşmeyi açıklamaktadır. Ayrıca ülkemizde AB’ne girme sürecinde uyum yasaları çerçevesinde birtakım yasaların düzenlenmiş olması ve işkence yapmış olanların ceza almış olmaları işkence mağdurlarını biraz daha cesaretlendirmekte ve başvuruları artırmaktadır. • İki grupta da muayene özelliklerine bakarak Adli Tıp Uzmanı – Pratisyen Hekim veya diğer uzmanlar karşılaştırması yapıldığında, adli tıp uzmanlarının daha yüksek oranlarda optimal muayene koşullarını sağladığı görülmüş olmakla birlikte yine de yeterli sistematik muayene yapılmamıştır. İşkencenin belgelendirilmesinde ülkemizde tüm hekim grupları özellikle pratisyen hekimler rapor vermekle birlikte primer sorumluluk adli tıp uzmanında olmalı ve tüm adli olaylar da dâhil adli rapor verme işini adli tıp uzmanı yüklenmelidir. Ancak bu şekilde muayene daha optimal koşullarda yapılabilir.
İşkence mağdurlarının tıbbi muayenesinde, hastanın muayene edildiği odanın güvenlik güçlerinden yalıtılması zorunludur. Ancak uygulamada durumun böyle olmadığını gerek bu çalışmadan çıkan sonuç, gerekse TİHV’nın raporlarına bakılarak söylenebilir. Bu durum hastanın şikâyetlerini doktora anlatmasına ve doktorun ayrıntılı muayene yapmasına engel olabilmektedir. Hatta işkence mağdurlarının muayeneye getirilirken doktora herhangi bir işkenceye maruz kaldıklarını söylememeleri bunu yaptıkları takdirde yeniden işkence görecekleri tehdidiyle mağdurların tehdit altında tutuldukları da görülmüştür. Hekimler açısından da odada güvenlik güçlerinin olması büyük sorun teşkil etmektedir. Güvenlik güçlerini karşısına almak ve muayene ettiği hastanın siyasal tercihleri ile özdeşleştirilmek istemeyen hekim genellikle gelişigüzel muayene yapmakta, birçok bariz işkence izini rapor etmekten kaçınmaktadır • TİHV’na gördüklerini ifade ettikleri işkence sonrası ilk bir ay içine başvuran olguların şikâyetlerinin dağılımına baktığımızda kas –iskelet sistemi şikâyetlerinin ilk sırada yer aldığı belirlenmiştir. Kas iskelet sistemini ilgilendiren yakınma ve hastalıklara işkence görenler arasında sık rastlandığı bilinmektedir. Bunu psikiyatri, nöroloji, ürogenital, ve sindirim sistemine ait şikayetler takip etmektedir • Birinci ay sonrasında başvuran olgularda ise ilk sırada psikiyatrik şikâyetler yer almaktadır. Kas iskelet sistemi şikâyetleri psikiyatrik şikâyetleri takip ederken azalan oranlarda sindirim nöroloji ve ürogenital sistem şikâyetleri takip etmektedir. TİHV’nın yıllık raporlarında da şikayetlerin diziliş sırası paralellik göstermektedir
Fiziksel travmaya ait bulguların zaman içinde ortadan kalkması veya hiç bulgu oluşmaması söz konusu iken, psişik travmaya bağlı bulguların uzun süre izlenebilmesi mümkündür. İşkence uygulaması için önemli bir kanıt oluşturabilecek ruhsal sekellerin saptanabilmesi amacıyla ayrıntılı bir psikiyatrik muayene gereklidir. Travma sonrası kişilerde posttravmatik stres bozukluğu, major depresif hastalıklar, kısa psikotik bozukluk, somatizasyon bozukluğu, konversiyon bozukluğu ortaya çıkmakla birlikte, spesifik tanıya yönelik kriterlerin tümünü birarada görmek her zaman mümkün değildir. Türkiye’de işkence kurbanlarıyla yapılan bir çalışmada PTSB prevalansı %18 oranında bulunmuştur • Son görülen işkence sonrası resmi rapor verilen olguların oranı I.Grupta %44, II. Grupta ise %64 olarak tespit edilmiştir. Rapor veren hekimin uzmanlık alanı oransal olarak değerlendirildiğinde ise I. Grupta adli tıp uzmanının, II. Grupta ise pratisyen hekimlerin çoğunlukta olduğu saptanmıştır. Ülkemizde adli tıp uzmanlarının sayıca yetersizliği nedeniyle adli raporlar çoğunlukla sağlık ocaklarında veya devlet hastanelerinin acil servislerinde görev yapan pratisyen hekimler tarafından verilmektedir. Tıp eğitimi sırasında gerekli eğitimi alamayan pratisyen hekimlerin adli raporlarda biçim ve içerik olarak hata yapabildiği belirtilmektedir. Yine pratisyen hekimlerin mezuniyet öncesi adli tıp eğitimini değerlendiren çalışmalarda; hekimlerin büyük çoğunluğunun verilen teorik ve pratik eğitimi yetersiz buldukları bildirilmiştir
Çalışmamızda incelenen tıbbi raporlara göre işkence olgularının muayenelerinde yeterli sistematik muayene yapılmamış olup, belirtilen bulgularında uygulanan travmanın mekanizmasını açıklayacak klinik yorumlama yapılmamıştır. Ayrıca olayın öyküsü ile mevcut bulguların uyumunun araştırılmasında ciddi bir eksiklik olduğu tespit edilmiştir. İşkence olgularına verilen adli raporda mutlak bulunması gereken unsurlar kapsamlı bir şekilde İstanbul Protokol’ünde belirtilmiştir. İşkence mağdurlarının resmi kurumlar tarafından yapılmış olan muayenelerinde muayenelerin belirlenmiş standartlarda yapılmadığı ve raporlarda da ‘darp ve cebir izi yoktur’ ifadesinin neredeyse klişeleşmiş olduğu görülmektedir. Hekimlerin bu tutumunun çok değişik sebepleri olabilir. Doktorlar genelde kamu görevlisi oldukları için pozisyonlarını kaybetme korkusu ve mevcut baskılar nedeniyle hastaları muayene etmekten kaçınmakta ya da gelişigüzel rapor vermektedirler • Zaman içinde hekim muayenelerinin işkence hakkında tıbbi bilgi, deneyim ve tanı koyma yöntemlerinin gün geçtikçe gelişmesi neticesinde daha titiz ve detaylı yapılmasına olanak sağlamakta ve dolayısıyla işkence tanısını koymayı daha da kolaylaştırmaktadır. Spesifik işkence yöntemlerine ait bir takım yardımcı testler ve görüntüleme teknikleri de gelişerek hekimlerin tanıya giden yolda daha da kararlı olmalarını sağlayacaktır.
SONUÇ • İşkencenin yaygın olarak dünyanın birçok ülkesinde uygulanıyor olması ve bunun önlenmesine yönelik çalışmaların yapılması ile birlikte işkencenin teşhisi, tanı kriterlerinin tespiti ve bunu belgelendirmenin gerekliliği de ortaya çıkmıştır. • I. Grupta incelenen 436 olgunun cinsiyetlerine baktığımızda bunlardan %66’sının erkek, %34’ünün ise kadın, II.Grupta ise %75’inin erkek, %25’inin ise kadın olduğu belirlenmiştir. Ülkemiz ve dünya genelinde erkeklerin hayatın her alanında olduğu gibi siyasal alanda da (gözaltı gerekçeleri göz önüne alındığında) kadınlardan daha aktif olması bu oranı önemli ölçüde etkilediği düşünülmektedir.
Yaş gruplarına göre sınıflandırılmasında en yüksek oranın %39 ile 18-30 yaşları arasında olduğu ve bunu %26 ile 31-40 yaşlarının takip ettiği dikkati çekmektedir. Yaş ilerledikçe bu oran hızla düşmekte olup 61 yaş üzerinde ki olguların oranı ise %0,2 dir. Türkiye’de genç nüfus oranının yüksek olması, gençlerin siyasal anlamda daha aktif olması nedeniyle genç yaş grubunun sosyal sorumluluk ve aktivitelere katılım oranının yüksek olduğu düşünülmektedir. • Bu çalışmada %29 ile işsizlerin yüksek oranda olduğu, çalışanların büyük bir bölümünün de özel sektörde görevli olduğu (%26) tespit edilmiştir . Bu oranlar dikkate alındığında; gözaltı ve cezaevi nedeniyle işten atılmalar, kişinin öğreniminin yarıda kalmış olması ya da sağlık sorunları nedeniyle kişilerin çalışamayacak durumda kalması gibi sorunların işkence sonrası dönemde işsizlik oranlarını artırdığı düşünülmektedir.
Olguların %49’u Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgesinden olduğu belirlenmiştir. %18 ile Marmara bölgesi doğumluların ikinci sırada yer alıyor olmasının gerek göç nedeniyle İstanbul’a yerleşimin fazla olmasından gerekse çalışmanın İstanbul şubesindeki olgularla yapılmış olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. • Siyasal olmayan nedenlerle gözaltına alınmalardaki oranın azlığı, bu grubun TİHV’nı yeterince tanımaması ve adli tutukluların suçun yineleyici niteliği dolayısıyla başvurudan çekinmesi nedeniyle olabileceği gibi siyasal nedenlerle gözaltına alınanlarda işkence uygulamalarının daha sıklıkla uygulanıyor olabileceğini de düşündürmektedir.
Yasalardaki değişikliği göz önüne alarak I.Grup ve II. Gruptaki gözaltı sürelerini karşılaştırdığımızda uygulamadaki sürelerin yasal sürelerle çeliştiği ve pek değişmediği saptanmıştır. • Uygulanan işkence yöntemlerine baktığımızda her iki grupta da sıklıkla dayak, hakaret, gözbağı, öldürme tehdidi ve kişiye yönelik diğer tehditlerin aldığı tespit edilmiştir. II. çalışma grubunda hücrede tecrit, uyutmama, basınçlı-soğuk su uygulamasında anlamlı bir artış olurken falaka, yeme içmenin kısıtlanması, cinsel taciz ve tecavüzde diğer yöntemlere göre bir düşüş yaşanmıştır.
İki grup muayene özellikleri açısından karşılaştırıldığında geçen yıllar içinde bütün hekim gruplarında, anamnezin daha yüksek oranda alındığı, muayenede giysilerin çıkarılmasına daha fazla özen gösterildiği ve daha yüksek oranda ayrıntılı fizik muayene yapıldığı tespit edilmiştir. • İki grupta da muayene özelliklerine bakarak Adli Tıp Uzmanı – Pratisyen Hekim veya diğer uzmanlar karşılaştırması yapıldığında, adli tıp uzmanlarının daha yüksek oranlarda optimal muayene koşullarını sağladığı görülmüştür. İşkencenin belgelendirilmesinde ülkemizde tüm hekim grupları özellikle pratisyen hekimler rapor vermekle birlikte primer sorumluluk adli tıp uzmanında olmalı ve tüm adli olaylar da dâhil adli rapor verme işini adli tıp uzmanı yüklenmelidir.