1 / 34

PUSULA

PUSULA. GÖKTÜRK İLKOKULU YIL: 4 SAYI : OCAK 2014. GÖKTÜRK İLKOKULU adına sahibi okul müdürü İrfan PELİT YAYIN KURULU Nilhan SAĞNAK Gizay ÇİN Selen YILMAZ Aslı Ayça ZARARSIZ Başak Nida KARAEVLİ Sude KARAGÖZLER İlsu İSKİLİP İnci AKSOY Ömer Faruk KAYIKÇI DÜZENLEME

nodin
Download Presentation

PUSULA

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. PUSULA GÖKTÜRK İLKOKULU YIL: 4 SAYI : OCAK 2014

  2. GÖKTÜRK İLKOKULU adına sahibi okul müdürü İrfan PELİT YAYIN KURULU Nilhan SAĞNAK Gizay ÇİN Selen YILMAZ Aslı Ayça ZARARSIZ Başak Nida KARAEVLİ Sude KARAGÖZLER İlsu İSKİLİP İnci AKSOY Ömer Faruk KAYIKÇI DÜZENLEME Fatma ZARARSIZ İLETİŞİM Ümit Mah.460.Sok.Nu : 4 Yenimahalle /ANKARA Fax:0312 236 03 64 e-posta: 339002°meb.k12.tr web: gokturkankara.meb.k12.tr Tel : 0312 235 14 88 Bu dergi 13.01.2005 tarih 25699 sayılı resmi gazetede yayınlanan MEB ilköğretim ve ortaöğretim kurumları sosyal etkinlikler yönetmeliğine uygun olarak hazırlanmıştır. Yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır. Mustafa Kemal ATATÜRK

  3. İÇİNDEKİLER

  4. SUNUŞ Eğitimin önemini şu söz ne güzel açıklar: “Bir yıl sonrasını düşünüyorsan buğday ek, On yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik, Yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir.”  Eğitim ve öğretim kavramları genellikle bir birlerinin yerine kullanılan ve anlam olarak yakın zannedilen kavramlardır. Aslına bakılırsa eğitim ve öğretim bir birlerinden farklı kavramlardır ve farklı amaçlar gerçekleştirme süreçleridir.              Eğitim en genel manada insanda davranış değişikliği yapma süreci olarak tanımlanabilir. Tabi bu tanımdaki davranıştan kastedilen istendik yönde meydana gelen değişikliklerdir. Eğitime tabi tutulan kişilerde eğitimi verenlerin doğru olarak kabul ettiği davranışları yerleştirme amacı vardır. Eğitim hayatın her aşamasında iyi yönde ya da kötü yönde vardır. Okullar eğitimin olumlu yönünü sistematik bir biçimde yapan kurumlar olarak nitelendirilebilirken, sokaklarda da yine eğitim vardır ama bu istenmeyen davranışlar olarak gösterilebilir.             Öğretim kavramı ise insanların davranışları ile ilgilenmez. Öğretim, belli alanlardaki bilgileri hedef kitleye kazandırmak demektir. İnsanın sosyal yönünden ziyade zihinsel yönü ile öğretim faaliyetleri aracılığı ile ilgilenilir. Öğretimde kişinin davranışlarının olumlu olup olmadığına bakılmaz. Amaç programlarla belirlenen bilgilerin kişiye aktarılmasıdır.             Eğitim ve öğretim en eski çağlardan beri bir birinden farklı bile olsa hep bir birlerine paralel olarak görülmüştür. Eğitim olmadığı yerde öğretimin olamayacağı fikri her dönemde güncelliğini korumuştur. Bu yüzden mutlaka bu iki kavramdan birini diğerinin önüne çıkarmak yerine ikisini beraber düşünmek gerekir.

  5. BİR MUCİZE “ DÜNYA “ Dünya çok farklı bir gezegen aslında… O kadar yaşamaya uygun olmayan evrenin içinde böylesine harika bir gezegenin olması bir mucize… Dünya’nın özelliklerini örneklersek eğer, bunlar üzerindeki suyun uzay boşluğuna dökmemesi için fazla yuvarlak olması ancak bunu engellemek için de yerçekimi kuvvetinin bulunması… Ne kadar ilginçtir ki evrendeki gezegenlerde sıcak ve soğuğun orta noktası yokken Dünya’da bunun aksine birçok iklimin olduğunu görürüz.Bu da dünyamızın mükemmeliyetine işarettir. Dünya üzerinde yaşanılacak kadar muazzam bir gezegenken onu kirletip onu kötüye kullanıp kötü hale düşürürsek bu ancak bir çiçeğin yapraklarını birer birer kopartmak olacaktır. Seza KURUKAFA 8/A

  6. GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE EVLER Evlerimiz, içinde, bizi dış dünyaya karşı koruyan yapılardır.Bu yapılar tuğla ya da taş olabilir.Eskiden böyle miydi? Tahtadan , özenle kendi ellerimizde boyadığımız , içinde kışın sıcacık sohbetler ettiğimiz evler yok artık.Duvarları tuğlalardan , o “ yeni model “ evlerde oturuyoruz hepimiz.En fazlamız beş kişi oturuyor bu evlerde. Buna bile “Eve sığmıyoruz.” diyebiliyoruz. Anneanneler,babaanneler,dedeler, nineler,amcalar, halalar,teyzeler,dayılar gelinler cümbür cemaat oturduğumuz güzel eski köy evleri bile yerini betonarme yapılara bıraktıysa…

  7. İnsanlar artık evde gölgesinden korkar hale gelmiş insanlar….Tabii değiştirirler kapılarını,pencerelerini hırsız gelmesin diye.Eskisi gibi bir komşuluk ilişkisi de yok, güven ortamı da yok…Böyle evlerde yaşamaya tabiî ki korkarlar.Neden insanlar rezidanslarda korumalı binalara taşınıyorlar acaba ? Zenginler; o ayrı mesele.Fakat insanlar rahat ,huzur içinde güvende yaşamak istiyorlar aslında… Bana annem anlatırdı.Tarlaya çalışmaya gidecekleri zaman evi kilitlemeden kapıyı çekip giderlermiş.Şimdi anneannemlere gittiğim zaman eve girebilmek için üç metal kapıdan biri mutlaka çelikten kale kapısı gibi geçmemiz gerekiyor.Köy yerinde bile insanların birbirine olan güveni kalmadıysa şehirdekiler ne yapsın ?.. Başak Nida KARAEVLİ 7/A

  8. O gün zor uyumuştum.Nedense vücudumda bir halsizlik vardı. Uyudum. Uyandığımda birileri kollarımdan tutup kaldırmaya çalışıyordu. Vücudumdaki kırgınlık sanki bir anda yok olup gitmişti. Sanki yıllardır uyuyormuş gibi dinçtim. Nereye gidiyorum, diyemeden kendimi olağanüstü bir yerde buldum. Neredeyim, nerede buradayım diye sormak gelmedi içimden . Bu bir rüyaysa asla bitmesin istedim.Müthiş bir duygudaydım.Yanıma iki küçük peri geldi.Bu perilerin yüzlerindeki ışık bana umut veriyordu adeta... Onları gördükçe gülmek istiyordum.Beni ülkelerini gezdirmek için getirmişler buraya.Ülkelerinde her yeri bana gezdireceklerini söylediklerinde heyecandan ayaklarım titremeye başladı.Ama öyle olmaz, sana kanat almalıyız, dediler.Ve peri dükkanında bana bir çift aldılar ve bana uçmayı öğrettiler. O kadar güzeldi ki içimden bunun asla bitmemesini istedim. Gezimiz başlamıştı. Beni yaşadıkları yerlere götürdüler .Yatakları, masaları, eşyaları her şey o kadar minikti ki gözlerime inanamıyordum. Yemeklerinden tattırdılar; gayet güzeldi.Hatta bazıları hayatımda yediğim en güzel lezzetlerdi. Aslında annem de çok güzel yemek yapardı ama bu yemeklerin tadı apayrıydı.Bana bazı yemekleri yapmayı öğretti.Onların tarlalarında çalıştım; fazlasıyla yorulmuştum. SONSUZLUK KOLYESİ

  9. Benim yorulduğumu anlayan periler bana enerji depoladılar.Sanki yeniden doğmuş gibiydim.Biraz daha gezdik. Ben artık onlardaymışım gibi davranmaya başlamışlardı aslında ben de kendimi yalnız hissetmiyordum.Artık geç olmuştu.Bana hayatımda gördüğüm en güzel kolyeyi hediye ettiler.Kolyede sonsuzluk işareti içinde “ annem” yazıyordu. Bu kolyeyi asla ama asla boynumdan çıkarmamamı istediler. Bu bizim sana armağanımız, dediler. Ben de onlara en içten dileklerimle teşekkür ettim. Biraz gezmeye devam ettik. Gezerken sanki biri benim kolumu çekiştiriyordu. Gözlerimi açtım ve kolumdan tutanın annem olduğunu anladım. Bir süre sonra perilerin bana hediye ettikleri kolye boynumdaydı.Bu olanlar gerçekti… Bu geziyi ve perileri asla unutmayacağım. Bilge Sıla BAŞYİĞİT 7/B

  10. Zuhal Hanım,tek başına yaşayan, yalnız bir kadındır.Konuştuğu kişiler sadece bitkilerdir.Evi çiçek bahçesine benzetir.O solgun evi renklendiren ,cıvıl cıvıl yapan çiçeklerdir.Zuhal Hanım hepsine bir ad takmıştır.Onlara adlarıyla seslenir ve şefkat gösterir.Onlar da bu ilgiyi karşılıksız bırakmaz, renk renk çiçek açar.İçlerinde mor bir menekşe vardır ki yılda sadece bir kere açar ya da açmaz. Yan komşusunun küçük kızı Esma sürekli Zuhal Hanım’ın ziyaretine gelir.Çiçeklere özellikle mor menekşenin açıp açmadığına bakar ve Zuhal Hanım’ın onun şerefine yaptığı kurabiyelerden bol bol yer. Yine bir gün Esma, sabah erkenden Zuhal Hanım’ın ziyaretine gelir.Esma: -Merhaba Zuhal Teyze. -Merhaba kızım.Nasılsın ? -Ben iyiyim de sen kötü ve üzgün görünüyorsun. -Üzgünüm ya. Mor menekşen bir gün de solmuş.O yok artık.Tohumu da bulamam ki.Sanki diğer çiçeklerim de üzüldü.Onlar da hep sarı yaprak döküyor. Esma: -Ümidini hemen yitirme,Zuhal Teyze. _ SARI YAPRAKTAN ALTINA

  11. Birlikte menekşelerin yanına giderler.Esma: -Hemen atma bunu.Bence birkaç gün bekleyeyim. -Ben de öyle düşünmüştüm.Ama diğer çiçeklerim haline bak. Bak “beyaz geline”! Yaprakları tek tek soluyor. Esas yanında duran “Leyla’m”da sarardı. Hepsi bir gün içinde oldu.Esma: -Bir içinde salon solan çiçek bir gün içinde gene açar.Bekleyeyim.Aslında ben buraya yas tutmak için gelmedim.Annem çay demledi,kek yaptı.Sizi bekliyor. -Peki ,gelirim.Dur,şu kurabiyeleri de paket yapayım.Birlikte giderler.Saatler geçer.Zuhal Hanım’ın aklında hep mor menekşesi vardır. “Acaba sabah uyanınca ne göreceğim!”duygusu içini yer bitirir.Onun çiçeklere duyduğu sevgi başkadır.İnsanlara duyulan gibi…Hiç kimsesi olmadığı için çiçeklerine duyar bu sevgiyi. Eve gelir ,bakar ki menekşe aynı durumda .Sanki çiçekleri yalnız bırakınca kendilerine gelmişler.Yeşillenmişler,tomurcuk vermişler.Sabah uyanınca ilk işi menekşesine bakmak olur.Bakınca gözlerine inanamaz.Solgun,sarı yapraklar altın şeklinde dökülmüş.Solan menekşenin mor çiçeği canlanmış.Zuhal Hanım şaşkınlıklar içinde altınları toplar,çiçeklerine göz gezdirir.Öyle mutludur ki sanki kaybettiği insanı bulmuşçasına… Elvin KÖKSAL

  12. ÇAVUŞ MEHMET’İN KAHRAMALLIĞI Çavuş Mehmet vatanını çok seven yiğit bir delikanlıydı. Memlekette savaş çıkınca cepheye gönüllü olarak gitmişti. Cephede topların,silahların sesi yankılanıyordu.İnsanlar öldürüldükçe Çavuş Mehmet üzülüyordu çünkü o düşmanı bile dost sayardı. Gün ağarırken bir sabah dağlar arasında doğuya yürüdüler.Çavuş Mehmet bağırdı durmadan “Ya Rap! Şehitliği bana nasip et!” işte o anda duyuldu sesler, bir haykırış duyuldu yeri göğü inleten.Giderken güle oynaya birden üzüntü düştü yüzlere… İlerlerken cepheye doğru mutluluğu yansıtan gözlerindeki o gülüşler bir an durdu; bu sesiz anda başladı Tanrı’ya süzülüş. Cepheye geldiklerinde savaş başlamıştı; çatışma şiddetini arttırmıştı.Silah sesleri çok yakından duyuluyordu bir anda toprağa düşüş oldu.Künyesi asılmış baş ucunda mezar taşı,geride kalan şehit anası ve yaşlı gözler… Sıla SAYTAŞ 7/A

  13. DÜNYA Dünyamız ,yaşam yerimiz Burada yaşarız biz Herkesle iç içe Birlikte yaşarız biz Tüm canlılar burada Hayat bulur toprakta Sebze, meyve yetişir Hayat veren toprakta Su bizim yaşam kaynağımız Onu içer büyürüz biz Eğer dünya olmasaydı Nerde yaşardık biz Dünyamız yuvarlaktır Ama düşmeyiz biz Bize bir kuvvet uygulanır Bu kuvvet yerçekimidir. Berkay İNCEİŞÇİ 8/A

  14. MEMLEKET GEZİSİ Yaz tatilinde memleketim olan Elazığ’a gidecektik.Ailemle Elazığ’da ne yapacağımızı kararlaştırdık.Elazığ’da akrabalarımızı ziyaret ettikten sonra gezip görülecek yerlere gidecektik. Nihayet o gün gelmişti.On saatlik bir yolculuktan sonra memleketime varmıştık.Çok mutluydum.İki hafta boyunca Elazığ’da neler olacağını merak ediyorum.İlk hafta akrabalarımızı ziyaret edip özlemimizi giderdik.İkinci hafta ise memleketimin güzel yerlerini gezdik.İlk olarak Arkeoloji ve Etnografya Müzesini ziyaret ettik.1982 yılında açılan bu müze Fırat Üniversitesi kampusunda.Müzede zengin bir Urartu koleksiyonu bulunmakta. Sonra Ulu Cami’ye gittik.Bu cami 12. Yüzyıl ortalarında Artuklu hükümdarı Fahreddin KARAASLAN tarafından yaptırılmıştır.Mimari özellikleri ve planıyla aynı dönem camilerinden ayrılan yapıda İran-Selçuklu formunun Anadolu stiliyle kaynaştığı görülmektedir. Sonraki durağımız ise Harput’tu.Bu ilçe bir açık hava müzesi görümünde idi.Harput Kalesinin iç ve dış surları Artuklu yapımı ama temeller Urartulara aittir.Ovaya hakkim kayalar üzerine kurulu kaleye son halini verenler ise Dulkadiroğulları’dır.Aynı zamanda bu kale sütten yapılmıştır. Daha sonra Meryem Ana Kilisesini ziyaret ettik.Bir duvarını kayaların oluşturduğu kilise Harput Kalesinin yanındadır ve kiliseden kaleye ulaşan gizli yollar vardır.Kilise en eski Süryani Kilislerinden biridir. Memleketimin böyle güzel yerlere sahip olduğunu görünce gururlandım.Elazığ’ı daha çok sevdim. Elif Zeynep ÖZELER 8/A

  15. DEYİM NEDİR? Deyim, dil biliminde kavramları, durumları hoşa giden bir anlatımla ya da özel bir yapı ya da söz dizimi içinde belirten ve çoğunlukla gerçek anlamlarından ayrı anlamlara gelen sözcüklerden oluşan kalıplaşmış sözcük topluluğu ya da tümcedir. İki veya daha çok sözcükten kurulu bir çeşit dil ifadesi olan deyimler, duygu ve düşünceleri dikkati çekecek biçimde anlatan ad,önad,belirteç,yalın ve birleşik eylem görünüşlü dilsel yapılardır. Ya tam bir tümcedirler ya da bir söz öbeğidirler.

  16. DEYİMLERİN ÖZELLİKLERİ • Atasözleri  gibi kalıplaşmış oldukları için çoğunlukla, bir deyimin sözcükleri değiştirilip yerlerine - eş anlamlı da olsa - başka sözcükler konulamaz ya da söz dizimi bozulamaz. • Atasözleri gibi kısa ve özlü anlatım araçlarıdır. • Deyimler herhangi bir kavramı çekici bir biçimde belirtmeyi, ortaya koymayı amaçlar. • Deyimin bütününden çıkan anlam her zaman deyimi oluşturan sözcüklerin gerçek anlamlarından farklı değildir. • Deyimlerin söz dizimi bozulamazsa da, söylendiği duruma göre adıllar ve kişilere göre çekimler değişebilir. • Aynı dildeki deyimler, farklı bölgelerde farklı sözcüklerle söylenebilir. • Bir dildeki deyimler, o dili konuşan ulusun kültür birikimini ve değerlerini barındırır.

  17. FOYASI MEYDANA ÇIKMAK Kuyumcular yaptıkları yüzük küpe gerdanlık gibi ziynet eşyalarının üzerine mücevherin ışığı daha iyi yansıtması ve parlaklığının artması için “FOYA” adı verilen bir madde sürerler.Zamanla sürülen bu foya dökülür.Bu duruma foyası çıkmış denilir. Halk arasında yalan söyleyen sahtekarlık yapan kişilerin yalanları ortaya çıktığında "foyası meydana çıktı" şeklinde benzetme yapılır.

  18. Balık Kavağa Çıkınca • Eski İstanbul şimdiye göre tam anlamıyla balık ve balıkçı şehriymiş.Tutulan balıkların satılması Yemiş iskelesi ve Balık pazarından başlayan ve bu merkezlerin etrafında mahalle mahalle büyüyen pazarlarda yapılırmış.Balığın çok fazla çıktığı günlerde ise,Tophaneden Rumeli Kavağı’na ve Üsküdar’dan Anadolu Kavağına kadar her yere çeşitli vasıtalarla götürülüp satılırmış.Fiyat kırmak isteyen yada çok düşük fiyata almak isteyen müşterilerine de balıkçılar,-Oooo! O fiyatı ancak balığı kavağa çıkardığımızda satarız biz.derlermiş.

  19. Güme Gitmek Mürekkep Yalamak • Zamanında yeniçeriler suçluları yakalayıp zindana kapatırlarken "Hoooopp gümm!" şeklinde nara atarlarmış. Ancak aynı "kurunun yanında yaş da yanar" atasözünde olduğu gibi bazen zindana atılanlar arasında suçu olmayanlar yani masum kişiler de bulunurmuş. İşte halk suçsuz bir vatandaşın zindana atıldığında günahsız yere hapse götürülüyor anlamında "Adamcağız güme gitti, yazık oldu." demiş.​ Eskiden mürekkeplerin içinde bezir isi denilen bir madde bulunur.Yazarken yapılan yanlışlıklar ancak yalamak yoluyla giderilirmiş.Okuma-yazma bilen kişiler az olduğundan ,bir,iki satır yazacak kişiler el üstünde tutulur.Mürekkep yalayanlar üstün sayılırmış.

  20. Yüksek öğretimin günümüzdeki adı olan üniversitelere geçmişte medrese adı verilmekteydi. Vaktiyle medresede eğitim gören bir grup öğrenci elektriğin olmaması sebebiyle aralarında bir anlaşma yapmışlar ve her gün bir kişinin mum getirmesine karar vermişler. Birinci gün biri, ikinci gün biri derken sırasıyla mumları yakarak ders çalışmaya başlamışlar. Öğrencilerden biri ise erimiş mumları gizli gizli toplarmış. Sıra kendisine geldiğine erimiş mumları toplamış ve bunları birbirine ekleyerek mum yapıp para vermekten kurtulmuş. Yalancının Mumu Yatsıya Kadar Yanar • Sıranın kendisine geldiği gün mumu yakmışlar ve ders çalışmaya başlamışlar. O gün mum çok çabuk bitmiş ve ancak yatsıya kadar dayanabilmiş. Arkadaşlarının hilesini anlamasından korkan çocuk: • -Allah Allah niye böyle oldu, diyince durumu anlayan arkadaşlarından biri: • - Ne olacak yalancının mumu yatsıya kadar yanar, demiş. 

  21. Parayı Veren Düdüğü Çalar • Bir gün Nasrettin Hoca pazara giderken çocuklar etrafını almışlar. Hepsi birer düdük ısmarlamış, ama para veren olmamış. • Hoca çocukların tümüne olumlu cevap vermiş: • - Peki, olur. • Çocuklardan yalnız biri, elinde para olduğu halde, Hoca'ya şunları söylemiş: • - Şu parayla bana bir düdük getirir misin ? • Hoca akşama doğru pazardan dönmüş. Yolunu bekleyen çocuklar hemen • Hoca'nın etrafını sararak düdüklerini istemişler. • Nasrettin Hoca, cebinden bir düdük çıkarıp kendisine para veren çocuğa uzatmış. • Ötekileri bağırmaya başlamışlar: • - Ya bizim düdükler nerede ? • Hoca'nın cevabı kısa ve anlamlı olmuş: • - Parayı veren düdüğü çalar.

  22. AKLA KARAYI SEÇMEK Bir işin üstesinden gelene kadar çok zorluk çekmek, güçlükle başarmak anlamına gelen bir deyimdir. Dinimize göre Sabah namazının kılınma vakti güneş doğuncaya kadar geçerlidir. Ortalık ağarmaya başlayıp da ak iplik ile kara iplik birbirinden seçilinceye kadar Sabah namazı kılma süresi devam eder. Ağır hastalar bütün gece sancı ve ızdırap içinde kıvranarak uyuyamadıklarından sabahı zor ederler.

  23. DEVLET KUŞU KONMAK Bir rivayete göre vaktiyle İran’da hükümdarlar öldüğü zaman bütün şehir halkı sarayın önündeki meydanda toplanırmış. Sarayın balkonundan adına devlet kuşu denilen bir kuş uçurulur kimin başına konarsa o adam ülkeye hükümdar olurmuş. Gerçi tarihte gerek İsa’dan önce İran’da yaşayan Medler ve Persler gerek İsa’dan sonra yaşayan kavimler zamanında böyle garip bir yolla hükümdar seçildiğini gösterir bir kayıt yoktur; üstelik böyle bir seçim yapılmış olması mantığa da uygun düşmemektedir. Ama hak etmediği yerlere şans eseri gelenler için ‘başına devlet kuşu kondu’ denmesi yukarıda sözü edilen masaldan gelmiş olsa yerinde ve anlamlı bir sözdür.

  24. AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI Bir zorluğu çözümlerken, bir engeli ortadan kaldırmaya çalışırken bazen hiç beklenmedik sürpriz olaylar çıkar ve daha büyük engeller karşınıza dikilir. Böyle durumlarda bu deyim kullanılır. Deyimin öyküsü Osmanlı tarihine dayanır. Yavuz Sultan Selimin Yemen'i Osmanlı topraklarına katmasından bir süre sonra Yemen'de isyan çıkmış, uzun uğraşmalar sonunda Yemen Fatihi Sinan Paşa duruma hakim olmuş; Yemen bundan sonra 400 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştı. Söylentiye göre Sinan Paşanın askerleri bir gün çölde konaklamış. Yemek pişirmek üzere hasır torbalar içindeki mısır pirinçlerini yere serdikleri büyük bir çadırın üstüne dökmüş ve taşlarını ayıklamaya başlamışlar. Bu sırada bir fırtına çıkmış ve rüzgarın savurduğu bir kum bulutu pirinçlerin üstüne inerek, ufak bir tümsek halinde yığılmış. Kumların altında kalan pirinçlere bakakalan yeniçeriler arasından şakacı bir asker, arkadaşlarına: -Biz Allah"ın nimetini taşlı diye beğenmiyorduk, bizim gibi günahkar kullara üç beş taş az bile gelir. Asıl şimdi ayıklayın bakalım pirincin taşını. Ulu Tanrımız, Kabe'ye hücum eden fil sahiplerinin başına ebabil kuşlarından taş yağdırmıştı. Bizim başımıza da daha büyük taş yağdırmadan hemen tövbe edelim, diyerek arkadaşlarını güldürmüş.

  25. AĞZINDAN BAKLAYI ÇIKARMAK Sabrı tükenip o zamana kadar söylemediğini söyleyivermek anlamında bir deyimdir. Eski zamanlarda çok küfürbaz bir adam varmış. Memleketin müftüsü bu adamı çağırıp sık sık nasihat edermiş. Küfür edeceği sırada aklına gelip vazgeçmesi için de ağzında bir bakla tanesi tutmasını önermiş. Bir gün yine müftü efendi bu adama nasihat ederken münasebetsizin biri içeri girmiş ve müftüye sormuş: -Müftü efendi sağdıcım öldü. Bana mirasının kaçta kaçı isabet eder? Canı sıkılan müftü küfürbaza dönmüş: -Çıkar ağzından şu baklayı da bu herife gerekli cevabı kendi usulüne göre sen ver, demiş.

  26. İpe Un Sermek Gemileri Yakmak • Gemiyle işgale gittikleri bir yerde ordusu rakibin gücü karşısında korku duymaya başlayınca Sezar askerlerini yüksek bir tepeye çıkartır ve aşağıda kalan bir kaç askere gemileri ateşe vermeleri emrini verir. Geldikleri gemiler gözlerinin ününde çıtır çıtır yanan ordu şok geçirmiştir.Sezar:’Gördüğünüz gibi gemileri yaktık artık dönüş yok ya bu savaşı kazanırsınız ya da hepimiz burada ölürüz‘’şeklinde bir konuşma yapar. savaş Sezar’ın ordularının ezici zaferiyle sonuçlanır.​ Nasreddin Hoca’nın, aldığını bir türlü geri vermeyen ya da kırık dökük, delik, kopuk, sakat olarak geri getiren bir komşusu Hocadan bir gün urgan ister. Hoca da Bizim hanım biraz evvel urganın üzerine un serdi, veremeyiz. Der. Komşusu güler;Aman hocam, hiç urgan üstüne un durur mu, ipe un serilir mi? diye sorunca, Hoca cevabı yapıştırır. Neden serilmesin. Vermeye gönlüm olmayınca, ipe un da serilir elbet.​

  27. KARE Bir zamanlar kare bir dünyada hiç yuvarlak kullanmayan insanlar, ha bire gidedururlarmış.Proda adında bir bilim insanı ışınlanmayı bulmuş.Bu adam çok iyi kalpliymiş ; herkese yardım etmek için bunu yapmış.Yardıma ihtiyacı olan ilk gezegene yardım edecekmiş,ışınlanma düğmesine basınca kare bir gezegene ışınlanmış.Prodo bu gezegenin her şeyinin kareden olduğunu öğrenmiş ve bu gezegene yuvarlakların daha hızlı gidebildiğini göstermiş.Bunun nasıl olduğunu anlayınca Prodo’yu kare dünyayı dönmeye mahkum bırakmadan adam sanmışlar; hapse atmışlar.Prodo’nun yanındaki zaman makinesini alıp tüm evreni istila edip “Yıldız Çağı”nı başlatmışlar. Artun CİNGÖZ 7/B

  28. KOZMİK SAYILAR Eski kültürler rastlantıya inanmazdı,bundan dolayı onlar için nesneler ya da olayların belirli bir sayısı büyük önem taşırdı.Zamanla sayma yolu olarak ortaya çıkan sayılar güçlü bir sembolizm edindi.Niceliklerinin ifade edilmesinin yanı sıra kendilerine özgü nitelikler kazandı,hatta kozmik güçlerle donandılar. 2 1 Bir, ilk nedeni ,başlangıç ya da yaradılışı simgeler.Tek tanrılı dinlerde yaratıcı Tanrıyı temsil eder.Türümüze özgü benzersiz ayakta duruşla insanlığın da simgesidir. Pitagoras’a göre iki çeşitliliği temsil eder ve düzensizlikle kötülük potansiyeli taşır.Bu nedenle ikinci ayın ikinci günü kötü sayılır ve ölüler alemi tanrısı Pluto’ya ithaf edilir.İki aynı zamanda Yin ve Yang’ın bir olmuş zıtlıkların tamlığını simgelediği Taozim gibi felsefelerde düzen ve dengenin de sembolüdür.

  29. 3 Çoğu dinde üç kutsal bir sayıdır.Eski Mısırlıların güçlü bir tanrılar üçlüsü vardı.(İsis,Osiris ve Horus).Eski Yunanlılar ve Romalıların da öyle(Jüpiter,Zeus,Neptün ve Poseidon,Pluto/Hades).Jüpiter’in alameti üç çatallı yıldırım,Neptün’ün üç dişli çatal ,Pluto’nunki de üç başlı köpekti.İslam’da üç ruhu simgeler.Hırisrtiyanlar Baba,Oğul ve Kutsal Ruh Teslisine inanır. Bütünlük ve evrensellik sembolü dört çocuklu kare ve haçla temsil edilir.Kare gibi dört de istikrarı temsil eder.Amerika yerlileri İçin organizasyonu temsil eder;uzay dört bölgeye ,zaman dört birime ,insan ömrü de dört çağa bölünür.Ölüm sözcüğüyle eşseli olduğundan Japonya ve Çin’in bazı yerlerinde tabudur. 5 Beş,başı ve bacakları,kollarıyla beş köşeli yıldız pentagramla temsil edilen insanın simgesidir.Mayalar için kutsal bir sayıydı;tohumu atıldıktan beş gün sonra çıkan mısırla mısır tanrısını ,Azteklere göre de tamlık ve bilincin uyanışını simgelerdi.Beş şartın ,namaz vakitlerinin sayısı olduğundan İslam’da da büyük önem taşır. 4

  30. 7 6 Altı,uyum ve kusursuz denge sembolüdür.Çin’de altı cenneti simgeler,Hıristiyanlar için Tanrının dünyayı altı günde yaratmış olmasından ötürü tamlığı temsil eder.Mayalar için altı ölüm anlamına gelen uğursuz bir sayıdır.Zar üzerindeki en yüksek sayı olarak şansı da sembolize eder. Tanrısallık (üç)ile maddi dünyanın (dört)birleşmesi olduğundan yedi çoğu kültürde tamlığı simgeler.Hindu,Müslüman ve Yahudi-Hıristiyan kutsal metinlerinde altılı bir gruba yedinci bir nitelik tamamlanmışlık ve kusursuzluk getirir;bu sayı bütün kültürlerde uğurludur.Eski Mısır’da yedi ebedi hayatı,Amerikan yerlileri İçinse hayatın rüyasını temsil eder. 8 Doğu düşüncesinde sekiz uğurlu sayıdır.Çin’de başarı ile aynı sesi verdiğinden ve sekiz ölümsüz Çin tanrısını çağrıştırdığından uğurlu sayıdır.Sekiz Japon Şinto’da da tekrarlayan sayıdır.

  31. 9 10 Üç tane üçün toplamı olan dokuz,ebediyet,tamlık ve gerçekleştirme simgesi üçün gücünü katlar.Kulağa “ uzun ömürlü ” sözcüğü gibi geldiği için Çin’de uğurlu sayılırken “acı” ile ses benzerliğinin olduğu Japonya’da uğursuzdur. Aztekler gece tanrılarını simgeleyen bu sayıyı uğursuz bulurken Mayalar uğurlu bilmiştir. İnsanın el parmaklarının sayısı olan on çoğu sayı sisteminin de temelidir ve sıfırdan dokuza kadarki sayıların ardından birliğin dönüşünü simgeler.Bu nedenle ( ve ilk dört sayının toplamı olduğundan) Pitagoras 10’un evrensel Yaradılışı simgeleyen kutsal bir sayı olduğunu düşünmüştür. Aslı Ayça ZARARSIZ 8/A

  32. DÜŞLER Kurar ya insan hep, Düşlerini hayallerini… Gerçekleşmeyeceğini bilse de , Umut eder durmadan Ne güzeldir aslında , Düşler denizinde yüzmek Boğulmamaya çalışarak Kulaç atmak hep ileriye. Umut eder hep insan Düşlerinin gerçekleşeceğine, Bir gün sihirli birinin gelip Mutlu müjdeleri vereceğine. Sen durma yine de Koş hep hayallerinin peşinde… Ardına bakmadan bir kere, Atla hep engelleri de. Haydi şimdi düşlerin için, Kur hayallerini , bak ileriye Gerçekleşir elbet bir gün biri de, Sen devam edersen hep böyle…. Ezgi TİMUR

  33. DURMAK BİLMEYEN Zaman ; benim yetişemediğim , Çılgın bir nehir, bir deli rüzgar. Zaman; harcaması kolay, Değerlendirmesi zor olan. Kimi zaman sabır oluyor, Kimi zaman vazgeçiriyor, Kimi zaman mutlu ediyor, Coşkun nehir avuçlarımda durmuyor. Zaman ; sonsuz bir kara delik , Yutuyor acımadan. Dönüp bakmıyor ardında kalan umutlara, İlerliyor hiç durmadan… İrem CANTÜRK

  34. GERİ DÖNSE ZAMAN Zaman içinde zaman Kaybolur bütün an… Geri dönmüyor zaman Bilmiyor ki “ Aman !” En büyük hayallerden birisi Zamanı geri çevirmek… Nafile çaba zaman durmaz Durduğu yere konmaz. Ağına almış zaman bizleri , Sürüklüyor ,gösteriyor tüm bilinmeyenleri… Bilinmeyenleri görünce, Yaralıyor yürekleri,dağlıyor gönülleri… Zamanı geçiren ne dakika ne saniye Zamanı döndüren ne yelkovan ne akrep Zamanın bir dakikasını bile kaçırma Sonra koşarsın peşi sıra… Zamanı iyi değerlendirmeli Sonra deri derin düşünmeli, Düşündükçe derin Çöktü bütün kederin… Gaye ÖRS

More Related