190 likes | 327 Views
HER MÜSÜLÜMAN DAVETÇİMİDİR?. AMAÇ: Her insan kendisini davetçi olarak görmeli midir, ne oranda görmelidir? Konularında ufuk kazandırmak. Davetin farzı ayın ve farzı kifaye ola bileceği hallerin kavratılması. EZBER: Al-i İmran:110.
E N D
HER MÜSÜLÜMAN DAVETÇİMİDİR? • AMAÇ: Her insan kendisini davetçi olarak görmeli midir, ne oranda görmelidir? Konularında ufuk kazandırmak. Davetin farzı ayın ve farzı kifaye ola bileceği hallerin kavratılması. • EZBER: Al-i İmran:110
Ali İmran 110:Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah'a inanırsınız. Bu bölümdeki ilk ayetler, Müslüman cemaati şereflendirerek makamlarını yükseltip başka hiçbir topluluğun erişemeyeceği özel bir konuma getirmesi yanında onların omuzlarına yeryüzünde ayrı bir görevde yüklemektedir. "Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder kötülükten sakındırırsınız. Ve Allah'a inanırsınız..."
Ayette geçen ve meçhul sığasından gelen "çıkarılmış" kelimesi ile ifade edilen deyim dikkat çekici bir tabirdir. Bu ifade nerede ise, bu ümmeti gayb karanlıklarından çekip çıkaran ve ötesini Allah'tan başka kimsenin bilmediği sonsuz perdenin ötesinden açığa doğru iten ve her şeyin planlayıcısı latif bir eli işaret ediyor Bu kelime, kendine özgü bir rolü, bir makamı ve bir hesabı olan bu ümmeti varlık sahnesine çıkaran, gidişi gizli ve deprenişi latif bir hareketi tasvir ediyor.
"Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Bu Müslüman cemaatin, kendi gerçeğini ve değerini bilmeleri için idrak etmeleri gereken şey budur... Aynı zaman bu cemaat öncü ve önder olarak çıkarılmıştır. Yüce Allah, yeryüzü önderliğinin, iyiliğin emrinde olmasını diler, kötülüğün değil. Bu yüzden Müslüman ümmetin kendi dışındaki cahiliyyeye mensup milletlere herhangi bir konuda başvurması, konumuna uygun bir davranış değildir. Ancak diğer milletler Müslümanın akidesine başvurabilirler.
Bunlar aynı zamanda yanlarında var olan İslâm'daki sağlam inanç, düşünce sistemi, ahlâk, marifet ve ilim gibi şeylerden yararlanabilirler. Bu yararlandırma Müslümana, bulunduğu konumun ve varlık gayesinin yüklediği bir görevdir Onun görevi sürekli önde bulunmak ve daima önderlik makamında olmaktır. Bu makamda bulunabilmek için bazı gerekler vardır. Öncelikle iddia ile verilmez, aynı zamanda, ehil olunmadıkça da teslim edilmez.
Müslüman cemaat ise gerek itikadi düşüncesi gerekse sosyal düzeniyle bu makama layıktır. Ancak bu görevini sürdürebilmesi ve hilâfet görevinin hakkını verebilmesi için ilmi ilerleme ve yeryüzünün imarı konusunda da ehil olmalıdır. Bu ümmetin, doğrultusunda hareket ettiği ilahi metot, ondan çok şey istemektedir. Eğer Müslüman ona uyup icaplarını yerine getirerek gereklerini ve yükümlülüklerini idrak ederse bu inanç Müslüman cemaati her alanda ileriye götürmektedir.
Bu konumun başta gelen gereklerinden biri; beşer hayatının şer ve fesattan korunması ile iyiliği emr ve kötülüğü nehy görevini yerine getirebilmesi için, kendisine özgü bir kuvvetinin bulunmasıdır. Evet, bu ümmet insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetdir. Bu özellik güzel davranmaktan ve sevmekten kaynaklanmadığı gibi tesadüf eseri verilmiş herhangi bir değeri olmayan birşey de değildir. Bu din, iyilik ve kötülüğün sınırlarını belirleyen, imanla beraber beşer hayatını, kötülükten koruyup iyilik üzere ikame etmek için uygun bir pratiktir.
"...İyiliği emreder kötülükten sakındırırsınız. Ve Allah'a inanırsınız.« Bu, hayırlı ümmetin, yükümlülükleri ve bu yükümlülüklerin ötesindeki zorluklar ve yolundaki dikenlerle beraber yükselmesidir. Bu, kötülüğe saldırıp, iyiliği teşvik etmek ve toplumu fesat etkenlerinden korumaktır. Bütün bunlar zor ve meşakkatli işler olmakla beraber salih bir toplum kurmak, korumak ve yüce Allah'ın dilediği hayat tarzını gerçekleştirmek için zaruridir.
Şüphesiz, değerler için sağlıklı bir ölçü koymak ve iyilikle kötülüğe sağlıklı bir tanım getirmek için Allah'a iman gereklidir. Ayrıca bu konuda toplumun uyum içinde olması da yeterli değildir. Çünkü fesat o derece yaygınlaşır ki, ölçüleri bozup toplumu yanıltabilir. İman insanın kendisine varlık ve yaratanıyla olan ilişkileri konusu ile varlığının gayesi ve bu evrendeki gerçek konumu hakkında sağlıklı bir düşünce yerleştirmekle bu ölçüyü gerçekleştirir.
İşte bu genel ölçüden ahlaki kurallar doğar... Çünkü, Allah'ın rızasını celp etmek ve O'nun gazabından sakınmak duygusu insanı bu kuralları gerçekleştirmeye sevk eder Aynı şekilde Allah'ın vicdanlar üzerindeki egemenliği ve O'nun şeriatının toplum üzerindeki hâkimiyeti bu kuralları koruma düşüncesini güçlendirir. Sonra, iyiliği emredip kötülükten nehyederek hayra çağıranların bu meşakkatli yolda yürümeleri ve zorluklara güç yetirebilmeleri için kuvvetli bir imana sahip olmaları kaçınılmazdır.
Çünkü bütün dehşet ve azametiyle kötülüğün tağutu, bütün edepsizliği ve şiddetiyle şehvetin tağutu ve habis ruhların alçaklığı, gayretlerin isteksizliği ve arzuların ağırlığıyla karşılaşacaklardır. Bunlara karşılık azıkları sadece imandır. Bütün cephaneleri imandır ve destekleri yalnızca Allah'tır. Çünkü iman azığından başka bütün azıklar tükenir, iman cephanesinden başka bütün cephaneler patlar ve Allah'ın desteğinden başka bütün destekler yıkılır. Surenin akışı içinde gördük ki, Müslüman cemaate, kendi içinde hayra çağıran iyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir grup oluşturmaları görevi veriliyor.
Burada ise yüce Allah Müslümanların tümünü insanlık cemiyetinde tanınmalarını sağlayan bu yüce esasları yaygınlaştırmadıkları sürece gerçek anlamda var olamayacaklarını anlamasını sağlamak için bu sıfatlarla nitelendiriyor. Ortada iki durum var. Ya Allah'a imanla beraber hayra çağırıp, iyiliği emr ve kötülüğü nehyedecekler ki, ancak bu durumda gerçek anlamda varlıkları söz konusu olabilir ve Müslüman ismini hakkedebilirler. Ya da bunlardan hiçbirini yerine getirmeyecekler ve bu durumda da varlıkları söz konusu olamayacağı gibi Müslüman sıfatına da lâyık olmayacaklardır.
Kur'an-ı kerimin birçok yerinde bu hakikat yerleştirilir. Ayrıca aşağıda bazısını aktaracağımız Resulullah'ın birçok sahih emir ve direktifleri mevcuttur: "Ebu Said el-Hudri'den, Resulullah'ın şöyle dediğini işittim: "Sizden biriniz bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin, şayet buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu ise imanın en zayıfıdır." (Müslim
İbn-i Mes'ud, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "İsrailoğulları günaha dalınca alimleri onları nehyettiler; fakat, onlar dinlemediler. Alimler de onlarla düşüp kalktılar ve yiyip içtiler. Allah da bazısının kalbini bazısına çarptı. Davut'un, Süleyman'ın ve Meryem oğlu İsa'nın dilinden onlara lanet etti. -Sonra Resulullah oturup şöyle dedi-: `Hayır. Nefsim elinde olana yemin ederim ki; siz onları hakka döndürünceye kadar uğraşırsınız' Yani şefkat gösteri çevirirsiniz." (Ebu Davud ve Tirmizi) Huzeyfe (R.A.)nin rivayetine göre Resulullah şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki ya iyiliği emreder, kötülüğü nehyedersiniz ya da Allah üzerinize azabını gönderir de dua edersiniz ama duanızı kabul etmez." (Tirmizi)
İbniUmeyr el-Kindi'den, Resulullah şöyle buyurdu: "Yeryüzünde hata işlendiğini görüp de nehyedenler onu görmemiş gibidirler. Görmeyip de rıza gösterenler görmüş gibidirler." (Ebu Davud) Ebu Said el-Hudri'denResulullah şöyle buyurdu: "Cihadın en büyüğü zalim sultan karşısında söylenen adalet sözüdür." (Ebu Davud, Tirmizi) Cabir b. Abdullah Resulullah'tan şöyle rivayet eder: "Şehidlerin efendisi Hamza'dır. Birde zalim sultana karşı emir ve nehiyleri tebliğ ederek öldürülen kişidir." (MüstedrekLil-Hâkim.)
Şimdi de bu bölümdeki diğer ayetlerin açıklamalarına dönüyoruz "Eğer ehl-i kitap ta iman etseydi kendileri için daha hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler vardır ama çoğunluğu fasıktır." Bu ifade ehl-i kitabın imana gelmesi için bir teşviktir. Çünkü, iman etmeleri onlar için hayırlı olacaktır Sonra ayet, onlardan salih olanların hakkını teslim ederek durumlarını açıklamaktadır:
"Onlardan, iman edenler vardır ama, çoğunluğu fasıktır." "Nerede olsalar, onlara aşağılık damgası vurulmuştur. Yalnız Allah'ın ipine ve insanlar ile yaptıkları anlaşmalara bağlı kalanları müstesna. Onlar Allah'ın gazabına uğradılar, alınlarına perişanlık damgası vuruldu. Bu, onların Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve sebepsiz yere peygamberleri öldürmeleri yüzündendir. Çünkü onlar Allah'a başkaldırmış ve ölçüleri çiğnemişlerdir." Bununla yüce Allah, müminlere zafer ve sonuçta da selâmet vaat ediyor. Dinlerine ve Rablerine emin olarak bağlandıkları sürece kâfirlerin düşmanlıklarından korkmamalarını açıkça ifade ediyor.
Al-İmran 114- Bunlar Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emrederek kötülükten sakındırırlar, hayırlı işlere koşarlar. Onlar iyi kullardandırlar "Onların yaptıkları hiçbir iyilik karşılıksız kalmayacaktır. Hiç kuşkusuz Allah takvalıların kimler olduğunu bilir." Bu, ehl-i kitaptan iman edenlerin parlak bir manzarasıdır. Şüphesiz onlar, doğru, köklü, tam ve kapsamlı bir imanla inanıp, Müslümanların safına katılarak bu dini korumaya özen göstermişlerdi Çünkü onlar Allah'a ve ahiret gününe iman etmişlerdi. İmanî sorumluluklarını yerine getirip katıldıkları -insanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı ümmet- Müslüman ümmet ismini hak ederek iyiliği emredip kötülüğü nehyetmişlerdir
Musab Ruhların tamamen iyiliğe yönelterek onu kendilerine yarıştıkları bir hedef yapmışlar ve hep beraber iyiliklere koşmuşlardı. Bundan dolayı da Salihlerden oldukları ve yüce Allah'ın onların muttakilerden olduğunu bildiğine işaret edilerek, haklarının zayi olmayacağına ve ecirlerinin inkâr edilmeyeceğine dair bu doğru söz varid oluyor. Bir yanda bu manzara... Diğer yanda ise, kâfirler. Sağlam bir hedef ve amaca ulaştırıcı bir yol üzere değildirler. Bunlar kendilerinde olmadan ne iyilik ne açık bir düşünce ve ne de idrak edilen ve anlaşılan bir temelleri de yoktur. Allah'a imandan kaynaklanan iyiliğin sağlam ve doğru çizgisine bağlanmadıkları için malları, çocukları ve infak ettikleri şeyler onlara dünyada hiçbir yarar sağlamayacağı gibi ahirette de hiçbir şey kazandırmayacaktır.