70 likes | 316 Views
ESKİ EŞYALAR. SUDE VAROL 2655 4/C. Eski sanatlarımız bizim kültürümüzü yansıtır.Kültürlerimizi korumalıyız.Gün- lük hayatımızda sürekli değişiklikler oluyor.Bu durum kentsel yaşam ve teknolojik gelişmeler sayesinde oluyor.
E N D
ESKİ EŞYALAR SUDE VAROL 2655 4/C
Eski sanatlarımız bizim kültürümüzü yansıtır.Kültürlerimizi korumalıyız.Gün- lük hayatımızda sürekli değişiklikler oluyor.Bu durum kentsel yaşam ve teknolojik gelişmeler sayesinde oluyor. Bütün bu olaylar kültürel ögelerimizi etkiliyor.Kültürel ögelerimizin kullanım amacı değişsede varlıklarını sürdürür.
Kıl, yün ve kendir lifinden dokunarak içine çeşitli şeyler konup, bir yerden bir yere taşımaya yarayan iki gözlü ev eşyası. Heybe omuza veya at, eşek, bazı bölgelerde de öküz sırtına konabilir. Heybenin iki gözü arasındaki kısmın ortası ekseriyetle yarık olur. At veya merkebin veya katırın sırtındaki eyerin kaşına takılıp, iki gözü yanlardan aşağı sarkıtılarak dengeli durması sağlanır. Omuz heybeleri ise daha küçük olup, delik kısmından boyuna geçirilir. Heybenin bir gözü arkada bir gözü önde olur. Heybe daha çok köylerde kullanılır. Tarlaya, bağa, bahçeye giderken, yiyecek ve içecekler konduğu gibi küçük eşyalar da konur. Pazardan alınan yiyecekler de heybeye konarak taşınır. Daha süslü heybelerin gözlerinin yüzüne halı kaplanır. Ağızları kilitli olanları da vardır.
Ebru sanatının ne zaman ve hangi ülkede ortaya çıktığı bilinmemekle beraber bu sanatın doğu ülkelerine özgü bir süsleme sanatı olduğu düşünülmektedir. Bazı İran kaynaklarında Hindistan'da ortaya çıktığı yazılıdır. Bazı kaynaklara göre de Türkistan'daki Buhara kentinde doğmuş ve İran yoluyla Osmanlılar'a geçmiştir. Batıda ebru "Türk Kağıdı" ya da "mermer kağıt" olarak adlandırılmaktadır. Ebru, geven otunun özsuyundan elde edilen kitre veya deniz kadayıfı bitkisi (kerajin) ile kıvamı arttırılmış suyun üzerine, içine öd katılarak suyun dibine çökmeyecek hale getirine boyaların serpilmesi ve su yüzeyinde meydana gelen şekillerin olduğu gibi ya da biz adı verilen metal uçlu bir aletle müdahale edilerek bir kağıda geçirilmesi yoluyla yapılır.
Çini, toprağın pişirildikten sonra şekil verilip kap-kacak, tabak, vazo, sürahi vb. eşyalar üretilmesine dayalı bir el sanatıdır. Aynı zamanda fayans, porselen tabak, seramik gibi eşyaların süslenmesinde kullanılan bir yüzü sırlı, renkli dekor ve motiflerle işlenmiş kaplama malzemesine, bu malzemeyle işlenmiş eşyalara çini, bu süsleme işine de çinicilik denir. Türk çini sanatının tarihi ilk Müslüman Türk devletlerinden Karahanlılara kadar dayanmaktadır. Bu da çini sanatının bin yılı aşkın bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir. Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları çiniyi mimari süslemelerde sıkça kullanmış. Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmasından sonra, çini sanatında Osmanlı Devleti'nin kuruluşuyla yeni bir dönem başlamıştır.
insanların iletişiminde mesaj aracı olarak kullanılan, cepte taşınabilir kare biçimli bez parçası, mendilin kısaca özetidir. Mendilin malzemesi, pamuk, keten, kağıt ya da ipekten olabilir. Mendil ister kağıt olsun isterse kumaş; herkes için kullanışlıdır. Türklerde mendil kavramı; çevre, elbezi, elçiti, dest-mal (Farsça) anlamındadır. Eski kaynaklar incelendiğinde, mendil, yağlık, çevre, makrama, destimal, destmal, yemeni, çember sözcükleri ile ifade edilmiş olduğu görülür. Mendilin geçmişi, antik çağa kadar gitmektedir. Roma İmparatorluğu dönemine kadar mendil kullanımı, bir gereksinimdi. Burhan Oğuz, mendil için Latince’den dilimize geçmiş olduğunu söylemektedir. KaşgarlıMahmud’un yazdığına göre, Orta Asya Türkleri, mendili “ulatu” olarak adlandırılmış ve burun silmek için göğüste taşınan ipekli kumaş parçası olarak tanımlanmıştır. Mendil, Selçuklu ve Osmanlılarda hem süs hem de gereksinim olarak kullanılmıştır.
Irmaklardan ve göllerden sorumludur. 17 ırmağın kavuştuğu yerde yaşar. Irmaklara, rüzgarlara ve sulara hükmeder. Kamçısı şimşektir. Büyük Tufandan sonra gökyüzüne çıkmıştır. Su Yılanı veya Su Ejderi kılığına bürünebilir. Yerlerden sular fışkırtır. İnsanları kötülüklerden korur. Dizgini gökkuşağı, kamçısı boz alevdir. Kendisine Yayık Kaldırma adı verilen saçı (cansız nesne kurban etme) törenleri yapılır. İlkbaharda davarların ve atların avuzları (ilk sütleri) ile bulgur karıştırılarak yapılan lapalar ırmaklara saçılır. Göğün üçüncü katında oturur. Şamanlara düşünsel yolculuklarında yardım eder.[1]Koruçı (Korucu / Koruyucu) olarak nitelenir. Kazak ve Kırgız hikaye ve söylentilerinde Tepegözü kör eden kahramanın adı da "Yayık" (Jayık) olarak geçer. Şaman âyin ve törenlerinde "Yayık Han"ın oldukça önemli bir yeri vardır. Onun görüntüsünü beyaz kumaştan yaparlar. Tölöslerin "Tayık" dedikleri ve yalnız ağır belâlar geldiğinde yakardıkları bu ruhu "Koruçı" olarak tanımladıkları da kaydedilmiştir. Altaylar, ırmaklar taştığı zaman, "Yayık sudan çıktı" derler, çünkü mekanı 17 deniz veya ırmağın kavşağında olan Yayık Han coşup, taşan suların ruhudur ve yeryüzündeki tüm sular ona aittir.