700 likes | 1.01k Views
MİLLİYETÇİLİK(LER ) Irkçılık ve MIllıyetçılık. Kaynaklar: İnci Özkan Kerestecioğlu, «Milliyetçilik: Uyuyan Güzeli Uyandıran Prensten Frankeştayn’ın Canavarına» Tanıl Bora, Türk Sağının Üç Hali Balibar, Irkçılık ve Milliyetçilik. Eklemlenen bir ideoloji.
E N D
MİLLİYETÇİLİK(LER)Irkçılık ve MIllıyetçılık Kaynaklar: İnci Özkan Kerestecioğlu, «Milliyetçilik: Uyuyan Güzeli Uyandıran Prensten Frankeştayn’ın Canavarına» Tanıl Bora, Türk Sağının Üç Hali Balibar, Irkçılık ve Milliyetçilik
Eklemlenen bir ideoloji. • Diğer ideolojiler gibi ünlü teorisyenleri yok. Buna karşılık her milliyetçiliğin kendi entelektüel grubu var. • Siyasal olarak son iki yüzyılın dünya tarihinde önemli bir belirleyici gücü olmuş. Ancak ideoloji olarak oldukça muğlak; kitlelere ulaşma gücünün arkasında da bu muğlaklık var aslında.
Bu yönüyle içi boş bir ideoloji. Koşulların gerektirdiği her şeyle doldurulabilir. Kendi başına var olan, sabit, evrensel nitelikli ilkeleri yok. Bunun yerine daha çok bir «söylem»ler dizgesi olarak karşımıza çıkar. • Faşizm, liberalizm, muhafazakarlık, sosyalizm gibi ideolojilere eklemlenir. Hangi ideoloji ile ittifak yaptığına bağlı olarak milliyetçi ilkeler de farklılaşır.
Ancak bu farklı görünümlerin ardında milliyetçiliğingenel bir anlamı ve özellikleri vardır. • Bu genel anlamı kavramak için milliyetçiliği hem bir toplumsal gerçeklik ya da olgu olarak, hem de bir söylem olarak değerlendirmek gerekir.
Sosyal bilimcilerin milliyetçilik olgusuna yönelmesi 20. yy.ın başlarındadır. I.D.S.’nın ardından sistematik olarak incelenmeye başlanır. • Ernest Gellner, milliyetçiliğin sanayi toplumuna özgü olduğunu ve milletleri yaratanın milliyetçilik olduğunu belirtir.
Geleneksel tarım toplumunda siyaset ve kültür, devlet ve toplum arasındaki ilişki minimumdur ve kültürel homojenlik değil, kültürel çokluk kuraldır. • Sanayi toplumu ise kültürel homojenlik ihtiyacı ile şekillenir. Bu homojenliğin siyasal alana da yansımasını talep eder.
Çünkü sanayi toplumunun varlığını sürdürebilmesi için herkesin birbirinin yerini alabildiği anonim bir kitle toplumu gerekir. Böylece sürekli büyüyebilecektir. • Bu anonim toplumun oluşturulabilmesi için merkezileşmiş, standartlaşmış bir eğitim sistemi zorunludur.
Milliyetçilik, anonim kitle toplumunun inşasını, eski folk toplumunun korunması olarak sunar; bir üst kültürü biçimlendirirken folk kültürüne dayandığını iddia eder. Eskiden radikal kopuşu devamlılık olarak sunar. • Yani kendini algılayışı ile gerçek doğası birbirinin zıddıdır. • Gellner’e göre bu «milliyetçiliğin sahte tertibi»dir.
Milliyetçiliği anlamak için, milliyetçiliğin yaratmış olduğu mitleri açığa çıkarmak ve bu mitlerin yardımıyla gerçekleştirilen toplumsal dönüşümleri kavramak gerekir. • Eric Hobsbawn, modern devletin ortaya çıkışı ile milliyetçiliğin işlevsel hale gelmesi arasında ilişki kurar. • Milliyetçilik, modern devletin idari gerekliliklerine yanıt vermek için ortaya çıkan bir ideolojidir.
İktidarı ele geçirmeye çalışan ve bunu milliyetçi iddialara dayanarak meşrulaştıran bir siyasal hareket ve ideolojidir. • Kendine özgü bir milletin olduğu varsayımına dayanır. • Bu milletin çıkarları ve değerlerini, diğer tüm çıkar ve değelerden üstün görür. • Aynı zamanda milletin siyasal egemenliğini kullanması yani bağımsız olması gerektiğini ileri sürer.
NatIon/Millet kavramı • Millet, sadakatin, bağlılığın, meşruiyetin biricik öznesidir. Tarihsel olarak 19. yy.da ortaya çıkar. • «Nation»un (Milletin) kavram olarak kullanılması eski olsa da bir coğrafyada yaşayan «halk»a gönderme yapan bir kavram olarak ortaya çıkışı 16. yy. İngilteresindedir.
Halk kavramı, bir bölgenin nüfusunu anlattığı gibi sınıfsal bir anlama da sahiptir. Ayaktakımı ile özdeştir. • Millet, ayaktakımının seçkin hale gelmesinin ve aşağılayıcı niteliğinin kaybetmesinin bir sonucu olarak kullanılmaya başlanır. • Halk, böylece egemenliğin taşıyıcısı, siyasal dayanışmanın temeli, bağlılığın yüce nesnesi haline gelir.
Egemenlik kullanan halk, millet olarak anılır. • Milletin işaret ettiği bir başka anlam ise bu egemen halkın «biricik» olmasıdır. • İngiltere’de egemenliğe yapılan vurgu daha fazla. • Fransız Devrimi yoluyla bu millet fikri Fransa’ya, oradan da Napolyon savaşlarıyla Avrupa’nın diğer coğrafyalarına yayılır; bu sırada «biriciklik» vurgusu öne çıkar. • Böylece milliyetçilik liberal ilkelerden muhafazakar ve kolektivist ilkelere kaymış olur.
Egemenliğini reel olarak kullanan bir topluluğun millet olarak tanımlanması ve birtakım ayırt edici özelliklerinin olduğunun ileri sürülmesi ile millet oldukları için egemenlik kullanmaları gerektiği iddiası arasında önemli bir fark var. • İngiltere dışındaki tüm örneklerde millet fikri, millet olgusuna önceldir. Egemenlik milletin varsayılan biricik özelliklerine dayandırılır.
Arapça «millet» sözcüğünün bugünkü anlamına geçişi de çeşitli dönüşümlerle. • Arapçada millet cemaat-topluluk anlamına geliyor. İşaret ettiği topluluğun dinsel bir anlamı var. • Osmanlı’daki millet sistemi dinsel mezhepsel ölçütle belirleniyor. Müslümanlar için «ümmet», gayrımüslim cemaatler için «millet» kullanılıyor.
Türkçede bugünkü anlamıyla «millet» kavramının kullanılması için Osmanlı millet sisteminin Balkanlardaki milliyetçilik hareketleriyle işlemez hale gelmesi gerekiyor. • 1940’lardan itibaren milletin taşıdığı dinsel çağrışımlardan kurtulabilmek için «ulus» kavramı tercih ediliyor.
TarIhve mIllIyetçIlIk • Milliyetçiliği açıklamak için bir yüzü geçmişe, bir yüzü geleceğe dönük Janus heykeli benzetmesi kullanılır. • Çünkü milliyetçilik eski toplumsallığın benimsenmiş dilini, ifadesini, değerlerini harekete geçirerek, yeni toplumsallığın kurulmasına katkı sağlar.
Sanayileşmenin ilk evrelerinde iç göçlerle kentlerin varoşlarında toplanan kitlelerdeki kök arayışlarına yanıt verir. İnsanlara bir kök, kimlik, anlam sunar. Bunu yaparken özellikle tarihe başvurur.
19. yy. Tarihçiliği klasik vakanüvistlikten ayrılır. Hanedanların ve onlara bağlı kahramanların tarihinden, kitlelerin özne olduğu bir tarihe gidilir. Milli tarih, milleti yüceltme üstüne kurgulanır. • Başarılar ve kahramanlıklar tarihidir. Geçmiş, bu yüceltmeyi sağlayacak biçimde okunur; kimi olaylar öne çıkarılırken kimiler unutturulur ya da bağlamından koparılarak yeniden yorumlanır.
«Ulus olmak biraz da unutmaktır» (Ernest Renan) • Tarih, milli birimin kendini meşrulaştırmasının, milli kimliğin oluşturulmasının aracıdır. • «Biz» ve «bizim olan»ı tanımlama faaliyetidir. «Biz»in yaratılması, aynı zamanda ötekinin ya da ötekilerin yaratılmasıdır. • «Biz» olan her yerde bir de «onlar» vardır. • Ötekiler hem içeride, hem dışarıdadır. • Dışarıdakiler «diğer milletler», içeridekiler ise kimi zaman farklı kültürel özelliklere sahip azınlıklar ya da milliyetçi projenin önünde engel oluşturanlardır.
Her milliyetçilik, bir ya da birkaç milliyetçilikle ilişkilidir. Milliyetçilik, milliyetçilik doğurur. • Bireyi geçmişe bağlayan, geleceğe taşıyan öğe artık «din» değildir. Bunun yerini tarih alır. • Milliyetçilik, tarihe romantik gözlüklerle bakar. Tarihsel anlatı içinde hangi olayların yer alacağı, romantik unsurlar taşıyıp taşımadığı ile ilgilidir. Geçmişin romantik yorumu, her zaman parlak ve ışıklı olması, geleceğe yönelik vaatkarlık taşır.
Edebiyat, resim, heykel, mimari, müzik bu amaçla kullanılır. Abartı bunların ortak noktasıdır. «iyi» çok iyi, «kötü» çok kötüdür.
Modernliğe adım atan toplumların belirsizlikleri karşısında milliyetçilik bireyin önüne, dünün geleneksel toplumunun dinsel söylemi kadar tartışmasız bir harita çıkarır. • Kararsız toplumsal durumları kararlı durumlarmış gibi sergiler. • Milliyetçi söylem açık ve basittir; geçmişi kullanırken geleceğe umutlu bakmayı sağlar. Bu sayede kitlelere en kolay ulaşan ideoloji haline gelir. • Milliyetçilik toplumu, toplumla birlikte bireyi eyleme çağıran bir söylemdir.
Modern devlet ve milliyetçilik • Modern devletin işleyişi ikili bir yapıyı oluşturma zorunluluğuna dayalıdır. • Bir yandan toplumun katılım taleplerine kanal açabilmeli, diğer yandan topluma nüfuz etmelidir. • Milliyetçilik bu ikisinin dengelenmesini sağlar. Hem toplumun iktidarda söz sahibi olmasını sağlar; hem de iktidara katılımı sınırlandırır. • Katılmaya hak kazanan kitleyi tanımlar ve iktidarın bu kitleyi denetlemesine olanak sağlar.
Askere alma, vergi toplama, zorunlu eğitim gibi uygulamalar modern devletin topluma nüfuzunun başlıca araçlarıdır. • Devletin resmi dilinin ne olacağı, milliyetçi mücadelenin en önemli konularından biridir. • Siyasal karar alma sürecinde etkili olmak, devletin resim dilini bilmekle mümkündür.
Milliyetçilik söyleminde dil, milleti belirleyen objektif özelliklerin başında sayılır. • Ancak ulus devletin dil-birliğine dayalı kurulduğu iddiası sorunludur. • Dil birliğini yaratan devletin kendisidir; modern devletin ortaya çıkmadığı zamanlarda milli dillerden söz etmek de mümkün değildir.
Milliyetçiliğin doğasında, mantıksal olarak birbirleriyle çelişen iki millet anlayışı var: • Vatandaşlar topluluğu olarak millet • Vatandaşlığı temel alan millet anlayışı, liberal ve demokratik değerlere daha uyumludur; milleti siyasete katılma hakkına sahip vatandaşlar toplamı olarak ele alır. Önemli olan vatandaşların kültürel kimlikleri değil, siyasal haklarıdır. Toprağa dayalı aidiyet esastır.
Kültürel topluluk olarak millet. • Kültürel topluluk olma özelliği de her zaman millet tanımına içkindir. Toplumu oluşturan bireylere kolektivite içinde bir aidiyet sunar.
Milliyetçiliğin tarIhselgelIşImI • Egemenlik kullanan bir birim olarak millet fikri İngiltere’de ortaya çıkmış, siyasal bir hareket olarak milliyetçilik ise Fransız devrimi ile oluşmuştur. • 1793’ten sonra feodal bağlar çözülmeye, yerel çıkarlar köklerinden kopmaya başlar. • Rousseau’nun fikirleri yaygınlaşmaya başlar. «Genel irade»,kavramı etrafında yönetici-yönetilen ilişkileri yeniden kurgulanır. • Jakobinler, Rousseau’nun fikirlerini ortak milli bir amacı gerçekleştirmek için kullanırlar. • Böylece milliyetçilik, yeni bir kamusal din olarak kendisini kurmuş, bunu yaparken de «yurtseverlik» kavramına başvurmuştur.
Rousseau’nun Aydınlanmanın kozmopolit ve evrenselci boyutuna yönelik eleştirileri, Alman romantikleri üzerinde etkili olur. • Alman romantikleri milli kimlikte dilin önemini vurgularlar. Alman dilinin saflığı, bozulmamışlığı varsayımı, Alman kültürünün özgünlüğünün en somut göstergesi olarak sunulur. • Birey, romantizm yoluyla toplumuna bağlanır.
Herder, Jahn, Fichte önde gelen Alman romantikleridir. Fichte, Alman milletinin oluşturulmasına çaba gösterir. • İtalyan milliyetçiliğinde Fransız Devrimi’nin etkileri görülür. İtalyan milliyetçiliğinin en önemli kuramcısı olan Mazzini, liberal düşüncelere sahiptir.
Ancak 1848 devrimlerinden sonra, İtalyan cumhuriyetini kurmayı hedefleyen «spontane milliyetçiliğin» Avusturyanın gücü karşısında şansı olmadığı görülmüştür. Bu noktadan sonra muhafazakar milliyetçilik önem kazanmıştır.
Alman milliyetçiliğinde de benzer bir gelişim çizgisi vardır. Başlangıçta orta sınıfın ve liberalizmin daha ağırlıklı olduğu bir siyaseti benimsemiş, 1851’den sonra ise inisiyatif Prusya’nın otoriter hükümetine geçmiştir. • Prusya, Alman birliğine hem devlet iktidarı hem de sanayi gücü olarak bir model sağlamıştır.
Alman Birliği, Alman romantizmiyle Prusya militarizminin bütünleşmesinden oluşur. • Wagner’ın operalarında Alman milletinin mistik unsurlarını olduğu kadar, Alman milliyetçiliğinin katı, kendine aşırı güvenli tutumunu gözlemlemek mümkündür. • (Hitler’in en sevdiği Wagner operası Parcifal: http://www.youtube.com/watch?v=vaANPNrAtpA)
1871 sonrasında Avrupa siyaseti ulus devletler arası bir mücadeleye sahne olur. Almanya Fransa; Almanya Rusya rekabeti milliyetçiliklerin militarist yanlarını güçlendirir.
1870-1918 arasındaki milliyetçilik daha öncekilerden ayrılır. • Daha önceleri millet olmak için gerekli görülen nüfus ve toprak büyüklüğü gibi unsurları içeren «eşik ilkesi» terk edilir. Kendisini millet sayan her halk topluluğu kendi kaderini tayin hakkına sahiptir. • Etnik köken ile dil, millet olmanın neredeyse tek kıstası haline gelir. • Milliyetçilik sağa kayar. Milliyetçilik, kendi sınırları içinde devlet-toplum ilişkilerini düzenleyen bir ilke olmaktan çıkar; sınırların dışına çıkar, yayılmacı bir nitelik kazanır.
İngiltere, Fransa, İtalya denizaşırı topraklar için savaşır; Almanya sömürge kazanma ve denize açılma çabasındadır. • Rusyanın başını çektiği pan-slavizm hareketiyle pan milliyetçilik oluşur. Rusya, Bulgarları, Çekleri, Slovakları, Polonyalıları ve Güney Slavlarını Osmanlı ve Avusturya yönetiminden bağımsızlaştırmayı hedeflemektedir. • Pancermenizm, Almanya’nın sınırlarını Avrupa’nın Almanca konuşulan tüm bölgelerine genişletme girişimidir.
Bu dönemde milliyetçilik yeni bölgelerde de yayılır. Bu arada Sosyal Darwincilik de gelişmiş ırkçılığa, yabancı düşmanlığına bilimsel gerekçeler hazırlanmıştır. • 1914’ten önceki elli yılda ortaya çıkan milliyetçiliklerin bütün türlerindeki ortak payda, yeni proleter sosyalist hareketleri reddetmesidir (Hobsbawm). • Milliyetçilik ve sosyalizm arasında ideolojik bir mücadebe başgöstermiştir.
1918-1950 arası dönemde dünya siyaseti daha fazla uluslararası düzeyde tanımlanmaya başlıyor. MC; BM gibi örgütler... • Wilson Prensipleri ile açık biçimde tanımlanan self-determinasyon hakkı; devlet sınırlarının milliyet ve dil sınırlarıyla uyumlu kılınması ilkesi pratik bir yanı olmamasına rağmen genel kabul görmüştür. • Homojen bir halkın yaşadığı, teritoryal bir devletin kurulması, ancak azınlıkların kitle halinde kovulması ya da imha edilmesiyle mümkündür. • Bu dönemin uluslaşma deneyimleri mübadeleden zorunlu göçe, kitlesel kıyımlara kadar son derece sert siyasetleri benimsemiştir.
Savaş sonrasında, milliyetçi propaganda, başarısızlığın ve güçsüzlüğün faturasını dış düşmanlara ve iç hainlere çıkartan söylemiyle işçiler arasında da etkili olmaya başlamıştır. Böylece militan bir kimliğe bürünmüş, faşizmin döl yatağı haline gelmiştir. • 1920ler ve 30’larda ırkçı bir niteliğe bürünürken II. D. S.’nın ardından Avrupa topraklarındaki güçünü yitirdiği belirtilebilir.
II. D. S. Sonrasında milliyetçilik Asya ve Afrika’da sömürgelerin bağmsızlaşması ile ortaya çıkan yeni devletlerin uluslaşma süreçlerinde etkili bir ideoloji olmaya başlar. • Bu eski sömürge topraklarında, milli olarak tanımlanan özelliklerin çoğu emperyalist işgalin ürünleridir. • Etnik, dinsel ya da diğer ön-milli kimlikler ise milli bilince katkıdan çok engel oluşturmuştur. • Emperyalistlerin böl-yönet politikaları bu farklılıkların pekiştirilmesine yol açmıştır.
Bu noktada bu topraklarda yaşayanların tek ortak yanı, maruz kaldıkları emperyalist politikalardır. • İşgal yönetiminin sağladığı birlik, uzun vadede kendisini bir halk olarak gören bir millet yaratılmasına katkıda bulunmuştur. Yani anti-emperyalist hareketlerdir. Milliyetçilik, bir «kurtuluş ideolojisi» olarak tanımlanır. Milli ve toplumsal kurtuluş, bir arada düşünülür. • Bu noktada solla ilişkisini yeniden kurar.
1980 sonrasında ulus-devlet karşıtı milliyetçilikler gelişir. • Mikro milliyetçilik, etnik milliyetçilik veya kültürel milliyetçilik olarak adlandırılan bu hareketler ulus devletlerin tek bir kültür çerçevesi içinde eritmeye, sindirmeye çalıştığı yerel veya azınlık kültürlerinin karşı duruşlarıdır. • 1960’ların sonundan itibaren bir yandan ulus devlet modeli küresel bir koda dönüşürken öte yandan din ya da etnisiteyle bağ kuran siyasal hareketler canlandı.
Ulusa karşı etnisiteyi, kurumlara karşı duyguları öne çıkaran anti rasyonel hareketler... Kimlik siyasetindeki canlanma, etnik ve dinsel alanın siyasallaşması rasyonalite ve modernite idealinin çelişkilerinden beslenir.
Modern toplum, taşıdığı ideallerle toplumsal hayatın somut gerçeklikleri arasında var olan çelişkiler nedeniyle, tatminsizliklere ve başarısızlık duygusuna neden olur. • Eşitlik değerini ileri sürerken eşitsizliklerle dolu bir hayat sunar. • Dinsel ve milliyetçi yeni cemaatler, modern toplumların modernlikten kaynaklanan nedenlerle yetersiz kaldığı, boşlukta bıraktığı alanlarda kendilerine yer bulurlar.
Irkçılık ve Milliyetçilik • Balibar, ırk ve ulus söylemlerinin bir inkar biçimi altında da olsa hiçbir zaman birbirlerinden çok uzak olmadıklarını belirtir. • Irkçılık, kuramsal söylem ve kitle görüngüsü olarak modern çağda her yerde var olan «milliyetçilik zemininde « gelişmiştir. • Milliyetçilik ırkçılığın tek nedeni değilse de ortaya çıkışının belirleyici koşuludur. • Irkçılık, tarihsel ya da kültürel bir üründür.
Irkçı hareketleri hesaba katmadan, bunlara yol açan çağdaş milliyetçilikten ayrılamayacak olan toplumsal ilişkilere uzanmadan milliyetçiliği tanımlamak mümkün değildir. Irkçılık, milliyetçilikle aynı zemine yerleşir. • Ancak bu, ırkçılığın milliyetçiliğin kaçınılmaz bir sonucu olduğu anlamına gelmez.
Her zaman bir iyi, bir de kötü milliyetçilik vardır: • bir devlet ya da bir cemaat oluşturmaya çalışan ile boyun eğdirmeye, yok etmeye çalışan; • hukuğa başvuran ile kuvvete başvuran; • diğer milliyetçiliklere tahammül gösteren ile emperyalist ve ırkçı bir bakış açısıyla onları kökten dışlayan.