180 likes | 468 Views
PEYGAMBERİMİZ’İN (S.A.S.) VEDA HUTBESİNİ ÎRÂD I VE KADIN HAKLARI İLE İLGİLİ MESAJLARI. HAZIRLAYAN İSMAİL ÖZEN KAYNARCA VAİZİ. Efendimiz (a.s) karanlık cahiliye devrine bir ışık huzmesi ve taşlar kadar katı gönüllere bir rahmet esintisi olarak gelmiştir.
E N D
PEYGAMBERİMİZ’İN (S.A.S.) VEDA HUTBESİNİ ÎRÂDI VE KADIN HAKLARI İLE İLGİLİ MESAJLARI HAZIRLAYAN İSMAİL ÖZEN KAYNARCA VAİZİ
Efendimiz (a.s) karanlık cahiliye devrine bir ışık huzmesi ve taşlar kadar katı gönüllere bir rahmet esintisi olarak gelmiştir. Çöle inen bir nûrdu ve gönüllere inşirah salan bir huzur kaynağıydı O. ‘O ki O’nun sayesinde varız’[1] diye şairleri aşkıyla söylettiren büyük sevgili.. Evet, O bir insandı; ama taşlar içerisinde yakut misali değerli ve farklı… Adem (a.s.) ile başlayan insanlık sürecinin tekamül ufku.. Ve kâinat ağacının en mükemmel meyvesiydi O..[1] N.Fazıl Kısakürek
Allah’ın insanlığa sunduğu son bir kurtuluş eli olan Allah Rasülü (s.a.s) hayatını hep insanların içinde sürdürmüştü. O, göklerin ötesine seyahat edip o lâhutî âlemde cennetin baş döndüren nimetlerini bütün güzelliğiyle gördüğü halde yeniden ümmetinin içine dönecek kadar fedakar ve onların da bu nimetleri kazanabilmesi için ‘neredeyse kendisini öldürecek’ kadar “harîs” bir Peygamberdi.. Evliyaullah’tan Abdülkuddus bu konuda Nebi ve veli arasındaki farkı ortaya koyarcasına: “Vallahi eğer ben olsaydım bu nimetleri gördükten sonra asla geri dönmezdim!” diyecektir.
Evet, O (a.s.) ümmetine bu derece düşkündü. Ve bi’setinden ömrünün sonuna kadar insanları terk etmedi. Hep içinde yaşadığı toplumla beraber oldu. Bütün bozukluklarına rağmen onların önünde bir rehber ve yol gösterici bir mürşit olarak daima onlarla beraber yaşadı. Ama o topluma uyum sağlayıp onlardan biri haline de gelmedi. Zira toplumu dönüştürme iddiasında olan hiçbir mürşit veya düşünce sistemi o toplumun değerlerine kuru bir buğzla ve sadece sözde kalan bir muhalefet duruşuyla karşı koyamaz. Bir toplumu batıl düşünce ve değerlerinden kurtarıp onlardan insanlığa örnek bir toplum meydana getirmek ancak Allah Rasülü (a.s.) nün kendisini ihtiyarlattığını söylediği surede beyan edildiği gibi “emrolunduğun gibi dosdoğru olmak” düsturundan geçer.
İşte O (a.s.) o insanı dehşete düşüren zalimliklerin kol gezdiği zor bir dönemde, hadiselerin bütün çıldırtıcılığına rağmen imanını sabır ve tevekkülüyle harmanlamış, insani bütün duygularını merhametinin enginliğinde eritmiş ve insanların içinde insanlara rağmen emrolunan istikameti temsil etmiş bir irade kahramanıydı... O’nun (s.a.s.) yaşadığı toplumla bu derece alakadar oluşudur ki 23 sene gibi çok kısa bir zamanda zalimlikte vahşilere rahmet okutacak bir toplumdan, gelmiş gelecek bütün insanlığa örnek bir topluluğu çıkartmıştır. O (s.a.s) kendisinden önce ve kendisinden sonra dünyada insanca bir düzenin tesisi için kanunlar yapıp bildirgeler yayınlayanlardan çok farklı bir Mübelliğ’dir. O’nun (s.a.s) farkı; yaşadığı toplumda gördüğü gayr-i insani bütün anlayışları bizzat kendi yakınlarından başlayarak ortadan kaldırması ve vefatına yakın, sayıları 120 bini bulan ashabına hitaben yaptığı konuşmasında, her bir maddesi fiilen uygulanmış bir medeniyet manifestosunu ortaya koymuştur. Hem öyle bir manifestodur ki bugün bu gelişmişlik çağında bile hala bu seviyede uygulanabilmiş bir hukuki metin ortaya konamamıştır.
Efendimiz (s.a.s), vefatından 82 gün önce (h.10)Medineli 100 bin Müslümanla beraber son kez haccetmek üzere Mekke’ye gelmiş ve bu esnada; Arefe günü ve bayramın birinci günü Arafat ve Mina’da, bir gün sonra tekrar Mina’da olmak üzere üç kez ashabına hitap etmiştir. Bir sene önce Mekke’li müşriklere yapılan uyarılardan dolayı o gün Mekke boşalmış ve sadece, sayıları 15-20 bini bulan Mekke’li Müslümanlar kalmıştı. Medine’den gelenler ve Mekke’de olanlarla beraber 120 bine yakın müslümana hitaben, farklı zamanlarda ve yerlerde yapılan bu konuşmaların bir araya getirilerek derlenmesi neticesinde bir metin ortaya çıkmıştır. Genelde insanlarla ilgili bütün hakları kapsayan ve özelde ise kadınlarla ilgili hakların özellikle vurgulandığı bu metne, Peygamber efendimiz (s.a.s) in artık vazifesinin bittiğinin ve dar-ı bekaya irtihalinin de bir işareti sayılmasından dolayı Veda Hutbesi adı verilmiştir.
Burada dikkat edilirse kadınların hakları konusunda erkekler, Allah korkusu ile muamelede bulunmaları noktasında uyarılmaktadır. Bu da kadınların haklarının bizzat Allah tarafından korunması anlamına gelmektedir. Yani hanımına karşı haksızca bir muamelede bulunan bir erkeği evinin içerisinde hiç kimse görmeyebilir. Kas gücüne güvenerek kadını sindirip başkalarına şikâyette bulunmasını da önleyebilir bir erkek. Ancak Allah’ın hesabından ve cezalandırmasından hiçbir şekilde kaçamayacaktır. Burada öncelikle bu vurgu çok anlamlıdır. Zira bütün kanun ve kuralların uygulanmasında caydırıcılık çok önemli bir esastır. Her şeyi hakkıyla gören ve kendisinden hiçbir şeyin gizli kalamayacağı Allah’ın murakabesine inanma olmadıkça her insanın başına bir polis dikmek icap eder ki bu mümkün değildir.
İkinci olarak temel insani değerlerden emanete sahip çıkma esası dikkate verilmektedir ki bu da muhatabın şeref ve haysiyetine işin havale edildiği görülmektedir. ‘Kadınlar sizin kendilerini emanet olarak aldığınız ve bir nevi artık sizin şeref ve haysiyetiniz haline gelmiş insanlardır.’ Denilmektedir adeta. Burada dikkatlerden kaçmaması gereken bir diğer husus da bu emanetin Allah’a izafe edilmesidir. Bir şeyin değeri o şeyin ait olduğu varlığın değeri ile doğrudan alakalı olduğuna göre, kadınlar öyle bir varlığın tasarrufu altında size emanet edilmiştir ki O (c.c.) ihanete veya hıyanete asla izin vermeyen ve bunu cezalandırma konusunda başka hiçbir varlığın kendisine denk olamayacağı bir Aziz-ü Cebbar’dır. Üçüncü olarak, kadınları nikâhlarken onların nikâhla alakalı olan intifa hakkının tecvizinin, kadının şahsı da aradan çıkarılarak bizzat Allah tarafından yapıldığının ortaya konulması, bu konuda kadınların Allah’ın tam bir velayeti (vesayeti) altında olduğunu ifade etmektedir. Yani biraz daha halk diliyle söyleyecek olursak; sanki Allah, kadınlara karşı yapılan her türlü haksız ve kötü muameleyi bana karşı yapılmış sayarım demektedir.
İşte, işin daha başında Allah Rasülü (s.a.s.) bağlayıcılık açısından ciddi bir çizgi ortaya koymuş ve ondan sonra kadın ve erkekler arasındaki hakları zikretmiştir. Bunlar ise eğer başlıklar halinde söyleyecek olursak: ERKEKLERİN EŞLERİ ÜZERİNDEKİ HAKLARI Ailenin şeref ve haysiyetini korumaları, erkekleri küçük düşürecek şekilde aile sırlarını başkalarıyla paylaşmamaları, Erkeğin hoşlanmadığı kimseleri evlerine alarak fitne ve fesada zemin hazırlamamaları.. KADINLARIN EŞLERİ ÜZERİNDEKİ HAKLARI Örfe uygun bir ölçüde giyecek, yeme içme ve barınma ihtiyaçlarının karşılanması..
Veda Hutbesinde kadınların dövülebileceği ile ilgili bölüm ise; gerek konuyla ilgili ayetler ve gerekse diğer rivayetler birlikte değerlendirilerek ancak doğru bir şekilde anlaşılabilir. Sadece bu rivayetle, onu da sadece zahiri manasıyla ele alarak böylesine önemli bir konuda kanaat ortaya koymak yanlış bir tavır olacaktır.
Bir kere burada öfkeyle ve hiddetle dövmeden değil, korkutmak ve serkeşlikten vazgeçirmek için hafifçe ve şefkatle cezalandırmadan bahsedilmektedir. İkincisi, bu ruhsatın verildiği zamanla ilgili sosyal ortamı dikkate almak gerekir. Ki bu ortam kadına hiçbir hakkın tanınmadığı bir ortamdır. Yani muhatap kitle İslam’ı yeni tanımış ve henüz kadına hiçbir hak tanınmayan cahiliye anlayışından bazı kalıntılar taşımaktadır. Öyleyse bu ruhsatın, herkes için geçerli bir ruhsat olduğunu iddia etmek insanın tekâmüle kapalı ilkel bir varlık olduğunu iddia etmek demektir. Ayrıca zaten ruhsatlar, asli hükümlere hazırlık için konulmuş tali hükümlerdir. Bu hükümlerden kendisine hüküm çıkararak hanımlarını dövmenin caizliğini düşünenler peşinen kendilerinin tekâmül çizgisini de ortaya koymuş olurlar. Hakiki Müslüman Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kadınlarla muaşeret konusunda onlarca başka hadis-i şerifinin ortaya koyduğu insan-ı kâmil çizgisine ulaşmaya çalışır ve zamanlar üstü bir medeniyet telakkisinin temsilcisi olur.