610 likes | 1.03k Views
Enerji Politikaları ve Çevresel Etkiler Grup 7 1923-1960 yılları arası Türkiye Enerji Politikaları -- Mustafa Özgüner Küresel Anlamda Enerjinin Çevreye Etkileri – Orhan Ferah Tükiye’de Hes ve Termik Santralin Çevreye Etkileri – Berkin Safa Doğan
E N D
Enerji Politikaları ve Çevresel Etkiler Grup 7 1923-1960 yılları arası Türkiye Enerji Politikaları -- Mustafa Özgüner Küresel Anlamda Enerjinin Çevreye Etkileri – Orhan Ferah Tükiye’deHes ve Termik Santralin Çevreye Etkileri – Berkin Safa Doğan Türkiye’de Yenilenebilir Enerji Sistemlerin Çevreye Etkileri – Alptekin Kandemir Çevresel Etkilerin Karşılaştırılması Açısından Nükleer ve Termik Santrallerin Kaynaklarına Göre Karşılaştırılması – Rıdvan Topçu Kyoto Protokolü -- Serdar Hüseyin Çelebi Dede Kyoto Protokolüne Benzer Dünyadaki örnekler – Murathan Aslan
1923 – 1933 Dönemi • Bu dönem Kurtuluş Savaşımız sonrasında emperyalizme karşı mali bağımsızlığımızın da kazanılması mücadelesini kapsamaktadır. Bu dönemde özel teşebbüse dayalı liberal bir ekonomik politika izlenmiştir. 1923 yılında ülkemizde enerji konusunda hakim olan politika; enerji ihtiyacının zorunlu durumlar dışında yerli kaynaklardan özellikle maden kömürü ile karşılanması yolunda olmuştur. • İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar gereği yabancı şirketlere verilen imtiyazlar devam ettirilmiş ve sektörde faaliyet gösteren Alman, Fransız, İtalyan, Belçika ve Macar firmaları muhafaza edilmiş, liberal ekonomik yapı hedeflenmiştirAncak; ABD borsasının çökmesiyle başlayan 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, Amerika ve Avrupa’yı merkez almasına rağmen, ülkemizde de yıkıcı etkiler yaratmıştır. • 1923 yılında 33 MW toplam kurulu güç 1930’da 78 MW seviyesine gelebilmiştir.
1933 - 1950 Dönemi • İktisadi bağımsızlık ve hızlı kalkınma hedefi için ekonomi politikasının rotasının devletçiliğe çevrilmesi bir zorunluluk haline gelmişti. Devletin ekonomideki rolü, elektrik piyasasına da yansımıştır. Birinci beş yıllık sanayi planı hazırlanarak yürürlüğe konmuş- tur.(1933-1937) • Ancak bu planlı dönem sonrasında 2. Dünya Savaşı ve sonrasında 1963 yılına kadar planlı dönem uygulanamamıştır. 1933 yılında İller Bankası kurulmuş, aynı yıl çıkarılan Belediyeler Yasası ile belediyelere elektrik santralı kurma yetkisi verilmiştir. 1938-1944 arasında bütün yabancı sermayeli ve imtiyazlı santral şirketleri kamulaştırılmıştır. Bu dönemde ülkemiz elektrik üretiminde toplam kurulu güç 407 MW’a ulaşmıştır. Ülke enerji kaynaklarının geliştirilmesi için kamu idareleri kurulmuştur:
- Kömür ve petrol kaynaklarının araştırılması için Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA). • - Maden işletmeleri kurmak, işletmek ve enerji üretmek için Etibank. • - Su kaynaklarını ve elektrik üretim imkanlarını araştırmak için Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİE).
1950 – 1960 Dönemi • 1950 yılındaki iktidar değişikliği ile ekonomi yönetimi yeniden özel sektör ağırlıklı ekonomi politikasına evrilmiştir. • 1953’de 1. Enerji İstişare Kongresi toplanmış ülke enerji politikasına dair çok önemli kararlar almıştır:
- Küçük güçlü yerel dizel santrallar yerine, daha güçlü kömür ve hidro elektrik santralların kurulması. • - Şehirlerin birbirinden izole elektriklendirilmesi yerine, ülke çapında kurulacak enterkonnekte şebekeye bağlanacak bölge santralları ile tüm ülkenin elektriklendirilmesi. • - Bütün bu amaçlara ulaşmak için çeşitli kuruluşlarca yürütülen elektriklendirme faaliyetlerinin tek elde, Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) bünyesinde toplanması.
1954’de liberal anlayışla hazırlanan Petrol Yasası ile özel hukuk hükümlerine tabi, anonim şirket statüsünde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı kurulmuş ve Maden Tetkik Arama’nın petrol ayağı bu kuruluşa devredilmiştir. Aynı yıl, aynı anlayışla 6309 sayılı Maden Kanunu yürürlüğe girmiştir. Böylece kamu sektörü ayrıcalığının kaldırılması ve özel sektör ile kamu sektörünün tamamen eşit duruma getirilmesinin yasal altyapısı gerçekleşmiştir.
Bu dönemde enerji üretiminin geliştirilmesi için kurum ve kuruluşların oluşturulmasına devam edilmiştir: • - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) • - Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu (TKİ) • - Çukurova ve Kepez Hidroelektrik Santrallarının (HES) yapılması.
Aynı dönemde kurulan özel imtiyazlı şirketler, Kuzeybatı Anadolu Elektriklendirme T.A.O., Ege Elektrik T.A.O. Çukurova Elektrik A.Ş. ve Kepez Elektrik A.Ş.’dir. Bu dönemde kurulu gücümüz 1272 MW’a ulaşmıştır • 1958 yılında ülke ekonomisi krize girmiş, çok sayıda küçük ve orta ölçekli şirket ile birlikte yedi banka iflas etmiştir. Bunun üzerine hükümet Uluslararası Para Fonu (IMF) ile istikrar programı uygulamayı kabul etmiş ve ilk stand-by anlaşması imzalanmıştır.
Günümüzde çevresel sorunları etkileyen faktörlerin başında enerji kullanımı, çeşidi gelmektedir. Diğer faktörler ise; endüstri üretiminde kullanılan hammadde çeşitleri, nüfus artışı ve kentleşme, aşırı tüketim ve katı atıkların geri dönüşümü ,ormanların yok olması ve hava, su ile toprak kirlenmesi, doğal değişimler (kuraklık, sel, yangın, volkanik patlama, deprem, hortum, hastalık vs.) ve dereceli değişimler olarak bilinen iklim değişimi, ozon tabakasının delinmesi ve asit yağmurlarıdır. Dünyanın her yerinde enerji ihtiyacının karşılanmasında, direkt olarak veya elektrik enerjisine dönüştürülmek üzere fosil kökenli kaynaklar kullanılmaktadır. Fosil kaynaklı enerji üretimi ve kullanımı insan sağlığı ve çevre açısından birçok olumsuz etki meydana getirmektedir. ÇEVRESEL ETKİLER
Fosil yakıtların yoğun bir şekilde yakılması sonucu, başta karbondioksit olmak üzere, atmosferde sera gazlarının giderek artması ve buna bağlı olarak dünyamızın ısınması olayı, sera etkisi nedeniyle kürsele ısına olarak tanımlanmaktadır. Sera etkisi yapan gazlara örnek olarak, karbondioksit, karbonmonoksit, hidrokarbonlar ve kloroflora karbonlar verilebilir. CO2 güneşte gelen ve genelde kısa dalga boyunda olan ışınımlar geçirmekte buna karşılık, yerden yansıyan uzun dalga boyunda ışınımlar emmektedir. Bu nedenle son yüzyılda artan CO2 derişimi ne koşut olarak dünyamızın ortalama sıcaklığında bir artma olduğu saptanmıştır. Bu artmanın, yeryüzüne yakın yerlerde ısınma ve hava kürenin yukarı kısımlarında yaratacağı soğuma nedeniyle yüksek basınç sistemlerinin etkileneceği, buna bağlı olarak da aşırı iklim koşullarının görüleceği tahmin edilmektedir. Ayrıca sera olayının en büyük etkisinin, kutuplardaki buzulların erimesine yol açması ve denizlerin yükselerek bir çok ülkenin sular altında kalması olacağı konusunda değişik senaryolar üretilmektedir. SERA ETKİSİ
Kömür ve petrol gibi fosil yakıtların kullanımı sonucu havaya atılan kükürt dioksit ve azot oksit emisyonları, rüzgarla uzun mesafelere taşındıkça, sülfirik asit ve sülfat ile nitrat tuzları içeren azot oksit, nitrik asit dumanları ve damlacıklardan oluşan kirleticileri oluştururlar. Bu kimyasallar, asit yağmuru olarak sulu formda ya da gazlar, sis, çiy ya da katı parçacık olarak, kuru halde yeryüzüne dönerler. Asitlerin ve asit oluşturan bileşiklerin kuru ve sulu karışımlarının dünya üzerindeki bileşimine asit birikim ya da asit yağmuru adı verilmektedir. Büyük şehirlerdeki çok sayıda motorlu araçtan çıkan azot oksit emisyonları da asit birikimine katkı yapmaktadır. Asit yağmurları, yer yüzünde tarım alanlarına, binalara, insanlara kısacası tüm canlılara zarar verir. Asit yağmurlarından en çok ormanlar ve tarım alanları etkilendir. Asit yağmurlarının başlıca etkileri şunlardır; - Göllere ve akarsulara düşen asit yağmurları, sudaki asit dengesini bozarak balıkları etkiler. - Havada bulunan sülfat solunum yoluyla alınarak bronşit, astım, kanser gibi hastalıklara neden olur. - Toprağın yapısındaki magnezyum ve kalsiyum gibi bitkiler için önemli minerallerin derinlere taşınmasına ve bunun sonucunda ağaçların ve diğer bitkilerin beslenemeyip kurumasına neden olur. ASİT YAĞMURLARI
STROTOSFERİK Ozon İNCELMESİ Atmosferin, 12. ve 25. km’leri arasında strotosferde bulunan ozon tabakasının, ultraviyole (UV) ve kızıl ötesi radyasyonu absorbe eden temel bir rolü vardır. Strosferik ozonun, klora flora karbonlar, halojenler ve N2O emisyonları tarafından bölgesel tükenmesi ve bozulması küresel çevre problemidir. Ozonun tükenmesi sonucu, tahrip edici ultraviole radyasyonun artarak yeryüzüne ulaşması, insan sağlığı ve biyolojik türün zarar görmesine neden olur. Ozonu delen kaynaklar, insana ve doğal nedenlere dayalı kaynaklardır. Bunların en başında, enerji kullanımı sonucu oluşan emisyon gelir. Fosil yakıtların ve biokütlenin yanması sonucu oluşan %65-70’lik N2O’ya rağmen, ozon tabakasına asıl etki, klimalarda ve soğutucularda kullanılan ve yine yalıtım malzemesi olarak kullanılan köpüklerdeki klora flora karbonlar tarafından yapılmaktadır.
Termik santrallerin bacasından havaya yayılan duman bileşenlerinin, ağırlıklarına ve atmosferik olaylara bağlı olarak yere çökmesi ve linyitin yanması sonucu ortaya çıkan küllerin toprak üzerinde birikmesi toprağın kirlenmesine sebep olur. Ayrıca Termik Santrallerin soğutması su ile yapılır. Soğutma için kullanılan suyun deşarj edildiği ortamda sıcaklık zamanla yükselerek normal seviyesinin üstüne çıkar. Sıcaklığın değişmesi o bölgede yaşayan canlılar için çeşitli etkilere neden olur. Isı su kütlesinde biyolojik prosesleri hızlandırır ve çözünmüş oksijeni azaltır. Bunun yanında soğutma suyuna ilave edilen kimyasal maddeler de o ortamda kirliliğe neden olur. Ayrıca asit yağmurları nedeni ile de toprak ve su kirliliği meydana gelmektedir. TOPRAK VE SU KİRLİLİĞİ
- Hidrolik Enerji: Hidrolik enerjinin mikroklimatik, hidrolojik ve biyolojik çevre etkileri vardır. Baraj gölünün geniş yüzey alanı, buharlaşmayı artırmakta tarım arazilerinde tuzlanma ve çoraklaşma olmakta, sudan kaynaklanan paraziter hastalıklar artmakta, rezervuar altında kalacak bitki ve ağaçların kesilip temizlenmemesi ile denge oluşuncaya kadar başlangıçta birkaç yıl su kalitesi negatif yönden etkilenmektedir. Hidrolojik rejimde değişiklik olmakta, zorla göç yaşanabilmektedir. Sıcaklık-yağış rüzgâr rejimleri değişmekte, nehrin önüne set çekilmesinden ötürü aşağı kesimlerdeki toprağın sudaki faydalı organizmalardan mahrum kalması sonucu suni gübrelemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu maddelerin denize ulaşamaması ise denizdeki canlı türlerinin azalmasına sebep olmaktadır. - Rüzgar Enerjisi: Rüzgar enerjisinin olumsuzlukları; gürültü, görsel ve estetik etkiler, doğal hayat ve habitata etki, elektromanyetik alan etkisi, titreşim etkisi olarak sıralanabilir. Ayrıca türbinler kuş ölümlerine sebep olabilir. YENİLENEBİLİR ENERJİNİN ÇEVRESEL ETKİLERİ
. - Jeotermal Enerji: Yeni nesil jeotermal elektrik santrallerinde çevre kirliliği sıfıra yakındır. Jeotermal enerji kaynaklarının çevre üzerindeki muhtemel olumsuz etkileri; yüzey deformasyonu, akışkanın çekilmesiyle oluşan fiziksel etkiler, gürültü, termal kirlilik ve zararlı kimyasal maddelerin ortaya çıkmasıdır. Jeotermal kaynak kullanımında, sıcak su veya buharın çekilmesiyle oluşan toprak çöküntüleri yer altı suyu dengesinin bozulması ve gözeneklerdeki basınçların değişmesine neden olarak bölgesel risk oluşturur. Jeotermal kaynaklardaki kirleticiler; hidrojen sülfat, karbondioksit, amonyak, metan, borik asit,cıva ve arsenik olarak sıralanabilir. - Biyokütle Enerjisi: Biyokütle enerjisi genel anlamda çevreye uyumlu olmakla beraber, kullanılan biyokütle türüne göre bazı çevresel etkiler yaratabilmektedir. Normal şartlarda mükemmel gübre olabilecek bitki posası ve hayvan atıkları bir çok yerde sobada yakılmaktadır. Bunun sonucunda karbonmonoksit ve kansere neden olabilecek çeşitli partiküller havanın kirlenmesine neden olmaktadır.
Hidroelektrik Santrallerin Çevresel Etkileri Enerji kaynaklarının hızla tükendiği dünyamızda fosil yakıtların bir kenara bırakılıp yenilenebilir enerji kaynaklarına yönlendiğimiz bu devirde, hidroelektrik santraller enerji kaynaklarının başında gelmektedir. Su gücüyle elektrik üretimi ilkesine dayanan hidroelektrik santraller en temiz ve en zararsız enerji kaynaklarının başında gelmektedir. Elektrik enerji ihtiyacının karşılanması, dışa bağımlılığın azalması amacıyla Türkiye için hidroelektrik santraller önemli olmasına karşı, gerekli önlemler alınmadığı taktirde hidroelektrik santraller ekoloji, çevre ve ekonomi üzerinde etkileri olabilir.
Bir bölgeye hidroelektrik santralin inşa edilmesi o bölgenin ekolojik dengesinin bozulmasına neden olabilir. Bölgenin ikliminin değişmesi, floranın kaybolması, o bölgedeki hayvanların yaşamlarının tehdit edilmesi başlıca ekolojik etkiler olabilir. Hidroelektrik santrallerin çevresel etkileri olarak da hidroelektrik santralinin inşaatı sırasında ortaya çıkan atılar ortaya çıkmaktadır. Bir diğer çevresel etki de hidroelektrik santrallerinin sera etkisi olarak belirlenmiştir. Hidroelektrik santrallerinin ekolojik ve çevresel etkilerinin yanı sıra ayrıca ekonomik etkileri de vardır. Özellikle baraj tipi hidroelektrik santrallerinin inşaatı aşamasında yerleşim birimlerinin sular altında kalması ve bu alanların yeni yerlere taşınması gerekliliği, bazı özel alanların hidroelektrik santrallerin yapımı veya iletim hatlarının döşenmesi için istimlak edilmesi ekonomik etkileri arasındadır. Bu sayılan etkileri en aza indirmek için hidroelektrik santral projesinin iyi bir şekilde hazırlanıp bütün yönleriyle değerlendirilmesi gerekmektedir.
Termik Santrallerin Çevresel Etkileri Termik santrallerinin çevresel etkileri şöyle sıralanabilir: Hava Kirliliği, Su Kirliliği, Toprak Kirliliği, Canlılar üzerinde Yaptığı Etkiler. Hava Kirliliği İnsanoğlunun en temel hakkı olan yasama hakkı, nefes almak olsa gerek. Havanın kurşun gibi ağır olduğu, çocukların okula giderken ağızlarına, burunlarına mendil tıkadıkları bir yerde nefes almak ne kadar kolay olabilir ki… Hava kirliliği; havada katı, sıvı ve gaz halinde bulunan yabancı maddelerin insan ve diğer canlıların sağlığına, hayatına ve ekolojik dengeye zarar verecek yoğunlukta atmosferde bulunmasıdır. Atmosfere bırakılan veya termik santrallerden çıkan atıkların çevre üzerinde etkileri olduğu gibi insanların üzerinde de önemli etkileri vardır. Hava kirliliğinden bazı gruplar daha kolay etkilenmektedirler. Bu gruplar; bebekler ve gelişme çağındaki çocuklar, gebe ve emzikli kadınlar, yaşlılar, kronik dolaşım ve solunum sistemi hastalıkları olanlar, endüstriyel işletmelerde çalışanlar ve düşük sosyo-ekonomik grup içinde yer alanlardır.
Genel olarak havadaki kirleticilerin sağlığa etkileri ise şunlardır: Özellikle yeryüzüne yakın seviyelerde oluşan ozon insan sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Azot oksitlerin bulunduğu kısa süreli bulunma solunum şikayetlerine, uzun süre bulunma ise akciğerlerde kalıcı hasarlara neden olmaktadır. Partiküller madde tanecikleri bronşite, anfizem ve damar hastalıklarına bağlı olarak ölümlere neden olmaktadır. Kurşun kan hücrelerinin gelişmesini ve olgunlaşmasını engellemekte, kanda ve idrarda birikerek sağlığı olumsuz yönde etkilemektedir. Karbonmonoksit (CO)’in ise, kandaki hemoglobin ile birleşerek oksijen taşınmasını aksattığı bilinmektedir. Bununla birlikte kükürt dioksit (SO2)’in, üst solunum yollarında keskin, boğucu ve tahriş edici etkileri vardır. Özellikle duman akciğerden alveollere kadar girerek olumsuz etki yapmaktadır. Kronik kalp hastalığı olan kişilerin hastalıklarının alevlenmesinde artış, kanser insidansında artış ve erken ölüm insidansında artışa neden olmaktadır. Hava kirliliği arttıkça daha fazla ölüm veya hastaneye başvuru gerçekleşmektedir. Hava kirliliğinin yoğun olduğu bölgelerde insan yaşamın 1-2 yıl kadar daha kısa olduğu literatürde yer almaktadır.
Termik santrallerin çalışması sonucu ortaya çıkan baca gazı (SO2, NOx) birçok çevresel problemi de beraberinde getirmektedir. Kullanılan yakıta bağlı olarak değişen oranlarda çıkan gaz ve partikül maddeler uzun zaman boyunca havada asılı kalmaları nedeniyle bronşit, anfizeme, damar hastalıkları gibi hastalıkların yanında insan ölümlerine de sebebiyet vermektedir. Termik santrallerin oluşturduğu hava kirliliği sadece havayı soluyan canlılara değil, orman ve geniş tarım arazilerine de olumsuz etkiler yapmaktadır. Bacadan çıkan gazlar ve diğer maddelerin ürün verimlerine olumsuz etkileri görülmektedir. SO2 ve NOx gazları asit yağmurlarının oluşumunda birinci derecede sorumludurlar. Bacalardan atılan kükürt ve azot oksitler, rüzgarla birlikte ortalama 2-7 gün içerisinde atmosfere ulaşırlar. Bu zaman süresi içinde bu kirleticiler atmosferdeki su partikülleri ve diğer bileşenlerle tepkimeye girerek Sülfirik Asit ve Nitrik Asit’i oluştururlar. Atmosferde oluşan bu asitler, yağmur ve kar ile yeryüzüne ulaşırlar. Böylece termik santrallerin bacalarında gazlar ikinci kez ve daha geniş bir bölgeye etki etmiş olurlar. Termik santral küllerinin toplandığı alanda oluşan Radon gazı havaya ulaşmaktadır. Küllerin üzeri toprakla örtülse bile oluşan Radon gazı toprağın gözeneklerinden geçerek havaya karışmakta, yaklaşık 4 gün içerisinde Polonyum’a ve aktif Kurşuna dönüşebilmektedir. Bu nedenle kül yığınları çevreye radyoaktif madde yaymaktadır. Bacadan atılan maddelerin içerisinde en önemli olan radyoaktif madde Uranyum maddesidir.
Su Kirliliği Termik santrallerde soğutma, temizleme vb. işlemler için önemli miktarda su kullanılmaktadır. Kullanılan bu suyun alıcı ortama deşarjı sonucu ortamdaki sıcaklık dengesi bozulur. Sıcaklık canlılar için hayati önem taşıyan bir kavramdır ve sıcaklık değişimlerinin canlı faaliyetleri üzerinde kısıtlayıcı hatta öldürücü etkisi vardır. Kullanılan soğutma sularının alıcı ortama verilmeden önce arıtılması sırasında (geçici sertlik giderimi, çöktürme) kullanılan kimyasal maddeleri suyun verildiği ortamlarda kirliliğe neden olmaktadır. Baca gazından çıkan maddelerin yarattığı asit yağmurları da yeryüzüne düşmeyle beraber kirliliğe, bitki ve toprak yapısında değişime neden olabilmektedir. Uçucu küllerde bulunan Fe, Zn, Cu, Pb vb. ağır metaller yağmur sularıyla yıkanma gibi durumlarla yer altı suyuna ve içme suyu kaynaklarına ulaşabilmektedir.
Termik santrallerde buhar üretme, soğutma ve temizleme işlemleri için önemli miktarda su kullanılmaktadır. Termik santrallerde tüketilen soğutma sularının santralin makinelerine zarar vermelerini engellemek amacıyla, kullanılmadan önce çeşitli kimyasal işlemlerden geçirilmekte dir. Ancak bu işlem atık suların Demir2 Sülfat bakımından zenginleşmesine neden olmaktadır. Termik santrallerde yakma işlemi sonucunda önemli miktarda yüksek basınca ve sıcaklığa sahip buhar üretilmekte ve elektrik üretiminde bu buhar kullanılmaktadır. Buharın tribünleri çevirmesinden sonraki sıcaklığı da oldukça yüksektir. Termik santrallerde atık olarak çıkan ısının yaklaşık %15’i baca gazı içinde, %85’i ise su ile dış ortama bırakılmaktadır. Atık suların tekrar kaynağa döndürülmesi bu kaynakta kirliliğin artmasına neden olmaktadır. Termik santrallerin doğal çevre üzerindeki olumsuz etkilerinden bir diğeri de yakma sonucunda veya baca gazı desülfürizasyon tesislerinden çıkan küllerin su kaynakları üzerinde yarattığı kirlenmedir.
Toprak kirliliği Türkiye’deki linyitlerde önemli miktarda radyoaktif madde ile zehir etkisi yaratan elementler bulunmaktadır. Bu elementler ve radyoaktif maddeler yıkanma ile kömürün bileşiminden uzaklaştırılamamaktadır. Bu linyitlerin yakılmasıyla söz konusu radyoaktif maddeler baca gazları arasında partikül halinde veya kazandan çıkan diğer küllerle birlikte atılmaktadır. Afşin-Elbistan linyitleri üzerinde yapılan araştırmada Uranyum, Potasyum, Radyum ve Toryum gibi seçilmiş radyonük-loidlerin belirlenen yoğunlukları, literatürde yer alan kömürlerin ve dünya kabuğunun ortalama değerinin çok üzerinde olduğu tespit edilmiştir. Söz konusu elementler sadece yüzey ve yer altı sularını kirletmemekte, aynı zamanda toprağın kirlenmesine de neden olmaktadır.
Termik santrallerin hava ve su ortamlarında yarattığı etkiler toprak içinde geçerlidir. Santralde kullanılan suların toprağa deşarjı, asit yağmurları, uçucu küllerin toprak üzerinde birikmesi gibi bir çok kavram toprak kirliliğine ve dolaylı olarak verim düşmesi ve ürün kalitesinin bozulmasına sebep olmaktadır. Santralden çıkan baca gazları bitki örtüsünün gelişimini yavaşlatır. Ürün kalitesi ve ürün veriminin düşmesine neden olabilir. Toprak çoraklaşması, orman azalmasına sebep olabilir. Yapılan araştırmalar santral çevrseinde yaşayan insanlarda solunum yolu rahatsızlıklarının diğer bölgeler göre daha çok olduğunu ortaya koymuştur.
Hasankeyf Hasankeyf, üzerinde yapılması planlanan Ilısu Barajı ile sular altında kalma ve tüm kültürel hazinesini yitirme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Yerleşim merkezlerinin ve 10.000 yılı aşkın tarihi bulunan kültürel varlıklarından yanında bilirkişilerce hazırlanan raporda Ilısu Barajı'nın barındırdığı çevresel tehlikeler şöyle sıralanmıştır: Soyu tükenmekte olan hayvanların besin ve habitatlarının yok edilmesi Kitlesel balık ölümleri Çökelme ve ötrofikasyon Su kalitesinde ciddi düşüş Sıtma gibi su kaynaklı hastalıklarda artış Su kaynaklı çatışmalarda artış (özellikle Türkiye ile komşu devletler arasında)
TÜRKİYE’NİN YENİ ENERJİ DÜZENİ VE ENERJİ POLİTİKALARI NÜKLEER ENERJİ, RÜZGAR ENERJİSİ VE GÜNEŞ ENERJİSİNİN ÇEVREYE OLAN ETKİLERİ.
Nükleer Santraller Nükleer enerji, ülkemiz için enerji arz güvenliğimizin sağlanması, enerji ithal bağımlılığımızın ve cari açığın azaltılması bakımından büyük önem taşımaktadır. Fransa’nın petrol (%99) ve doğal gaz (%97) ithal oranları ülkemizdeki gibi yüksek olmasına rağmen, Fransa’nın enerji ithal bağımlılık oranı % 50 iken, ülkemizde bu oran %72 civarındadır. Bunun temel sebebi, Fransa’da elektrik üretiminde nükleer enerjinin payının % 75 olmasıdır. Akkuyu’da kurulacak nükleer güç santralinin enerji arz güvenliğinin sağlanması ve kaynak çeşitliliğinin artırılması bakımından önemi ortadadır. Ülkemizin 2023’te kurulu gücünün 110.000-130.000 MW arasında olması, elektrik tüketiminin 500 milyar kWh olması öngörülmektedir Bu çerçevede, Akkuyu ve Sinop’ta kurulacak Nükleer Santraller dikkate alındığında, yılda yaklaşık 80 milyar kWh elektrik üretilmesi öngörülmektedir. Denize sıfır bir yerde. 9 büyüklüğünde depreme dayanıklı, Santralın kurulacağı alanın projesi, flora, fauna (bitki örtüsü), coğrafya, tarih, arkeoloji, yerleşim alanlarına uzaklığı, çevresindeki sosyal yapı, tarım, iklim, yağışlar, sel,tsunami,sismik,trafikdurumu,akla gelmeyen türlü nedenler göz önüne alınarak yürütülüyor.
Nükleer Santrallerin Çevreyle Olan İlişkisi Nükleer enerji üretim zinciri, tümüyle ele alındığında sera gazı salımı konusunda en temiz seçenektir. Fosil yakıtların yanmasıyla açığa çıkan karbon monoksit, karbondioksit, sülfür dioksit ve azot dioksit gibi sera gazı oluşumuna sebep olan zararlı gazlar, nükleer santraller çalışırken atmosfere salınmaz. Günümüzde nükleer santraller, elektrik sektöründen kaynaklanan sera gazı salımın da yıllık olarak yaklaşık %17 azalmaya sebep olmaktadır. Bu santrallerin yerine fosil yakıtlı santrallerden elektrik elde edilmiş olsa her yıl 1,2 milyar ton karbon atmosfere verilecekti. Nükleer santrallerden çıkan atık miktarının çok az olmasıyla çok az yer kaplayacağından yer üstündeki depolarda güvenli bir şekilde depolanabilmektedirler. Örneğin, 1000 MW gücündeki bir nükleer santralden yılda yaklaşık 30 ton (yük treni vagonunun17 yarısı) nükleer atık çıkmaktadır. Aynı büyüklükteki bir fosil santralinden ise yaklaşık 2.000.000 ton petrol atığı veya kömür atığı çıkmaktadır.
Buna rağmen nükleer santrallerin atıklarının depolama sorunuoldukça büyüktür. Küçük bir hata büyük sorunlara neden olacaktır.Nükleer reaktörlerin çalışması sırasında atık olarak ortaya çıkan Plütonyum üst düzeyde zehirli ve kanser yapıcıdır. Açığa çıkan bir diğer radyoaktif madde olan stronsiyum yağış yoluyla bitkilere oradan da hayvanların sütüne geçerek insanlara bulaşır. Kan kanserine yol açar.Sezyum ve iyot da besin yoluyla insan vücuduna girer ve Tiroit bezi kanserine, çocuklarda büyüme aksaklıklarına ve genetik bozukluklara neden olur.Nükleer reaktörler denize yakın yerlere kurulmuşturlar. Çünkü soğutma sistemi deniz sıcaklığına göre ayarlanmaktadır. Bir sorunda burada çıkmaktadır. Denizin ph, sıcaklık değerini düşürerek denizde yaşayan canlıları da olumsuz etkilemektedir. Sonuç olarak,eğer iyi çevre koruma tedbirleri alınırsa nükleer santrallerin hiç bir şekilde zararı mümkün olmamaktadır, ancak çevre koruma tedbirleri çok iyi alınmazsa en küçük bir hata veya kazada büyük felaketlere sebep olabileceği de unutulmamalıdır.
RÜZGAR ENERJİSİ Rüzgar enerjisinin ekonomiye katkısı oldukça fazladır.Brüt potansiyelinin yılda yılda 400 milyar kWh olduğu düşünülmektedir. Teknik potansiyelinin ise 120 milyar kWh olduğu düşünülmektedir. Söz konusu teknik potansiyel yıllık elektrik üretiminin 1.2 katıdır. Ancak Türkiye genelinde güvenilir rüzgar enerjisi potansiyeli 12 milyar kWh/yıl olarak hesaplanmaktadır. RÜZGAR SANTRALLERİNİN ÇEVRESEL AVANTAJLARI 1-Dünyanın en temiz elektrik üretme sistemidir. 2-Bu enerji için hammadde gerekmez. 3-Sürdürülebilir (sürekli olan) bir enerji sistemidir. 4-Hava kirliliğine neden olan bir çevre kirliliği yaratmaz. 5-Maliyeti düşük bir enerji sistemidir. 6-Rüzgar enerjisi hiç bir atık içermez.
RÜZGAR ENERJİSİNİN DEZAVANTAJLARI 1-Gürültülüdürler. 2-Dönen pervaneler nedeniyle kuşların ölümüne sebep olabilirler. 3-Çok büyük alanlara inşa edilirler. 4-Radyo, televizyon ve haberleşme dalgalarını olumsuz etkiler. 5-Bazı arazilerde görüntü bozuklukları oluştururlar. Her şeye rağmen rüzgar enerjisi fosil yakıtlara oranla iyi bir enerji sistemidir. Bu yüzden bir çok dünya ülkesinde bu enerji kaynağından yararlanılmaktadır. Bu sistemle küresel ısınmaya karşı az veya çok mücadele edilebilir. GÜNEŞ ENERJİSİ Ülkemiz, coğrafi konumu nedeniyle yüksek güneş enerjisi potansiyeline sahip olması bakımından çok şanslıdır.Türkiye'nin Güneş Enerjisi Potansiyeli Atlasına (GEPA) göre, yıllık toplam güneşlenme süresi 2.737 saat (günlük toplam 7,5 saat), yıllık toplam gelen güneş enerjisi 1.527 kWh/m².yıl (günlük toplam 4,2 kWh/m²) olduğu tespit edilmiştir.
Güneş Enerjisinin Avantajları Bol ve tükenmeyen bir kaynaktır.Çevreye zarar vermez.Dünyanın her yerinde kullanabilir.Maliyetleri düşüktür. Enerji elde maliyeti neredeyse sıfırdır.Güneş Enerjisinin Dezavantajları İlk kurulum maliyeti yüksektir.Elektrik üretmek adına geniş araziler ihtiyaç duyulur.Güneş batınca üretim durur.Enerji için dev bataryalarla enerji birikimi gerekir.
ÇEVRESEL ETKİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ AÇISINDAN NÜKLEER VE TERMİK SANTRALLERİN KARŞILAŞTIRILMASI
Kaynak Ekstraksiyonu Açısından Karşılaştırma Termik santrallerde kullanılan kömürler yüzey veya yeraltı madenciliği yapılarak çıkartılır. Kömür çıkartılırken oluşan katı atıklar, silt, yapılan asit drenajı, flora-faunanın zarar görmesine ve estetik görünümün bozulmasına neden olur.
Eğer yeraltı madenciliği yapılıyorsa, bu etkilerin yanında göçük ve meslek hastalıklarının oluşması da söz konusudur. Termik santrallerde yakıt olarak petrol ürünleri ve doğalgaz da kullanılabilir. Petrol çıkarılması sırasında arazi kullanımının bozulması, dökülme, brine uzaklaştırma ve kuyularda patlama gibi sorunlarla karşılaşılabilir. Doğalgaz çıkartılırken açılan kuyular arazi kullanımının bozulmasına neden olur. Nükleer santrallerde yakıt olarak uranyum kullanılmaktadır. Uranyum maden işletmeciliğinin diğer maden işletmelerinden bir farkı yoktur. Kömür işletmelerindeki patlayıcı grizu gazının yerini, uranyum işletmeciliğinde radyoaktif radon gazı alır. Uranyum maden işletmeciliği sırasında çok fazla katı atık oluşur (1 GW'lık büyük boy bir nükleer santrale 30 yıllık ekonomik ömrü boyunca yakıt sağlayan ülkede 6,6 milyon ton cevher kalıntısı kalır)
Yakıt İşlenmesi Açısından Karşılaştırma Kömür, termik santrale getirilmeden önce ve termik santralde yakıt olarak kullanılması için bir takım işlemlerden geçirilir. Kömür öncelikle iş makineleriyle parçalanıp taşıyıcılara yüklenerek kömür kırma tesislerine gönderilmektedir. Burada kaba kırma işlemine tabi tutulan kömür termik santrale nakledilir, termik santralde ince kırıcılarda tekrar kırılır ve öğütücülere gönderilir. Öğütücüden geçen kömür yakıt olarak kullanıma hazırdır. Bütün bu işlemler sonucunda katı ve sıvı atık gibi çevresel problemlere neden olabilecek kirleticiler oluşmaktadır. Petrol de aynı şekilde kullanılmadan önce rafine edilmektedir. Bu işlem sonucunda hava ve su kirliliğine neden olabilecek atıklar oluşmaktadır. Doğalgaz ise içindeki H2S miktarının çok fazla olması halinde bir ön işleme tabi tutulur.
Nakliye Açısından Karşılaştırma Termik santrallerde kullanılacak kömür, petrol ve doğal gazın çıkarıldıkları bölgeden santrale çeşitli şekillerde taşınması gerekir. Kömür nakliyesi sırasında kazalar meydana gelebilir. Ayrıca kömürü taşıyan araçların yakıt tüketimi hem mali açıdan hem de çevre kirliliği açısından etkilidir. Petrolün taşınması için boru hatları kurulabilir. Bu ise arazi kullanımı açısından olumsuzluklar meydana getirir. Petrolün tankerle taşınması durumunda olabilecek kazalar ve maliyet göz önünde tutulması gereken hususlardan biridir. Bu etkilerin hepsi doğalgaz nakliyesi için de geçerlidir. Nükleer santraller için gerekli olan uranyumun nakliyesi ise diğer yakıt nakliyelerinden daha riskli ve daha çok dikkat edilmesi gereken bir iştir. Uranyumun radyoaktif bir element olması nedeniyle tehlike çok daha büyüktür.
Enerji Dönüşümü Açısından karşılaştırma Yakıtların santrallerde enerjiye dönüşmesiyle çeşitli alanlarda kirlilikler meydana gelmektedir. Kömürün kullanılmasıyla özellikle baca gazından çıkan SO2 ve NOxgibi maddeler; ayrıca toz partiküller hava kirliliği oluşmasına neden olmaktadır. Bu maddelerin atmosferde çok fazla artmasıyla, asit yağmurları meydana gelebilmektedir. Ayrıca bu santraller suda termal kirliliğe neden olurlar. Kömürün yakılmasından geriye kalan kül ayrı bir problemdir. Bu külde ağır metal ve radyoaktif maddeler olabilmektedir. Bu külün depolanması sonucu depo sahasındaki bitki örtüsü ve toprak etkilenmekte, yağışlarla yeraltı sularına bulaşması durumunda yeraltı sularının kirlenmesine sebep olmaktadır. Petrolle çalışan termik santraller daha fazla hava kirliliği ve termal kirlenmeye sebep olmaktadır. Baca gazından çıkan SO2, NOx ve hidrokarbonlar (HC) hava kirliliğine yol açmaktadır. Doğalgazla çalışan termik santrallerin meydana getirdiği hava kirliliği diğerlerine nazaran azdır ve bu kirlilik NOx'ler nedeniyle olmaktadır. Aynı zamanda tüm bu fosil yakıtların küresel ısınmaya da katkıları vardır.
Nükleer santrallerde bu tür hava kirleticiler yoktur. Nükleer santrallerin çevreye verdiği en önemli olumsuzluk termal kirliliktir. Bu ise diğer termik santrallerde de mevcut olan bir durumdur. Nükleer santralleri diğer santrallerden ayıran en önemli özellik, ileri teknoloji kullanılmaması halinde bir kazanın meydana gelmesiyle oluşabilecek radyoaktif sızıntı durumudur. Nükleer santrallerin bir kaza halinde nükleer bomba gibi patlaması mümkün değildir. Fakat alınan tüm önlemlere rağmen büyük çapta radyasyon sızıntısı olması durumunda sadece o yöredeki değil, yakın bölgelerdeki bütün canlı varlıklar tehlike altındadır. Oluşan radyasyonun canlılar üzerindeki etkisi hem kısa vadede hem de uzun vadede görülebilmektedir. Ancak son derece modern ve doğru bir teknoloji ile kurulmuş bir nükleer santralde bu kaza riski çok azdır (yaklaşık 40-43 yıllık geçmişi olan ve 32 ülkede çalışır vaziyette 436 nükleer santralde ölümlerin meydana geldiği tek sivil nükleer santral kazası Çernobil'dir ve hantal teknoloji kullanılması sonucu faciaya yol açmış bir kazadır)
Enerji Nakli Açısından Karşılaştırma Bütün enerji üreten santraller ürettikleri enerjiyi nakil hatları vasıtasıyla ihtiyaç duyulan yerlere gönderirler. Nakil hatlarının en önemli olumsuzluğu arazi kullanımı açısındandır. Bu enerji nakil hatları estetik açıdan da pek hoş görüntüler oluşturmazlar .Yukarıda sayılan bu beş olumsuz etki bütün santraller için geçerlidir. Ancak, nükleer santrallerin bunlara ek olarak yaptığı iki olumsuz etki daha vardır. Bunlar tekrar proses edilme ve radyoaktif atıkların uzaklaştırılması aşamalarında meydana gelir. Tekrar proses edilme aşamasında radyoaktif emisyonlar hava kirliliği üzerinde olumsuz etkiye sahiptir. Radyoaktif atıkların uzaklaştırılması sırasında meydana gelebilecek bir kaza istenmeyen etkilerin oluşmasına neden olabilecektir.
- KYOTO PROTOKOLÜ NEDİR? - ANLAŞMA NE DURUMDA? - KYOTO PROTOKOLÜ VE ÇEVRESEL ETKİLERİ - KYOTO PROTOKOLÜ VE TÜRKİYE - SONUÇ
KYOTO PROTOKOLÜ NEDİR? Kyoto protokolü sera etkisi yaratan gazların salımlarını (emisyon) kısmak üzere sanayileşmiş ülkelere çeşitli hedefler belirleyen uluslararası bir anlaşmadır. Sera etkisi yaratan gazlar, kısmi de olsa, küresel ısınmanın, yani küresel ısının yeryüzündeki hayatı tehdit edecek derecede artmasının nedenleri arasında gösterilmektedir. Birleşmiş Milletler İklim değişikliği Çerçeve sözleşmesi içinde imzalanmıştır. Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa salınım ticareti yoluyla haklarını arttırmaya söz vermişlerdir. 1997 yılında oluşturulan protokol, 1992'de imzalanan bir çerçeve anlaşmada belirlenen ilkelere dayanıyor.
ANLAŞMA NE DURUMDA? Anlaşma Aralık 1997'de Japonya'nın Kyoto şehrinde görüşülmüş, 16 Mart 1998'de imzaya açılmış ve 15 Mart 1999'da son halini almıştır. Rusya'nın 18 Kasım 2004'te katılmasıyla 90 gün sonra 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Aralık 2006 tarihinde toplam 169 ülke ve devlete bağlı örgütler anlaşmaya imza atmışlardır (Ek 1 ülkelerinin salınımlarının %61.6'sından fazlasına karşılık gelmektedir). İmza atmayan önemli ülkeler arasında ABD ve Avustralya gibi gelişmiş ülkeler haricinde, gelişmekte olan Türkiye (şubat 2009 itibari ve meclis kararı ile Türkiye 2013 yılına kadar Ek 2 ülkeleri içinde yer almak ve karbon salım azaltımına bu tarihe kadar gitmemek kaydı ile Kyoto Protokolünü imzalamıştır) gibi ülkeler de yer almaktadır.Çin ve Hindistan gibi bazı ülkeler ise anlaşmaya imza atsalar bile karbon salınımlarını azaltmak zorunda değillerdir.Anlaşmanın 25. maddesine göre anlaşma “Ek 1'de yer alan en az 55 ülkenin imzalaması ve bunun Ek 1 ülke salınımlarının en az %55'ine karşılık gelmesi durumunda, buna uyulduğu tarihten sonraki doksanıncı gün yürürlüğe girer.” 55 ülke şartı 23 Mayıs 2002'de İzlanda'nın anlaşmayı kabul etmesi ile, %55 şartı da Rusya'nın 18 Kasım 2004'te anlaşmayı imzalaması ile sağlanmış, anlaşma 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir