530 likes | 1.02k Views
KAMU EKONOMİSİ VE BASKI GRUPLARI İLİŞKİSİ. KAMU EKONOMİSİ VE DEVLETİN EKONOMİDEKİ YERİ.
E N D
KAMU EKONOMİSİ VE DEVLETİN EKONOMİDEKİ YERİ Devlet yüzyıllardan beri var olan sosyal bir olgudur. Devletin tanımı noktasında siyasal bilimciler ve sosyal düşünürler sürekli “devlet nedir” sorusuna cevap aramışlardır. Devlet konusundaki kavram ve tanımların çeşitliliği, anlayış farklarından meydana gelmektedir. Çünkü devlet, insanlık tarihinin belli aşamalarında ortaya çıkmış ve bu aşamalar içinde şekillenmiştir. Tarihin değişik dönemlerinde devletin tanımlanmasında farklılıkların olması da devlete yüklenen görev ve fonksiyonlardaki değişmelerden kaynaklanmaktadır. Günümüz çağdaş devlet tanımı bu tarihsel süreç içerisinde anlamını kazanmıştır. Zira devlet tanımlaması yaşanan çağın özelliklerine, siyasi ve idari yapısına, ideolojik yaklaşımlara göre farklı şekillerde yapılmıştır.
Günümüzde devlet, insanların toplum yaşamında başvurdukları bir örgütlenme biçimi ve siyasal bir organizasyon olarak tanımlanmakta ve ulusal sınırlar içerisinde yaşayan insanların ortak nitelikteki gereksinimlerini karşılamak devletin temel amacı olarak kabul edilmektedir. KAMU EKONOMİSİ ise devletin ve kamu kuruluşlarının ekonomik faaliyetlerini inceleyen bir bilimdir.
İktisadi kaynakların etkin dağılımı ekonominin genel dengesi ile yakın bir ilişki içerisindedir. Kamu kaynaklarının kullanım yetkisini elde eden siyasal iktidarlar, gerçekleştirdikleri harcamalar ve söz konusu harcamaların finansmanı nedeniyle, ekonomide kaynak dağılımı üzerinde olumsuz etkiler meydana getirerek, birçok iktisadi sorunun doğumuna neden olmaktadırlar. Devletin iktisadi yaşama müdahalesi, farklı iktisadi yaklaşımlarca farklı şekillerde değerlendirilmiştir. İktisadi yaklaşımların güncellik kazandıkları dönemlerde iktisadi hayatta gözlenen aksaklıklar ve bu aksaklıkların nitelikleri bu konuda temel belirleyici olmuştur
Klasikler Ve Devlet Anlayışı Klasik iktisatçılar, devletin çeşitli gerekçelerle ekonomiye müdahalesine karşı çıkmışlardır. Bu Teori taraftarlarına göre, ekonomide ortaya çıkabilecek fiyat dalgalanmalarını düzeltmek ve tam istihdama ulaşmak devlet müdahalesini zorunlu kılmaz. Çünkü, "Ekonomi’de Görünmeyen El" gerek fiyat istikrarını gerekse tam istihdamı temin edecek bir özelliğe sahiptir. Başka bir ifade ile, fiyatlar ve özellikle ücretlerin aşağıya ve yukarıya doğru esnek olması, tam istihdam düzeyinin sağlanmasına ve korunmasına yetecektir. Bazen küçük boyutlu ve kısmi nitelikteki aksaklıklar yaşansa da, ekonominin istikrarlı yapısı, bu tür geçici aksaklıkları gidereceğinden, devlet müdahalesine gerek kalmadan yeniden dengeye ulaşılacaktır.
Klasiklere göre; • Birey “RASYONEL DAVRANIŞ” gösterir, • Devlet yönetiminde ise “SAVURGANLIK” söz konusudur.
Adam Smith’e göre; • Fertler işleri daha iyi yaparlar. • İşler fertlerce daha iyi bir şekilde yapılmasa bile, işlerin bizzat onlar tarafından yapılması neticesinde ortak gayelerin geliştirilmesi sağlanacağı gibi, inisiyatif ve tecrübelerinin artması sonucu da elde edilir. • Hükümet müdahalesi, hükümetin gücünü ve kudretini gereksiz yere artırarak; büyük bir fenalık ortaya çıkarır. Bürokrasi ne kadar gelişirse, esaret o kadar fazla olur.
KEYNESYEN TEORİ VE DEVLET Keynesyen iktisatçıların ortak özelliği, iktisadi ve toplumsal alanda, "devlet müdahaleciliği"nin yararlı sonuçlar doğuracağı inancını taşımalarıdır. Eski ya da yeni bütün keynesyen iktisatçıların bu inancı benimsemeleri, aşağıdaki üç önerme üzerinde uzlaşmalarına dayanmaktadır; • Ekonomide özellikle genişleme dönemlerinde, cari ücret düzeyinde emek arzı fazlalılığı (işsizlik) sorunu gözlenebilir. • Toplam ekonomik faaliyet düzeyinde zaman zaman bariz dalgalanmalar gözlenebilir. • Para çoğu zaman önemlidir. Buna karşın para politikası, bazı dönemlerde (Büyük Bunalım gibi) etkisiz olabilir
1970'li yıllarda başlayan ekonomik krizle birlikte Keynes'çi politikalar, kamu müdahaleciliği ve kamu girişimciliği ciddi bir biçimde sorgulanmaya başlanmıştır. İngiltere, Amerika ve Japonya'nın da aralarında bulunduğu belli başlı gelişmiş ülkelerde Klasik iktisadın yeniden yorumlanmasına yönelik iktisadi ve siyasi düşünce hareketleri gelişmiş ve bu hareketler muhafazakar iktidarların ideolojisini oluşturmuştur. 1970‘li yılların sorunlarına çözüm üretememesi Keynezyen iktisada alternatif iktisadi düşünceleri gündeme getirmiştir. Bu teoriler klasik iktisat ilkelerine dayalı fakat onu bazı yönlerden eleştiren yeniden yorumlayan bir karaktere sahiptir. Moneterizm, Rasyonel Beklentiler Okulu, Kamu Tercihi Teorisi ve buna dayalı olarak oluşturulan Anayasal İktisat, Arz Yönlü İktisat bu teorilerdendir.
Devletin Görev Ve Fonksiyonları İle İlgili Yaklaşımlar • Minimal Devlet / Ultra – Sınırlı Devlet; Sınırlandırılmamış, kurallara bağlanmamış bir devlet, insan hak ve özgürlüklerinin en büyük ihlalcisidir. • Sivil toplum düzeninde, devletin güç ve yetkileri belirlenmiş ve çerçevesi çizilmiştir. • En iyi devlet, sınırlandırılmış ve hukuk kurallarına bağlanmış devlettir görüşüdür.
Piyasa aksaklıklarına neden olur; • Statik Piyasa Başarısızlıkları: 1. Monopol ve oligopol yapılar. 2. Sosyal malların (kamu hizmetlerinin) varlığı3. Dışsallıklar (pozitif veya negatif)4. Ortak mülkiyet konusu kaynakların varlığı: Meralar, balık yatakları, göller v.s.5. Doğal tekellerin mevcudiyeti: Azalan maliyet endüstrileri (sürekli ölçekten getiri)6. Bazı mal piyasalarının (gelecek) bulunmaması7. Gelir dağılımındaki eşitsizliklerin ve yoksulluğun düzeltilememesi 8. Bilgi edinmenin maliyetinin çok yüksek olması (iş bulma, deprem sigortası v.s.) veya bilginin asimetrikliği
Dinamik piyasa Başarısızlıkları; 1. Makul bir büyüme hızına ulaşılamaması2. Makro dengesizlikler ya da konjonktür hareketleri: İşsizlik ve enflasyon3. Ekonominin faktör donanımındaki çarpıklık ve bazı faktör arzlarının yetersiz kalmasının üretimi durdurması: Müteşebbis azlığı ve sermaye kıtlığı4. İnsanların teleskopik fakültelerinin (zamanı iskonto edebilme kabiliyetlerinin) bozuk olması: Zaman miyopisi veya geleceği yüksek bir oranla iskonto etme eğiliminin varlığı5. Mali piyasaların yani para ve sermaye piyasalarının yokluğunun sanayileşmenin finansmanın engellelesi
2. Sınırlı Ve Sorumlu Devlet Bireylerin ifade özgürlüğüne sahip olduğu, din, devlet ve kimi zaman kurumların gücünün sınırlandırıldığı, düşüncenin serbest bir şekilde dolaştığı, özel teşebbüse olanak sağlayan bir serbest piyasa ekonomisinin olduğu, hukuğun üstünlüğünü geçerli kılan şeffaf bir devlet modeli ve toplumsal hayat düzeni hedefler.
3. Karma ekonomi Devleti Karma ekonomi, iki evrensel ekonomik sistem olan "kapitalizm" ve "sosyalizm" arasında yer alan, fakat özü itibariyle kapitalist sistemin özelliklerini taşıyan bir ekonomik düzendir. Buna göre, kişi ne her şeyin üstünde tutulmakta, ne de topluma feda edilmektedir. Ancak kişilerin çıkarlarıyla toplumun çıkarlarının çatışması halinde toplumun çıkarları öncelik kazanmakta ve kişinin bazı temel hakları kısıtlanmaktadır.
4. Aşırı Müdahaleci Devlet Devletin ekonomik alandaki gücünün ve yetkilerinin, yani devlet yönetiminin kapsamının sınırlı olduğu bir ekonomik düzen "liberalizm", bunun tersi ise, yani devletin ekonomik güç ve yetkilerinin geniş olduğu; sınırsız ya da aşırı devlet müdahalesinin söz konusu olduğu bir ekonomik düzen ise "totaliterizm"dir. Daha kısa bir ifadeyle, liberalizm, sınırlı devlet; totaliterizm ise, sınırsız devlet ya da aşırı müdahaleci devlet anlamına gelmektedir.
5. Sosyalist Devlet Sosyal Devlet klasik liberal demokrasinin ekonomik ve siyasal temellerini değiştirmeden sosyal güvenliğin sağlanması, işsizliğin önlenmesi, emeğiyle yaşayanların korunması ve yaşam düzeylerinin yükseltilmesi yoluyla sosyal eşitsizlikleri giderme işlevini yüklenen devlet yapısıdır.
Müdahaleci Devlet Anlayışı ve Vergileme Vergi; müdahaleci devletin elinde iktisadi ve sosyal hayatı düzenlemenin ve iktisadi faaliyetleri kendisinin belirleyeceği yönlere kanalize etmenin bir aracıdır. Bu durum bazı iktisatçılar tarafından “ekonominin vergi yoluyla idaresi” şeklinde ifade edilmiştir,bu nedenle de ekonomik baskı gruplarını yakından ilgilendirmektedir.
Vergi yoluyla ekonomiye müdahale etmenin yolları; • Vergi artışı ve indirimi ile ekonomiye müdahalede bulunmak • Ayırma yoluyla ekonomiye müdahalede bulunmak • Budama yoluyla ekonomiye müdahalede bulunmak • Yeniden dağıtım yoluyla ekonomik ve sosyal hayata müdahalede bulunmak
BASKI GRUPLARI VE KAMU EKONOMİSİ İLİŞKİSİ • Bireylerin çıkarları; gelir sınai mesleki yada ideolojik olabilmektedir. Bu kişileri ise karar alma sürecinde belli kararların alınmasında kendi refahlarının arttırılması yönünde çaba sarfederler. • Ayrı çıkarlara sahip bir çok baskı grubu farklı metodlar kullanarak amaçlarına ulaşma gayreti içindedirler.Bu durum ise rekabet ortamının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Ekonomilerde etkili şekilde baskı yapabilen baskı grupları yoğun çıkar sahibi ve üye sayısı az olan gruplardır. Bir ülkenin yurttaşları ise çıkarları doğrultusunda siyasal partiler oluşturmakta ve onlara oyları ile destek olabilmektedirler. Bu durum ise baskı gruplarının siyasi partilerin yerine geçerek ve sürekli olarak kamu yararını ortaya çıkarabilecekleri düşüncesi ile çelişmektedir.
Baskı Gruplarının Siyasal Karar Alma Sürecindeki etkileri Kamu ekonomisinde ekonomik karar birimlerinin (siyasal iktidar, bürokrasi v.s.) tıpkı piyasa ekonomisindeki karar birimleri gibi, rasyonel tercihlerde bulunduğu ve temel amaçların özel çıkarlarını maksimize etmek olduğunu savunulmaktadır. Daha açık bir ifade ile, kamu ekonomisinde; • Siyasal iktidarların “oy” maksimizasyonu, • Bürokrasinin “bütçe” maksimizasyonu, • Çıkar ve baskı gruplarının “rant” maksimizasyonu, • Seçmenlerin ise “fayda” maksimizasyonu peşinde oldukları ileri sürülmektedir.
Politik karar alma süreci yürütme organının aldığı kararlarla beraber yasama ve yargı organlarının da faaliyetlerini kapsar. Demokratik sistemlerde hükümet ve siyasi partiler çok etkili kurumlar olmakla beraber, hükümet kararlarının sonuca bağlandığı parlamento yani yasama organı da oldukça etkin bir fonksiyon üstlenmektedir. Yargı organı ise hükümetin ve parlamentonun aldığı kararları hukuki açıdan inceleyerek söz konusu kararları şekillendirmektedir.
Baskı Gruplarının Maliye Politikasını Etkilemedeki Rolü • Maliye politikasının “yeniden dağıtıcı” yönü dikkate alındığında baskı grupları tekrar devreye girmektedirler. • Baskı grupları maliye politikasının bu özelliğinden yararlanmak için kamu harcamalarının yönünü değiştirerek amaçlarına erişmek isterler.
Politikacılar ise seçimlerden önce oy maksimizasyonu için seçmenlerine karşı sözlerini yerine getirmek amacıyla harcama politikalarını yönlendirmekte ve harcamaları artırabilmektedirler. • Hem iktidar partisi hem muhalefet partileri seçim öncesi çalışmalarında oy maksimizasyonu hedefiyle harcamaları çok fazla arttırmaktadırlar.
Bu Düşünce ile hareket eden siyasi partiler, gerek parti programlarına gerek hükümet programlarına baskı gruplarının lehine olan bazı konuları dahil ederler. Örneğin 1950-1985 döneminde işbaşına gelen hükümetlerin programlarının hemen tümünde "sağlam maliye" ve istikrarlı kalkınma motifleri yer almaktadır. Vergi veriminin arttırılması, vergi kaçakçılığının azaltılması, vergi idaresinin reorganizasyonu ve vergi yargısının düzeltilmesi de diğer genel ortak noktaları oluşturmaktadır. Bazı programlarda ise spesifik önlemlere yer verilebilmektedir. Örneğin, tasarruf bonolarının kaldırılması,servet beyanlarının iadesi gibi somut konular programlarda görülebilmektedir. Hükümet programlarının bir kısmında âdil gelir dağılımı ve bununla ilintili olarak vergi yükü dağılımında değişikliklere değinildiğini gözlemlemek mümkündür.
Baskı gruplarının etkilerinin hükümet programlarına ne ölçüde yansıdığını gözden geçirmek üzere, çeşitli programlarda değinilen vergi konularını şöyle belirtebiliriz • Birinci Menderes Hükümesi programı (1950): Şikâyet konusu vergiler olarak muamele vergisi, hayvanlar vergisi ve yol yergisinin gözden geçirilmesi; • İkinci Menderes Hükümeti programı (1951): Ayni konular, ayrıca esnaf vergisinin düzeltilmesi; • Üçüncü Menderes Hükümeti programı (1954); Gelir mevzuatının iş hayatım tazyik etmemesi, sermaye birikimini zedelememesi, küçük esnafın vergi dışı bırakılması, hayvanlar vergisinin tamamen kaldırılması, imalât muamele vergisinin kaldırılması; • Dördüncü Menderes Hükümeti programı (1957): Malî hedef olarak vergicilikte âdil, modern ve gelişmiş bir sistem;
İkinci İnönü Hükümeti programı (1962): Ziraî kazançların ve küçük ticaret-sanat erbabının vergilendirilmesinde şikâyetlere çare, 1961-62 yıllarında alınan ve iş hayatına menfi tesir ettiği ileri sürülen servet beyanlarını iade; • Üçüncü İnönü Hükümeti programı (1963): Tarım kazançlarında istisna ve muafiyetlerin daraltılması (Belli bir baskı grubuna karşı alınacak önleme programda yer verilişin ilk örneği); • Birinci Demirel Hükümeti programı (1965): Vergilerin serbest teşebbüs üzerindeki olumsuz etkilerini giderme, ticarî mahremiyeti zedeleyen servet beyanlarını kaldırma, dar gelirliler ve işçilerden tasarruf bonosunu kaldırma gibi..
TÜRKİYE’DE BASKI GRUPLARI • KÜLTÜREL BASKI GRUPLARI • EKONOMİK BASKI GRUPLARI • Mesleki Baskı Grupları _ Tüsiad _ Yased _ Giy. San. Der • Bölgesel Baskı Grupları _ Sanayi Odaları _ Ticaret Odaları _ Ziraat Odaları 3. İşçi Sendikaları 4. İşveren Sendikaları
Türkiye’de Etkinlikleriyle Öne Çıkan Baskı Grupları Türkiye’de baskı grubu denilince akla ilk gelen ve hükümetler üzerinde büyük etkileri olduğu tahmin edilen; işçi sendikaları, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Türkiye Sanayicileri ve İşadamları Derneğidir. (TÜSİAD)
İşçi Sendikaları Türkiye’de işçi sendikalarının kurulması, çok partili yaşama geçişe paralel bir gelişme göstermiştir. 1946’da sınıf esasına dayalı dernek kurma yasağı kaldırılmış, 1947’de de bir Sendikalar Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun, sendikaların siyasetin dışında kalmalarını öngörüyor ve sendikaların grev yapmasına imkan vermiyordu. Bu çok dar çerçevede dahi, sendikalar gelişme göstermiş ve 1952 yılında Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) kurulmuştur.
Türkiye’de sendikaların siyasal süreci etkileme yöntemlerine bakılacak olunursa; Siyasal partiler, sendikalarla iletişimi gerçekleştirmek ve işçilerin desteğini sağlamak için sendika önderlerini milletvekilliğine aday gösterirler. Bazı partiler işçi temsilcileri için özel kontenjanlar ayırmışlar, diğerleri de bazı liderleri aday olmaya davet etmişlerdir. Seçim dönemlerinde bazı sendikalar, işçilere ve işçi çıkarlarına karşı sert tavırlar almış milletvekilleri ve kişilerin yer aldığı kara listeler oluşturmuş, işçilerden bu kimselere oy vermemeleri istenmiştir.
Sendikalar, partilerin gündeme getirdiği ve kendilerini de yakından ilgilendiren konularda gösteri yürüyüşleri, mitingler ve toplantılar düzenlemişlerdir. Bunun yanında sendika yöneticilerinin, parti yöneticilerini ziyaret ederek, onların tutum ve kararlarını işçiler lehine etkilemeye çalışmaları da, her zaman başvurdukları yollardan biridir. Ayrıca sendikalar, seminer ve toplantılar düzenleyerek, bildiriler yayınlayarak kamuoyunu aydınlatmak, savundukları görüşler lehine bir kamuoyu oluşturarak da, siyasal süreci dolaylı olarak etkilemeye gayret etmişlerdir.
TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ 1950 tarihlerinde, konuyla ilgili kanunların yayınlanmasından sonra, oda ve borsaların sayısı hızla artarak “Ticaret ve Sanayi Odaları”, “Ticaret Odaları, Sanayi Odaları”, “Ticaret Borsaları ve Deniz Ticaret Odaları” kimliğine bürümüştür.
Türk özel sektörünün yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da sesini duyurmak, ülkenin ekonomisini ve politikalarını etkilemek ve gelişmiş ülkeler boyutlarına ulaştırmak amacıyla 6 Şubat 1952 tarihinde organ seçimlerini tamamlayarak bugünkü adıyla, “Türkiye Ticaret Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği”ni (TOBB) kurulmuştur TOBB’un temel hedefleri arasında; odalar ve borsalar arasındaki birlik ve dayanışma ile ticaret ve sanayiin genel menfaatler çerçevesinde gelişmesini sağlamak, mesleki faaliyetleri kolaylaştırmak, halkla olan ilişkilerde güveni hakim kılmak, meslek disiplin ve ahlakını korumak yer almaktadır.
“TOBB Türkiye’nin en büyük sivil ekonomik örgütüdür”. TOBB’un, yönetimi etkilemede kullandığı araçlar ise şöyle sıralanabilir; siyasal iktidarın büyük katılımlarıyla düzenlenen bölge gezileri, toplantılar ve panellerin yanı sıra, sorunların ve çözüm önerilerinin kamuoyuna sunulduğu gazete, dergi ve kitap gibi yayınlar da TOBB’un bir baskı grubu olarak etkisini artıran unsurlar olmuştur
TÜRK SANAYİCİLERİ VE İŞ ADAMLARI DERNEĞİ TÜSİAD’ın, kurucu üyeleri, ticaret ve sanayi odaları dışında, Batılı örneklerine göre sanayici olarak örgütlenme zorunluluğu hissederek 1971 yılında aralarında aşağıdaki protokolü imzalamışlardır: “Anayasamızın öngördüğü karma ekonomi ve hizmet alanlarında çalışan meslek, bilim ve işadamlarının bilgi, tecrübe ve faaliyetlerini ahenkleştirerek değerlendirmek suretiyle, Türkiye’nin demokratik ve planlı yollarla kalkınmasına ve batı uygarlık seviyesine çıkarılmasına yardımcı olmak amacıyla kurulan Türk Sanayicileri ve İşadamları Birliği’nin devamlılığını sağlamak ve görevlerini yürütmek üzere lüzumlu olan mali yardımları, mutabık kalınacak esaslar dahilinde, müştereken yapacağımızı taahhüt ederiz.” Bu protokolle, batının yüzyıl önce kurduğu bağımsız sanayi federasyonları oluşturmasının Türkiye’deki ilk adımı atılmıştır.
1980’lerde askeri yönetimin, örgütlenmeyi kısıtladığı bir ortamda, bu kısıtlamaların dışında kalmış, etkisini gittikçe artırarak kamuoyunda sesi en fazla duyulan çıkar grubu haline gelmiştir. Örneğin 20 Ekim 1991 seçimlerinden önce siyasal parti liderleri görüşlerini tek tek TÜSİAD’a anlatmışlar ve TÜSİAD üyelerinin değerlendirmeleri basında geniş bir şekilde yayınlanmıştır. TÜSİAD, İstanbul’un büyük sanayicilerini bir araya getiren sınırlı sayıda üyeden oluşan bir kuruluştur. 1984 sonrası baskı grubu olma özelliği daha fazla belirginleşmiştir.
TÜSİAD, sonuçta bir tür “Zenginler Kulübü” dür. TÜSİAD üyesi olabilmek için bir takım özel şartlar gerekmektedir. Anadolu’da, örneğin Kayseri’deki bir fabrikanın sahibi TÜSİAD üyesi olamamaktadır. Bu durumdan rahatsız olan Anadolu’lu işadamları da TÜSİAD’a tepki olarak; Ankara’lı Sanayici ve İşadamları Derneği (ASİAD), Bursalı Sanayici ve İşadamları Derneği (BÜSİAD) gibi, şu anda 50 dolayında SİAD’lı dernek kurmuş durumdadırlar.
1979 yılında gazetelere verilen tam sayfa ilanlarla Ecevit Hükümet’ini istifaya kadar sürükleyen bir süreci başlatmış ve böylece kamuoyunun hafızasında “hükümet düşüren müessese” olarak yer almış, bu da bu derneğin etkisini açık bir şekilde göstermiştir.
Türkiye’ de Baskı Grupları ve Vergi Mevzuatı Kanun teklif etme yetkisi Anayasanın 88.maddesine göre Bakanlar Kurulu ve milletvekillerine aittir.Yani kanunlar iki şekilde geçerlilik kazanır; • Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanan tasarı, • Milletvekilleri tarafından telif şeklinde olma.
Baskı grupları ise kanun teklif edilme aşamasında devreye girerek temsil ettikleri grubun yararına, özel olarak kanun teklifi hazırlamakta, bunu teklif edecek parlamenteri bulmakta ve parlamenteri daimi şekilde bu işlemleri yapmaya zorlamaktadır.
Bir kanun teklifinin veya tasarının genel kurula gelip yasalaşma aşamasına girebilmesi için ilgili komisyonda görüşülmesi gerekmektedir. Bu komisyonlar ise yasama görevinin en önemli organlarından birini oluşturmaktadırlar ve çalışma şartları da baskı gruplarının faaliyetleri için oldukça elverişlidir. Baskı grupları Komisyon üyelerini çeşitli şekillerde ikna, tehdit vs. ikna ederek genel kurula gelmelerini sağlarlar.
Kanun tasarı veya teklifleri komisyondan da çıktıktan sonra Meclis Genel Kuruluna gelerek kabul edilmesi durumunda kanunlaşma aşamasını tamamlamış olmaktadır. Baskı grupları ise kendilerine uymayan teklif ve tasarıları milletvekillerine veya söz konusu milletvekilinin mensubu olduğu partiye baskı yaparak reddedilmesini sağlamaya çalışırlar.
Vergi kanunlarının hazırlanışı ve yürütülmesi ise Maliye Bakanlığı tarafından gerçekleştirilmektedir. Vergi mevzuatının büyük bir çoğunluğu bürokratların elinden geçmektedir. Bu nedenle de bürokratların baskı grupları ile yakın ilişkiler içinde olduğu bilinmektedir.
Baskı gruplarının etkisi ile vergi kanunları ilişkisi konusunda gözlemlenebilen en çarpıcı örnek; tarım kazançlarının vergilendirilmesinde önemli ve somut iki adım normal demokratik sürecin işlemediği iki dönemde atılmıştır: 27 Mayıs Milli Birlik Komitesi ve 12 Eylül Milli Güvenlik Konseyi dönemlerinde, bu alanda yenilikler mevzuata getirilmiştir. Oysa örneğin 27 Mayıs döneminden sonra normal demokratik süreç işlemeğe başladığında yeni hükümetin kurulmasından bir iki ay kadar çok kısa bir süre sonra çıkartılan kanunla, tarım kazançlarının vergilendirilmesine ilişkin hükümler ertelenmiştir. Bu erteleme ve hafifletme girişimleri daha sonra sürekli olarak görülmüştür. Bu konuda asıl araç, götürü usulün zaman ve kapsam itibariyle genişletilmesidir. 12 Eylül döneminde çıkartılan ilk vergi kanunu değişikliğiyle daraltılan küçük çiftçi muaflığı ve götürü usul hadlerinin 1981 yılında yapılan değişikliklerle tekrar genişletilmesi baskı grupları lehine bir girişim olarak yorumlanmaktadır.
Bir ülkenin kendisine has vergi sisteminin olması, o ülkenin vergilendirme yetkisine sahip olmasına ve bu yetkinin halkın temsilcilerinden oluşan parlamento tarafından kullanılmasına bağlıdır. Devletin egemenlik hakkına dayanarak kişilerden vergi alması ise vergilendirme yetkisini ifade etmektedir. Demokrasinin gereği olarak vergilendirme yetkisi, kural olarak, yasama organı tarafından kullanılmaktadır.46
Günümüzde sosyal ve müdahaleci devlet anlayışı, yetkinin yürütme organı lehine genişlemesine yol açmış, yasama organının baskı gruplarının daha fazla etkisi altında olduğu göz önünde tutularak, vergilendirmeyle ilgili değişiklikler yürütme organına verilmeye başlanmıştır. Bu durum ise baskı gruplarına istediklerini daha az gayretle elde etme şansı vermektedir.Bu nedenle bu yetkinin kısıtlanması bazı açılardan yararlı olacaktır.
Son olarak Türkiye’de baskı gruplarının faaliyetine bir örnek: TBMM, kira oranlarını 1939 rayicine göre dondurmuş olan Milli Koruma Kanunu ile ilgili hükümlerini yeni esaslara bağlamayı uygun bulmuş ve 1954 yılında çıkartmış olduğu 6088 sayılı kanunla, dükkan kiralarını 1 Ocak 1955 tarihinde; ev kiralarını da 1 Haziran 1955’te serbest bırakmayı kararlaştırmıştır. Bu kanunun kabulünden sonra kurulan ve merkezi İstanbul’da bulunan “Türkiye Kiracılar Cemiyeti”, sistemli çalışmalar sonucunda, henüz yürürlüğe girmemiş olan kanunun bir karma komisyona havalesini sağlamıştır. Kiracılarla ev sahipleri arasında aylarca süren mücadeleden de, çok yaygın bir menfaat grubu özelliği gösteren kiracılar galip çıkmışlardır. Sonuçta TBMM, 1955’te kabul ettiği son kira kanununa göre, 1939 rayici üzerinden meskenlerde % 200, dükkanlarda ise % 400 zam oranını kabul etti ve daha sonra inşa edilen binaların kiralarını 1953 haddine uygun olarak dondurdu. Böylece Türkiye Kiracılar Cemiyeti, bir baskı grubu örneğini vermiştir.