E N D
Zaman zaman, özellikle 3-5 yaş arası çocukların konuşmalarına, dili kullanmalarına bakarım. Tanık olduğum şey şudur: Tertemiz, açık, güzel ve doğal bir Türkçe! Sözcüklerin seçimi, cümle içinde sıralanışı, vurgulanışı son derece düzenli ve kurallara uygundur. (Burada aileden alınan eğitimi de göz önünde bulundurmak gerekir.) Cümlenin anlamına uygun tonlamaları öylesine yerli yerindedir ki cümlenin anlamını yalnızca tonlamaya dikkat ederek algılayabilirsiniz. Sözgelimi, çocuk üzüntüsünü anlatacak bir cümle mi kuruyor, çok güzel uygulanan cümle vurgusu kuralına, yaşanılan duyguya uygun mükemmel bir ses tonu eşlik eder. Bir de o soru cümleleri yok mu! Adeta "Ben bir soru cümlesiyim." diye seslenir size. Ailesinden iyi bir eğitim almış çocuğun konuşması sizi kıskandırır bile.
12 yaş ise çocuk için çok önemli bir dönüm noktasıdır. Çocukluktan yavaş yavaş gençliğe geçişin başladığı zamandır. İşte bu yaşlarda çocuklar birtakım yeni alışkanlıklar edinmeye başlıyorlar. Belki de tam bu noktada bir kırılma yaşanıyor. O yaşa kadar Türkçesi gayet güzel, saf ve düzgün olan çocukların dili olumsuz yönde değişmeye başlıyor. Ergenliğin önemli davranış özelliklerinden biri olan “başkaları tarafından beğenilmeyi ve ilgi çekici bulunmayı isteme” dürtüsüyle yabancı sözcüklere özenme baş gösteriyor. İşte bu noktada çocuklar (farkında olmadan) Türkçe bilincini ve sevgisini yitirme tehlikesiyle karşı karışıya kalıyorlar. Kimileri bu zorlu dönemeçten en az zararla geçiyor. Ancak, kimileri de...
Bu yorumlar, aradığımız yanıtın ancak bir bölümünü veriyor bize. Yap-boz tahtasının diğer parçalarını görebilmemiz ve yerli yerine koyabilmemiz için olaya başka başka açılardan bakmak gerekiyor. Hiçbir toplumsal olayın tek bir nedeninin olamayacağı ilkesini de düşünerek başka sebepler aramalıyız. Bu, bence, tüm gönüldaşların çok iyi düşünmesi gereken bir konu.
07.08.2005 tarihli Sabah Gazetesi’nin Aktüel adlı ekinde çok ilgi çekici bir araştırmanın sonuçları yer aldı. Bu haberde şöyle bir değerlendirme vardı: “Hangi dilin ne kadar zor olduğu veya en yetkin şekilde kullanılabildiği uzun yıllardır bilim adamlarının en gözde tartışmalarından biri. Geçtiğimiz hafta Berlin'de yapılan Uluslararası Çocuk Dili Araştırmaları Derneği'nin 10. kongresinde açıklanan bir araştırma ise bu konuda son gelişmeleri ortaya koyuyor. Pek çok kesimin ilgisini uyandıran bu araştırmaya göre anadilini en erken öğrenenler Türk çocukları.
Türk çocukların 2-3 yaşlarına geldiklerinde dilbilgisi kurallarına uygun konuşabildiğini söyleyen Alman dilbilimi profesörü Klann Delius, Türkçenin şahıs ve zaman belirleyen eklerinin düzenli olduğunu belirtiyor. Bu da Lego taşlarının yan yana dizilmesi gibi sistematik ve kolay olduğunu gösteriyor. Türk dilbilimcileri ise yıllardır savundukları bu tezin, sonunda yabancılar tarafından da dile getirilmesiyle çok mutlu. Zaten son zamanlarda Türkçe öğrenmek için gelen yabancıların sayısının artması da bunun göstergesi.”
( Ek bilgi: Şu an kaynağına erişemediğim bir bilgiye göre, ana dilin öğrenilmesi birçok ülkede 4, 5 ; kimilerinde ise ancak 7 yaşında tamamlanıyormuş. Türkçe, diğer dillere göre çok daha erken yaşlarda öğrenilebilen bir dil. )
Bu araştırma sonucuna göre ana dillerini en erken yaşta öğrenenler Türk çocuklarıdır. Türk çocukları 2-3 yaşlarına geldiklerinde dilbilgisi kurallarına uygun konuşabiliyorlar. Bu bilgilere bir de benim bir önceki iletide kendi gözlemlerime dayanarak yazdıklarımı ekleyelim: Türk çocukları 3 yaşına geldiklerinde Türkçeyi vurgu / tonlamaya uygun ve çok düzgün olarak konuşabiliyorlar.
İşte, burada aynı soruyu diğer katılımcılar için yineliyorum: Ana dilini en erken yaşta öğrenip kurallı ve doğru konuşabilen çocuklarımızın duru, temiz Türkçeleri ne oluyor da belirli bir zaman sonra kirleniyor?
Bu kadar erken yaşta ve kolaylıkla öğrenilen, matematiksel yapısından dolayı çok sağlam dilbilgisi kuralları olan ve konuşmayı öğrenen en küçük çocuklarca son derce duru ve güzel konuşulan bir dil –Türkçemiz- nasıl oluyor da bugün yığınla sorun altında kalabiliyor? Nasıl oluyor da kendisini en temiz biçimde kullananlar tarafından gün gelince kirletilebiliyor? Nasıl oluyor da böylesine bir kazanımı ve üstünlüğü (yani avantajı) yitirebiliyor? Yukarıda sayılan özelliklere göre düşündüğümüzde bu olayların tam tersinin olması gerekmez miydi? Yola bu kadar kazanımla çıkan Türkçemizin, en az sorun yaşayan dil olması gerekmez miydi? Küçük yaştaki kullanıcıları tarafından en güzel biçimde bayraklaştırılan Türkçemizin daha da yükseklerde dalgalanması gerekmez miydi?
Bu, bence çok büyük bir çelişkidir. Bu soruları hepimizin kendisine sorması ve ciddi biçimde • yanıtlar araması gerekiyor. Türkçe bu kazanımlarını niçin yitiriyor? Sorun nerede? Eğitim sisteminde mi? Öğretmenlerde mi? Ana babalarda mı? Yoksa, hepsinde mi? Herkeste mi? Öyleyse ne yapılmalıdır? Ne tür çareler aranmalıdır? Diğer dillere göre başlangıçta kazançlı olan dilimizin yıllar geçtikçe sorunlar yumağı içinde boğulup kalmasıyla neleri yitiriyoruz tahmin edebilen var mı?
Biz nerede yanlış yapıyoruz da çocukların dilinde dupduru yaşayan Türkçemiz, daha sonraları kirleniyor?
Yıl: 1965"Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir edâ takınacağıma hüküm veremedim, âdetâ vecde geldim.Buna mukâbil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardı.. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle 'akşam-ı şerifleriniz hayrolsun' dedim.."
Yıl: 1975"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Ne yapacağıma karar veremedim,Heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, Kendinden emin bir sesle 'iyi akşamlar' dedim.."
Yıl: 1985"Karşıma âniden çıkınca fevkalâde şaşırdım.. Nitekim ne yapacağıma hükûm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lâkin kısa bir süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayırlı akşamlar' dedim.."
Yıl: 1995"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Fenâ hâlde kal geldi yâni.. Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim.. Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle 'selâm' dedim.."
Yıl: 2006"Âbi onu karşımda öyle görünce oha falan oldum yâni.. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fenâ göçeriz dedim, enjoy durumları yâni.. Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. 'Hav ar yuyavrum?'"
Yıl: 2026"Ven ay sov hör, ben çok yâni öyle işte birden.. Off, ay dont nov âbi yaa.. Ama o da bana öyle baktı, if so âşık len bu manita.. 'Hay beybi..'"