250 likes | 772 Views
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ. DERS:MALİYE SOSYOLOJİSİ KONU:SOSYAL BİLİMLER AÇISINDAN MALİYENİN ÖNEMİ VE MALİYE SOSYOLOJİSİ KAVRAMI. SUNUM PLANI. SOSYOLOJİ, ÖNEMİ VE KURUCUSU. MALİYE VE SOSYOLOJİ ARASINDAKİ İLİŞKİ. MALİ SOSYOLOJİ TARİHİ VE KURUCUSU.
E N D
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ DERS:MALİYE SOSYOLOJİSİ KONU:SOSYAL BİLİMLER AÇISINDAN MALİYENİN ÖNEMİ VE MALİYE SOSYOLOJİSİ KAVRAMI
SUNUM PLANI • SOSYOLOJİ, ÖNEMİ VE KURUCUSU • MALİYE VE SOSYOLOJİ ARASINDAKİ İLİŞKİ • MALİ SOSYOLOJİ TARİHİ VE KURUCUSU • MALİ SOSYOLOJİ KONUSU VE İLGİ ALANLARI • MALİ SOSYOLOJİSİNİN ÖNCÜLERİ • MALİ SOSYOLOJİYE BİR BAŞKA BAKIŞ:İBN-İ HALDUN
SOSYOLOJİ, ÖNEMİ VE KURUCUSU Sosyoloji ,insan toplumlarını bilimsel,sistematik ve eleştirel olarak inceleyen sosyal bir bilimdir. İçinde yaşadığımız toplumun ekonomik yapısı, aile düzeni, kültürü, yönetim biçimi, nüfusu, dini, ahlak anlayışı.... sosyal davranışlarımızı şekillendirir. Örneğin; hangi partiye oy verdiğimiz, eş seçimimiz, yaptığımız meslek , boş zamanları değerlendirme biçimimiz ,…toplumsal koşullardan etkilenir. Bilindiği gibi insanlar toplum içinde yaşayan sosyal varlıklardır. Toplum halinde yaşamak insan için zorunlu, kaçınılmaz ve onun doğasıyla ilgili bir özelliktir. İnsanların sosyal varlık olduğu; yani diğer insanlarla ilişki kurarak bir arada bulunması bir çok filozof ve sosyologun paylaştığı temel bir fikirdir. Sosyoloji kelimesi Fransız sosyologu ve tarih felsefecisi A. COMTE tarafından icat edilmiştir. Comte sosyal olayları doğa bilimleri modelinde kurmayı amaçlayan bir sosyoloji kurmak istemiş, ancak bunu başaramamıştır. Daha sonra Comte’u takip eden Fransız sosyologu E. Durkheim, sosyolojinin konusu, yöntemi ve akademik yaşamda yer alması konusunda önemli çalışmalar yaparak sosyolojinin gerçek olarak kurulmasını sağlamıştır. Daha sonraki gelişmeler sosyolojinin bütün dünyada giderek daha çok yayılmasına neden olmuştur. Sosyolojiye önemli katkı sağlayan başlıca düşünürler E. Durkheim , K. Marks, M. Weber, V. Pareto,G.Simmel,W. Mills ve T. Parsons’dur.Türkiye’de sosyolojinin kurucusu ise Ziya Gökalp’dir.
MALİYE VE SOSYOLOJİ ARASINDAKİ İLİŞKİ Mali olaylar gerek kişisel gerekse toplumsal seviyede hemen herkesi etkilemektedir.Esasen,mali olaylar ile bir ülkenin sosyal yapısı arasında karşılıklı bir etkileşim söz konusudur.Mali olaylar ülkenin toplumsal ve sosyal hareketliliğine,ekonomik durumuna bağlı olarak yoğunluk ve genişlik kazanmakta,sonuçta mali araçlar da bu gelişmeye paralel olarak değişim göstermektedir. Diğer taraftan,mali nitelikli düzenlemelerin ve politikaların başarılı olabilmesi ülkenin sosyal yapısının iyi bir biçimde bilinebilmesine bağlıdır.Söz konusu düzenlemelerin ve politikaların temel amacı,toplumdaki sosyal dengesizlikleri gidermeye çalışmak olmalıdır. Sosyoloji, tarihsel evrim sürecinde üretim biçimlerinin niçin ve nasıl değiştiğini anlamaya çalışır.Bu yüzden, sosyolojinin ekonomi ile bağ kurması zorunludur. Örneğin, ekonomi, bir malın üretiminde kullanılan araçları, üretilen malın toplumda nasıl paylaşıldığım ve tüketildiğini inceler. Sosyoloji ise o mal üretilirken, paylaşılırken ve tüketilirken, bireylerin birbirleriyle girdikleri ilişkileri, elde ettikleri statü ve rolleri, aralarındaki iş bölümünü incelemeye çalışır. Maliye ilminin diğer sosyal ilimlerle olduğu kadar sosyoloji ilmi ile de sıkı bir ilişki içinde bulunması,maliyesosyolojisi ismiyle bir alt disiplinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
MALİ SOSYOLOJİ TARİHİ VE KURUCUSU 20. yy başlarında özellikle Goldscheid ve Schumpeter’in katkılarıyla gelişen bir alan olmakla birlikte mali sosyolojinin kökenini daha gerilere götürmek mümkün görünmektedir. Kökenler konusunda çeşitli görüşler olmakla birlikte genel olarak Bodin’in “mali [konular] devletin sinirleridir” şeklindeki görüşüne sıklıkla referans yapılır. Günümüzde hâkim “Maliye” anlayışının yöntemsel olarak karşısında yer alması anlamında eleştirel “Maliye” içinde değerlendirebileceğimiz bir alan olarak mali sosyoloji, en genel anlamda, vergiler ve harcamaların siyasal, kültürel ve tarihsel faktörler gibi ekonomik olmayan faktörlerden nasıl etkilendiği ve bunları nasıl etkilediği üzerinde durur. Bu açıdan bakıldığında mali sosyoloji, diğer yaklaşımlardan, toplum ve devlet arasında mali politikaları ve onların etkilerini biçimlendiren karmaşık toplumsal etkileşimler yam sıra kurumsal ve tarihsel bağlam üzerinde durması noktasında ayrılır (Camphell, 1993: 164). Padget’e göre ise mali sosyoloji, eğer var olacaksa, her şeyden önce devlet ve toplum arasındaki eklemlenme ile ilgilenmelidir. Bunun yanı sıra mali sosyoloji; (a) hükümetin harcama ve/veya vergi politikasının işlemesi ve gelişmesinin tarihsel tanımlanması yam sıra yapısının kurumsal analizim, (b) sistem içindeki dışsal gruplar ve/veya sınıf çıkarlarının temsiliyet mekanizmalarının analizini, (c) harcama ve vergileme politikalarının ekonomik büyüme, gelir dağılımı, gruplar arası ekonomik ilişkilerin düzenlenmesi ve siyasetin kendisinin değişen yapısı gibi daha geniş ölçekli sosyal olgular üzerindeki etkilerinin nedensel analizini de içermelidir
MALİ SOSYOLOJİ KONUSU VE İLGİ ALANLARI Maliye sosyolojisinde,mali olayların toplum hayatı üzerindeki etkileri sosyal bilimlerdeki araştırma metotlarından da faydalanmak suretiyle tespit edilmeye ve belirli sonuçlara ulaşılmaya çalışılmaktadır Günümüzde toplumlarda vergiyi ödeyen kesimler toplumun büyük bir çoğunluğunu oluşturduğu için,verginin psikolojik etkilerinin sosyal açısından da ele alınmasını gerektirmektedir. Mali sosyoloji,toplumsal sınıf,grup ve örgütler,kısaca toplum üzerinde mali araç ve olguların etkilerinin araştırılmasını konu edinen sosyoloji biliminin bir alt disiplini olarak ele alınmaktadır.
Mali olayların,özellikle vergiler ve harcamaların ve bunlardaki dalgalanmaların tam olarak anlaşılabilmesi için,bu dalgalanmaların bulundukları tarihsel durum içerisinde ve geçirdikleri değişimler dikkate alınarak incelenmeleri gerekmektedir.Kamu maliyesinin değişkenlerinden olan vergiler,aynı zamanda sosyolojik olgulardır. Devletin ve toplumun değişimi ve gelişimi ile yakından ilişki içerisindedir Mali sosyoloji bu haliyle,maliye,siyaset,ve psikoloji ile iç içe bir yapıya sahiptir.Bilindiği gibi vergiler,sosyal adaletin sağlanmasında bir maliye politikası aracı olarak kullanılmaktadır.Aynı zamanda vergiler,sosyal bir amacın gerçekleştirilmesinin istenmediği durumlarda bile toplumu oluşturan sınıflar üzerinde şu veya bu şekilde etkiler meydana getirebilmektedir.Bu açıdan mali sosyoloji,özellikle sınıf farklarının daha çok belirgin olduğu az gelişmiş ülkeler bakımından sosyolojinin en önemli dallarından birisi olarak kabul edilebilir.
Maliye politikalarının (özellikle de vergi politikalarının) toplum üzerindeki etkilerinin dikkate alınmadan uygulanması sonucunda yükümlülerin topluca reaksiyon göstermesi bakımından “Poujade Hareketi” en bilinen örneklerdendir. (1950’li yıllarda Fransa’da ortaya çıkan Poujade Hareketi, başlangıçta küçük bir isyanolarak değerlendirilmiştir. Ancak daha sonra gittikçe genişleyen bir eyleme dönüşenPoujade hareketi, kısa dönemde bütün Fransa’ya yayılmış ve II. Dünya Savaşı sonrasıdöneminin en önemli toplumsal olaylarından biri haline gelmiştir. PoujadeHareketi,dayandığı temeller ve ortaya çıkardığı sonuçlar itibariyle tipik bir verginin isyan hareketiolarak değerlendirilebilmektedir.)
Mali sosyoloji,maliye politikalarının belirlenmesinde çok önemli etkilere sahip bir çalışma alanıdır ve aynı zamanda,tek başına bir bütün olarak toplumun gelişmesi,devletlerin ve fertlerin kaderlerinde kamu gelirlerinin bileşimlerinin ne kadar önemli olduğunu göstermek bakımından da önemlidir ve irdelenmesi gerekmektedir. • Mali Sosyolojinin İlgi Alanı • Vergilerin aynî veya nakdi vergiler olarak tercih edilip edilmemesi, • Dolaylı ve dolaysız vergilerin oranlarının ne düzeyde olacağı, • Vergi baskısının arttırılıp azaltılması, • Nüfusun hangi gruplarının daha ağır veya hafif yüke maruz kalacağı, • İçve dış borçların tercih edilip edilmemesi (vergilerin yerine), • Harcamaların azaltılması veya • Gelirin çoğaltılması
MALİ SOSYOLOJİSİNİN ÖNCÜLERİ • Goldscheid: Kamu Maliyesine Sosyolojik Yaklaşım • Schumpeter: Vergi Devleti Yaklaşımı • O’ Connor: Devletin Mali Krizi
Goldscheid: Kamu Maliyesine Sosyolojik Yaklaşım Kavramı ilk kullanan kişi olan Goldscheid, I. Dünya Savaşı sonrasında ülkesinin yaşadığı mali krizin toplumsal nedenlerini açıklama ve krize alternatif çözümler getirme amacından hareket eder. Sorunu ele alış biçimi açısından kendinden önceki yaklaşımlardan açık bir şekilde farklılaşan Goldscheid’a göre;“sosyal bilimler bütünü içerisindeki en önemli eksikliklerimizden birisi mali sosyoloji teorisinin olmaması ve kamu maliyesi sorununun sosyolojik temel olmaksızın ele alınmasıdır.” Goldscheid’a göre mali sosyoloji, “belirli bir tarihsel kurulumda devletin doğası yanı sıra devletin finansmanı ve toplumsal gelişme arasındaki işlevsel karşılıklı bağımlılık” olarak tanımlanır. Goldscheid’a göre Otuz Yıl Savaşları sonrasında savaş finansmanı nedeniyle ortaya çıkan bütçe ihtiyaçlarının artışı ve ülkelerin savaşta gördüğü ağır tahribat,ekonomi politikaları alanında yeni yaklaşımların ortaya çıkmasına neden olmuştur Goldscheid’ın “devletin mülksüzleşmesi” olarak adlandırdığı bu süreç sonunda mülklerini kaybederek fakirleşen devlet büyük ölçüde borç ve vergiye bağımlı hale gelmiştir. Fakir devleti yaratan, Goldscheid’a göre gelişkin kapitalizmdir ve kapitalizm inerken biçiminde kamu maliyesi ve vergi sistemi belirleyici bir rol oynar.
Bu belirleyicilik üzerinde ilk defa, kamu borçlarının sermaye birikiminin kaldıracı olduğunu söyleyen Marx, dursa da Goldscheid’a göre bu büyük öngörüsünü bütün doktrini içinde kurmayı başaramamıştır . Marx’in bu konudaki “eksikliğim” giderme amacında olsa da Goldscheid’ın yaklaşımı Marksistler tarafından eleştirilmiştir. Ücretli emeğin mülksüzleşmesinden ziyade devletin mülksüzleşmesine yaptığı vurgu yanı sıra devletin vergi ve borca bağımlı hale gelmesine çözüm önerisi olarak getirdiği devletin mülklerine tümden kavuşturulması şeklindeki öneri Marksistler tarafından eleştirilmiştir. Kamu mâliyesinin bileşenlerinin toplumsal evrimde oynadığı rolü gösterirken Goldscheid ilk olarak bilimin erken biçimi olan serematistikten başlar. Ona göre kamu maliyesi biliminin erken biçimi serematistiktir ve bu bilimin amacı kralın hâzinesini zenginleştirmektir. Daha sonra ise salt gelir ve harcamalarla ilgili kameralistik bir bilim haline gelmiştir. Toplumlann evrimi ile kamu gelirleri ve kamu harcamaları arasındaki karşılıklı etkileşim üzerinde duran Goldscheid’ın analizi açısından önemli bir nokta, gelir ve harcamaları bir bütün olarak ele almasıdır. Ona göre; gelir ve harcama arasındaki karşılıklı birbirine bağımlılık mekanizması, kamu maliyesi biliminin birincil meselesi olmalıdır. Toplumun yapısındaki işlevsel ilişkileri açığa çıkarma gibi bir amacı olan kamu maliyesi bilimi, gelir ve harcama arasındaki bu ilişkinin analizi yerine bunlann yüzeysel karşılaştırmasına dayandığı sürece bu amacı gerçekleştirmekten uzaklaşır. Oysa ona göre kamu mâliyesinin bileşenlerinin her zaman ulusal ve toplumsal evrimde belirleyici etkisi olmuştur.
Schumpeter: Vergi Devleti Yaklaşımı Mali sosyolojinin öncülerinden sayabileceğimiz bir başka isim olan Schumpeter de Goldscheid’la aynı dönemde benzer sorunlar üzerine durur. Savaş sonrası Avusturya’sının yaşadığı mali yıkım her ikisi için de başlangıç noktası olmakla birlikte soruna getirdikleri çözüm konusunda farklılaştıkları söylenebilir. Schumpeter’in bu konudaki önemli katkısı 1918 tarihli TheCrisis of TheTaxState’de yer alır.Çalışmasının da temelini oluşturan vergi devleti kavramını Schumpeter gerçekte piyasa sistemiyle özdeş anlamda kullanır. Ona göre vergi devletinin yükselişi ile kapitalizmin yükselişi benzer süreçlerin parçalarıdır. Vergi devleti, I. Dünya savaşı sonrasında bir krizle karşı karşıyadır ve bu krizin nedenlerini araştırır. Onun yaklaşımında kriz basit bir bütçe krizi olmayıp nedenleri daha derinlerde, Avusturya toplumunun yapısal zayıflığında yer alan bir krizdir. Yaklaşımını mali sosyolojiye yaklaştıran unsur bu noktada gizlidir. Ona göre bütçe verilerinin yüzeysel gerçeğinin ötesine geçtiğimizde mali sorunlar ile toplumsal yapı arasındaki bağlantı noktaları ortaya çıkar ki; asıl yapılması gereken bunlar arasındaki tarihsel karşılıklı etkileşimin incelenmesidir
Devlet bir varlık, toplumsal bir kurum olarak var olduktan sonra kendini daha da geliştirir ve faaliyetlerim genişletir. İşlevleri çeşitlenen devlet, ortak ihtiyaçların karşılanması için gerekli kaynaklan sağlamak amacıyla vergi toplamanın ötesinde başka işlevler de üstlenir. Bireylerin ekonomik yaşamlarım sürdürebilmeleri için gerekli transfer mekanizmalarım sağlamak bu çeşitlenen işlevlerden birisidir. Schumpeter’e göre modern devletin yaşamında mali taleplerin temel belirleyici olmasının nedeni bu noktada gizlidir Gelinen yeni aşamada artık devlet ve toplumsal gerçeklik sadece mali bakış açısıyla anlaşılamaz ve maliye hizmet edici bir araç haline gelir. Schumpeter’e göre “Eğer maliye modem devleti yaratmış ve kısmi olarak biçimlendirmişse artık onun bir parçası olarak devlet onları biçimlendirir ve genişletir” Vergi devleti artan yönetim ve savaş maliyetlerim karşılayabilmesine rağmen bireylerin kamu harcamalarına yönelik artan talepleri ile özel mülkiyet ve yaşam biçimlerine ilişkin bütünüyle yeni fikirler tarafından kontrol edilir. Aynca devletin mali potansiyeli özel ekonominin vergilendirilebilir kapasitesi tarafından sınırlanır. Söz konusu bu sınırlar vergi devletinin yaşamasını zorlaştıran krizi yaratır ve vergi devleti giderek dağılır Vergi devletini krize götüren süreçte Schumpeter’in temel vurgusu Goldscheid’a benzer şekilde devletin özel sektöre bağımlılığı üzerinedir. Ancak onun kastettiği bağımlılık farklıdır ve bu farklılık kendim krize yönelik çözüm önerisinde de gösterir. Schumpeter’e göre özel sektör üretimin özel getirisi ile ilgilendiğinden, vergileme, ekonomik güdüye bir müdahale anlamına gelir. Özellikle devletin gelir ihtiyacının arttığı zamanlarda bu müdahale daha fazla sürdürülemez ve vergi devleti çöker (Musgrave, 1980: 364). Bunu engellemenin yolu olarak Schumpeter, Goldscheid’ın tersine sistem içi çözümden yanadır. Özellikle bakanlığı sırasında hazırladığı reform plam büyük ölçüde devletin gelir kaynaklarım artırmaya çalışırken bunun özel ekonomi üzerinde yaratacağı olumsuz etkileri de en aza indirmeyi amaçlamaktadır.
O’ Connor: Devletin Mali Krizi Goldscheid ve Schumpeter’in önemli katkıları sonrasında mali sosyoloji uzunca süren bir sessizlikten sonra 1970’lerde krizle birlikte tekrar gündeme gelmiştir. Bu dönemde özellikle O’Connor’un katkıları önemlidir.O’Connor’la birlikte “mali kriz” kavramı iktisat ya da maliyenin konusu olmaktan çıkıp sosyolojinin konusu haline gelmiştir. O’Connor’ın bu süreçte katkısı krizi basit bir şekilde belirlemek ve teşhis etmekten öte sosyolojik bağlama oturtmuş olmasıdır. O’Connor’a göre mali kriz,basit bir şekilde hükümet gelirleri ve harcamaları arasındaki orantısızlık olmayıp;daha ziyade gelişmiş kapitalist ülkelerde devletin ve ekonomin işleyişi arasındaki daha temel bir çatışmayı ifade eder.Söz konusu çatışmanın gerek nedenleri gerekse yansımalarının hükümet bütçelerinde görülebileceğini ileri süren O ’Connor bunu açıklayan düşünme yöntemleri geliştirmeye çalışır. Bu çerçevede bütçenin ekonomi politik anlamını keşfetmeye çalışır Ona göre mali krizi anlamak için önemli noktalardan biri bütçe kontrolü ve politikalarındaki değişimin karşılıklı uyumudur.Tarihsel süreç içinde bütçe üzerindeki kontrole bakan O’Connor, Goldscheid ve Schumpeter’le benzer şekilde feodal dönemde kamu mülkiyeti ve özel mülkiyet arasında bir ayrım olmadığını söyler.Sanayi kapitalizminin gelişmesiyle birlikte özel mülkiyet kendini özerk bir şekilde kurarken kamu mülkü artan şekilde kamunun kontrolüne geçmiştir.Bu geçiş aynı zamanda bütçeleme ilkelerinde bir değişim anlamına da gelir.
O’Connor’ın kriz açıklamasının temelinde kapitalist bir devletin birbiriyle çelişen iki temel işlevi olduğu görüşü yatar. Birikim ve meşruiyet işlevleri olarak adlandırdığı bu işlevlere göre devlet, bir yandan sermaye birikiminin mümkün olacağı koşullan sağlama ve bunu sürdürme zorunda iken (birikim işlevi) aynı zamanda toplumsal uyumun koşullanım da sağlamak ve sürdürmek (meşruiyet işlevi) zorundadır. O’Connor’a göre kapitalist devlet kendi zorlayıcı güçlerini bir sınıf aleyhine diğer sınıfın birikimi için kullandığında meşruiyetim kaybeder ve bu noktada kriz ortaya çıkar . Bütçenin finansmanında vergilerin oynadığı role ilişkin olarak O’Connor vergi ile finansmanı ekonomik sömürünün bir biçimi olarak görür ve bundan dolayı vergilerin bir sınf analizi sorunu olduğunu ileri sürer. Goldscheid’a atıfla vergi sisteminin amacımın “dışsal koruma ile iktidar/güç ve bazı sınıfların diğerleri karşısında zenginleştirilmesi” olduğu görüşüne katılır. Bundan dolayı devletin, vergi yapısının eşitsiz içeriğim ve sınıf yapısının sömürücü doğasını gizlemek için adil bir vergileme biçimi kurmaya çalıştığım ileri sürer. Devletin bunu başaramadığı durumda “vergi isyanı (ve bundan dolayı sınıf isyan) ve devletin mali sorunlarının (ve bundan dolayı siyasal sorunlarının) şiddetlenmesi riski” (O’Connor, 1973: 203) olduğunu ileri sürer. Söz konusu değişikliklerin topluma yansıması ise çeşitli biçimler almaktadır. Bu çerçevede O’Connor yönetici sınıfların temel amacının “vergi sömürüsünü ideolojik olarak gizlemek, doğrulamak22 veya rasyonalize etmeye [çalışmak]” (O’Connor, 1973: 204) olduğunu ileri sürer.
SONUÇ Burada ele alındığı biçimiyle mali sosyoloji, günümüzde hâkim Maliye anlayışının, toplumsal gerçeklikten uzaklaştığı ölçüde giderek açıklama yeteneğim yitirmesi karşısında; mali sorunları toplumsal bağlamı içinde ele alması açısından eleştirel Maliye geleneği diyebileceğimiz alanın en önemli bileşenlerinden biri olarak değerlendirilebilir. Maliye söz konusu olduğunda eleştirel bir geleneğin varlığı ve hâkim yaklaşım karşısındaki gücü konusunda, iktisatla karşılaştırıldığında, iyimser olmak güçtür. Neo-klasik iktisada Marksist eleştiriler yanı sıra evrimci ve kurumcu gelenekten yöneltilen eleştiriler, kimi zaman ders kitabı bilgisi düzeyinde dahi kendisine yer bulurken; benzer şeyi Maliye açısından söylemek mümkün görünmemektedir. Bunda, Mâliyenin katı disipliner yapıya sıkı sıkıya bağlı kalarak “dışan” ile bağım büyük ölçüde koparmasının etkili olduğu söylenebilir. Yüzyıl başında Maliye’ye, tarih ve sosyolojiyi “yemden” çağıran yaklaşımların önemi bu çerçevede değerlendirilebilir. Goldscheid’ın mali sorunların sosyolojik bir temelde ele alınması gerektiğine yönelik analizine paralel şekilde Schumpeter’in mali meseleleri toplumsal bağlamı içinde ele alan yaklaşımı, Maliye’yi yoksun olduğu tarihsel ve sosyolojik bir temele kavuşturma açısından önemli görünmektedir.
MALİ SOSYOLOJİYE BİR BAŞKA BAKIŞ:İBN-İ HALDUN Sosyal yapının genel yasalarını ortaya koyarak sosyoloji bilimini özgür ve bağımsız bir bilim haline getirmeye çalışan düşünürlerden birisi olan İbn-i Hal-dun’un (1332–1406), mali sosyoloji alanında önemli katkıları olmuştur. İbn-i Haldun toplumu, toplumsal örgütlenmeyi, devleti ve devletin değişimini, mali olayları dünya bilim tarihinde ilk defa bilimsel olarak dogmalardan uzak, kapsamlı bir şekilde inceleyen bir bilim adamı olup, dünya bilim tarihinde sosyal bilimlerin kurucuları arasında sayılmaktadır. Mali sosyolojiye ilişkin yaklaşımı tamamen sosyolojik ve tarihi koşullardan kaynaklanan İbn-i Haldun, sosyal olgulardaki değişimleri bize oldukça yalın ve objektif olarak yansıtmaya çalışmıştır. Nasıl ki İbn Haldun, Peygamberimizin mücadelesini bildiği halde, kendi toplumsal değişim modelini yaşadığı çağın şartlanmasından hareket ederek sadece bedevilik-hadarilik (dışyıkıcılar) ikilemi ve mekaniği üzerinden açıkladıysa, Marx da, sömürü ve toplumsal çatışmayı, kendi çağının koşullarından hareketle sadece kapitalizm-proletarya (içyıkıcılar) çatışmasına dayandırdı; bu analizlere emperyalizmi ekleyemedi. Oysa bedeviler ya da proletarya, devrimci bir enerjiye sahip olsalar da, özgürleşmeci bir bilince sahip değillerdi. Marx’ın devrimci umutlarını bağladığı, kapitalizme karşı verilecek mücadelenin kendiliğinden evrensel sınıfı olan proletarya, aslında kapitalizm tarafından üretilen bir sınıftır (kapitalizmin asal üretimidir)
14. yüzyıl İslam dünyası için adeta bir zirve olan İbn-i Haldun, tarihi ve insanı değerlendirirken hep toplumsal yaşamdan yola çıkmıştır. O insanı tek başına bir birey olarak algılamaz. İnsan, zorunlu olan toplumsal yaşam içinde var olabilir. Bu yönüyle insanın birçok hayvandan ayrıldığını ifade eden düşünürümüz, toplumsal yaşamı iktisadi ve siyasi nedenlerin şart koştuğunu söyler. Ona göre, insan bir işbölümü içerisinde toplu halde yaşayıp, üreten, barınan, korunan ve tüketendir. İnsan tek başına var olamaz. Olursa da soyunu devam ettiremez. Daha önce de belirttiğimiz üzere İbn-i Haldun’a göre insanların toplu halde yaşamaları bir zorunluluktur. Bu zorunluluğun temelinde insanın eksikliği yatar. İşbölümü de bu aşamada devreye girer. "Eksikliklerden arılanmış tanrı, insanı yarattı, oluşturdu ve öylesine bir biçimde geliştirdi ki yaşamı ve kalıcılığı, yalnızca besinle sağlanır olabilir. Sonra onu besinini aramaya yöneltti. Doğal yapısındaki eğilim ve özelliğiyle ve kendisine besinini elde etme güç ve yeteneğini vererek. Ancak insanın besinini elde etmeye tek başına gücü yetmez. Gereksinme duyacağı besini sağlamaya yeterli olmaz, insan, tek başına yeterli besini bulamaz." (a.g.e.) İşte bu tek başınalıktan kurtulmak bir zorunluluktur ve bu zorunluluğun altında yatan neden de ekonomiktir. Toplumsal yaşamı gerektiren neden "ekonomik"tir. Ekonomik ilişkiler de toplumsal ilişkileri düzenler. İşte İbn-i Haldun, 14. yüzyıl İslam dünyasından böylesine ilerici görüşleri ortaya atarken, ne içinde yaşadığı toplum gibi her gelişmenin altında tanrıyı anıyor ne de ilerlemenin bir kader gibi çizildiğini kabul ediyor. Ona göre, belirleyici olan, insanlar ve son derece kötü bir durumdur. Çünkü rehavet insanı hem tembelliğe hem de ahlaksızlığa götürür. Çünkü daha fazlasını isteyen insan, başkalarına üstünlük sağlayıp onların hakkına göz diker. İbn-i Haldun'un bu görüşü, söylediği birçok şey gibi güncelliğini hala korumaktadır.
Devleti toplumsal hayat içindeki bir aşama olarak gören İbn-i Haldun'da devletin misyonu son derece olumludur. Devlet ve devlet başkanı düzenleyici ve hizmet eden konumundadır. Devletin ortaya çıkması ise, toplumsal bir uzlaşıyı gerektirir. O, bu uzlaşıyı "asabiyet" sözcüğüyle ifade eder. Asabiyet, Haldun'da toplumsal ruh, toplumsal ortak yargı ve düşünce anlamına gelir. Devleti oluşturan ve gelişmeleri belirleyen de bu ortak duyu ve güçtür. Toplumsal konuların gündeme getirilmesinde ve sorunların çözülmesinde en etkin güç asabiyettir. İrade toplumdur. İbn-i Haldun’un toplumların geçirdiği evreleri açıklarken değindiği göçebeler ve yerleşikler arasında da çeşitli etkileşimler söz konusudur. O, göçebeliği henüz aşiret ilişkilerinden kurtulamamış ve devletleşememiş toplumlar için kullanır. Göçebeler, yerleşiklerden çok farklıdır. Yaşamlarını, sadece zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde örgütlerler. Oysa yerleşikler zorunlu olan ihtiyaçlarının yanında gerekli olanları da karşılayabilecek düzeye erişmişlerdir. Burada, şehirleşme ve işbölümünün büyük rolü vardır. Yerleşiklerde zanaatlar da ortaya çıkmıştır. Çünkü onların toplumsal yaşamları gerekli olana dönüktür. Sadece beslenme ve korunmadan ibaret değildir. Onlar, barınma ve giyinme gibi daha ileri sorunlarını çözebilirler. İşte bu noktada zanaatlar ve sanatlar devreye girer. Burada ise daha iyi örgütlenmiş bir işbölümü vardır. Marks'ın Kapital'de ve birçok eserinde belirttiği ekonomik toplumsal ilişkilerin benzer biçimde İbn-i Haldun'da da değerlendirildiğini görüyoruz. O, yalnızca işbölümünü değil emeğin değerini de görebilmiştir. Bir ürünün değerini belirlemede, onu yaratan emeğin rolünü belki de ilk gören İbn-i Haldun’dur. O bu görüşünü şu ifadeyle açıklamıştır. "Her kazanç ve sermaye birikimi insan emeğiyle sağlanır. Kazanç sanayi vasıtasıyla elde edilirse, bu kazancın emek sarf etmeyi icabettirdiği bellidir. Hayvandan, bitkiden ve madenlerden istifade suretiyle kazanç temin edilirse, bunun da insan kuvvetiyle ve emek sarf etmekle olacağı meydandadır. Emek sarf edilmeden, bir şey elde edilemez ve faydalanmak imkânı hâsıl olmaz."
İbn-i Haldun, devletlerin de tıpkı insanlar gibi yaşam süreleri olduğunu savunur. Ona göre her devlet doğar, gelişip yaşar ve sonra da kocayarak yok olur. Hiçbir devlet ebediyen var olamaz. Zamanla güçsüzleşen devletleri başkaları yıkar ve daha sonra aynı sonu onlar da yaşar. Bu ilişki ağı böylece sürer gider. İbn-i Haldun'un "Her devlet yıkılır." biçimindeki savı, onu daha sonra "Devlet-i ebet müddet olan Osmanlı’nın" "Kızıl Sutlan" lakaplı hükümdarı II. Abdülhamit döneminde Mukaddime’nin yasaklı bir yazar olmaya götürecektir. Bu görüşüyle de varlığını tanrıya dayandıran devletlerin aleyhinde olan Haldun, devleti açıklarken, yine bir ilki gerçekleştirir ve laik anlayışı ortaya atar. İSLAMINMARKSI Devletlerin de insanlar gibi belli ömürlerinin olduğunu iddia etmesi ve toplumu da canlılara benzetmesi İbn-i Haldun'un organizmacı bir görüşü benimsediğini düşündürüyor insana. Benzetmelerden yola çıkarak bunu söylemek mümkün ama onun bütün görüşlerini göz önünde tuttuğumuzda, başarılı fikir adamına haksızlık ettiğimiz anlaşılır. Çünkü dönemi için son derece özgün ve ileri görüşler ortaya atan Haldun'un tezlerinin sadece "organizmacı" denilerek geçiştirilmesi ona yapılmış bir haksızlık olur. Tezlerinde nedensellik ilişkilerini başarılı bir biçimde kuran Haldun'un daha farklı bir tanımlamayla değerlendirilmesi gerekir. O, doğadaki diyalektik süreci ana hatlarıyla kavramıştır.
HAKAN ÖZALKAN DERS:MALİYE SOSYOLOJİSİ 2. SINIF 4. YARIYIL MALİYE BÖLÜMÜ NUMARA:2012466148 DİNLEDİĞİNİZ İÇİN TEŞEKKÜRLER…=)