590 likes | 864 Views
________ ____ _____ _______ ______ _____ __ ___ _____ ______ __________ _____ _____ ___ __________ _______. FARKLI MARKSİZMLER. Kaynaklar: Ahmet Bekmen , «Marksizm» içinde Birsen Örs (der.) Modern Siyasal İdeolojiler Serpil Sancar Üşür, İdeolojinin Serüveni
E N D
________ ____ _____ _______ ______ _____ __ ___ _____ ______ __________ _____ _____ ___ __________ _______ FARKLI MARKSİZMLER Kaynaklar: Ahmet Bekmen, «Marksizm» içinde Birsen Örs (der.) Modern Siyasal İdeolojiler Serpil Sancar Üşür, İdeolojinin Serüveni MadanSarup, Post Yapısalcılık ve Postmodernizm
Animation: Bingo the Clown • http://www.youtube.com/watch?v=_gkGVcShG2I
Foucault’nun söylem kuramı • Althusser’e benzer biçimde, söylem ile iktidarın kuruluş sürecinin aynı olduğunu, iktidarın bir söylem olarak bireylere geldiğini ve onları özneler haline dönüştürdüğünü söyler. • Söylemin kendisi bir iktidardır ve bir iktidar etkisi olmayan söylem söz konusu olamaz. • Söylem bu iktidarı, bilginin üretilmesi sayesinde yaratır.
Foucault’nun söylem kuramı • Klasik ideoloji kavramında, özneler önceden kurulmuş varlıklar olarak, maddi/nesnel yapıdan türetilen çıkarlarının bilincine varabilir ve bu bilinci ideolojik ifadelere tercüme edip iktidarı ele geçirebilirler. • Postyapısalcı yaklaşım ise toplumsal bir pratik olarak dil kullanımının ortaya çıkardığı söylemin, kendi dışında hiçbir belirleyiciye gereksinimi olmadan, özerk ve kendi kendini belirleyen olarak tanımlandığını varsayar.
Foucault’nun söylem kuramı • Foucault’nun söylem kuramı, iktidar kavramının tanımında radikal bir değişim önerir. • Geleneksel iktidar anlayışı, bilginin doğruluğunu çarpıtan, bu nedenle doğru ve özgür bir bilimi olanaksız kılan bir ilişki olarak varsayılır. • Foucault ise iktidarın bilginin üretiminden ayrılamayacağını savunur. • Bilgi, iktidarın yokluğunda üretilemez. Aksine, bilgi durmaksızın iktidar etkisi üretir.
Foucault’nun söylem kuramı • İktidar, devlette, bireylerde ya da ekonomik güç ilişkilerinde değil, toplumsalın kılcal damarlarındaki stratejilerde ve disiplin tekniklerinde bulunur. • Sahiplenilen, ele geçirilen ve korunan bir şey değil, pratikler boyunca tecrübe edilen, yaşanılan bir şeydir. • İktidar şeyleri tanımlayan, arzunun ne olduğunu öğreten, bilgiyi biçimlendiren ve söylemi üretendir. • Zevki, bedeni, hayatı, anlamı tanımlayandır. Devletin altına ve ötesinde, beden,cinsellik, aile, akrabalık, bilgi ve teknoloji olarak işler.
Foucault’nun söylem kuramı • İktidarın ne olduğunu değil, nasıl oluştuğunu sorgular. • Bireylerin eylemlerini, davranışlarını, söylemlerini, öğrenme biçimlerini ve gündelik yaşamlarını belirleyen kılcal damarlardır... İktidar bedenlere yatırım yapar, sağlık, spor, kas geliştirme, çıplaklık, beden güzelliğinin tanımlanıp yüceltilmesi vb. • 18. yy.dan bu yana okullar, hastaneler, kışlalar, fabrikalar, aileler ve kentlerde geliştirilen disiplin teknikleri iktidarın bedenler üzerinde kurulmasını sağlamıştır. • Beden, bilginin nesnesi, iktidarın alınıdır. İktidarın üretilmesi, bilginin üretilmesidir; bu da disiplin yoluyla bedeni üretken, uyumlu ve yararlı kılma sürecidir. Disiplin bedenin nesnelleştirilmesidir.
Disiplin teknikleri: • Hiyerarşik gözlem (panoptikon): Bu gözlem, bedenin her an gözlenebilirliği ile elde edilen bilginin iktidarın alanına taşınması olanağı yaratır. • Normalleştirici yargı: bedenin, zamanlama, edimlerin denetimi, davranışların düzenlenmesi, konuşmanın belirlenmesi, cinselliğin normlandırılması gibi alanlarda üretilen normal tanımları ile belirlenmesi. • Sınama: beden hakkındaki bilgilerin veri, doküman ve dosyalar haline getirilerek nesneleştirilmesi.
Ayırma pratikleri: • Öznenin nesnelleştirilerek üretimi. Deli-akıllı, hasta-sağlıklı, serseri-efendi, yoksul-zengin, tembel-çalışkan... Bu ayrım normal olan ile olmayanın tanımlanmasını sağlar. İnsan bilimleri bu işlevi görür. Bio-iktidar: • insanların bedenlerinin, kendileri tarafından anlamlandırılabilme tarzlarını belirleyen pratikler.
Her söylem, kendi doğruluk mekanizmasını ve kriterlerini kendi oluşturur. • Özne, kendinden bilinçli, doğruların yazarı bir özne değil. Söylem içinde bireyler tarafından işgal edilebilecek bir mevki. Özne bilinci aracılığıyla değil, bedeni aracılığıyla, iktidar pratikleri tarafından şekillendirilir. • İktidar, başsız ve sonsuz bir süreç olarak toplumsalın içinde hep mevcuttur. Kaçış olanaksızdır. • Foucault’da söylem, özneyi, bilgiyi ve iktidarı sarmalayan bir anlamlar atmosferi olarak varolur ve her şeyi kendi içinde, başı sonu olmayan bir devinimle yaratan bir oluş durumudur.
Dünyayı bütün yönleriyle açıklamaya çalışan her türden evrensel kuramsallaştırmaya karşı. • Nietzche’den esinlenmiş, GENEOLOGY (soykütüğü) adını verdiği tarih görüşü ile «şimdi»yi «geçmiş»ten ayırarak, geçmişi şimdiden kopararak şimdinin meşruluğunu kaldırmaya yönelmiştir. Bunun için geçmişin sıradışılığını tanıtlamaya, geçmişi şimdinin yetkesinin altını oyarak öykülemeye yönelmiştir.
Foucault’nun benimsediği Nietzcheci tarih anlayışı şimdiyle başlar, belli bir ayrıma varana dek zamanda geriye doğru gider. Sonra ayrımın yarattığı dönüşümün izini sürerek tekrar ileriye doğru yönelir. Bunu yaparken de bağlantılar ve bağlantısızlıkları korumay özen gösterir. • Bugün verili kabul edilerek kabul edilen görüngülerin ussallığını çürütmek için sıradışı söylemleri, uygulamaları araştırır. Geçmişin iktidar yordamını ayrıntılarıyla araştırarak geçmişin usdışı olduğunu ileri süren güncel iddiaları çürütür. • Foucault’nun tarihyazımı anlayışı geçmiş ile şimdi arasındaki gediğe odaklanır.
Soykütüksel çözümleme geleneksel tarihsel çözümlemeden belli noktalarda ayrılır: • Geleneksel tarih, olayları büyük açıklama dizgeleri ve çizgisel süreçler içerisine sokmak yoluyla önemli tahirsel olaylara ve kişilere yönelir.y Tarihsel çalışmaya bir başlangıç noktası olabilecek belgeleri araştırır. • Soykütüksel çözümleme ise tarihin gözardı etmiş olduğu, görülmeye değer bulmadığı tek tek olaylara döner. Gerekli bilimsellik düzeyinde olmadıkları için değersiz bulunan bilgilere odaklanır.
Bunlar, mücadelelerin tarihsel bilgisinin kurulmasına olanak tanıyan, bu bilgileri günümüzde bir taktik olarak kullanılabilir kılan alimane bilgiler ve yerel anılar birliğidir. Soykütükler, doğru bilgiler adına bütüncül bir kuramın süzgecinden geçirilen, sıradüzene sokulan, düzenlenen birtakım yerel, kesintili, meşru olmayan bilgilerdir. • Bu yönüyle, soykütük bir eleştiri biçimidir. Herhangi bir olayın ardında yatan etkenlerin çeşitliliğini gözler önüne sermeye çalışırken belli bir tarihi başlangıç noktası olarak almayı reddeder. Geçmişi yapılandıran kesintiye uğramamış değişmez süreklilik biçimlerine yer vermez. • Yapıtlarının en temel özelliklerinden biri, özgül kurumların ortaya çıkışının izini sürmek yoluyla genel bir tarihsel düşünceye eğilmesidir.
İlk çalışmalarında toplumbilimlerinin gelişimiyle ilgilenir. Toplum ya da insan bilimlerinin tarihsel olarak nasıl olanaklı oldukları, ne gibi sonuçlara yol açtıkları sorularına yanıt arar. • Çalışmaları 18. yüzyıla odaklanır. Usun dışladıklarıyla ilgilenir: Delilik, rastantı, kopukluk... Suç ve günah yazınına odaklanır. • Delilik ve Uygarlık (Türkçesi Deliliğin Tarihi) adlı yapıtı 17. yüzyılda toplumsal bir sorun olarak devletin sorumluluk alanına giren deliliğin yoksulluk, işsizlik ve çalışamayacak durumda olma düşünceleriyle birlikte algılanmasının altında yatan nedenlere odaklanır.
Bosch, the ship of fools • Rönesans boyunca deliler tolayca gezinip dolaşarak yaşamaktaydı. Bir süre sonra şehirler onları sınırlarının dışına sürer ve açık yurtluklarda gezinmelerine izin verilir. Bir gemiye doldurulup gemicilerin insafına bırakılırlar... Deli gemileri limandan limana karaya çıkmadan dolaşır. • Yüzyıllar içinde bu gemilerin yerini «deli evleri» alır. • 17. yüzyıldan itibaren deliler «kapatılır». Foucault bunun nedenini 17. yy.’ın ikinci ylarısında Avrupa kültürüne özgü bir toplumsal duyarlılığın ortaya çıkmasıyla açıklar: «Yoksullara yardım etmek biçiminde duyumsanan ama gerçekte aylaklık ve işsizliğin doğurduğu sorunlara karşı gösterilen tepki ve yeni bir çalışma ahlakının başgöstermesi»
Böylece Avrupanın dört bir yanına kapatma evleri (ıslah evleri) kurulur. Buralarda yoksullar, avareler, işsizler ,hastalar, suçlular ve deliler, aralarında hiçbir ayrım gözetilmeksizin kapatılır. • Bunun başlıca amacı, düzensizliğin kaynağı olarak görülen dilenciliği ve deliliği emniyet altına almaktır. • Kapatılmış kimse çalışmak zorundadır. Tembellik bir günahtır. Bir başkaldırıdır. Bu yüzden deli, çalışmaya zorlanır. Böylelikle emek, ahlak reformunun ilk uygulaması olarak kurumsallaştırılmış olur. Kapatma hem yoksulluğu gizlemek adına işsiz kitleleri emer; hem de bu kitlelerin çektiği acıların doğuracağı toplumsal ve siyasal çekincelerin önüne geçilmiş olur. • İnsanın hayvansal doğası olarak görülen delilikle yalnızca disiplin yoluyla başedilebileceği düşüncesi doğar.
18. yüzyıldan itibaren, kapatmaya büyük bir yanılgı olarak, aşırı yardımseverliğin güçten düşürücü bir etkisi olarak bakılmaya başlanır. Bu yüzden avareler iş bulup çalışmalıydılar. İşsizler zorla çalıştırıldıkları bu kapatma evlerinde normalin çok altında iş almakta ve işsizliğin artmasına da engel olunamamaktadır. • 19. yüzyılın başlarından itibaren bu kurumlar ortadan kaybolur. • Suçluları ve yodksulları delinin korkunç vahşiliğinden korumak, onları delilerden ayrı tutmak arzusu ile yasalar yeniden düzenlenir. İngiltere’de ve Fransa’da tımarhanelere kapatılmış olan insanlar serbest bırakılır. Fiziksel sınırlamalar kaldırılır; ancak asıl amacı kendini sınırlamayı oluşturmak olan akıl hastaneleri inşa ettirilir.
Akıl hastanelerinde başıboş delilik dehşetinin yerine topluma karşı boğucu bir sorumluluk kaygısı aşılamak hedeflenmektedir. • Düzene boyun eğme anlamına gelen çalışma, delilere ahlaksal bir yasa olarak dayatılır. Ketvurmanın yerine «yetke»nin gözetimine ve hükümlerine işlerlik kazandırılır. • Buralarda delilere küçük çzocuklar gözüyle bakılır ve çocuklar gibi, yeri geldiğinde deliler ödüllendirilir, yeri geldiğinde cezalandırılır. Uygulanan eğitim dizgesi ile önce deliler boyun eğdirilir, sonra çalışmaya özendilirir, sonra da çalıştırılırlar. • Deli uzun bir süre küçük bir çocuk olarak büyümeden kalır ve bu dönem boyunca «baba» fikrini aklından atamaz. • Klasik dönemde yoksulluk tembellik, kötü alışkanlıklar ve delilik usdışı kaynaklı eşit birer suç olarak birbirlerine karışmıştır. 19. YY.A GELİNDİĞİNDE DELİLİK TOPLUMSAL BİR EKSİKLİĞİN GÖSTERGESİ OLARAK SINIFLANDIRILMAYA BAŞLANIR.
Artık akıl hastanesi yalnızca serbest bir gözlem, teşhis ve sağaltım alanı değildir. Kişilerin suçlandığı, yargılanıp mahkum edildiği birer mahkeme, ahlaksal birliğin sağlanması amacıyla kullanılan birer araçtır. Bu büyük ahlaksal hapsetmedir. • Ortaçağ boyunca deliler kilitlenmez, sınırsız bir özgürlük yaşar. «Bilge deli» imgesi yaygındır. 19yüzyılda ise us ile usdışı arasındaki diyalog kopar. Artık yalnızca usun delilik üstüne yaptığı monolooglar söz konusudur yalnızca. • İnsanlar fiziksel zincirlerinden kurtulmuş, ancak bunların yerine zihinsel zincirler almış; dışsal şiddetin yerine içsel şiddet geçmiştir.
Kliniğin Doğuşu’nda tıbbi algılamanın arkeolojisini yapar. • Şeylerin Düzeni ve Bilginin Arkeolojisi’nde bilimsel söylemlerin yapısını irdeler. • Bilginin başkaları üzerine abanan bir iktidar olduğunu ve böylece başkalarını tanımladığını ileri sürer. Bilgi, özgürleşimin önünü keserek gözetlemeye, düzene sokmaya ve disipline etmeye ilişkin bir kiptir. • Disiplin ve Ceza’da insanları gözetim altında tutmaktansa olnara ibret teşkil edecek birtakım cezalar vermenin daha etkili ve yararlı olduğunun düşünüldüğü döneme odaklanır. • 18. yy.da iktidarın uygulanmasına yönelik yeni bir kip oluşmuştur. Kral, halkın gözü önünde korkunç işkenceler ve idamlar gerçekleştirmeyken işkence kaybolur ve bunun yerine mahkumun ıslahı geçer; yeni gözetleme düzenekleri kışlalarda, hastanelerde ve hapishanelerde, okullarda etkin biçimde uygulanmaya başlar.
Feodal dönemde ve monarşi dizgesi altında insanların bedenleri yeri geldiğinde tacize kadar varan sınırsız bir iktidarın elindedir. Bu sejimde suç, kutsala yapılan saygısızlıkla özdeştir. Ceza suçluyu ıslah etme yerine çiğnenen yasanın kutsiyetini onarmaya, kutsal yasayayeniden saygınlık kazandırmaya yöneliktir. Burada iktidar gelişigüzel ve gevşektir. • Modern toplumlarda ise cezalandırma aracıları kişisel olmayan bir gözetleme dizgesi yardımıyla ıslah etme tasarımının parçzası haline gelir. Bu tasarım, bireyin psikolojisine gittikçe daha fazla eğilir. Artık suçu işlemekten çok suça niyet etmek temel suçluluk ölçütüdür. • Halka gözdağı vermeye dayalı ceza anlayışını güden Monarşi iktidarının tersine «disiplinci iktidar» her koyun kendi bacağından asılır görüşünne odaklanır. Ceza, bir ıslah yordamı olarak anlamlandırılır.
Monarşi iktidarından disiplinci iktidara geçiş, 18. yy sonlarına doğru Jeremy Bentham tarafından sunulan Panopticon adlı mimari aygıtta somutlaşır. • Daire biçiminde inşa edilmiş hücrelerde mahkumlar merkezi gözetleme kulelerinden izlenip izlenmediklerinden asla emin olamazlar. Bu nedenle de kendi davranışlarının polisi olmaya başlarlar. • Panoptisizm, yeni iktidar kipidir. Okullarda, kışlalarda, hastanelerde kullanılır. İnsanlar bu sayede evrak dosyalarının fişleme ve sınıflandırma dizgelerinin nasıl kurulduğunu öğrenir. Öğrenci ve hasta kümelerine sürekli uygulanan gözetleme teknikleri bir tarihten sonra genelleşir.
Panoptikon ile ileri kapitalizmde bireylerin bilgisayar yoluyla gözlenmeleri arasında bir paralellik kurulabilir. Foucault yeni iktidar yordamlarına artan nüfusu denetim altına almak için başvurulduğunu düşünür. Kamu sağlığı, sağlık bilgisi, ev koşulları, uzun yaşamak, doğurganlık, cinsel ayşamın yönetimi ve denetimi... Cinsel yaşam siyasal bakımdan önemli bir konudur çünkü bedenin disipline edilmesi ile nüfusun denetim altına alınması konularının kesişim noktasıdır. http://www.youtube.com/watch?v=vVTKHI5ovyc
Burjuva düşüncesi, araçları ve amaçları önceden tasarlayan bir bilinç öznesi üzerinde durur. Buradaki özne ussal, özerk ve eyleme geçme özgürlüğüne sahiptir. Bu noktada Max Weber’i takip eder ve Weber’in araçsal usa dair saptamalarını, Nietzsche ve Weber’in araçsal usun yaşamlarımızı nasıl yaşayacağımız hakkında bize hiçbir şey söylememesine yaptığı vurguyu paylaşır. • Teknik ya da araçsal ussallığın yükselişinin açık bir sonucu gizi çözmeye çabalayan «şeyleştirme» sürecidir. • .
Bu yönüyle Frankfurt Okulu’na yakınlaşır. Adorno ve Horkheimer kapitalist ekonomiyi yalnızca araçlar ve amaçlar ussallığının dinamik ve özerk bir biçimi olarak çözümlememişlerdir. Bu, üretim güçlerindeki artışa ve dış dünyanın baskı altına alınmasına yol açmamış, aynı zamanda toplum mühendisliği ve psikolojigk yönlendirme aracılığıyla üretim dizgesine uydurulan insanların baskı altına alınmaları da sağlanmıştır • Dışsal doğayı kontrol altına almaya çalışan özne, aynı zamanda kendi içsel doğasına ket vurmak zorundadır.
Foucault’ya göre psikanaliz kimi etkinlikleri denetim ve normalleştirme işlev<i görmektedir. Günah çıkarma yollarının kurumsallaşmasıyla ortaya çıkmış; cinselliğin tıbbileştirilmesi olgusunun oluşumunda önemli bir payı olmuştur. • Cinselliğin Tarihi’nde cinselliğe 18. yy.dan cinsel yaşama ise 19. yy.dan itibaren sahip olduğumuzu ifade eder. Bundan önce sadece bedene (ete) sahibizdir. • Foucault’ya göre cinselliğin anayurdu, Hıristiyanlıktaki günah çıkarmadır. • Ortaçağda papazlar iman sahibine cinsel ayşamı hakkında ayrıntılı sorular sormaktadır. Cinsellik, yalnızca bedene ilişkin biralan olarak görülmektedir. Reform ve Karşı Reform Hareketleriyle cinsellik söylemi başka bir biçim alır. Günah çıkartırken papaz insanların eylemlerini sorgulamakla kalmaz, onların niyetlerini de soruşturmaya başlar. Böylece cinsellik, bedenle birlikte zihnin de gözetilmesi anlamına gelir. • Dikkatler, söylem, eylem ve bedenden zihin ve onun niyetlerine çevrilmiştir.
Foucault, çalışmalarında 18. yy.daki eğitim süreçleri ile insan bedenlerine ilişkin düzenlemenin hapishaneler, okullar, fabrikalar gibi alabildiğine geniş bir kurumsal mekanlar dizisi içinde ortaya çıktığını göstermektedir. • Bu disiplinci uygulamalar sonucunda özneler yararlı, yumuşak başlı, üretken ve öznelleşmiş birer varlık olarak görülmeye başlanmıştır. • 20. yy.ın başlarındaki cinsel yaşam söylemi, böylecebilimin konusu haline gelmiştir. Psikanaliz, yeni bir bilimsel günah çıkartma yolu olmuş, Freud ortaya cinsel dürtüyü koyarak bilime cinsellik üzerinde yeni bir baskı alanı açmıştır.
Gerek çilecilik, gerekse burjuva toplumları, cinselliğin bastırılması yönünde bir çalışma disiplini talep etmektedir. • Cinsellik, doğal bir gerçeklik değil, bireyin gözlem ve denetim altında tutulmasına önemli katkılarda bulunan bir söylemler ve uygulamalar dizgesinin ürünüdür. Cinsel özgürleşme denilen şey de aslında bir kölelik biçimidir çünkü halihazırdaki «doğal» cinselliğimiz gerçekte iktidarın bir ürünüdür.
Foucault’nun başlıca amacı, tıp, psikiyatri, suçbilim ve toplumbilim gibi insan bilimlerinin bilgi iddialarını ve uygulamalarını irdeleyerek modern toplumların denetim ve disiplin altında tutulmasına karşı bir eleştiri geliştirebilmektir. • İnsan bilimleri belli normlar inşa etmişlerdir. Öğretmenler, doktorlar, yargıçlar, polisler, yöneticiler, kamu görevlilieri bu normları yeniden üretip meşrulaştırırlar. İnsan bilimleri, insanı resmi bir çalışma konusu yaparken ussallaştırılmış yönetim ve toplumsal denetim dizgelerinin genişlemesini olanaklı kılar. • İktidar ile bilginin birbirleriyle karşılıklı olarak bağımlı olduklarını ileri sürer. İktidar ilişkileri egemenden ya da devletten yayılmaz. Belli bir bireyin ya da sınıfın özel mülkiyetinde olan bir şey değildir. Elde edilebilecek ya da gasp edilebilecek bir mal değildir. Daha çok bir ağ niteliği taşır; iplikleri her yere uzanır.
Foucault’ya göre iktidar bir bastırma, sınırlama ya da yasaklama olarak anlaşılamaz. İktidar gerçekliği, nesne alanlarını ve doğruluk törenlerini üretir. • İktidarın uygulanmasını, yeni bilgi nesnelerinin ortaya çıkmasına yol açması ve hatta onları yaratması bağlamında düşünmemiz gerekir. Bilgi odlmadan iktidarın uygulanması, bilginin de iktidara yol açmadan varolması olanaksızdır. • Toplumsal, kültürel ve siyasal yaşamlarımızın tümüne yayılan karmaşık ve birbirleri arasında ayrım gösteren iktidar ilişkileri, çoğunlukla çelişki içindeki özne konumlarını genellikle cezalandırma yoluyla değil, toplumsal düzende yürürlükte bulunan norm ve değerlerin içselleştirilmesi yoluyla güvence altına alır. • Özne, bilen, isteyen, özerk, kendini eleştirebilen aşkın özne değil, çok yönlü, dağınık ve belli bir merkezden yönetilemeyecek söylemlerin beşiğidir.
JürgenHabermas • Frankfurt Okulu’nun son kuşağının en ünlü ismi. • Toplumsal hayat üzerinde çalışmayı doğa bilimleriyle aynı düzeyde bir bilim olarak değerlendirmek iki açıdan yanlıştır:
JürgenHabermas • Bu değerlendirme insanların edimde bulunma biçimleri hakkında bir hayli şey bilen muktedir, muhakemesahibi aktörler olarak neye benzedikleri konusunda yanlış bir görüş üretir. • Habermas’ın modern entellektüel kültürde genel bir eğilim olarak gördüğü şekilde, bilimin rolünün ya doğal ya da toplumsal dünya hakkında edinebileceğimiz tek geçerli bilgi biçimi olarak abartılmasına yol açar.
Habermas, ideolojiyi bu ikinci noktadan yola çıkarak analiz eder. • Ona göre, topluma ilişkin çalışmaları bir bilim olarak ele almak, Marx’ı ve sonraki Marxistleri bir ikileme sürüklemiştir. Eğer kapitalizm Marx’ın yazdığı gibi doğa biliminin kanunları gibi katı kanunlara göre değişiyorsa, insanların kendi kaderlerinde etkin olmaları nasıl mümkün olacaktır? Eğer insan davranışı kaçınılmaz kanunlarca yönetiliyorsa, kendi tarihimizde müdahalede bulunarak biçimlendireceğimiz hiçbir şey yoktur. • Marksizm yalnızca katı kanunlar, kaçınılmaz eğilimler vb ile ilgilendiği sürece toplumsal değişmeyi başarmanın bir temeli olarak yetersiz kalır. Böylece beşeri özgürlüksüzlüğün bilimi olur.
Habermas, buradan yola çıkarak tüm bilginin biçimlendirilebileceği tek bir kalıbın olmadığını ileri sürer. Bilgi üç farklı biçimde olabilir. • Tüm toplumlar, maddi bir ortamda var olurlar ve doğayla ilişkiye girerler (emek). Böyle ilişkiler, olayların kontrolünde bir istem oluşturur. Pozitivizmin tüm bilgi için genelleştirdiği şey, bu istemdir. Marksizm pozitivizme saptığı sürece, toplumsal hayatın, toplumsal değişmeyi etkilemek için mekanik olarak işleyen «üretim güçleri»ndeki gelişmelerce yönetildiğini varsayar.
2.Fakat tüm toplumlar aynı zamanda «sembolik etkileşim»i –bireylerin birbiriyle iletişimini de içerir. Bu noktada anlamın anlaşılması için bir istem ortaya çıkar. (hermeneutik) 3. Üçüncü olarak her bir beşeri toplum, iktidar ya da egemenlik ilişkileri içerir. Özgürleşim istemi egemenlikten uzak, eylemin rasyonel özerkliğini elde etmeye ilişkin bir bilgi oluşturucu istemdir.
Bilgi oluşturucu istemlerin her biri, belirli bir disiplin biçimine bağlıdır. • Empirik-analitik bilimler öndeyi ve kontrol istemi için uygundur. Anlamın anlaşılması ya da yorumlanması, tarihsel-hermenötik bilimler, eleştirel kuram ise insanların egemenlik sistemlerinden özgürleşmesi ile ilgilenmektedir. Bu noktada, «tahrip edilmemiş iletişim» nosyonuna önem verir. • Tüm beşeri dilsel iletişimin tüm konuşmacılar tarafından zımni olarak yapılan «geçerlilik iddiaları» içerdiği nosyonundan yola çıkar. • Bir ideal konuşma durumu öngörür.
Habermas’a göre bir kimse başka birine bir şey söylediğinde, o kimse zımni olarak şu iddialarda bulunur: • Söylenilen şey, idrak edilebilir bir şeydir. Yani belirli bir sentaktik ve semantik kurala uyar; diğerlerince anlaşılabilir olan bir anlam çıkar. • Söylenilen şeyin önermesel içeriği doğrudur. Yani konuşmacı doğru olgusal iddialar dile getirir. 3.Konuşmacı söylediği şeyde samimidir. Dinleyeni aldatmayı amaçlamaz.
Tahrip edilmemiş iletişim, konuşmacıların tüm geçerlilik iddialarını savunabilecekleri dil kullanımıdır. Bu dil kullanımında söylenilen şey anlamlı, doğru, doğrulanmış ve samimidir. • Bilimi içeren fakat onunla sınırlı olmayan herhangi bir olgusal tartışma alanında rasyonel bir uzlaşım, yalnızca «daha iyi olan argümanın gücüyle» ulaşılan uzlaşımdır. Bir doğruluk iddiası, bu iddiayla ilgili kanıtı aklında tartmaya muktedir olan herhangi bir kimsenin o iddiayı yapan kimseyle birlikte aynı sonuca ulaşabileceği bir iddiadır.
İdeal konuşma durumu, dilin doğasında asli olarak vardır. Dili kullanan herkes bu yolla doğruluk iddiası da dahil,dört geçerlilik iddiasını doğrulayabileceğimizi varsayar. • Tekil bir konuşma, bireylerin birbiriyle özgür, açık ve eşit bir iletişimde yaşayabileceği bir toplumsal hayat biçiminin olasılığına dayanır. • İdeal konuşma durumu,etkileşim ve toplumsal kurumların hali hazırda var olan biçimlerinin yetersizliğine ilişkin eleştirel bir ölçüt sağlar.
İleri kapitalizmin taleplerinin demokratik kurumların ve normların alanını ve anlamını sınırladığını ileri sürer ve buna karşılık normatif demokrasi yaklaşımını getirir. Buna göre, periyodik oylama ve seçimler dışlayıcı uygulamalardır. Özel çıkarcı rasyonalite yerine, çatışmaların uzlaşmacı biçimde, müzakereler aracılığıyla çözüldüğü pratik bir rasyonalite kavrayışı geliştirilmelidir.
Bu noktada, tek meşru otoritenin yurttaşların kendi aralarındaki tartışmaların ifadesinden, yani «söz»den kaynaklandığı bir kamusal alanın varlığına işaret eder. • Kamusal alan, serbest sözün alanı olarak zorunluluk ve buyruklardan soyutlanmalı; müzakere yurttaşların özgür sözüyle kurulu bir politik proje olarak görülen modern yurttaşlığın temelinde yer almalıdır.
Habermas, buradan, müzakereyi ortak anlayışlara ve kolektif yargıya ulaşmanın başlıca yolu olarak gördüğü, hakların yanında sorumluluğun, özel çıkarların yanında kamusal yargıların yer aldığı bir «kamu alanı» modeline ulaşır. • Bu noktada liberal ve cumhuriyetçi çizgilerin dışında bir yurttaşlık modelini öngören, devletin dışında gelişen, güç ve statüden yalıtılmış bir kamusal alanda gerçekleşen «söylemsel demokrasi» kavramlaştırmasına ulaşır.
Söylemsel demokrasi, Habermas’ın «iletişimsel eylem», «iletişim etiği» ve «ideal konuşma durumu» adını verdiği üç temel kavram tarafından şekillendirilmiştir. • Bu kavramların gönderme yaptığı müzakere modelini anlayabilmek için öncelikle Habermas’ın «yaşam alanı» (lifeworld) ve «sistem alanı»(systemworld) arasında yaptığı ayrımı anlamak gerekir.
Sistem alanı: bünyesinde hem özel hem de kamusal olana ilişkin unsurlar barındıran ve toplumun temel yönetme sistemlerini, devleti, ekonomiyi, makro sosyal yaşamın para ve güç tarafından şekillenen alanını kapsar; bürokrasi ve Pazar gibi güçlerin kontrolünde bulunur. • Yaşam alanı ise aileyi ve kamuoyunu içerir; anlamların tartışıldığı, kimliklerin bireyler tarafından kurulduğu, devletten bağımsız olarak politik birliklerden ve etkileşimden oluşan, yüz yüze deneyimin, konuşmanın, geleneklerin, kavrayışın, normların ve dayanışmanın gündelik alanıdır.
Bu iki alan, iki temel eylem biçimini ortaya koyar. Stratejik eylem, sistem alanına özgüdür. Özne-nesne ilişkisine dayanan ve insanın doğa üzerindeki egemenlik sürecinin kurucusu olarak görülebilecek eylem biçimidir. Stratejik eylemi yönlendiren ve açık ve tutarlı hedeflere yönelik olarak uygun araçları seçme, tahmin etme ve uygulama kapasitesiyle şekillenen araçsal rasyonellik, doğudan problem çözmeye, başarıya yönelik bir eylem türü getirir. • Bu pratik amaçlı eylem biçimleri bürokrasinin, kişinin dışındaki kurumların işlev gördüğü sistem dünyasının yan ürünleridir.
Habermas, modern toplumun temel probleminin, bilimselleşme, bürokratikleşme, sosyal yaşamın ve politikanın ticarileşmesi gibi gelişmelerin sonucunda, sistem alanına ait olan bu araçsal rasyonelliğin ait olmadığı yerleri işgal etmesi olduğunu belirtir.
Yaşam alanı ise, kamusal alanı da kapsar. Burada gündelik deneyimde yer alan, sıradan insanların ve toplulukların, özneler arası etkileşimi, karşılıklı anlayışa ve uzlaşmaya dayanan iletişimsel eylem hakimdir. Bu eylem biçiminin katılımcıları, stratejik eylemin aksine, sadece başarıya yönlendirilmemişlerdir. Habermas’ın müzakereci demokrasi kavrayışının temeline yerleştirdiği iletişimsel eylem biçimi açısından esas olan, karşılıklı anlayışın ve diyaloğun yer aldığı kamusal tartışmanın koşullarını yerine getirmektir.
Bu koşullar: baskılanmamış, egemenlik ilişkilerinden ve aldatmadan, yönlendirmeden, yanıltmadan muaf, özgür bir iletişim yoluyla karşılıklı etkileşimi esas alan, her konuşmacının katılmada ve söz söylemede eşit şansa sahip olduğu, güç hiyerarşilerinin yer almadığı bir iletişim durumu gerektirir.