360 likes | 635 Views
TÜRKİYE’DE RADYO. PROF. DR. SERDAR ÖZTÜRK. İlk Düzenli Yayınlar.
E N D
TÜRKİYE’DE RADYO PROF. DR. SERDAR ÖZTÜRK
İlk Düzenli Yayınlar • İlk deneme yayınları müzik ağırlıklıdır. 1927 yılının başından Mayıs ayına kadar olan bu deneme yayınları, yerini Mayıs başlarında İstanbul’daki düzenli yayınlara bırakmıştır. İlginç bir şekilde basın, olaya hak ettiği yeri vermemiştir. Basının bu ilgisizliği karşısında TTTAŞ, 1927 yılında Telsiz dergisini yayınlatmıştır. Aslında basın, benzer bir direnişi BBC’nin doğuşunda ve ABD’de radyoya karşı göstermiştir. • Basının radyoya yönelik ilgisizliğinde iki temel neden varsayılabilir. Radyonun hemen tüm ülkelerde birer ticari girişim olarak ortaya çıkması, reklam olanaklarını yitirebilmeleri gerekçesiyle gazeteleri endişeye sevk etmiştir. İkinci bir neden olarak basının haber verme işlevini radyoya kaptıracağı korkusudur (Kocabaşoğlu, 1983: 30).
Radyo Alıcıları Verici istasyondan uzaya gönderilen elektromanyetik sinyalleri alıp bunları sese dönüştüren aygıta radyo alıcısı denir. İlk dönemlerde sesler yalnızca kulaklıkla dinlenebiliyordu. Bunlar lambasız ve hoparlörsüz kristal dedektörlü alıcılardı. Sonraları lambalı alıcılar yaygınlaştı. Alıcılar radyo iletişiminin kitle iletişimi niteliğine bürünmesinde en önemli öğedir. Alıcısız iletişim düşünülemez. Türkiye’de düzenli radyo yayıncılığından önce de piyasada az sayıda alıcı vardı. Düzenli radyo yayınlarının başlamasıyla TTTAŞ’ne abone kimselerden çoğu Türkiye’deki yabancılar ve Türkçe bilmeyen azınlıklardan oluşmaktaydı. Bunların gereksinimi için 1927’den önce az da olsa alıcı satılmıştır. Ancak alıcı satışları 1927’den sonra hızlanmıştır. Bu yılın sonlarında Türkiye’de 2000 dolayında
Radyo Alıcıları radyo alıcısının var olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakımın yarısı bile ruhsatlı değildir. 1930’a gelindiğinde ruhsatlı alıcı sayısı ancak 1500’dür. Oysa alıcı sayısı TTTAŞ için önemlidir çünkü şirketin geliri ruhsatiyelere ve alıcı satışları üzerinden aldığı paylara dayanmaktadır. Bu nedenle şirket alıcısı sayısını yaygınlaştırmak için değişik yöntemler denemiştir. Örneğin daha yayıncılığın başlangıç aşamasında gazetelere ilan vererek radyo alıcısı satanları bir birlik oluşturmaya davet etmiştir. Başka bir ilanda da, şirketin alıcı kullanma fırsatı vermediği kimselere, içinde alıcıların da olduğu radyoya dair hiçbirşey satılmaması istenmiştir. Böylece TTTAŞ, radyo satıcısı piyasasına egemen olmaya çalışmıştır. Bununla yetinmemiş kendi bünyesi içinde “Telsiz Telefon Pazarı” ismiyle limited şirket kurarak doğrudan alıcı piyasasına girmiştir.
Radyo Alıcıları Bütün bunlara karşın TTTAŞ, bir türlü abone sayısını artıramamıştır. Bu nedenle başka bir önleme başvurmuştur. Bu, İstanbul dışındaki yerlerde abone işlemlerinin doğrudan PTT tarafından yapılmasıdır. Bir başka önlem güvenlik makamlarına kaçak alıcıları tespit etmeleri doğrultusunda başvurmaktır. 1933’te kaçak radyo kullanan 200 kişi yakalanmıştır. Bu önlemler sayesinde 1933’te abone sayısı 5000’e çıkmıştır.
Kültür Emperyalizmi ve Alıcılar Kültür emperyalizminin iki boyutu vardır. İlki teknolojik, ikincisi içerikle ilgilidir. Teknolojik boyut, iletişim teknolojisi açısından geri ülkelerin teknolojik açıdan gelişmiş ülkelere bağımlı olmasıdır. Bu bağımlılık aynı zamanda içerik bağlamında da geçerlidir. Yeterli ve nitelikli programları üretemeyen çevre ülkeler, maliyet açısından düşük çok sayıda programı merkez ülkelerden ithal etmektedir. Böylece merkez ülkelerin kültür değerleri de içeriye taşınmaktadır. Sonuçta teknolojik bağımlılık kültür bağımlılığını da beraberinde getirmektedir. Teknolojik bağımlılığı, kültür emperyalizminin dışında düşünmek yanlıştır.
Kültür Emperyalizmi ve Alıcılar Türkiye’de radyo alıcıları üretilemediği için bu bakımdan daima bir teknolojik bağımlılık söz konusudur. Sonuçta tecimsel bir meta olan alıcı, tecimsel sömürünün de bir aracıdır. Bu sömürü dış ve iç olmak üzere iki katlıdır. İthal edilen alıcıları içeride pazarlayanlar da büyük karlar elde etmiştir. Örneğin Vehbiç Koç, gramafon plakları ve “Philco” radyoları satan büyük şirketin Ankara temsilciliğini yapmış, çok mal satarak birinci sınıf bir acenta haline gelmiştir. Türkiye’de siyasal iktidar sürekli olarak halka ucuz alıcı sağlamanın gayreti içerisinde olmasına karşın acentaların yüksek karla alıcı satmalarının önüne pek geçememiştir. Buna karşın
Kültür Emperyalizmi ve Alıcılar örneğin Halkevi gibi kültürel ve ideolojik kurumlarda bulundurulacak radyo ve sinema makinelerini gümrük vergisinden muaf tutmuştur. Tüccar ise sürekli olarak gümrük vergisinin ağırlığından şikayet etmiş, verginin kaldırılması ya da azaltılmasıyla alıcı fiyatlarının düşeceğini iddia etmiştir. Oysa o dönemde tüccar, yurt içine soktuğu bir alıcıdan yüzde yüz kar elde etmektedir. Bu nedenle tüccarın gümrük vergisi-alıcı fiyatı ilişkisine dair iddiası geçerli değildir. Radyo alıcısı bir lüks tüketim aracı olarak görülmüş ve bu gibi mallar tüccara en çok karı sağlamıştır.
Yayınlar Yayın Saatleri ve Süreleri: Radyoculuğun ilk yıllarında, başka ülkelerde yayın süreleri çok kısıtlı idi. Yayınlar genellikle akşam saatlerinde yapılıyordu. Buna karşın Türkiye’de radyoculuğun ilk aylarında yayın süresi 6 saatti. Bu uzun süreyi doldurmak zor olduğu için birkaç ay sonra süre yarıya indi. Yapılan bir istatistiğe göre 1927-1936 arasında günlük yayın ortalaması İstanbul radyosu için yaklaşık 4,5 saat, Ankara radyosu içinse yaklaşık 3 saattir (Kocabaşoğlu, 1983: 57). Bu uzun süreleri doldurmak için neler yapılmıştı?
Yayınlar O dönemde hazır program ithal etme uygulaması henüz yerleşmemişti. Bu nedenle üç düzeyli önlemler alınarak yayın saatleri dolduruldu: 1) En önemli ve anlamlı önlem, müzik ve söz programlarının yapım olanaklarını artırmaktır. Her ne kadar bu konuda istenen düzeye ulaşılamasa da özellikle 1934 yılı içinde yapımda hareketlilik gözlenmiştir. 2) Yayın sürelerini program olanaklarına göre sınırlandırmaktır. 3) İkinci önlemin yetersiz kalması durumunda yayın süreleri gelişigüzel doldurulmuştur.
Yayınlar Sonuçta yayın saatlerinin nasıl doldurulacağı radyo yöneticileri için önemli bir sorundu. Bir taraftan da sayıları az ama nitelikli dinleyici, yayın sürelerinin artırılması ve yayınların çeşitlendirilmesi için TTTAŞ’ye baskı yapmıştır. Bir radyo yöneticisinin basına yansıyan şu sözleri bu durumu özetlemektedir: “… biz her şeyden evvel tüccarız. Müşterinin istediğini sağlamaya mecburuz. Fakat bir şarkı azami üç dakika sürüyor. Senede Türkiye’de kaç yeni şarkı çıkar dersiniz? Yüz tane desek 300 dakika eder. Peki bunlarla her gün dört uzun faaliyet saatini nasıl dolduralım? Hep aynı şeyleri mi çalalım?” (akt. Kocabaşoğlu, 1983: 60-1). Gerçekten de radyoda hep aynı şeyler çalınmıştır.
Yayınların Özellikleri (1927-1936) (Kocabaşoğlu, 1983: 74 v.d). Yayınların bu dönemdeki özelliklerini daha iyi kavramak açısından, radyoya yönelik egemen algılamanın ne olduğu sorusunu yanıtlamak gerekir. Dönemin Telsiz dergisi incelendiğinde radyonun “asrın mucizesi” ve “asri” bir eğlence aracı olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Radyo, “çok zevkli, ucuz” bir “eğlence” aracı olarak algılanmıştır. 1927’de telsiz telefonun teknik özelliklerini anlatan bir kitapta, telsiz telefonun (radyonun) yararları şöyle anlatılmıştır: “İstanbul’un büyük telsiz telefon istasyonu stüdyosunda her akşam bir ahenktir gidiyor. Söz dinlemek için tam bilmem nelere kadar gitmek, avuç dolusu paralar sarf etmek… Kalabalık, havası bozuk salonlarda, tiyatrolarda zevk edeceğim, keyif süreceğim diye kahrolmak çekilir şey değil, değil mi?”
Aslında radyoya yönelik bu bakış ilk dönemlerde Batı toplumlarında radyonun algılanışından farklı değildir. Buna karşın radyonun uyarıcı-aydınlatıcı işlevi konusunda da görüşler ileri sürülmüştür. Türkiye’de radyonun bu son sözü edilen işlevleri üzerine zaman zaman yurtdışı dergilerinden alıntı yapılmıştır. Dolayısıyla radyonun topluma ilk sunuluşunda “eğlendirici” özelliği öne çıkmış, daha sonra “eğitici” özelliği de katılmıştır. Eğitici işlevler olarak tarımın geliştirilmesi, okullarda radyoyla dersler verilmesi ve toplu dinleme merkezleri kurulması önerileri vardır.
Dolayısıyla Türkiye’de radyo yayınları konusunda, örnek olabilecek 2 seçenek vardı. İlki, akşam evine dönen ve çalgılı gazinoya gitme olanağı bulamayan kişileri rahatlatmak amacı güden eğlence içerikli radyoculuktur. İkincisi ise toplu dinleme ortamları yaratarak halkı eğitecek, toplumsal sorunlardan haberdar edecek ve bilinçlendirecek nitelikte radyo yayıncılığıdır. Bu iki anlayıştan birincisi daha çok ABD’de tercih edilirken, ikincisi bazı Avrupa ülkelerinde ve özellikle SSCB’de benimsenmiştir. Uygur Kocabaşoğlu’na göre Türkiye’de radyoculukla ilgilenenler bu iki yaklaşımı da bilmelerine karşın 1927-1936 döneminde daha çok birinci uygulamanın yolundan gitmişlerdir (1983: 77).
Gelgelelim radyoda müzik yayınlarına büyük ağırlık verilmesine karşın bu alanda bile başarısız kalınması radyo yayınlarına karşı 1933’lerden sonra eleştiri kampanyalarını başlattı. Bu eleştiriler birkaç etkenin bir araya gelmesiyle ortaya çıktı. Eleştirilerden, radyonun Türk radyo alıcılarının sayısı ve vericilerin gücü gibi niceliksel ile programların kalitesi gibi niteliksel yönden istenen düzeyi tutturamadığı anlaşılmaktadır.
Eleştiriler ve Çözüm Önerileri Radyoya yönelik eleştiri ve çözüm önerileri başlıca üç noktada toplanmaktadır: 1) Türkiye’de radyo yanlış anlaşılmış ve yanlış bir tarzda uygulamaya konmuştur. “Radyo eğlencedir, radyo lükstür, radyo olmasa da olur, radyo eğlendirmekten başka bir işe yaramaz, radyo yayınları halkın keyfi için çalışmalıdır.” gibi görüşler bu yanlış değerlendirmelerin örneğidir. Türkiye’de radyo yalnızca müzik aracı olarak anlaşılmıştır. Oysa radyo yayınlarının müzikten ibaret olmadığı artık anlaşılmıştır. Radyoyu bir eğlence olarak değerlendirmek yanlıştır. Özel şirketin mali ve kültürel imkanları, radyoyu bir kültür aracı yapmaya yetersizdir.
Eleştiriler ve Çözüm Önerileri 2) Yabancı uyarlamaları örnek alma: Bu dönemde Sovyetler Birliği’nin radyoyu nasıl eğitim ve propaganda aracı olarak kullandığına yönelik haber ve yorumlar vardır. Bunun yanı sıra Nazilerin radyoyu propaganda aracı olarak kullanmaları da Türk aydınlarınca izleniyordu. Dolayısıyla Türk aydınına göre radyo her şeyi öğretebilir, kültürü yükseltebilir ve devrimlerin hizmetinde olabilirdi. .
Eleştiriler ve Çözüm Önerileri 3) Bir eğitim-öğretim aracı olarak radyo: Türkiye’de radyonun yaptıklarının ya da yapamadıklarının ve diğer ülkelerin radyodan yararlanmada gösterdikleri başarının karşılaştırılması, 1934’lerde radyonun eğitici ve öğretici işlevlerinin fark edilmesine yola açtı. İktidar ve aydınlar böylece üst yapı kurumlarındaki kimi değişikliklerle toplum yapısını değiştireceklerine inandı. Bu görüşte olanlar, radyoya gereken önemin verilmediği, halkı eğitme ve uyandırmada radyodan yeterince yararlanılmadığını savundular.
Sonuç olarak 1927-1936 yılları arasında radyoya bakışın çelişkili olduğu ve zamanla algılayışın değiştiği görülmektedir. 1934 ve sonraki yıllarda radyo yayınlarındaki göreli iyileşme, değişen bu algılayışın ve radyoya yönelik eleştirilerin bir sonucudur.
Müzik Yayınları 1927-1936 döneminde “alaturka” ve “alafranga” müzik konusunda tartışmalar olmuştur. Bu tartışmanın taraflarından bir kısmına göre tek ve asıl müzik “Batı” müziğidir. Türk müziği terk edilerek, Batı müziği benimsenmelidir. Çünkü Batı müziği çok seslidir. İkinci görüşe, en mükemmel müzik Türk müziğidir. Türk müziği Türkiye’ye yeterdir. Üçüncü görüş Batı müziğinden yararlanılarak Türk müziği iyileştirilebileceğini savunur. Bu görüşler radyo çevrelerinde uzun yıllar sürmüştür.
Müzik Yayınları Bu arada bu dönemde radyodaki müzik yayınlarına bakıldığında halk müziğinin yönetici kesim tarafından çok az bilindiği görülür. Özgün halk müziği o yıllarda derlenmemiş ve notalara geçirilmemiştir. Radyodaki müzik yayınlarına yönelik eleştiriler 1934’te doruğuna varmıştır. Örneğin Hakimiyeti Milliye gazetesinde bir yazar şöyle der: “Hele ince saz kısmı büsbütün yürekler acısı, evlere şenlik bir şeydi. Zurnanın en çatlağından, darbukanın en patlağına kadar… Sesin en ayaklasından, gazelin en öksürüklüsüne, tıksırıklısına kadar… Neler, ne bangırtılar dinlemedik (akt. Kocabaşoğlu, 1983: 89-90). Bu anlayış, siyasal iktidar katında da çoğunlukla paylaşılmıştır.
Müzik Yayınları Örneğin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya şöyle demiştir: “Şarkılar kahvelerden çıkıp, radyolara, plaklara intikal ettikten sonra devletin vazifesinin daha büyük olması lazım gelmiştir… Bizim alaturka şarkıları dinlemek için kulakların çok nasırlaşmış olması lazımdır. Hele şimdi, cinsi hevesleri tahrike çalışmayan şarkılar nadir işitiliyor” (aktaran Kocabaşoğlu, 1983: 90).
Müzik Yayınlarına Yönelik Eleştiriler Eleştirilerin böylesine sert olması üç nedene bağlanabilir. İlk olarak radyodaki müzik yayınları giderek yozlaşmaktadır. İkincisi, müzik alanında devrime girişen siyasal iktidar, radyoya ilişkin girişmek istediği değişikliklerde bu eleştirilerden güç almak isteyebilir. Üçüncü olarak siyasi iktidarın şirketle sözleşmesi 1936’da bitmektedir ve radyonun devletleştirileceği kesinleşmiştir. Buna bir kılıf hazırlanıyor olabilir (Kocabaşoğlu, 1983: 91).
Müzik Yayını Yasağı 1934’te Atatürk’ün Türk müziğinin evrensel şekilde inceltilmesi gerektiğine yönelik bir konuşması, yanlış yorumlanarak radyodan Türk müziği yasaklandı. Alt yapıda değişikliklere girişilmeden müzik gibi alanlardaki değişimlerin kolay olacağı varsayılmaktaydı. Aynı zamanda bu değişikliklerin ülkeyi modernleştireceği düşünülüyordu. Bu yasak 2 yıl sonra kaldırıldı. Yasağın kaldırılmasında, radyo alıcısı sahiplerinin Mısır Radyosu’nu dinlemeye başlaması etkin olur. Siyasal iktidar, bunun sakıncalı olduğunu düşünmüş olabilir. Ancak yasağın kalkmasında Atatürk’ün de etkisi olmuştur. Köşkte birisinden Rumeli türkülerini dinleyen Atatürk, bu tür Türk müziğinin radyodan yayınlanmasını ister.
Söz Yayınları TTTAŞ’nın yayıncılık işlevinde söz programlarının da en az müzik programları kadar ağırlıklı olması sözleşmede belirtilmiştir. Ancak uygulama böyle olmamıştır. 1934’te radyodan Türk müziği kaldırılana dek söz programları, tüm radyo yayınları içinde % 20’yi geçmemiştir. Yasaklamadan sonra söz yayınları bir kat artmıştır. Söz yayınları içinde en fazla yeri haber bültenleri ve haber programları taşımıştır. Radyo haber bültenlerinin tek kaynağı Devletin resmi organı olan Anadolu Ajansı idi. Anadolu Ajansı aslında gazetelerin diline uygun haber üretmekteydi. Ne var ki bu haber bültenleri radyoda hiçbir değişikliğe uğramadan 1960’lara kadar sürmüştür.
Söz Yayınları Söz programlarıyla ilgili söylenebilecek en önemli nokta, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar gibi siyasal iktidarın temsilcilerinin nadiren radyoya çıktıklarıdır. Onlar sadece önemli gün ve haftalarda radyoda konuşma yaparlar. Haber yayını dışında kalan söz yayınları dört başlık altında toplanabilir. Yabancı dil dersi ağırlıklı eğitici programlar ve konferanslar birinci kategoriyi oluşturur. İkinci bölümde kültür ve sanat içerikli yayınlar yer alır. Üçüncü kategoriyi sağlık, kadın, ev yaşamına ilişkin programlar oluşturur. Dördüncüsünü ise eğlence ve spor programları teşkil eder.
1927-1936 Döneminde Devletin Radyoya Karşı Tutumu: 1930 yılı başına kadar devletin radyoya yönelik tutumunu kuşkulu ancak radyoya yardım edici olarak niteleyebiliriz. Kuşkunun iki temel nedeni vardı: a) Böylesine teknik bir iş başarılabilir miydi? b) Özünde telsiz haberleşmesi olan radyo, casusluk ve ulusal güvenliğe aykırı biçimlerde kullanılamaz mıydı?
1927-1936 Döneminde Devletin Radyoya Karşı Tutumu: Kuşkulardan birincisi daha işin başında giderilmiştir. TTTAŞ’nin sermayedarları arasında Cumhuriyete inanmış kişilerin olması, Cumhuriyetin kurucularının radyo lehinde yer alması bu kuşkuyu gidermiştir. İkinci kuşku radyo yayınlarının başlamasına engel olacak kadar güçlü olmamıştır. Devlet, radyoya iki şekilde yardımcı olmuştur. Elindeki telsiz haberleşme olanaklarını TTTAŞ’nin emrine vermiş, şirkete bu alanda tekel hakkı tanımıştır. Ayrıca şirketin her türlü parasal bunalımında ona yardım etmiştir. Devlet, 1930’lardan sonra radyoyla daha fazla ilgilenecektir. Bu dönemde, 1930 SCF deneyiminin iktidar için uyarı niteliği taşıması, ekonomide devletçilik yönelimli politikalar radyoya da yansıyacaktır.
1927-1936 Döneminde Devletin Radyoya Karşı Tutumu: Devlet, bu bağlamda radyoya yardımcı olmuştur. Örneğin Halkevlerine alınacak radyo alıcıları için gümrük muafiyeti getirmiştir. Devlet, Halkevleri aracılığıyla resmi ideolojiyi, dönemin kültür ve sanat politikalarını halka iletmeyi amaç edinmektedir. Bu doğrultuda radyonun Halkevinde bulunması önemlidir. Radyo da aynı doğrultuda çalıştığı için radyonun Halkevinde bulunması daha etkin bir aktarım için gereklidir.
1927-1936 Döneminde Devletin Radyoya Karşı Tutumu: Devletin bu yıllarda radyoya ilişkin ikinci önemli adımı radyoyu “Devletleştirme” yolunda attığı adımdır. 1933’te modern radyoevi kurulmasına başlanmış, 1934’te Matbuat Umum Müdürlüğü kurulmuştur. Bu kurum, radyo, film ve tiyatronun denetlenmesini üzerine almıştır. Ayrıca radyo programlarını düzenleyecek, yurt dışında radyo ile propaganda olanaklarını yaratacaktır. Ne var ki bu dönemde söylemde radyonun kültürel açıdan önemli olduğu vurgulanmasına karşın uygulamada bu araçtan ciddi ve etkin biçimde yararlanılamadığını görmekteyiz. Bunun birinci nedeni vericilerin gücü, alıcıların sayıları, fiyatları, elektrik yetersizliği gibi etkenlerdir.
Radyodan Beklentiler TTTAŞ’nin asıl amacı kar elde etmektir. Kar elde etmenin yolu ise abone sayılarını artırmaktır. Abone sayılarını artırmak için TTTAŞ, radyoya eğlence niteliği kazandırmaya çalışmıştır. Aydınların bir bölümünün radyodan beklentisi TTTAŞ’ninkiyle aynı değildir. Onlara göre radyoda eğitici-öğretici programlara ağırlık verilmelidir. Radyo, eğlenceden ziyade bu yönüyle öne çıkmalıdır. İktidarın radyodan beklentisi de genellikle halkı eğitme, aydınlatma yönelimli olmuştur: Bu beklenti özellikle 1930’larda artmıştır.
Radyo Çevre İlişkileri TTTAŞ döneminde genellikle Batı ülkelerinin radyoculuk uygulamaları örnek alınmıştır. İkinci olarak Türk radyo dinleyicilerinin çeşitli ülkelerin radyolarını dinlemelerinde sakınca görülmemesi, aksine bu konuda onlara yardımcı olunmasıdır. Paris, Viyana, Moskova radyolarının programları günlük basında yer almaktadır. Bunun nedeni, radyo dinleyicilerinin daha çok müzik yayınlarını takip etmeleri, dil bilmek gerektirdiği için söz programlarını dinleyememelidir. Bu uygulama II. Dünya Savaşı sonrasının Soğuk Savaş ortamında sakıncalı görülecektir.
Radyo Çevre İlişkileri Türk radyoculuğunun ilk günlerinde dinleyici ile oldukça yakın ilişkiler kurulmuştur. Bu ilişki için TTTAŞ, Telsiz dergisini çıkarmıştır. Ancak dergi 18 sayı yayınlanabilmiştir. TTTAŞ, anket aracılığıyla da dinleyici ile birkaç kez iletişim kurmaya çalışmıştır. Bunun dışında basındaki okuyucu mektuplarını geri besleme olarak değerlendirmiştir.
TTTAŞ’nın Miras Bıraktığı Olumsuzluklar: Temeli atılan ilk olumsuzluklardan birisi bazı söz programlarının radyo dışından kişilere hazırlatılmasıdır. Radyo, parasal ve personel açısından yetersiz olduğu için bu yola başvurmuştur. Müzik yayınları ise radyo içinde üretilmiştir. Radyoculuk kendine özgü bilgi ve becerileri gerektiren bir meslek olarak kabul edilmemiştir. Bir başka olumsuz anlayış ve uygulama, programların yapım üretim olanaklarının yayın süreleriyle uyumlu olmamasıdır. Radyo yöneticileri bu nedenle yayın saatlerini plak yayınlarıyla ve radyo dilini bilmeyen kişilere ve kuruluşlara programlar yayınlatarak tamamlamıştır.
TTTAŞ’nın Miras Bıraktığı Olumsuzluklar: Bir üçüncü olumsuzluk, protokol haberciliğinin bu dönemden miras kalmasıdır. Önemli gün ve haftalarda siyasal figürlerin sık sık mikrofona çıkması ve haber değeri olmayan gezi, açılış gibi olaylara çok fazla önem verilmesi bu dönemde temelleri atılan uygulamadır. Son olarak radyonun, dinleyici ile ilişkilerinde daha bilimsel yöntemler yerine genellikle sadece okuyucu mektuplarına bağımlı kalması TTTAŞ’nın miras bıraktığı olumsuzluklar arasındadır.
TTTAŞ Dönemiyle İlgili Genel Sonuçlar: Bu dönemde kendi başına ayrı bir meslek olarak ortaya çıkmış bir radyoculuktan söz edilemez. Siyasal iktidar radyo ile özellikle 1930’lardan sonra daha fazla ilgilense de bu araçtan yeterince yararlanamaz. Radyodan Milli İktisat ve Tasarruf seferberliğinde yoğun bir şekilde yararlanılır. Bunun dışında Türk Dili, Türk Tarihi çalışmalarında da radyodan faydalanılır. Radyo bu dönemde alıcı ve verici sayısı açısından yetersizdir. Radyo alıcıları fazla yaygınlaştırılamamıştır. Türkiye, bu alanda içinde bulunduğu bölgenin en geri ülkesidir.