E N D
Türkler İçin İleri Pratik İngilizce Türkler İçin Özel Hazırlanmış En Geniş Kapsamlı, En Zengin İçerikli İngilizce Gramer ve Pratik Ders Kitabı Doç. Dr. Yalçın İzbul CHAPTER - 1
SOME BASIC CONCEPTS BAZI TEMEL KAVRAMLAR KISA AÇIKLAMA Buradaki çalışmamız akademik inceleme amacı taşımıyor. Bilgiler, saptamalar ve örnekler, çeşitli nedenlerle İngilizce öğrenmek/ilerletmek isteyen gerçek kişiler içindir. Pragmatik yaklaşım ve pratik çözümler önplandadır. Dilbilime özgü terminoloji en aza indirilmiş, gereksiz ayrıntılar ayıklanmıştır. Tabiatıyla, akademisyen arkadaşlar ingilizce öğretimi amacıyla buradaki birikimden yararlanırlarsa sevinirim. Ama, o kadar... TEMEL KAVRAMLAR Ad (isim): Gerçek veya hayali, somut yada soyut varlıklara verilmiş adlar... ( NOUN ) Sıfat: Bu varlıkları çeşitli yönlerden niteleyen, niceleyen, tanımlayan, betimleyen, ayrıntılandıran sözcükler... ( ADJECTIVE ) (Günün birisinde Türkçe'nin dilbilgisi üzerine bir çalışma yapacak olursam, sanırım ilk tercihlerimden birisi "sıfat" yerine", "betimlik" terimini önermek olacaktır.) Fiil (eylem): Gerçek/hayali, somut/soyut olay, eylem, durum, oluşumların adları... (VERB) Zarf (belirteç): Bu eylem/oluşumları çeşitli yönlerden niteleyen, ayrıntılandıran sözcükler... ( ADVERBS ) [Dikkat: Aşağıdaki yuvarlamama karşın, zarflar ayrıca, sıfatları ve diğer zarfları da niteleyebilir.] Yani, sıfatlar adları, zarflar fiilleri niteler... Dahası yok mu? Var, tabiatıyla... Ama bizim açımızdan bu kadarı yeter. Adıl (zamir - pronoun), ilgeç (edat - preposition), bağlaç (conjunction), ünlem (interjection)... Bunların ne olduklarını zaten biliyorsunuz. Ayrıntılarına girmesek de olur... Türk eğitim sistemi (yada sistemsizliği) sonucu, gramerde sekiz çeşit sözcük olduğuna, üstelik Latince gramerinden alınan bu sınıflamanın Türkçemiz kadar ingilizce ve bütün dünya dilleri için de geçerli olduğuna hepimiz iman etmişizdir. AMA ŞİMDİ DİKKAT: İlk kural... Her dil öğesi kimlik ve niteliğini, "dilci" lerin ilahi ve değişmez saptamasından değil, kullanıldığı ortamdaki İŞLEV 'inden kazanır. İşte bu işlevler çerçevesinde, pratik açıdan bizim için en önemli birkaçını şöyle sıralayabiliriz: 1) Eylemlerin öznesi yada nesnesi olma işlevini adlar karşılar. Özne, eylemi gerçekleştiren; nesne eylemden etkilenen, kabak başına patlayandır. 2)Aynı şekilde, ad-tümcelikler de eylemin öznesi yada nesnesi olabilir. 3) Sıfatlar adları, zarflar eylemleri niteler... 4)Aynı şekilde, sıfat-tümcelikler adları, zarf-tümcelikler ise eylemleri niteler. Peki, nedir bu "tümcelik" dediğimiz birim? Ad-, sıfat-, zarf-tümceliği de ne ola?? Azıcık sabır, Değerli Okuyucum -- Tanımlar ve örnekler biraz aşağıda... KİMİ TANIMLAR * * * * * Ara Konu: Çekilmiş Fiil Ne Demektir ? To see, to be seen, to mean, to be meant... Görmek, görülmek, demek istemek, kastedilmek... Fiilin mastar (= infinitive) hali, olay/eylem/durum/oluşuma verilen addır. Yani: eylemin, kişi, zaman yada ileti ortamına (kip - mood) göre çekilmemiş halidir.
I saw, "to see" fiilinin birinci tekil kişiye göre haber kipinde The Simple Past Tense olarak çekilmiş halidir... He has gone, "to go" fiilinin üçüncü erkek tekil kişiye göre haber kipinde The Present Perfect Tense olarak çekilmiş halidir... İngilizce fiil çekimlerinin Türkçe, Fransızca, Almanca yada İtalyanca'ya göre büyük bir yalınlık taşıyor olması ingilizce öğrenmek isteyenler açısından büyük bir nimet sayılmak gerekir. * * * * * Sözcük Öbeği (Phrase) : İçinde çekilmiş bir fiil bulunmayan, tümce içinde veya dışında öbek halinde ayrık nitelikli bir anlam birimi oluşturan sözcük takımı. Bunları bir soruya karşılık cevap olarak kullanabilirsiniz (tümcenin diğer öğelerini tekrarlamağa gerek kalmayabileceği için); ama tek başlarına söylenecek olsalar bildirim tamamlanmamış veya quel-alaka kalır. in the house... cats and dogs... my friend's father-in-law... to see a good film... Örnek: I was also hoping to get a chance to meet my friend's father-in-law. ["to meet fiilinin nesnesi olarak kullanılan ad işlevli bir sözcük öbeği] Ama, birisi durduk yerde "arkadaşımın kayın pederi" yada "iyi bir filim görmek için" deyip sussa, ne dediğini anlamasına anlarız, ama "Eeee, n'olmuş" diye de devamını bekleriz. Tümcelik (Clause) :İçinde çekilmiş bir fiil bulunan ve ekleşik veya karmaşık tümcelerin (az aşağıda açıklanıyor) ana birimlerini oluşturan yapılar. when we went there... although she is quite wealthy... oraya gittiğimizde... oldukça varlıklı olmasına rağmen... Tabiatıyla bunlar da tekbaşlarına söylenirlerse, "Eeee, n'olmuş" sorusunu davet edeceklerdir. Ana Tümcelik (Main Clause) : Tek başına ayakta durabilen, kendi içinde tam anlam taşıyan, örneğin yazıda başına büyük harf sonuna nokta koyup bağımsız bir tümce niteliğinde kullanabileceğimiz tümcelik türü. Doğaldır ki, her yalın tümce (tanımı aşağıda) tek bir temel tümcelikten oluşmaktadır. Bağıl Tümcelik (Subordinate Clause) : Geldik canalıcı noktaya... Anlamın tamamlanması için bir ana tümceliğe bağlı ve bağımlı olan tümcelik türü. Tek başlarına ayakta duramaz, tam anlam ifade eden bir bağımsız bir tümce niteliği ile kullanılamazlar. Bağıl tümcelikler taşıdıkları işleve göre üç grupta değerlendirilir: 1) Ad-tümcelikler 2) Sıfat-tümcelikler 3) Zarf-tümcelikler Bu işlevleri yukarda tanımlamıştık. Tekrarlayalım: Ad-tümcelik, temel ve/veya bağıl tümcelikler içinde ad kullanılabilecek her yerde bulunabilir: Örneğin fiil yada fiillerin özne yada nesnesi olabilir. Tümceyi bir labirente çevirmeyi göze alıyorsanız sonsuz sayıda kullanabilirsiniz... They wondered where he had come from. Neyi merak ediyorlardı? Nereden geldiğini... "To wonder" fiilinin nesnesidir ve bu niteliği ile ad-tümcelik olarak sınıflanır. That the firm has gone bankrupt will be known within a few days. Ne öğrenilecektir? Şirketin iflas ettiği... "That" ile başlayan tümcelik, "to be known" edilgen fiilinin öznesidir. Bu niteliği ile de, ad-tümcelik olarak sınıflanır. Peki ya sıfat-tümcelik? Tümcede geçen ad/adları, örneğin özne yada nesneyi çeşitli açılardan niteleyebilecek, ayrıntılandırabilecek tümceliklerdir. The music (which/that) the orchestra is playing is a Strauss waltz. "The music is a Strauss waltz." Bu ana tümcelik. "The orchestra is playing", "music" sözcüğünü (bir ad) niteliyor: Orkestranın çalmakta olduğu müzik... O halde, sıfat-tümcelik sınıflamasına girer.
Peki ya zarf-tümcelik? Tümcede anlatılan olay/eylem/durum/oluşumu çok çeşitli yönlerden niteleyebilen, ayrıntılayabilen tümceliklerdir. Aşağıdaki örneklerde sırasıyla neden, amaç ve tarz bildiriliyor: Because I believe in their honesty, I'll give them another chance. We must keep the meat in the refrigerator so that it will not go off. The children could come and go as they pleased. TÜMCE TÜRLERİ 1. Yalın Tümce (Basit Tümce - Simple Sentence) İçinde tek çekilmiş fiil bulunan, başka bir deyişle tek ana tümcelikten oluşan tümce türü: Ali came home late. Güneş has already finished his homework. 2. Ekleşik Tümce (Bileşik Tümce - Compound Sentence) "And" ve "or" gibi bağımlı kılmayan bağlaçlarla birbirine eklenmiş birden fazla ana tümcelikten oluşan tümle türü. Dilersek bağlaçları kaldırır, tümcelikleri bağımsız birer tümce haline getirebiliriz. Ali comes late and Güneş leaves early. 3. Karmaşık Tümce (Complex Sentence) Bir ana tümcelik ile buna bağlı ve bağımlı en az bir bağıl tümcelikten oluşan tümce türü. Ali went home after he had finished his work. Although it was a fine day for a picnic, Güneş stayed home and watched TV. 4. Karmaşık-Ekleşik Tümce (Complex-Compound Sentence) Bağımlı kılmayan bağlaçlarla birbirine eklenmiş birden fazla ana tümcelik ve bunlara ayrıca bağlı ve bağımlı bağıl tümceliklerinden oluşan bütün. Ali went home after he had finished his work and although it was a fine day for a picnic he decided to stay at home and watch TV. İşte, İngilizcede rastlayacağınız bütün tümceleri bu sistematik içinde çözgüleyip inceleyebilirsiniz. ÖTEKİ KİMİ TANIMLAR Aslında İngilizce'de Kaç Çeşit "X", Kaç Türlü "Y", vb. Var ? Bu kitabın akademik amaçla tasarlanmadığını daha önce söyledim. Öyle olmasa, ayrıntıda boğulur, hedefimizin çok uzağına düşerdik. Bizim amacımız, olanaklı en kısa sürede olanaklı en iyi İngilizceyi kazanmak... Yoksa "İngilizcede kaç çeşit "X" veya "Y" var?" sorusuna, dünyadaki dilbilimci kadar çok sayıda yanıt alacağınıza emin olabilirsiniz... Basitleştirip şema halinde sizlere sunduğum bu ana çizgilerin kitabın diğer bölümlerinde yapacağımız tümce çözümlemeleri için yeterli olacağına inanmanızı dilerim. İşte, şimdi de İngilizcede kaç çeşit tümce var sorusuna farklı bir yaklaşımla daha yanıt vermek istiyorum: İngilizce bir S+V+O dilidir.Yani, Subject + Verb + Object... (Yani, Özne + Fiil + Nesne...)
Fiilin solundaki ad (varlık) faildir, öznedir, eylemi yapan kişidir, yada durum/oluşumun konusu, kahramanıdır. [Konuşmayı düşünürseniz, fiilden önce gelen ad] Fiilin sağındaki ad (varlık) ise nesnedir, yani etkilenen, kabak başına patlayan kişi, birim yada alandır. [Konuşmayı düşünürseniz, fiilden sonra gelen ad] Bu ingilizcenin sözdizim (sentaks - syntax) kuralıdır; bu sıralama değiştirilemez: The dog bit the man... Köpek adamı ısırdı... The man bit the dog... Adam köpeği ısırdı. Dikkat ederseniz, İngilizcede ad durumlarından (ismin halleri) söz edemiyoruz. Özne de, nesne de yalın haldedir. Kim fiilin soluna geçerse özne olur; kim fiilin sağına geçerse nesne olur. Türkçede böyle mi? Hayır, Türkçe çekimli bir dildir: Özne yalın haldedir, nesne ise -i halinde olmak zorundadır. İşte bu nedenle bizler, "Köpek adamı ısırdı... Adamı köpek ısırdı... Isırdı adamı köpek... Köpek ısırdı adamı..." gibi sözdizim cambazlıkları yapabiliyoruz. İngilizcede ise bütün bu nüansları konuşmadaki sözcük vurgularıyla karşılamak zorundasınız. İşte bu S+V+O dizilişi ingilizcedeki "düz tümce" dizilişidir. Fiil (çoğunlukla yardımcı fiil ile temsil edilerek) öznenin soluna geçerse, soru sormuş olursunuz. "Did the dog bite the man?... Did the man bite the dog?...) Buna göre İngilizcede iki temel tümce türünden söz edebiliriz: Düz tümce = S+V+(varsa)O Soru tümcesi = Yard.Fiil+S+V+(varsa)O DİKKAT... DİKKAT... Bunları burada dile getirmemin asıl nedeni, ilerde tekrar tekrar vurgulayacağımız bir kurala şimdiden dikkatinizi çekmek: Bütün bağıl tümcelikler düz tümce olmak zorundadır. Ad-, sıfat-, zarf-tümcelikler soru biçiminde olamazlar. Başka ne gibi tümce türlerinden söz edebiliriz? Örneğin, devrik tümceler: Bunlar da soru tümcesi şeklinde kurulur, ama soru tonlaması yapılmaz (aktarılan abartılı duyguya uygun bir tonlama taşıyacaktır), yazıda da soru işareti konulmaz: Not even once have I seen him here before! Were I in your shoes, I wouldn't take such a risk! Hardly had the performance begun when the lights went out. Bir de emir cümleleri... Açıktır ki bunlar da klasik S+V+O dizilişinin dışında gerçekleşmektedir. Bu gibi farklı yapılardan yeri geldiğinde söz edeceğiz. Şimdilik sadece şunu unutmayınız: Bütün bağıl tümcelikler düz tümce olmak zorundadır. Ad-, sıfat-, zarf-tümcelikler soru biçiminde olamazlar. İngilizce'de Kaç Çeşit "KİP" Var ? Klasik gramerler "mood, modals, modality" gibi kavramları üç grup altında toplar. Bunu yaparken, çoğu zaman fiil kullanımındaki "formel karşıtlıkları" önplana çıkarırlar: 1) The Indicative Mood... 2) The Subjunctive Mood... 3) The Imperative Mood... Bunların Türkçe karşılıkları, 1) Haber Kipi... 2) Dilek- Koşul Kipi... 3) Emir Kipi... şeklinde önerilebilir. (Hayır, Türkçe'yi buna uyduralım, demiyorum.) Bunlar sırasıyla, 1) Gerçeklerin [insanlar çoğu zaman yalan söylüyor yada saçmalıyor olsalar da] dünyası... 2) Varsayımların dünyası... 3) Buyrukların dünyası olarak tanımlanabilir. Gelelim benim kullandığım ve bir bölümüyle anadili Türkçe olan bizler için özel olarak geliştirdiğim sınıflamaya: 1) The Indicative Mood (Haber Kipi)... 2) The Conditional Mood (Koşul kipi)... 3) The Subjunctive Mood ("Dilek" Kipi)... 4. The Imperative Mood (Emir Kipi)... İkincisi üzerinde özellikle duruyorum; çünkü, bana göre, Anglo-Sakson dil-kültür dizgesinin anahtarı burada yatıyor.... "Mood" ("Kip") sözcüğünden ise, ileti ortamı, türü, yaklaşım ve tarzını anlıyorum: Buna göre, Haber Kipi gerçeklerden (insanlar çoğu zaman yalan söylüyor yada saçmalıyor olsalar da) söz ediyor. Koşul ve Dilek Kipleri, varsayımsal bir dünyaya ilişkin önermelerden oluşuyor. Emir Kipi de, buyrukların yada (bunlar yumuşatılarak) "ricaların" dünyasını yansıtıyor...
İşte, Kitabımızın İkinci Bölümde, "Vira Bismillah" deyip, Haber Kipini oluşturan 12 "Tense" (zamanlar) ile işe başlayacağız. YAZI DİLİ - KONUŞMA DİLİ Efendim, bizim çocuk liseyi bitirdi, üstüne de üç yıl kursa gitti, hala turistlerle iki kelimeyi bir araya getiremiyor... Sayın İzbul, bize konuşmayı öğretebilir misiniz? Yüzyüze olsak, evet, sizinle konuşarak elimden geleniyaparım. Burada ise, olsa olsa gerçek durumlarda kullanmanız yerinde olacak kalıpları listeleyip, ezberlemenizi önerebilirim. Ama, bu kadarla yetinecek olursak (çoğu eğitim kurumunda bununla yetiniyorlar) adamlarla yüzyüze geldiğinizde ne sizin onları nede onların sizi anlamayacağına bahse girerim. Çünkü yazı, konuşmanın kendisi değil, yalnızca yazıdaki temsilidir. Hele bunu İngilizce gibi "çok fonetik" (aşağıdaki paragrafa bknz.) bir dilde topu topu 26 harf ve bir avuç noktalama işareti ile yapıyorsanız, çok yetersiz bir temsildir. [Ara açıklama: Düşünmeden yinelenen, "İngilizcenin çok fonetik bir dil" olduğu lafı, çok büyük bir yanılgı. Tam tersine, İngilizcenin yazılışı (ortografi) hiç de "fonetik" filan değil... "Fonetik" deyimi ile iletilmek istenen kavram, konuşmanın yazıda "yakın temsili" olmak gerekir.] Yine de burada konuşma İngilizcenize katkısı olacak bazı öneri ve ipuçlarına yer vereceğim. Hiç olmazsa, benim gibi lisede 6 yıl, filolojide 1 yıl okuduktan sonra (= yani hiçbirşey öğrenmeden) adamların memleketine gidip edebiyat ve dilbilim okumağa başlayıp, ancak iki yıl sonra (fazla kalın kafalı da sayılmam ama), "Yahu, bu dabıl-yudedikleri şey, V'nin katmerlisi değil, U'nun katmerlisi..." gibi büyük keşifler yapmak zorunda kalmazsınız. Kısacası, sizlere sesbilim ve İngilizcenin telaffuz (sesleri boğumlama) ve vurgulama özellikleri bakımından gerekli bilgileri vereceğim ve bunlar çok işinize yarayacak. ELEMENTARY PHONOLOGY AND PHONEMICS FARKLI SESLER Yazılışı herkes için aynı olan bir Türkçe sözcüğü nasıl ki yurdum insanları ülkenin dörtbir köşesinde farklı farklı seslendiriyorlarsa, dünyanın dörtbir köşesine ihraç edilmiş olan Ingilizce için de aynı şey geçerlidir... Sizlere, temelde BBC İngilizcesi üstüne kurulu, ama dünyanın hiçbir köşesinde sizi yaya bırakmayacak bir seslendirme sistemi sunuyorum. 1. Türkçe harflerin sağladığı olanaklardan yararlanarak, 2. Internet ortamında temsil kısıtlılıklarını dikkate alarak, sizleri sıkmayacak şekilde asgari düzeyde fonetik işareti kullanacağım. Çünkü akademik düzeyde ilgilenmeyen kişiler için, nekadar çok fonetik işaret kullanırsanız, insanları o derece soğutursunuz. Bunları aşağıda sıralıyorum: æ : Türkçede olmayan bir fonem. /a/ ile /e/ arası. Örnekler: cat /kæt/, black /blæk/, man /mæn/... Eğer siz ünlü "I'm bad!" şarkısını /aym-bed/ diye telaffuz ediyorsanız, "Ben yatak-ım" demiş oluyorsunuz. Doğrusu, /aym-bæd/ veya /aym-bæ:d/ : /a/ ile /o/ arası... UK İngilizcesinde /o/ ya daha yakın; USA ingilizcesinde /a/ ya daha yakın... O yüzden kimisinden "hotdog", kimisinden "hatdag" işitiyor, ikilemde kalıyor zavallı kulaklarımız! Örnekler: hot /ht/, fog /fg/, dock /dk/ I : (Schwa) : Bunun üzerinde çok düşündüm. Aslında dilin orta bölümlerinde biryerlerde boğumlanan schwa sesi ile kıyaslandığında Türkçedeki "ı" sesi, çok önde ve dar. Bu fonemi internet ortamında /@/ veya başaşağı "e" ile temsil edenler var. Schwa sesini, sizleri uyarmak koşuluyla, burada bizim "ı" harfi ile temsil etmeğe karar verdim. Bu "schwa" konusu İngilizce sesleme sisteminin ana direklerinden birisi ve vurgulama sistemi ile de içiçe... Hemen bütün vurgusuz hecelerdeki ünlü, dilin orta bölgelerinde oluşturulan bu renksiz ve güçsüz sesliğe yuvarlanıyor. : : İki nokta üstüste işareti kendisinden önce gelen sesin uzatılacağını gösterecektir. Ama bunu yaparken sesi iki defa söylemeğe değil, uzatmağa dikkat edin. Yani rüzgar /uu/ diye esmiyor, /u:/ diye esiyor. Rakip takımı da /yuuh/ diye ıslıklamayın. Doğrusu: /yu:h/.
/r/ sesini, BBC İngilizcesinde telaffuz edilmiyorsa, göstermeyeceğim. Ama aynı sözcüğün USA İngilizcesinde ise gayet belirgin bir biçimde seslendirilip yuvarlandığını da bilmelisiniz. Tercih sizin: Her ikisi de standart İngilizce... Geldik baş belası dört foneme (seslik, sesbirim): N = BU işaretle "-ing" son-ekinde biz Türklerin birtürlü beceremediğimiz sesi göstereceğiz. /n/ sesinden yola çıkıp, /g/ yönünde ilerlerken, oralarda biryerlerde duracaksınız ve /g/ yi asla duymayacağız: I'm going home /aymgouiNoum/ Böyle birşeyler işte... Ben bıraktığımda, üniversitedeki âdet bebeğin "ınga ınga" diye ağlamasından misal getirmekti. Hala öyle midir, bilemem... w = Adı üstünde, "dubluve" değil... "Dabılyu", yani /v/ nin katmerlisi değil, /u/ nun katmerlisi. Hakkını verin. Dudaklar yuvarlak ve ileri uzatılmış (kalın dudaklı bir zenci ile öpüşmek üzere gibi)... Sakın /veri vel/ demeyin. Gözleri ameliyatla düzeltilmiş Çinli sanacaklardır yoksa sizi... Ø = İşte Türkçe seslikler sisteminde benzeri olmayan bir ses daha. Örnekler: thin /Øin/, thimble /Øim-bl/, thunder /Øan-dır/... Efendim, dilinizin ucunu dişlerinizin arasına yerleştirin, havayı iki yandan sızdıracak şekilde /t/ demeğe çalışın. Böylece, tıpkı gerektiği şekilde "pelthek pelthek" konuşmuş olacaksınız. Bu işi yaparken, etrafa birkaç küçük tükürük sıçratamıyorsanız, tam başaramıyorsunuz demektir. Bu sesi, şu üç sözcüğü peşpeşe söyleyerek talim edebilirsiniz: tin - thin - sin... Unutmayın, /Ø/ sesi, /t/ den çok /s/ ye yakındır. Çünkü birincisi patlamalı, ikincisi sızıcı bir sesliktir. "I think": Biz bunu "ay tink" diye söyleriz. Fransızlar da "ay sink" derler. Her ikisi de yanlış, ama İngilizler Fransızları anlar da bizi anlamazlar... ğ = Ve tabii, yukardakinin karındaşı. Oradaki titreşimsiz (yani ses kirişleri titreştirilmiyor) iken, bu da onun "titreşimli" kardeşi. Pelthek kardeşin /badzi badzi/ yürüyen kardeşi... Örnekler: this /ğis/, then /ğen/, those /ğouz/... Şimdi bu baş belalarının buraya kocaman resimlerini asıyorum. Eminim ki görünce onları heryerde tanıyacaksınız: æ ğ Ø : w ı N "r" DİKKAT... DİKKAT... Şimdi de geldik, biz Türklerin İngilizce'nin telaffuzunda en çok güçlük çektiğimiz sese... Yani, alfabede "v" harfi ile gösterilen ses. Türkçe'de /v/ sesinden /w/ sesine kadar herşeyi bu harfle gösteriyoruz. Yani, Türkçe'deki /v/ sesi "Walla, bayaa yuwarlak"... Oysa, İngilizcede ikisi arasında en küçük bir akrabalık bile yok. Daha önce de işaret etmiş olduğum gibi, "dabıl-yu", /u/ sesinin katmerlisi... /v/ sesinin değil... /v/ sesinin karındaşı ise, /f/ sesi. Çünkü, ikisi de oluşturulurken, konuşma organ ve boşluklarının konumu tıpatıp aynı: Yalnızca, birincisi "titreşimli" kardeş, ikincisi de "titreşimsiz" kardeş... O halde, /v/ sesini boğumlamak için: dudaklar tamamen yayVan, alt dudak üst dişlerin altına değiyor ve /f/ demek üzereyken, /v/ diyeceksiniz (yani ses kirişlerini devreye sokmuş olacaksınız)... Aksi halde, sizi anlamaları asla ve asla sözkonusu değildir. İnanınız ki, bizler için İngilizcedeki en zor ses bu sestir; çünkü Türkçe'den önyargılıyız; üstelik herkes bir "dabılyu" dur tuttumuş, dikkatimizi oraya çeliyorlar. (Oysa, deminki kalın dudaklı zenciye bir öpücük verin: işte size "dabılyu"...) * * * * * HECE VURGUSU Türkçe aşağı yukarı yazıldığı gibi okunduğu için şanslıyız. Üstelik Türkçede hece vurgusu, pek az sözcük dışında anlamı değiştirmiyor (ge-lin ve ge-lin, gibi)... Öyleki, Türkçeyi tamamen kitaplardan öğrenen bir yabancı, size telefon ederek şu heceleri peşpeşe sıralasa, eminim ki anlaşılacaktır: Bu-ak-şam-an-ka-ra-ya-u-çak-laa-ge-li-yo-rum... Yani, bizler bu şarkıyı "düm-teketek" düzeninde de söyler, "teketek-düm" düzeninde de anlarız!!! Biliyorsunuz, İngilizcede işler böyle değil. Sözcüğün yazılışına bakarak (ileri düzey ingilizce bilenler için bir tahmin mümkün olsa da) okunuşu konusunda kesin birşey söylemek olanak dışı... Örnek mi? Bakınız, biz Türkler "interesting" sözcüğünü belki de %90 oranında yanlış söylüyoruz: intı- res-tiN diyoruz. Oysa doğrusu in-tırestiN... Yani, "düm-teketek" düzeninde olması gerekiyor.
Karşımızdaki İngiliz yada Amerikalının, (Türklerin bu sözcüğü nasıl telaffuz ettikleri konusunda ön-bilgisi yoksa) bizi anlaması sözkonusu değil. Elimizde iki heybetli sorun var: 1. İngilizcede kullanılan bize yabancı sesler (fonemler, sesbirimler); ve, 2. Entonasyon... (Tonlama konusunda şimdilik yalnızca hece vurgusu, yani syllabic stress/accent üzerinde duracağım). Hece vurgusunu, iki "-" işareti ile ayrılmış kalın (bold) yazı ile göstereceğim. Okurken bu heceye gelince bir an duraklayın ve ardından heceyi patlatın. Sözcüğün diğer bölümlerini, sanki duyulmasını istemiyormuşsunuz gibi yuvarlayarak ve hızla söyleyin. İkincil vurguları şimdilik görmezden geliyorum. Konuyu olabildiği ölçüde basite indirip özetle ele alıyorum; ama unutmayınız ki dünyanın gelmiş geçmiş en büyük dramatist şairi olan Shakespeare'in mısraları temelde hece vurgularını kullanmaktaki ustalığında hayat bulmuştur. (Kullandığı "iambic pentameter" vezni, ardarda beş adet tek-düm ritminden oluşur. Bu müzikal akışın arasına ustaca yerleştirdiği, vurgulamak istediği düm-tek ritmindeki sözcükler birer tokat gibi patlar...) HECE VURGUSU İÇİN ÖRNEK SÖZCÜKLER UK İngilizcesinde Söylenmeyen /r/ leri Göstermiyoruz Unutmayın, vurgusuz bölümleri sanki duyulmasını istemiyormuş gibi hızla ve sesinizi düşürerek söyleyin; vurgulu heceyi ise anlık bir duraklamadan sonra patlatın! interesting = in-tırestiN : düm-teketek ritminde okunacak necessary = ne-sısıri (düm-teketek) -- necessarily = nesı-se-rili (teke-düm-teke) exploit = iks-ployt (tek-düm) -- exploitation = iksploy-tey-şın (teke-düm-tek) capital = kæ-pitıl (düm-teke) -- capitalistic = kæpitı-lis-tik (teketek-düm-tek) desert (çöl) = de-zıt (düm-tek) -- to desert (terketmek) = di-zö:t (tek-düm) -- dessert (tatlı) = di-zö:t (tek-düm) photograph = fou-tıgra:f (ræ:) (düm-teke) -- photographer = fı-tg-rıfı [ı] (tek-düm-teke) photography = fı-tg-rıfi [i] (tek-düm-teke) -- photographically = fıtıg-ræ-fikli (teke-düm-teke) social = sou-şıl (düm-tek) -- society =sı-sai-ti (tek-düm-tek) -- socialism = sou-şılizm (düm-teke) BU KİTAPTA KULLANILAN FONETİK SİMGELER 1. æ = /a/ ve /e/ arası: cat /kæt/, black /blæk/, bad /bæd/ 2. : /a/ ile /o/ arası... UK İngilizcesinde /o/ ya daha yakın; USA ingilizcesinde /a/ ya daha yakın: hot /ht/, dog /dg/ 3. I : (Schwa) : İnternet ortamında /@/ veya başaşağı "e" ile temsil edenler var. Hemen bütün vurgusuz hecelerde ünlünün yuvarlandığı, dilin orta bölgelerinde oluşturulan güçsüz seslik. Türkçe'deki /ı/ ile /a/ arası bir ses 4. Ø = thin /Øin/, thimble /Øim-bl/, thunder /Øan-dır/... "pelthek pelthek" konuşma 5. ğ = this /ğis/, then /ğen/, those /ğouz/... ses "telleri" titreşimsiz olan "Pelthek" kardeşin "badzi badzi" yürüyen titreşimli kardeşi 6. w "Dabıl-yu", yani /u/ nun katmerlisi. Hakkını veriniz. Dudaklar yuvarlak ve ileri uzatılmış. /v/ ile uzaktan yakından bir akrabalığı yok 7. /v/ sesine ÖZEL DİKKAT: konuşma organ ve boşlukları aynen /f/ sesi için olduğu gibidir ve /f/ sesinin titreşimli kardeşidir 8. N = "-ing" 9. : İki nokta üstüste: önceki sesi uzat 10. /r/ BBC İngilizcesinde telaffuz edilmiyorsa, göstermiyoruz... Some Notes On The Turkish Phonemic System For Learners of Turkish Most of the vowels are pronounced in a similar manner with those found in Italian and many of the consonants do not differ from those found in English. Exceptions are: -- Undotted "ı", both capital and small, is pronounced as in the first syllable of Cyril... Dotted "i", both capital and small, is pronounced as in sit, bit...
"ö" and "ü" are pronounced as in German... "g" is always hard as in go, get... "c" is pronounced as in jar, jam, jacket... "ç" is pronounced as in church... "ş" is pronounced as in shop, sharp... "j" is pronounced as in French, and as in measure, treasure... As for "ğ", for the time being, you may regard it as a sign pointing to a lengthening of the preceding vowel. But, your best bet would be getting a Turkish friends of yours to show you the peculiarities of this articulatory monstrosity! CHAPTER - 2 THE TENSES İNGİLİZCE'DE ZAMANLAR (01) TENSE'LERİN ÖNEMİ Yabancı dil öğrenirken, ivedi ve öncelikli bilgi alanı o dilin "zamanları" dır. Bu bilgiden yoksun olan kişi meramını yarım yamalak, bölük pörçük anlatsa da, yeterli iletişim düzeyi sağlayamaz: "Var ben şimdi eve gitmek... Var ben acıkmak..." Tarzan, zamanları bilmediği, fiilleri çekemediği için böyle konuşuyor. Tümcenin indirgenebileceği en az iki öğe, çekilmiş bir fiil ve onun öznesidir (verb, subject). Fiil, olay/durum/eylemi iletir. Özne ise, eylemi kimin gerçekleştirdiğini, yada kimin bu durumda olduğunu söyler. Nesne (object), eylemden (varsa) kimin/neyin etkilendiğini, "kabağın kimin başına patladığını" anlatır. Tümcenin (varsa) diğer öğeleri de, olaya ilişkin verilmek istenen ayrıntıları tümceye ekler: Özne yada nesneyi niteleyen sıfatlar, eylemleri niteleyen belirteçler (zarflar)... Veya, yine sıfat ve zarf işlevli kalıplar, sözcük öbekleri, bağıl tümcelikler... Kaba çizgileriyle, tümceyi oluşturan öğeler bunlardır. Kısacası, "Ali gelmek... Güneş acıkmak..." türünden yarım yamalak iletişim çabalarına, "Ali geldi/geliyor/gelecek... Güneş acıkmıştı/acıkmış/ acıkacaktır..." niteliğinde bir iletişim yeterliği kazandırmak için "tense" lere gereksinim duyuyoruz. Tense'ler bizim için en temel bilgi alanıdır. İNG. TENSE'LER - TÜRKÇE ZAMANLAR Herbir dil, kendine özgü, diğerlerinden çeşitli bakımlardan/ölçeklerde farklı bir dil-kültür dizgesi niteliğindedir. İngilizce "tense" ler ve Türkçe'deki "zaman" ların özdeş olabileceğini sanmak boşunadır. Kimi yerlerde yüksek ölçüde benzerlik hatta eşdeğerlik, kimi yerlerde ise tam bir benzemezlik/farklılığın geçerli olduğunu göreceğiz. Aslında, farklı dil-kültür dizgelerine sahip kişilerin aralarında iletişim kurabilmelerine (eğer kurabiliyorlarsa) "mucize" gözüyle bakmak gerekir. [Örneğin, Kızılderili Hopi dilini öğreniyor olsaydık, "tense" diye bir sorunumuz olmayacaktı: Çünkü Hopi dil-kültür dizgesi dünyaya, bizim anladığımız "geçmiş -şimdiki - gelecek" zaman çerçevesi dışında bakıyor. Bu saptamayı da buraya, yukardaki "Yabancı dil öğrenirken Tense'ler temel bilgi alanımızdır" sözüme karşın yine de eklemek istedim.] İNG. ÖĞRETİMİNDE YANLIŞ NEREDE Yukarda değindiğimiz konu, ülkemizde yabancı dil öğretiminde yapılan temel bir yanlışa işaret ediyor. Öğretilmesi gereken, dil-kültür sisteminin önplana çıkarılması, o insanların hangi durumlarda hangi dilsel anlatımları kullandığının öğretilmesidir. Gerçi, bütün İngilizce konuşulan ülkelerde "standart" sayılabilecek bir ortak dil paydasından kabaca söz edilebilir ve biz de kitabımızda sizlere bunu kazandırmayı umuyoruz. Ama aslında, Amerika'daki
Texas kovboy ağzı, Silicon Valley bilimsel jargonu yahut sokak basketbolü dili, İngiltere'deki müzayede ve sanat eleştirmenliği jargonu yeraltı dünyası argosu, Avustralya'daki balıkçı yahut çiftçi ağzı gibi çok daha daraltılmış kavramlardan söz etmek yerinde ve gerçekçi olurdu. ("lehçe", "ağız" ve "jargon" lar...) Yani, amaca göre dil... Bu yaklaşım benimsenmedikçe, "İngilizce" öğretiyoruz/öğreniyoruz" savı fahiş bir aldatmaca, safdil bir aldanmaca kalacaktır. İşte bu nedenle, "Bizim oğlan, bizim kız okulda altı yıl yabancı dil okudu; üç yıl da kurslara gitti; ama turistlerle iki kelimeyi biraraya getirip konuşamıyor..." Tabiatıyla, yazı ve konuşma arasındaki farklılığın bile gündeme gelmediği bir yabancı dil "eğitimi" ortamında böyle bir yaklaşımı beklemek abes olur. Bunun için yurdum insanı yıllarca yabancı dil okuduktan sonra turistlerle iki kelimeyi bir araya getiremiyor, yada bir Amerikan üniversitesinde kendi dalında ders veren bir değerli bir bilim adamı YÖK'ün düzenlediği dil sınavında "çakıyor"! NASIL BİR YAKLAŞIM SUNUYORUZ ? "Tense" ler okullarda, kurslarda, dershanelerde öğretilen temel bilgi odaklarındandır. Ama çoğu kez, öğrenci tense'lerin temel yapısını öğrenmesine karşın, hangisini nerede kullanması gerektiği bilgisinden yoksundur. Kafasında bu konu açıklığa kavuşmamış, pekçok soru takılıp kalmıştır. Bunun nedenleri, 1. O dil-kültür dizgesinde gerçek durumlar ve dilsel yansıması (o dilde böyle bir durumda hangi tense kullanıldığı) bilgisinin kazandırılmaması, 2. Tense'lerin değişik "ünite" ler halinde, birbirinden kopuk biçimde verilmesidir. Biz bu noktada karşılaştırmalı bir yaklaşımı benimsiyoruz. Vereceğimiz tabloda, deneyim alanımızı tense'lerin kendi aralarında nasıl bölüştüklerine ilişkin şematik bilgi sunulacak, ardından herbirinin kullanılma alanları yine karşılaştırmalı biçimde ele alınacaktır. Egzersizlerde de karşılaştırma olanağı sağlanması ön planda tutulmuştur. İNG. TENSE'LER TABLOMUZ Önce MOOD (dil ortamı / kip) kavramından kısaca söz edelim. Türkçe kip örnekleri verelim: Haber kipi, koşul kipi, dilek kipi, emir kipi... İngilizce'de de bunların beş aşağı beş yukarı karşılığı, the indicative mood, the conditionals, the subjunctive mood, the imperative mood... Bu anlatım ortamlarında, tıpkı türkçe'deki gibi, farklı kurallar geçerlidir, fiiller de farklı çekilirler. Haber kipi, gerçek durumlardan söz eder. (Hernekadar insanlar çoğu kez yanılıyor yada yalan söylüyor olsalar da...) İngilizce'de koşul ve dilek kiplerinin özelliklerinden ayrı birer bölümde söz edeceğiz. Emir kipine ise, İngilizce'nin Püf Noktaları başlıklı kitabımızda kısaca değineceğiz. HABER KİPİ İngilizce haber kipinde 12 TENSE bulunmaktadır. Tablomuzda bunlar üçlü bir sınıflama ile şematik hale getirilmiştir: A) Yaşam deneyim alanımız geçmiş / şimdiki zaman / gelecek ( past / present / future ) bölüklerine ayrılmıştır. Her bölükte 4'er tense yer alır. Yani İng. haber kipinde 4 adet past tense, 4 adet present tense, 4 adet future tense vardır. PAST PRESENT FUTURE Past Simple Present Simple Future Simple Past continuous Present Continuous Future Continuous EZEL ________› PP ______› NOW ___________› FP ___›EBED (Geçmişteki bir (Şu ana değin... (Gelecekteki bir noktanın öncesi) ve hala) noktanın öncesi) Past Perfect Simple Present Perfect Simple Future Perfect Simple
Past Perfect Cont. Present Perfect Cont. Future Perfect Cont. B) Ezelden... ebede uzanan zaman çizgimizin üst bölümünde "perfect olmayan tense" ler yer alıyor, alt bölümünde ise "perfect tense" ler. 6'şardan yine 12 tense. Bu "perfect" olup/olmama boyutu İng. ve Türkçe arasındaki en temel farklardan birisi ve İngilizce'nin olaylara bakış açısını çözebilmek için bunun üzerinde çok duracağız. C) Bu durumda Tabloda 6 değişik mevki ortaya çıkmaktadır: (Perfect olmayan): past / present / future, (Perfect olan): past / present / future. Bu altı mevkinin herbirinde 1 çift kardeş tense bulunduğunu, bunların "simple" ve "continuous" kardeşler olduklarını görüyoruz... Az sonra bu ayrım üzerinde esaslı şekilde duracağız. TENSE'LERİN ADLARI Dilerseniz şimdi İng. tense'lerin adlarını KOLAYCA sayabiliriz: (Bu kitapta dilbilim ve dilbilgisi terimlerine olanaklı en az düzeyde yer vereceğime söz verdim, ama "tense" lerin adlarını öğrenmemiz kaçınılmaz olacak.) PAST TENSES Past Simple / Past Continuous Past Perfect Simple / Past Perfect Cont. PRESENT TENSES Present Simple / Present Continuous Present Perfect Simple / Present Pefect Cont. FUTURE TENSES Future Simple / Future Continuous Future Perfect Simple / Future Perfect Cont. TENSE'LERE İLİŞKİN ALTIN KURALLAR 1 - "PERFECT" KAVRAMI VE SORUNU İngilizce bildiği savında olan kimselere aşağıdaki Türkçe konuşma örneğini veriyoruz ve İngilizceye çevirmelerini istiyoruz: -- Hadi gidip "Mumya" filmini görelim. -- Yoo, teşekkür ederim. Ben o filmi gördüm. -- Ne zaman gördün? -- Geçen hafta gördüm . İlk gösterildiği gün... Vatandaş çeviriyor: -- Let's go and see "The Mummy". that film. HAVE SEEN olmalı! -- No, thanks. I saw -- When did you see it? -- I saw it last week -- the first day it was put on. Okulda/kursta/dershanede hocama soruyorum: "Hocam, bu da gördüm, bu da gördüm. Aralarındaki fark ne?"
Hocam da, kendi hocalarından öyle öğrenmiş olduğu, üstüne de pek kafa yormamış olduğu için cevap veriyor: "Yakın geçmiş için simple past, biraz uzak geçmiş için (örneğin beş yıl öncesi) present perfect, çok uzak geçmiş için (örneğin kırk yıl öncesi) past perfect..." Neden hocam? "Çünkü, past perfect bizim miş'li geçmişimiz..." vb gibi yanıtlar. Sanki tüm diller gramer özelliklerini evrensel bir modele göre oluşturmuşlar, paylaşmışlar gibi... Sanki İngilizcenin gramerini Türkçe şablona başvurarak açıklayabilirmişiz gibi... ÇÖZÜM : "Past tense eşittir di'li geçmiş, past perfect eşittir miş'li geçmiş, vb" gibi dayanaksız yorumlardan uzak durmalısınız. Her present perfect'i di'li geçmişle çevirmeğe, "miş" gördüğünüz her yerde past perfect kullanmağa kalkışırsanız başınız dertten kurtulmayacak demektir. Yapılabilecek tek şey, İngilizcede hangi durumlarda hangi tenselerin kullanıldığı bilgisine başvurmaktır. Somutlaştıralım: İngilizce açısından, verdiğimiz konuşma örneği ikinci satırındaki "see" eyleminin ne zamanı gerçekleşmiş olduğu belirsiz ve önemsizdir. Ön plana çıkarılan kavram, şu an itibariyle bu eylemin gerçekleşmiş durumda olmasıdır: "Ben o filmi görmüş bulunuyorum, görmüş durumdayım." (= Çok güzeldi, hadi gidip bir daha görelim; veya, Boşver, bir daha çekilmez walla...) Dördüncü satırda ise dikkat odağı zaman boyutudur. Olaydan geçmişte belli ve belirtilen bir noktada gerçekleşmiş bir eylem olarak söz ediliyor. Past tense kullanımı zorunluluk taşıyor. Herbir tense için kullanım özelliklerinden ayrı ayrı söz edeceğiz. Ama burada, perfect kavramı için bir genelleme yapalım: Ayırıcı özellik şudur: Sözü edilen eylemin, oluşumun, yada durumun zaman boyutundaki yeri, konumu, koordinatları... Eğer bu belli ise, önemliyse, belirtmek istiyorsak, açıkça veya zımnen belirtiyorsak, perfect tense kullanmayacağız. (Zımnen derken ne kastediyorum? Biz "İstanbul'da doğmuşum" deriz. Yani, miş'li geçmiş kullanırız... Ama ingilizcede doğru anlatım, "I was born in İstanbul," yani simple past tense olmak zorunda. Çünkü olayın geçmişte belli bir noktada olduğu "zımnen" bilinmektedir. Burada "miş'li geçmiş, öyleyse past perfect -- I had been born in İstanbul" şeklinde düşünmek tamamen yanıltıcı olur.) Zamanın belli olduğu bir cümlede -- nekadar derin bir geçmiş boyutunda yer alırsa almış olsun -- past perfect kullanamazsınız. Simple past kullanmak zorundasınız. Bırakın kırk yılı filan, 15 milyar yıl öncesinden söz edelim: TÜRKÇESİ : Evren günümüzden 15 milyon yıl önce oluşmuştur. ("Oluştu" diyemezsiniz: "Sen orda mıydın? diye sorarlar adama.) YANLIŞ ÇEVİRİ : The universe had come into being 15 million years ago. DOĞRU ÇEVİRİ : The universe came into being 15 million years ago. İNGİLİZCEDE "ZAMANIN BELLİ OLMASI" NE DEMEKTİR ? Çok basit... "When?... what time?..." gibi sorulara cevap verilebiliyor, yada önemseniyor / gizlenmiyor olması demektir. "Karnımı doyurdum, karnım tok..." kavramı eğer, "Ve dolayısıyla şu anda aç değilim, şu anda yemek istemiyorum" anlamına kullanılıyorsa present perfect tense kullanımı gerektirir. (= I've had dinner, I have eaten, thank you...) Çünkü dikkatimiz geçmişteki yemek olayı üzerine değil, şu an içinde bulunduğumuz duruma ilişkindir ve present zamandan söz edilmektedir. Aynı şekilde, "1984 yılından beri İzmir'de oturuyorum" cümlesi, gördüğünüz gibi, Türkçede "present continuous" ile anlatılmaktadır. Oysa ingilizcede present perfect continous ile anlatılmak zorunda: Çünkü "Nezaman?" sorusuna değil, "Nezamandan beri?" (since when?) sorusuna cevap veriyor. Yani, burada sözünü ettiğimiz zaman dilimi, yalnızca bir şimdiki zaman dilimi değil, geçmişten günümüze süregelmiş ve hala sürmekte olan bir zaman dilimidir. Genelde şunu söyleyebiliriz: "At two o'clock, yesterday, now, on Tuesday, in June, next year" gibi kavramlar o meşhur ezelden ebede uzanan zaman çizgimiz üzerindeki koordinatları belli noktalara işaret ediyorlar. Dolayısıyla "perfect olmayan" tense'lerle kullanılırlar.
PERFECT TENSE'LER İÇİN DENEYİM ALANIMIZ a) Past perfect simple: Geçmişteki bir noktanın / dönemin öncesinde, zamanı bilinmiyor; bilinse de önemsenmiyor, veya belirtilmek istenmiyor... Kısacası, bu tense'in altın anahtarı, "geçmişteki bir noktanın yada dönemin öncesi"... b) Past perfect continuous: O nokta öncesinde bir dönem boyunca sürüp tamamlanmış, yada o noktaya değin süreklilik taşımış... O noktada da hala da sürüyor olmuş olabilir... c) Present perfect simple: İçinde yaşadığımız an itibariyle geçmişte, ama etkisi ve sonuçlarını halen yaşıyoruz... Olayın zamanı bilinmiyor; veya bilinse de önemsenmiyor, yahut belirtilmek istenmiyor. Her durumda dikkat odağı, olayın ne zaman gerçekleşmiş olduğu değil; içinde bulunduğumuz durum ile bağlantısı... d) Present perfect continuous: İçinde yaşadığımız an itibariyle geçmişten günümüze değin süregelmiş, hala sürmekte... Başlangıç noktası biliniyor veya bilinmiyor olabilir. Ne zaman başlamış olduğu önemli değil; önemli olan, bir süredir süregelmiş ve hala da sürüyor olması... e) Future perfect simple: Gelecekteki bir noktanın / dönemin öncesinde gerçekleşecek -- ama ne zaman olacağı bilinmiyor yada önemsenmiyor, belirtilmek istenmiyor... f) Future perfect continuous: Gelecekteki bir noktanın öncesinde başlamış, ama o noktaya değin süreklilik taşıyor olmuş olacak... Ne zaman başlayacak olması önemli değil. Hatta, şu an itibariyle de başlamış olabilir... Önemli olan, gelecekteki o noktanın bir süre öncesinde başlamış ve devam edegelmiş, hala da sürüyor olacak olması... 2 - "SIMPLE" ve "CONTINUOUS" KARDEŞLER Öyle fiiller vardır ki, bunlar doğası gereği "anlık" (süregen olmayan) eylem ve durumlardan söz ederler. Öteki gruba giren fiiller ise "süreklilik taşıyan, süregenlik gösteren" eylem ve durumlara ilişkindir. "I watched TV at 9 o'clock last night," tümcesi yanlıştır; yanlış tense içeriyor. Doğrusu, "I was watching..." Çünkü "watch" fiili anlık bir eylem olarak değerlendirilemez. Saat dokuz kavramı "seyretmek, izlemek" eyleminin gerçekleşebileceği genişlikte bir zaman dilimi içermiyor. Olsa olsa, "Ekrana baktım = I looked at/on the screen exactly at 9 o'clock last night," diyebilirdiniz. Yada, "I watched TV last night" olanaklıdır, çünkü üç dört saatlik zaman dilimi içeren "last night" kavramı eylemin gerçekleşmesi için yeterlidir. Öte yandan, "I punched him on the face," doğru bir anlatımdır: Yumruğu çaktım. "I was punching him..." "sürekli yumrukluyordum / yumruklardım" anlamında kullanılabilir, ama "yavaaaşça yumruğu çaktım" gibi bir anlam iletemez. Demek ki, aynı mevkiyi paylaşan bir çift kardeş tense arasında tercih ölçütü şöyle tanımlanabilir: Anlattığımız eylem sözünü ettiğimiz zaman dilimi içinde tamamlan -mış, -makta, -acak mıdır? (past - present - future simple tense seçenekleri) Yoksa bu zaman dilimi içinde, öncesinden sonrasına bir akış, bir süreklilik mi söz konusudur? (past - present - future continuous tense seçenekleri). Soruyu şöyle de sorabiliriz: Sözünü ettiğim eylem, sözünü ettiğim zaman noktası / dilimi içinde gerçekleşebilir mi? Olup, bitip, tamamlanabilir mi? Yoksa, olsa olsa, devam etmiş, ediyor, edecek bir durum mudur? Ayrıntılar üzerinde Kitabımızın Üçüncü Bölümünde, herbir tense başlığı altında ayrıca duracağız. Yalnız, bir noktayı şimdiden vurgulamalıyım: Çünkü bu noktada mantıklı bir soru yöneltilecektir: Acaba İngilizce fiillerde ikili bir sınıflama mı vardır? Simple tense'lerde kullanılan anlık eylemler ve continuous tense'lerde kullanılan süregen eylemler gibi...
Hayır, böyle bir sınıflama yapılamaz -- Hernekadar bazı fiiller bu gruplardan birisine daha büyük yatkınlık taşırsa da, "anlık / süregenlik" belirlemesi her durumda farklı, göreli bir değerlendirmenin sonucudur. Şu örneklere bakınız: When we went out, the sun was shining. (Güneş saatlerce parlayacaktır gökte. Oysa "dışarı çıkmak" bilemediniz 20 saniye. GÖRELİ olarak anlık eylem...) We met her on the stairs as we were going out. (Dışarı çıkmak yine 20 saniye, ama bu kez merdivendeki karşılaşma anlık eylemdir.) Demek ki ingilizcenin gramerinde "to go out" fiilinin anlık yada süregen bir eylemi dile getirdiği söylenemez. Simple yada continuous tense kullanılması her durum için ayrı karar verilmesini gerektiren GÖRELİ / İZAFİ / RÖLATİF bir durumdur. Örnek vererek formüle edelim: Eşzamanlı iki eylem, birbirlerinin zamanını belirledikleri için perfect tense'lerde kullanılamaz; ve şu üç kullanım olasılığı ortaya çıkar: Örneğin geçmiş zaman boyutunda -- Simple past + simple past (iki eşzamanlı ve anlık eylem / durum) When the phone rang, I jumped up. Simple past + past continuous (anlık bir duruma denk gelen süreklilik) When the phone rang, I was having a bath. Past continuous + past continuous (her ikisi de süregen ve eşzamanlı) While I was having a bath, my husband was washing the dishes. 3 - PAST SIMPLE / PRESENT PERFECT SIMPLE a) The Present Perfect Simple Tense de geçmişteki bir olaydan sözeder. Ama, olaya bakış açımız şimdiki zamana yöneliktir. Olayın şimdiki zamandaki etki ve sonuçları ile ilgileniyoruz. "I have seen that film" dediğimiz zaman dikkat odağı ne gün ve nasıl sinemaya gittiğimiz, filmi izlerken neler hissettiğimiz değildir. Geçmişe ilişkin birşey düşünmüyoruz. Tam tersine, kendimize ilişin şu an açısından bilgi sunuyoruz, hatta geleceğe ilişkin ipucu veriyoruz: "Ben o filmi görmüş bir adamım... Güzeldi, haydi bir daha gidelim... Veya, bir daha çekemem doğrusu" türünden bir bilgi... Past Tense ise, adı üstünde, geçmişte kalmış, maziye karışmış, maziye mal olmuş olaylardan sözeder. İzler artık silinmiş, koşullar değişmiş olabilir. Anlattıklarımız mazideki bir döneme ilişkindir. Örneğin, "She has cleaned the house", dersem bunun anlamı "Ve şimdi ev tertemiz" dir. Oysa, "She cleaned the house" şimdiki zamana ilişkin böyle bir ipucu vermiyor. Hatta, "I cleaned the house only this morning" (= ama şimdi şu berbat haline bak) gibi serzeniş dolu bir tümce, durumun şimdi çok farklı olduğunu apaçık söylüyor. b) Bir başka kesin ayrım ölçütü ise, olayın nezaman olup bittiğinin bilinip bilinmemesi, önemsenip önemsenmemesi, dile getirilip getirilmemesidir. Katı kuralımız şöyle, olayın zamanı dikkat odağımızda bir biçimde yer alıyorsa, hatta sorulmasa bile "mazideki belli bir döneme ilişkin" olduğu ima ediliyorsa (örneğin "I was born ..." tümcesi yerine "I have been born ..." mantık dışıdır) -- işte böyle durumlarda past tense kullanmak zorundasınız. Yada şöyle söyleyelim: Zamana bir gönderim varsa, zaman belirtiliyor yada belli ise perfect tense kullanamazsınız. c) Geçmişteki bir olaya ilişkin yüzyüze konuşma, çoğu zaman perfect tense kullanılan bir soru cevapla başlayıp, sonra past tense olarak devam edecektir: Q. Where have you been? (Nerelerdeydin?) A. I've been to the movies. (Sinemaya gitmiştim. = Gittim, geldim. Şimdi burdayım.) Q. Well, did you enjoy it? (Nezaman? Tabii ki sinemada iken... Zaman artık belli) A. Yes, it was a tremendous film.
Kısacası, yüzyüze etkileşimde sözü edilen olayların zaman boyutu çabucak belirlenerek, konuşma bundan sonra past tense sürdürülecektir. Perfect tense'lerin sanki konuşmada yazıya göre daha az kullanıldıkları izlenimi buradan doğuyor. Oysa bu konudaki kurallar katı ve değişmezdir. Yapacağınız tense yanlışlarının, Türkçede "dün gideceğim... yarın gittim..." demenizden bir farkı olmaz. d) Dolayısıyla, aşağıdaki tür bir gazete haberi olağandır: A hundred billion liras worth of jewellery has been stolen from a shop in Kemeraltı. The thieves broke into the shop and took whatever they could lay their hands on... İkinci tümcede artık olayın zamanı saptanmıştır: "When?" sorusuna yanıt verebiliyoruz. e) Şu çarpıcı örneğe ne dersiniz? Have you seen the film at the Elhamra? (= Hala gösterimde, gidip görebilirsiniz) Did you see the film at the Elhamra? (= Ama artık gösterimden kalktı. Görmediyseniz, kaçırdınız...) f) Siz hiç Kars'ta bulundunuz mu? Bu soruyu türkçede, "Siz hiç Kars'a gittiniz mi?" şeklinde ifade etmek de olanaklıdır. Yani, "gitmek" fiili ile. Oysa ingilizcede "been to" kalıbını kullanmak zorundayız. Yani, "bulunmuş olmak"... Neden? Çünkü, present perfect tense "geçmişten bugüne ve hala" kavramını içeriyor ve o bağlamda "gitmiş olmak" kavramını kullanamayız. Konuştuğumuz kişi Kars'a gitmiş (=gone to) ve hala orada değildir. Kars'ta "bulunmuş" (been to) şimdi dönmüş karşımızdadır. Dolayısıyla: Q. Have you ever been to Kars? A. Yes, I have (been to Kars)... veya, No, I have never been to Kars. Peki, ya arkadaşınız size Kars'tan telefon etse ne diyecekti? "I have come to Kars" diyecekti. Yani, gelmiş bulunuyorum, halen buradayım. Ama, üçüncü bir kişi Kars'a gitmiş, halen oradaysa, o zaman şu tümceyi kuracaksınız: "He has gone to Kars." (= Gitti, halen orada) g) Şu iki tümceyi karşılaştırınız: 1. I have seen my neighbour this morning. 2. I saw my neighbour this morning. İlk tümce, öğlen saatlerine değin kuracağımız tümcedir. Öğleden sonra ise, ikinciye başvurmamız gerekiyor. Çünkü "sabah" artık geçmiş zaman dilimindedir... Peki, hala sabah saatlerinde, ama artık işyerinde iseniz: Bu takdirde yine ikinci tümce... Çünkü, sabahın o saatleri geride kalmıştır ve artık iş yerindesiniz. "Komşuyu görmeniz", iş yerine doğru yola çıkmanızdan önceydi... h) The Present Perfect Tense için kullanım alanlarından birisi de, az önce, kısa bir süre önce tamamlanmış eylem ve durumlardır. Your friend has just arrived... I have just finished the book... He has come at last... Bununla birlikte: 1. "Just now" deyimi, iki anlama gelebilir: "birkaç dakika önce" veya "hemen şimdi: Birinci durumda simple past tense kullanılacak; ikincisi present perfect gerektirecektir: They told me about it just now... They have just now finished... 2. Aynı şekilde "never" kavramı ile ilgili şu iki örneğe bkz: They never stopped talking about her last night. (= not at any time during that period in the past)... They have never spoken a word about her (= not once in a life-time, up to now)...
EXERCISE Aşağıdaki tümcelerde The Present Perfect Simple Tense ve The Simple Past Tense arasında tercihinizi yapınız: 1) I suppose you (hear) the latest news: The Prime Minister (have) a secret meeting with his Bulgarian counterpart last week. 2) I (be born) in İstanbul, but (spend) most of my childhood in Ankara. 3) Look! My socks (already wear out) at the heel. 4) No, we (not meet) before. She does not know me. 5) No, we (not meet) at the meeting. She wouldn't recognize me now. 6) In the past, fewer people (live) around these parts. But in recent years, there (be) an influx of newcomers from the metropolis. 7) She (clean) the house. It is as clean as it (never be) in the past now. 8) He is working on a science fiction story nowadays. It'll be the third one he (write) this year. 9) I once (hear) Gencebay sing, but I (never bother) about Tatlıses. 10) Last year, they (call) in a new group of programmers, and the project (completely change) in all its aspects ever since. YANITLAR: 1) have heard / had... 2) was born / spent... 3) have already worn out... 4) have not met... 5) did not meet... 6) lived (used to live) / has been... 7) has cleaned / has never been... 8) has written... 9) heard / have never bothered... 10) called / has completely changed 4 - PRESENT PERFECT SIMPLE VE PRESENT PERFECT CONTINUOUS KARŞILAŞTIRMASI a) Her iki seçenekte de olay, "present" zamandaki etki ve sonuçları açısından algılanmakta, değerlendirilmektedir. Düşüncemizde şekillenen zaman dilimi, geçmiş bir dönem değil, içinde yaşadığımız zaman ve durumdur. b) Temel ayrım ise şudur: "Simple tense" seçeneği, eylemin/olayın geçmişte bir noktada tamamlanmış olduğunu dile getirir. (Hernekadar, kesin zamanını bilmiyor, hatırlamıyor, önemsemiyor, yada söylemek istemiyorsak da). "Continuous tense" seçeneği ise, eylemin/olayın süregelmiş ve (büyük olasılıkla) halen de sürmekte olduğunu ifade eder. c) İşte bu nedenle, "Bir filmi görmüş olmak" gibi bir durum ve kavram kolayca simple tense çerçevesine oturur. Çünkü "filmi göregelmiş olmak" kavramı geçersizdir. Olsa olsa, "pekçok kereler gördüm" diyebilirsiniz: I have seen that film... I have seen it many times... d) Bununla birlikte, dildeki pekçok fiil, her iki tense çerçevesinde (ufak tefek nüanslarla) temelde eşdeğer anlam verecektir: I have been watching that program regularly... I have watched it regularly ever since it got started... gibi tümceler sonuçta aynı şeyi söylüyor: I watch it regularly. e) Ne var ki, aşağıdaki örneklerde "sayı" belirtilen durumlarda continuous tense kullanımının olanaksız olduğuna dikkat ediniz: I have written ten letters today. ("I have been writing ten letters..." = On mektubu birlikte yazageldim şeklinde geçersiz bir anlatım olur. Ama, "I have been writing letters all day long" geçerli)
He has done it many times in the past. / He has been doing it repeatedly all this time. He has had five cups of tea since six o'clock. / He has been having cups and cups of tea since six o'clock. f) Continuous tense'lerde kullanılmayan fiiller sözkonusu olduğunda (have, own, be, see, hear, notice, know, understand, love, vb.), anlamın süreklilik taşıdığı durumlar da dahil olmak üzere, görevi "simple tense" seçeneği üstlenecektir: I have been here all the time. This house has been empty for ages. I have loved you ever since we first met. (=sevegeldim ve hala da seviyorum: Normalde Present Perfect Continuous ile anlatılması gereken bu kavram, fiilin özelliğinden dolayı Simple tense ile ifade ediliyor) g) "Simple" seçeneği, aynı şekilde, "always... ever since..." gibi süreklilik bildiren zaman belirteçleriyle de continuous anlam verir: I have always walked to work. (İşime hep yürümüşümdür, hala da yürüyerek geliyorum/gidiyorum... Oysa, "I have walked to work today" = Bugün işe yürüyerek geldim/gittim) h) Bu iki tense arasındaki farkları aşağıdaki konuşma örneklerini türkçeye çevirerek daha iyi irdeleyebilirsiniz: A: I haven't seen your friend lately. Has he gone away? B: Yes, he has been sent to Trabzon for a period of six months. A: Well, have you had any letters from him? B: That's the funny thing about it. He has been away for so long, and I haven't received a single word from him. His wife has been hearing from him regularly, though. A: Does she intend to go out there and join him, too? B: They have been thinking about it, but haven't quite decided yet. * * * * * A: Sevtap has been seeing a lot of Mr Zengin lately, hasn't she? Is there anything in it? B: Yes, they have just announced their engagement. You see, she has been looking for a rich husband all her life and now she has found one. And he has been hopelessly looking for a really competent house-keeper all through these years and now he has found one! A: Well, good luck to them both! EXERCISE CHOOSE BETWEEN THE SIMPLE AND CONTINUOUS VERSIONS OF THE PRESENT PERFECT TENSE Simple yada Continuous Present Perfect Tense tercihlerinizi uygulayınız. Buradaki çıkış noktanız verilen fiillerin süreklilik niteliği taşıyıp taşımadıkları olmalıdır. Tümceleri türkçede tasarlayıp ingilizceye çeviri yoluna giderseniz, yanılma payınız artacaktır. Unutmayın: İki ayrı dil-kültür dizgesinin "anlık eylem / süregen eylem" kavramları açısından tam çakışmasını beklemek hayalcilik olur. 1) I (sit) here for two hours now, but I (not be called up) yet. 2) I (try) to learn English for years now. I can't say I (succeed) yet. 3) That book (lie about) for weeks. (Not) you (read) it yet?
4) It (snow) all day. Frankly, I (have) enough of it! I wish it would stop soon. 5) Hello, Ali. I (not see) you for weeks. What you (do) all this time? 6) He (lose) his keys again. He (look for) them all day, but they (not turn up) yet. 7) Look! That light (burn) all night. Why (anyone not pay) any attention to it?! 8) How long you (learn) English? You (ever think of) giving it up? 9) She (write) a novel for the last six months, but she (not finish) it yet. 10) We (have) three accidents so far this week. We (consider) stopping the experiments for some time now, but we (not quite decide) on that particular point yet. * * * * * YANITLAR: 1) have been sitting / have not been called up... 2) have been trying / have succeeded... 3) has been lying about / Haven't you read... 4) has been snowing (has snowed, olanaklı) / have had... 5) haven't seen / have you been doing... 6) has lost / has been looking for / haven't turned up... 7) has been burning (gece bitmemişse) ; has burnt (gece bitmiş, sabah olmuşsa) / hasn't anyone paid (çünkü, dikkat edegeldi-etmeyegeldi kavramı tuhaf olur... didn't anyone pay: gece bitmiş, sabah olmuşsa olanaklı)... 8) have you been learning / Have you ever thought of... 9) has been writing / hasn't finished... 10) have had / have been considering / have not quite decided Bir sonraki Bölümde "Haber Kipi" ni oluşturan bu "12 Tense" in karşılaştırmalı biçimde kullanım alanları dikkat odağımız olacak. CHAPTER - 3 THE TENSES (02) İNGİLİZCE'DE ZAMANLAR Bu Bölümde, İngilizcenin Haber Kipinde (The Indicative Mood) yer alan 12 Tense'in bellibaşlı kullanım alanları özetlenmektedir. Bölüm sonunda ise "her derde deva" egzersizlerimize yer vereceğiz. THE SIMPLE PRESENT TENSE 1) Geçmiş/şimdiki/gelecek zaman (=past/present/future) üçlüsü genelinde, yani beş aşağı beş yukarı türkçedeki GENİŞ ZAMAN'da geçerlik taşıyan, süren, yinelenen olay, durum ve eylemler: The sun rises in the east... Not all clouds bring rain... Ali speaks English fluently. Güneş plays the guitar. (Dikkat ederseniz, bu tümceler, hatta aşağıdaki örneklerin de bir bölümü) Türkçede bizim "present continuous" ile de söylenebilir -- AMA, TÜRKÇEDE, İNGİLİZCEDE DEĞİL!) I sleep late on Sundays... How often do you wash your hair? Do you like ice-cream? Do you love him? (İkinci tümce Türkçede "present simple" ve "present continuous" arasında anlam farklılığı taşır.) 2) Bilimsel belirlemeler: Water consists of hydrogen and oxygen. 3) Atasözlerinin büyük bölümü: The pen is mightier that the sword. (Kalem, kılıçtan güçlüdür)
Every cock crows on his own dunghill. (Her horoz kendi tezek yığınında öter) 4) Kitaplardan, duyuru metinlerinden, yakın zamanda alınmış mektuplardan söz ederken. (Oysa, aşağıdaki örneklerde Türkçede "present continuous" tense kullanıldığına dikkat ediniz) : The author says that a solution cannot be provided under these conditions and goes on to explaining the reasons for this conviction. "What does the notice say?" "It says, 'No Parking Here'." "I see that you've got a letter from Güneş. What does he say?" "He says..." (Diyor ki...) 5) Tarihten söz ederken: Atatürk decided to proclaim the Republic on the following day. Indeed, the voting on October 29, 1923 is unanimous. The country is now a republic, but there is still the problem of getting rid of the caliph who is still residing in İstanbul... 6) Gazete başlıklarında "past tense" yerine kullanılır: Foreign Debts Reach A Record Level = Dış Borçlar Rekor Düzeye Erişti. Two Men Die In A Lorry Crash ? Kamyon Kazasında İki Kişi Öldü. Galatasaray Beats Milan = Galatasaray Milan'ı Yendi. 7) Tiyatro eserlerine, diyaloglar arasında verilen sahneleme önerilerinde: When the curtain rises, there are two servants entering from the door on the right. The phone rings, and they both make an attempt to reach out for it first... 8) Günlük dilde, özellikle de bizim "mahalle geyiği" diye adlandıracağımız konuşma ortamında olaylar dostlara anlatılır, dedikodu yapılır, dertleşilirken: I give her what she wants and she goes away. I say to myself, (=hatta, I says to myself!) "Good riddance; I hope I've seen the last of her." But, not a week passes, and I come home one night, and just guess who is sitting on my very doorstep... 9) Örneğin gezi programları gibi, gelece günlere dönük planlanmış eylemler: We leave Ankara at 10:00 next Tuesday and arrive at Nevşehir at 14:00. We spend two hours shopping, and then leave for the Göreme Valley. 10) Ve, doğal olarak, "eşyanın tabiatı" türünden belirtmelerde de hep bu tense kullanılacaktır. Yani, eylem, olay yada durumun içinde bulunduğumuz an itibariyle varlığı/yokluğu değil, genel anlamda var, doğal ve olanaklı olup olmadığını dile getiriyoruz: Dogs bark... Birds fly... Fish swim... Cats drink milk... (Bu örnekleri, "Listen, the dogs are barking... The ones I saw were flying south... When she gets hungry she may have some milk" türünden tümceler ile karşılaştırınız. Fark açıktır) DİKKAT... DİKKAT... İngilizce gramerde yer alan bir dizi fiil (bazıları yalnızca belli anlamlarında olmak üzere) continuous tense'lerde kullanılamaz. Dolayısıyle bu fiiller, süreklilik anlattıkları bir konumda dahi, simple tense ile ifade edilecektir. Önce bunları sıralayalım, sonra da örnekler verelim (Bu fiilleri mutlaka öğrenmelisiniz -- listeyi ezberlemenizde yarar var: have, own, possess, be (aktif çatıda), see, hear, notice, recognize, believe, feel, think (=sanmak, kanısında olmak -- düşünmek anlamında ise continuous tenselerde kullanılabilir), know, understand, suppose, remember, recollect (yani, anımsamak. Eğer, "re-collect" şeklinde yazar veya okursanız = yeniden toplamak, biraraya getirmek anlamına gelir ve continuous tense'te kullanılabilir), forget, mean, matter, gather (=sonuç çıkarsamak), want, wish, need, love, hate, like, dislike, loathe (=nefret etmek), care (sevmek, hoşlanmak, önemli bulmak, aldırmazlık etmemek), forgive, refuse, smell (=kokmak, yani "koklamak" değil), taste (=tadında olmak, ...tadını vermek. Yani, tadına bakmak, anlamında değil), seem, appear, look (=görünmek, gibi görünmek), belong to, contain, consist of
İşte, bu grup fiilin taşıdığı özelliği nekadar vurgulasak azdır. Gördüğünüz üzere, İngilizcede en sık kullanılan fiiller arasında yer alıyorlar. Daha da önemlisi, bunlarla kurulan tümceleri, Türkçede "continuous" eşdeğeri ile karşılıyoruz. Dolayısıyla da hata riskimiz çok yüksek. Örneğin, aşağıdaki Türkçe tümcelerin İngilizce karşılığına bakarsak, konuyu daha iyi kavrarız: Seni seviyorum (= I love you)... Sana için deli oluyorum (= I am crazy about you)... Seni anlıyorum, sevgilim, tamamen anlıyorum (= I understand you, sweetheart; I do understand you)... Seni istiyorum, sana ihtiyaç duyuyorum (= I want you. I need you)... Sen bana aitsin! (You belong to me!)... Beni sıcak tutacak aşkım var (=I have my love to keep me warm)... Uzakta üç atlı görüyorum (= I see three horsemen in the distance)... Kuşkulu birşeyler görüyor musun / farkediyor musun? (=Do you see / notice anything suspicious?) Tuhaf bir ses/gürültü işitiyor musun? (=Do you hear a funny noise?)... What is it that you're cooking? It smells awful (=berbat kokuyor)... It tastes funny (=garip bir tadı var)... You seem great... You look gorgeous... (=şahane görünüyorsun) I forgive you (=seni affediyorum)... I refuse! (=Reddediyorum!)... I loathe him (=ondan nefret ediyorum, tiksiniyorum)... I hate you! (Senden nefret ediyorum!...) Bu fiillerden bir bölümünün değişik anlamla continuous tenselerde kullanılabileceğine tekrar dikkatinizi çekerim: "What are you thinking of?" "I'm thinking about tomorrow's exam." (=düşünmek) She is having breakfast at the moment... She isn't having her milk... (=yemek, içmek) "Are you seeing him?" (=görüşmek, buluşmak) Kimi zaman da, vurgu amacı ile, tümcenin yine continuous tense oluşturulduğuna tanık oluruz: You are just being plain silly now! Young man, aren't you forgetting your manners? THE PRESENT CONTINUOUS TENSE 1) Konuşma anında sürmekte olan durum ve eylemler. İlgi odağımız olan zaman, içinde yaşadığımız an, evre yada dönemdir. Nezaman başlamış olduğu yada nezaman sonlanacağı ilgi alanımız dışında: Look. It's raining outside... The telephone is ringing. Will you answer it; or shall I answer it?... She can't talk to you at the moment; she's having a bath... 2) Konuşma anında ara verilmiş olsa bile, şimdiki zaman boyutunda genelde sürmekte yada sürdürülmekte olan durum ve eylemler: I personally prefer reading to watching TV. I am reading a book by Orhan Pamuk nowadays. Currently, he's writing a novel, having come back from a rather lengthy vacation. (=Uzunca bir tatilden döndükten sonra, halen...) He is very busy nowadays. He is working on his latest novel. (Bugünlerde çok meşgul. Son romanı üzerinde çalışıyor... Ama bu sözler konuşulurken, büyük yazar uykuda yada tuvalette de olabilir) 3) Normalde geniş zamanda kullanılan zaman belirteçleri (zarflar) ile birlikte, sık tekrarlanan durum ve eylemler için. Bu tür tümcelerden, çoğu zaman kişinin olaydan hoşnut olmadığı, onaylamadığı mantık dışı bulduğu anlaşılır: You're always telling me lies. She is constantly making mistakes.
4) Tıpkı Türkçede olduğu gibi future tense anlamı verecek şekilde de kullanılabilir: - What are you doing tomorrow night? - I'm going to the theatre. Ali is taking me. (=Yarın akşam ne yapıyorsun?... Tiyatroya gidiyorum. Ali götürecek beni) THE SIMPLE PAST TENSE 1) Geçmiş zaman boyutunda belli bir noktada yada dönemde olmuş bitmiş durum ve eylemler. Olay artık "mazide" kalmış, maziye karışmış, mazinin bir parçası olmuştur. Not very many people lived in these parts in the past. I met him at a party last week. I haven't seen him since. We received two phone calls yesterday; we haven't had any so far today. I once went out with a famous film star; he talked about himself all through the evening. 2) Present perfect tense'ten farklı olarak zaman boyutunda belli bir nokta yada dönem dikkat odağına getirildiği için, "Ne zaman?" sorularıyla kullanılması doğaldır: When did you last see him? What time did you have lunch? 3) Yada, doğrudan zaman belirtilmese bile, geçmişe ilişkin olduğu bilinen veya besbelli olan olay, durum, eylemler: How did you get your present job? (=Karşımızdakinin belli bir ilte çalışmakta olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla geçmişte belli bir tarihte bu işe girmişti) I bought this thing in İstanbul. (Diyelim ki konuşma İzmir'de geçmektedir) 4) Sözü edilen olay, durum yada eylem, present perfect tense ile başlayan bir soru-cevap sonrası zaman belirginliği kazanmış olabilir. Konuşma o noktadan başlayarak past tense sürdürülür. (Sınavlarda sık rastlanan bir soru türüdür): "Where have you been?" "I've been to the pictures." "Well, did you enjoy the film?" "Yes, I enjoyed it very much." 5) Geçmiş bir dönemde sürekli veya aralıklarla yinelenmiş durum, eylem, alışkanlıklar: Whenever it snowed, he wore a hat. (=used to wear) They never drank wine. (=içmezlerdi) When we were in Bodrum, we always went for a walk in the evening. Bu tür tümcelerde çoğu zaman ever/never/always gibi geniş zaman belirteçleri kullanılır. Çevirilerde ise, giyer/içmeyiz/gideriz sözcüklerinin past tense dönüşümü olan giyerdi/içmezdik/giderdik kullanımları uygun olur. THE PAST CONTINUOUS TENSE 1) Geçmişte belli bir noktada yada dönemde süreklilik taşımış durum ve eylemler. Olayın başlangıç yada bitim noktaları ilgi odağı değildir ve belirtilme zorunluğu taşımaz. Doğal olarak, sözü edilen zaman dilimine sığmayacak, daha önce başlamış ve o dönemde devam etmiş durumlar için de bu tense kullanılacaktır. When I saw him, he was standing outside the building. I was watching TV at 9 o'clock last night.
What were you doing at the time? (Sen o sırada ne yapıyordun?) All through his last years, he was collecting specimens for his projected book. 2) Geçmişte iki zaman noktası arasında süregitmiş durum ve eylemler: Between 1993 and 1998, we were living in Antalya. (Simple past tense de olanaklı) From 8 to 11 o'clock, I was studying in the library. (Bu tümce, "O gün saat 8-11 arası kütphanede çalışıyordum" ve "O dönemde her gün 8-11 arası kütüphanede çalışıyordum" anlamlarında kullanılabilir) 3) Geniş zaman belirteçleriyle birlikte, geçmişte sık yinelenen ve özellikle de konuşmacının onaylamadığı anlaşılan durum ve davranışlar: He was always criticising whatever I did! She was constantly making mistakes. 4) Aslında geleceğe dönük olup, gerçekleşmemiş, vazgeçilmiş yada artık gerçekleşmeyecek niyet ve planlar: I was going to play football tomorrow, but I won't be able to do that now; because I've injured my leg. (Yarın top oynayacaktım; ama bu artık gerçekleşmeyecek; çünkü bacağımı incitmiş bulunuyorum) I was going to buy myself a new umbrella, but I have now given up the idea. (Kendime yeni bir şemsiye alacaktım, ama vazgeçmiş bulunuyorum) 5) Dolaylı/dolaysız anlatımlarda "future in the past" kavram çerçevesini iletir: He was preparing his suitcases, for he was leaving that night. (=çünkü o akşam gidiyordu/gidecekti) He said (that) he was preparing his suitcases, adding (that) he was leaving that night. (O gün işittiğimiz sözleri -- yani, "I am preparing my suitcases, for I am leaving tonight" -- sonradan başka bir kimseye "reported speech" şeklinde aktarıyoruz) THE SIMPLE FUTURE TENSE İngilizcede "simple future" kavramların aktarılması ile ilgili pekçok ayrıntıyı bu noktada dile getirmek zorundayız: 1) Öğrencinin olağan beklentisi "will" yardımcı fiilinin, yada daha klasik bir dil eğitimi görmüş olanlar için "shall/will" ikilisinin kullanılmasıdır. Oysa, günlük kullanımda bu beklentinin gerçekleşmediği kolayca görülür. En az aynı sıklıkta gelecek zaman ifade eden başka yapılara da rastlanacaktır. Bunları biraz aşağıda sıralayacağız. 2) Ama önce "shall/will" ikilisini ele alalım. Klasik gramere göre, birinci tekil ve çoğul kişiler için "shall", diğer kişiler için "will" kullanılması gereken "doğru" sözcüklerdir. Oysa günümüzde bunun geçerliğini büyük ölçüde yitirmiş olduğu kolaylıkla gözlemleniyor. Demek ki, daha geçerli bir saptama, bütün kişiler için "will" yardımcı fiilinin tercih edilmesi olacaktır. 3) Ne var ki, dillerin genel bir özelliği de şudur: Başlangıç düzeyinde "kural" olarak öğretilenlerin, daha ileri düzeylerde ise nasıl tepe tepe çiğneneceğini öğreniriz!... "Beklenmedik" kullanımlar, genelde vurgulu anlatımlar iletirler. Öneğin, bir dönemde "shall" yerine "will" kullanımı, yada bunun tam tersi, birer vurgulu anlatım örneği sayılmıştır. Nitekim İncil'deki on emirin her birisi "Thou shalt not..." =Yapmayacaksın (you shall not) diye başlar... 4) Günümüzde "will" bütün kişiler için standart kullanım sayıldığına göre, "shall" kullanımının ise vurgulu anlatım tarzı olduğunu görüyoruz. Yani, "I shall go" bir zamanlar olağan, "I will go" ise vurgulu iken, şimdi masalar tersine dönmüş, "I shall go" vurgulu anlatım niteliği kazanmıştır. Ne dersiniz, çok karışık değil, öyle değil mi?... 5) Be going to + yalın mastar
Bu yapının ingilizcedeki en yaygın simple future anlatımı olduğu kolaylıkla savunulabilir. Yakın gelecek için kararlaştırılmış, planlanmış eylemler için olağandır. Çoğu zaman, hazırlıkların şimdiden başlatılmış olduğunu dile getirecektir. Ayrıca, tahmin ve kehanet bildirimleri için de kullanılabilir: I'm going to meet him at six. I'm now going to read you some of my own poems. I'm going to be a doctor when I grow up. (Temel tümcelik herhangi bir future tense olduğunda, zaman bildiren bağıl tümcelik bir present tense olur kuralını umarım unutmadınız) Look at those clouds. I think it's going to rain soon. ÖNEMLİ NOT: Bu yapı, "go" fiili ile ender kullanılır. "Come" fiili ile hiç işitilmez: I'm going to go to İstanbul tonight --------› I'm going to İstanbul tonight. YANLIŞ: I'm going to come home this afternoon. DOĞRU: I'm coming home this afternoon. 6) Gerek "simple" gerek "continuous" present tense --uygun zaman belirteçleri alarak -- future tense anlamı iletebilir: The ship leaves tonight... What are you doing tomorrow night?... 7) To be + mastar Bu yapının sanıldığından çok daha işlek ve yaygın bir kullanım alanı olduğunu görürüz. Basit gelecek zaman anlamında kullanılabildiği gibi, ayrıca zorunluluk nüansı da aktarabilir. Özellikle de, üçüncü kişilerin emir ve direktiflerinin aktarılmasında görev yapar: The ship is to arrive tomorrow night. Get out of here! You are never to come back to this house again! You are to go and see the boss this afternoon. 8) To be about + mastar --- To be on the point of + gerund You can't see him now. He's about to leave. I couldn't talk to him; he was on the point of leaving. (=future in the past) THE FUTURE CONTINUOUS TENSE 1) Gelecekteki belli bir noktada yada dönemde sürmekte olacak durum ve eylemler. Bu anlatımda, eylemin başlangıç ve bitim noktaları bilinmemekte yada önemsenmemektedir: I will be sitting an exam this time tomorrow... At that hour, Ali will still be sleeping... I'll be waiting for you at the bus-stop at nine o'clock sharp... 2) Gelecekteki iki zaman noktası arasında süregidecek, süreklilik taşıyacak durum ve eylemler: Between 3 and 4 o'clock tomorrow afternoon, I'll be studying in the library. 3) Tahminler, yordamalar, tasarılar: It'll be getting dark soon. (Bu tümcenin "It will get dark soon" tümcesinden ne farkı var diye soracak olursanız, Türkçedeki "Çok geçmeden hava kararmakta olacak" ve "Çok geçmeden hava kararacak" arasındaki farkı irdeleyiniz. Unutmayınız, havanın kararması dereceli bir durumdur) She'll be coming back soon... ("She will come back soon" daha bir kesinlik taşıyacaktır)
After the meal, we'll be having some coffee. ("We'll have some coffee" tümcesinde dikkat odağı "kahve" üzerine yoğunlaşırken, burada ise daha "leisurely" bir "konuşma, sohbet" iması var) 4) Nazik bir soru ifadesi olarak: Where will you be staying? Will you be visiting us again? Gördüğünüz gibi, ingilizcenin (perfect olmayan) continuous tenseleri ile Türkçedeki karşılıkları arasında yüksek bir benzerlik, beş aşağı beş yukarı bir eşdeğerlik var. Ama, öteki tenselerde (hele, türkçede karşılığı olmayıp, zaman belirteçleri ile ifade ettiğimiz perfect tenselerde) bu uyumu aramak boşuna olur... GELELİM "PERFECT" TENSE'LERE !!! THE PRESENT PERFECT SIMPLE TENSE 1) Geçmiş zaman boyutunda, belli olmayan, önemsemediğimiz yada söylemek istemediğimiz bir noktada yada dönemde gerçekleşmiş ve tamamlanmış, ancak sonuçları ve etkisi bakımından şimdiki zamanı ilgilendiren olay, durum ve eylemler: We have seen this film before. Was it last year? Do you remember? She has cleaned the house from top to bottom; it's very clean and tidy now. I have read the instructions on the packet, but I still haven't a clue about what it is supposed to do. I have lost my keys. How am I going to get into the office now? 2) Türkçe gramerde yer almayan bu farklı bakış açısının çevirisi güçlükler gösterir. Anlamı "nasıl denk getirirsek" öyle aktarmamız önerilebilir: I have seen that film = O filmi gördüm / görmüş bulunuyorum / görmüş durumdayım (Ben, şu anda, o filmi görmüş birisi olarak karşınızdayım) I have already met him = Kendisiyle tanıştım / tanışmış bulunuyorum / zaten tanıştım / daha şimdiden tanışmış bulunuyorum... 3) Halen sürmekte olan, yaşamakta olduğumuz dönem yada zaman dilimi içinde gerçekleşmiş olaylardan söz ederken: Have you seen her today? Öğleye kadar: Have you seen her this morning? Öğleden sonra: Did you see her this morning? Automotive industries have undergone a great deal of change this year. There have been no major wars so far in this century... Ama: Automotive industries underwent a great deal of change last year / in the beginning of this year. "Bu yıl" hala içinde yaşadığımız "present" bir zamandır, ama "yılın başlangıcı" artık gerilerde bıraktığımız bir dönemdir. 4) Bu Bölümün başında The Simple Present Tense ile ilgili olarak önemle üzerinde durduğumuz, continuous tense'lerde kullanılmayan fiiller... Burada da, (anlamın süreklilik taşımasına karşın) görevi present perfect kardeşlerden "continuous" yerine "simple" kardeş üstlenecektirr: I have been here all the time. This house has been empty for ages.
I have loved you ever since we first met. (=sevegeldim ve hala da seviyorum: Normalde Present Perfect Continuous ile anlatılması gereken bu kavram, fiilin özelliğinden dolayı Simple tense ile ifade ediliyor) 5) Aynı şekilde, "always... ever since..." gibi süreklilik bildiren zaman belirteçleriyle de continuous anlam verir: I have always walked to work. (İşime hep yürümüşümdür, hala da yürüyerek geliyorum/gidiyorum... Oysa, "I have walked to work today" = Bugün işe yürüyerek geldim/gittim) 6) "Geçmişten ...bugüne" kavramını içeren "zamana present perfect bakış açısı" için tipik olan ve sık kullanılan zaman belirteçlerinden bazıları şunlardır: up to now, up till now, till now, up to the present, so far, finally, recently, lately, during the past few years, for the last two years, often, many times, already, yet, just, ever, never, for, since, ever since... Aşağıdaki örneklerde göreceğiniz gibi, bunların büyük bölümü öteki bütün perfect tense'ler ile de aynı sıklıkta kullanılabilir. (NOT: past ve future perfect için: now -----› then, ve past/last -----› previous dönüşümleri gerekli olacaktır.) since -- for : "since" = geçmişteki belli bir nokta yada dönemden bu yana... "ever since" ise, süreklilik kavramını pekiştirir. Yani, sevgilinize "I have loved you ever since the moment I first saw you" demeniz, yanaklarını daha pembeleştirecektir... We have been living in İzmir since 1982. They have been playing cards since 2 o'clock. I have been frightened of the dark ever since I was a child. "for" = belli (andığımız) bir süre için, belli (andığımız) bir süredir: I haven't seen you for more than a month. I haven't seen her for ages. (=çok uzun bir süredir) We haven't been living in that house for the last two years. "just" = az önce, demin, çok kısa bir süre önce: I've just finished the housework; I'll be there in a minute. When we got there, he had just finished talking about the subject in general and was proceeding to show some special slides. already -- yet Bu iki sözcüğü Türkçeye "zaten/daha şimdiden/...mış bulunuyor" ve "henüz/daha" şeklinde farklı sözcüklerle aktarıyorsak da, aslında bunlar aynı kavramın iki değişik yüzü olup, birincisi olumlu tümcelerde, ikincisi de olumsuzlarda ve sorularda kullanılır (some/any) ikilisini çağrıştırınız). Ne var ki, "already" sözcüğünün sorularda kullanılabileceği durumlar da vardır. ("Would you like some more tea?" sorusunu çağrıştırınız. Orada da, "cevabınız olumlu olsun" dileğimizi yansıtmış oluyoruz. "Do you want any tea?" aile içinde geçerli olursa da, misafire "istiyor musun, istemiyor musun?" nüansı ile çok ayıp olur): a. Yanıtın "evet" olacağını tahmin ettiğimiz durumlar: Has he already left? Has he gone already?... gibi sorular, bilgi almak için düz bir soru olmaktan çok, "çıkmış/gitmiş galiba, öyle değil mi?" türünden yorum taşırlar. b. Şaşkınlık, yada benzeri bir duygu yoğunluğu ifade edebilir, ki yine bir sorudan çok, yorum içermekte olacaktır: What! Has he already left? (Aynı tümce, konuşma dilinde düz tümce olarak, fakat soru tonlaması ile kurulabilir: "What! He has already left?")
ever -- never Türkçedeki "Siz hiç hayatınızda ...?" sorusu, ingilizcede "Have you ever ...?" ile sorulur. Yanıt "Hayır" ise, çoğu kez, "No, I have never ..." ile karşılanacaktır: - Have you ever had a car accident? - Have you ever been to Kars? - No, I have never been to Kars... No, I have never been there in my life... No, I haven't... No, I never have... THE PRESENT PERFECT CONTINUOUS TENSE 1) Bu tense için anahtar kullanım parametresi, "geçmişten ...bugüne vede hala" kavramıdır. Belli yada belirsiz bir noktadan veya dönemden başlayarak süregelmiş ve halen de sürmekte olan eylem ve durumlar. Zaman belirteci kullanılması zorunlu değildir: We have been living in İzmir for twenty years (=since 1983). He has been working for two hours (=since ten o'clock). We've been doing it for years / for ages. I have been thinking it over. I'll let you know when I have come to a firm decision. 2) Sözkonusu durum yada eylem az önce bitmiş/tamamlanmış olabilir: I'm sorry I'm late. Have you been waiting long for me? 3) Sözkonusu durum yada eylem kısa bir süre önce geçerliğini yitirmiş olmasına karşın, daha önceki sürekliliği vurgulamak amacıyla: Oh, I'm exhausted. I've been walking about the town all day. (Oysa şu anda evde ayaklarımızı uzatmış oturuyoruz) Have you been asleep all the morning? I've been ringing the bell for the last twenty minutes. (Kapı açılmış, konuşuyor olduğumuza göre, artık zili çalmıyoruz) THE PAST PERFECT SIMPLE TENSE Bu tense için anahtar kullanım parametresi: Geçmişteki bir noktadan yada dönemden daha öncesi... Nasıl ki, günümüz açısından geçmişi simple past ile değerlendiriyorsak, bu da "geçmişin geçmişi"... 1) Geçmişteki belli bir nokta yada dönemden daha önce olmuş bitmiş (ama, anlamca sözkonusu nokta veya dönemle ilişkili) durum ve eylemler. Her tümcede illa ki zaman belirtmek zorunda değiliz: I sat down and rested awhile after I had finished cleaning the house. (=çünkü yorulmuştum) I had finished my breakfast before he came. (=örneğin, karnımı doyurmuştum, bir daha yiyecek halim yoktu, şeklinde yorumlanabilir) I had finished all the preparations by the time he arrived. (=örneğin, bütün işleri bitirmiştim, yapılması gereken başka birşey kalmamıştı... veya, artık hemen çıkabilirdik, şeklinde yorumlanabilir) And when I came back, I found the glass empty. Somebody had drunk the wine, or thrown it away. She suddenly realized that she had made a terrible mistake. He had always been the easy-going type. He had had numerous love affairs, and had managed to remain single and protect his precious freedom. But now he was ready to ...etc. (çoğu öykü bu tarzda, yani anlatacağımız olayların öncesine ilişkin bir özetleme ile açılacaktır)
2) Dolayısıyla, her ikisi de geçmişte kalmış, ancak aralarında zaman fasılası bulunan iki durum yada eylemden ilkini ifade etmekte. Yani aralarında bir nedensellik ilişkisi bulunması da gerekmiyor: When I arrived, Ali had just left. (=az önce çıkmıştı) I had poured myself a cup of tea when the phone rang. 3) Daha önce örneklerini gördüğümüz "continuous tenselerde kullanılmayan" fiillerle The Past Perfect Continuous yerine: He had been in the army for ten years when I met him, and then he stayed on in the service for another ten years. He had loved her with all his heart all through their university years. 4) Yine, süreklilik bildiren zaman belirteçleriyle birlikte The Past Perfect Continuous yerine: She had lived in a small village ever since she was born. She had always milked the cows, fed the sheep and attended the chickens for as long as she could remember. THE PAST PERFECT CONTINUOUS TENSE Geçmişteki bir noktadan yada dönemden önce, belli yada belirsiz bir noktada başlamış, süreklilik taşımış, sözkonusu dönemde de hala sürmüş yada ondan kısa bir süre önce sona ermiş durum ve eylemler: Ali said that he had been studying English for two years. It was now six in the evening and he was tired. He had been working since the dawn of the day. It was six in the evening. He was home now and tired. He had been working outside all day long. THE FUTURE PERFECT SIMPLE TENSE 1) Gelecekte belirsiz bir zamanda, ama belirttiğimiz (yada ima ettiğimiz) belli bir nokta yada dönemin öncesinde... gerçekleşmiş, tamamlanmış olacak durum ve eylemler. Türkçeye çevirisi: "...mış olacak": I will have finished the report by tomorrow. (Size tam bir saat veremem, ama yarından önce, yarına kadar raporu tamamlamış olacağım) I will have finished the book by the end of this month. (Size gün veremem, ama ay sonundan önce bitirmiş olacağım) We will have saved just over a billion by the end of this month. 2) Sözkonusu durum yada eylem, gelecekteki belli noktadan kısa bir süre önce gerçekleşecek olabilir. Önceki/sonraki ayrımını bu şekilde belirlemiş oluruz: The taxi will have arrived by the time we get downstairs. The guests will have arrived by the time we finish our preparations. 3) Olasılık yada varsayımlar dile getirilebilir: It is almost 8 o'clock. She will have arrived there by now. (=Saat neredeysa sekiz: Şimdiye değin oraya varmış olacaktır, herhalde ulaşmıştır) [Not: "By" sözcüğünün zamanlar çerçevesinde kullanıldığında "önce" anlamına geldiğini biliyorsunuz. By now = şimdiye değin... By then = o zamana değin...] Öte yandan bu tümceyi, koşul kipindeki "It is almost 8 o'clock. She would have arrived there by now" tümcesi ile karşılaştıralım. Haber kipinin gerçek durumları, koşul kipinin ise varsayımsal durumları dile
getirdiğini çok güzel belgeliyor: İkinci tümcenin anlamı: Saat neredeyse sekiz: Eğer yola çıkmış olsaydı (ki çıkmadı) şimdiye değin oraya ulaşmış olacaktı... Ama tabii böyle bir olasılık yok. THE FUTURE PERFECT CONTINUOUS TENSE 1) Gelecekteki belli bir nokta yada dönem itibarıyla, daha önceden başlamış ve süregelmiş (ki, içinde yaşadığımız dönem itibarıyla da başlamış ve sürüyor olabilir) ... ve büyük bir olasılıkla gelecekteki o tarihte de sürmekte olacak durum ve eylemler. Biraz çapraşık mı göründü? Örneklere bakalım: By the end of this month, I will have been working here for ten years. (=Bu ayın sonuna varmadan tam on yıldır burada çalışıyor olmuş olacağım) In 2008, we will have been living in İzmir for twenty-five years. (2008'de tam yirmibeş yıldır İzmir'de oturuyor olmuş olacağız) 2) Yine aynı bakış açısı içinde, sözü edilen durum yada eylemin geneldeki sürekliliğini anlatmak için: By the end of this year, we will have been climbing mountains for twenty years. (Bu yılın sonuna varmadan, tam yirmi yıldır dağcılık yapıyor olmuş olacağız) [NOT: Doğaldır ki, burada sayı belirtecek olursak, continuous değil, simple tense kullanımı zorunlu olacaktır: Neden? Hiçbir babayiğit dağcı aynı anda birden fazla zirveye tırmanıyor olamaz da ondan...] By the end of this year, we will have climbed eight peaks in this region. (Bu yılın sonuna varmadan, bölgede tam sekiz zirveye tırmanmış olacağız) EXERCISE - 1 Verilen tümceyi, altında belirtilen zaman göstergeçleri ile birlikte kullanarak gerekli tense değişimlerini uygulayınız. Her şık için yalnız bir tense geçerli olurken, çoğu zaman (fiilin niteliğine bağlı olarak) o tense için gerek simple gerek continuous seçeneklerin olanak taşıdığını göreceksiniz. Bu durumda ortaya çıkan nüansları irdeleyiniz. 1) He will be earning a lot of money next year. (Bu tümce "yılboyu sürekli olarak", kavramını içeriyor; "will earn" seçeneği ise, "önümüzdeki yıl bir ara" anlamını verecektir. Bu tür bir irdelemeyi, siz de aşağıdaki şıklara göre tense değişikliği yaparken uygulayınız) a. before he retired last year b. in his present job c. just recently d. last year e. by the end of this year 2) They danced all night last night. (yada, They were dancing all night last night) a. when the fire broke out b. as long as the band played c. seldom ... nowadays d. for the last two hours e. at the moment 3) He has been watching TV for three hours. a. when we got home
b. at 9 o'clock tomorrow evening c. at 9 0'clock last night d. every night so far this month e. before he fell asleep in his chair 4) He has been writing a story for at least a month now. a. when he was only 15 b. next week c. last week d. before he left the town e. when the guests arrived last week 5) They play cards only on Sundays. a. when the police raided the place b. since noon c. at this time tomorrow d. for three hours e. while we were watching TV 6) They never visit us. a. next week b. yesterday c. only twice before the last time they did d. only twice after they moved to Bursa e. regularly for the last two years 7) He has at least two bottles of wine every night. a. already b. before he went out c. before he goes out d. every night so far this month e. every night up until this month 8) She is busy at the moment; she is having a bath. a. after she gets home b. when I went to see her last week c. for the last half an hour d. after she came home (üç gün önce) e. after she came home (10 dak. önce)
YANITLAR 1) a. had earned... veya... had been earning = sürekli kazanagelmişti ve hala kazanmaktaydı... b. is earning... (earns, yaklaşık olarak eşdeğer)... c. has earned = şu yakınlarda kazandı... has been earning = bir süredir ve hala kazanıyor (ki, bu tümceler hikayenin gelişine göre past perfect veya future perfect'e de taşınabilir)... d. earned = kazandı... was earning = geçen sene kazanıyordu ama bu yıl kazanamıyor, veya tanık olduğum sıralarda kazanıyordu ama sonra ne oldu bilmem nüanslarını verecektir)... e. will have earned = kazanmış olacaktır... will have been earning = bir süredir ve hala kazanıyor olmuş olacaktır... 2) a. were dancing... b. danced ("as long as the band played" süresi "dance" eyleminin gerçekleşmesi için yeterli süredir. Simple tense yeterli. Fazladan "were dancing" tercihi "her nezaman orkestra çalsa onlar hep dansediyorlardı" anlamını verecektir)... c. dance... d. have been dancing... e. are dancing... 3) a. was watching... had been watching = "seyrediyordu" gözlemine ek olarak, "bir süredir seyredegelmişti" bilgisine sahipsek... b. will be watching... (will have been watching = "bir süredir" kavramını ekleyecektir)... c. was watching... (had been watching = "bir süredir" kavramını ekleyecektir)... d. has been watching... Sürekliliği vurgulamak için, ama "has watched" da olanaklı... e. had been watching... 4) a. wrote... = zaman belli (Eğer, türkçede "Daha onbeş yaşındayken yazmıştı, 'mişli geçmiş, o halde past perfect, diye düşündüyseniz, kitabın en başına dönüp bir daha başlayınız!)... b. will be writing... will write = yazacak, bitirecek... c. was writing... wrote = yazdı, bitirdi... d. had written = yazmış, bitirmişti... had been writing = henüz bitirmemişti... e. was writing... (had been writing = O sırada ne yapmakta olduğuna ek olarak "bir süredir ve hala" kavramını vermek istiyorsanız...) 5) a. were playing... (had been playing = O sırada ne yapmakta olduklarına ek olarak "bir süredir ve hala" kavramını vermek istiyorsanız)... b. have been playing (türkçedeki "oynuyorlar" kavramından yola çıkarak "are playing" dediyseniz, yol yakınken kitabın en başına dönüp bir daha başlayınız!)... c. will be playing... (will have been playing = O sırada ne yapmakta olduklarına ek olarak "bir süredir ve hala" kavramını vermek istiyorsanız)... d. have been playing... have played = Olanaklı gibi görünüyorsa da, süreklilik kavramını aynı ölçüde desteklemediğinden, "az öncesine kadar" kavramı için saklanması önerilir)... e. were playing... 6) a. visit... will be visiting... b. visited... were visiting... (Continuous seçenekler, çoğu zaman, verilen süre boyunca süreklilik kavramını destekleyecektir)... c. had visited... (sayı belirtildiği için continuous seçenek olanak dışı)... d. have visited = bugüne kadar iki kez, ama bu ziyaretler devam edebilir... visited = ziyaretler artık mazide kaldı, bundan böyle başka ziyaret olmayacak... e. have been visiting = have visited... 7) a. has already had = daha şimdiden en azından iki şişe içmiş bulunuyor... b. had had... (Sayı belirtildiği için continuous tense'ler geçerli değil: Hiçbir babayiğit ayyaş iki şişeyi aynı anda kafaya dikip içmez)... c. has = her zaman, geniş zaman... (Burada "is having" seçeneği vurgulu bir şikayet nüansı için geçerli olur)... d. has been having = has had... e. had been having = had had... (Unutmayın: Burada birinci "had" past perfect tense yardımcı fiili, ikinci "had" ise asıl fiiliniz olan yemek, içmek = to have fiilinizin V3 hali... 8) a. is busy / is having = geniş zaman: Biliyorsunuz, to be fiili aktif çatıda continuous tenselerde kullanılmaz. Örnek tümce de, continuopus anlamlı olmasına karşın, simple present ile kurulmuştu... b. was busy / was having... c. has been busy / has been having... d. was busy / was having (veya, had)... e. has been busy / has been having (çünkü banyo hala sürüyor)... EXERCISE - 2 Yukardaki dehşetengiz egzersizden sonra, şimdiki egzersiz size su gibi kolay gelecek. Boşlukları, verilen fiillerin uygun tense çekimleri ile doldurunuz: 1) I was ............... in İstanbul, but ............... most of my childhood in Ankara. (be born, spend) 2) I ............... English for two years now. (study) 3) What .............. you ............... when I .............. you last night? (do, phone)
4) What .............. you .............. now? What .............. you usually ............... on such a sunny day? (do, do) 5) "Where ............... you ............... ?" "I ............... to the movies." "Well, ............... you ............... yourself?" (be, be, enjoy) 6) "................ you .............. my keys?" "Yes, they .............. on your desk a minute ago." (see, be) 7) It ............. three days ago that the man ............... last seen in that neighbourhood. (be, be) 8) I ............... for nearly an hour when she finally .............. . (wait, come) 9) He ............... from the university in 1985. Then, he ............... in the army for two years. (graduate, spend) 10) Hello! I .............. happy to see you again. I .............. you for weeks. Where ............. you ............... yourself all this time? (be, not see, hide) 11) They .............. together for almost a year now. (go out) 12) They ............. each other for a long time before they finally ............. to get married. (know, decide) 13) I couldn't help thinking that I ............. that stupid face somewhere before. (see) 14) She .............. the street when she .............. an old boyfriend of hers. (cross, run into) 15) I .............. a letter from them saying that they expect to see us next week. (receive) 16) Nobody ............... him for weeks. I wonder where he ............... these days. (see, hang about) 17) Nobody ............... him for weeks. I wonder where he ............... all this time. (see, hang about) 18) There .............. no one at the door when I .............. it just a minute ago. (be, open) 19) Sit down a bit. I .............. you the garden when you ............... a little. (show, rest) 20) I .............. what you ................ me. (never forget, just tell) YANITLAR 1) was born / spent ... 2) have been studying ... 3) were you doing / phoned ... 4) are you doing now / do you usually do ... 5) have you been / have been / did you enjoy ... 6) Have you seen / were ... 7) was / was ... 8) had been waiting / came ... 9) graduated / was ... 10) am / haven't seen / have you been hiding yourself ... 11) have been going out ... 12) had known / decided ... 13) had seen ... 14) was crossing / ran into ( crossed / ran into = görünce karşıya geçti) ... 15) have received ... 16) has seen / is hanging about ... 17) has seen / has been hanging about ... 18) was / opened ... 19) will show (will be showing) / have rested (rest) ... 20) will never forget / have just told me... CHAPTER - 4 YARDIMCI FİİLLER THE AUXILIARY VERBS KISA GİRİŞ Yardımcı fiiller konusu, İngilizce öğretiminde üzerinde en çok durulan, en korkulan ve en sevimsiz, dolayısıyla da en az öğrenilen bir konu olmak durumuna getirilmiştir. Müfredatı doldurmak, ders saatlerini uzatmak için okulda / kursta / dershanede konuyu ayrıntılara boğmanın net kazancı budur. Pratikten çok, pirinç taneleri üzerine anlamını bilmediğimiz dualar yazmağa yönelen öğrenim alışkanlıklarımızla, çok çalışıp hiçbir şey öğrenmemek için biçilmiş bir kaftan... İzleyen maddelerde, sorunları ve çözümlerini pratik açıdan özetlemeğe çalışacağım.
ANLAM AÇISINDAN Yardımcı fiiller, kendilerinden sonra kullanılan fiillere belli anlam ve nüans renkleri kazandırır. Yapılması gereken çalışma da, herbir yardımcı fiil için bu anlam ve nüans renklerinin neler olduğunun örnekleriyle sergilenmesi, öğrenilmesi ve uygulama becerisinin kazandırılmasıdır. Ne var ki, yüzyılların birikimi idiomatik kullanımlar ve gramercilerin bunları yapay kalıplara oturtma gayretkeşlikleri yüzünden, yardımcı fillerin anlamca sınıflanması konusu içinden çıkılmaz bir karmaşa kazanmıştır. İlerleyen bölümlerde, yardımcı fiillerin getirdikleri bellibaşlı nüanslar için ayrıntıda boğulmayan bir döküm vermeğe çalışacağım. YAPISAL AÇIDAN 1 - Yardımcı fiillerin ardından, asıl fiilerin yalın mastar hali kullanılır. (Yani, mastarın başındaki "to" düşer...): You must leave today. She should start all over again. It could be done better. Bunun üç istisnası vardır: ought to, have to, used to... You ought to leave today. She has to start all over again. It used to be done better. Aslında, "ought, have, used" yardımcı fiillerini öğretim kolaylığı bakımından böyle adlandırıyor, diğerlerinden farklı olarak, tam mastar aldıklarını bu şekilde vurguluyoruz. Özel bir durum olarak, need ve dare fiillerinin de, do/did veya will/would ile çekime girmedikleri sürece, yalın mastar alacaklarına dikkat ediniz: You needn't say anything... You needn't have said anything... (Fakat, You don't/didn't/won't need to say anything.) How dare you insult me!... I dared not wake him... (Fakat, I didn't/wouldn't dare (to) wake him.) 2 - Olabilir... Olmuş Olabilir... Yardımcı fiillerin çekimi, zamana bakış açısı olarak, iki farklı boyutta gerçekleşir. Şöyle de söyleyebiliriz: Yardımcı fiilerin iki biçimi vardır: a. present biçimler (kalıplar) b. perfect biçimler (kalıplar) Şimdi, daha önce öteki pekçok bölümde de belirtmiş olduğumuz bir genel çerçeveyi yeniden anımsayalım: 1 - Şimdiki zaman, geniş zaman, gelecek zaman kapsamında "present" kalıplarlar kullanılır. 2 - Geçmişe dönük bildirimlerde "perfect" kalıplarlar kullanılır. 3 - Ancak, present yada perfect bakış açısı seçimi, bizim şu an içinde bulunduğumuz an yada dönem açısından değil, tümcede sözü edilen zaman açısından gerçekleştirilir. Yani belirleyici olan, bize göre
geçmiş, eşzamanlılık veya gelecek değildir: Belirleyici olan, tümcede sözü edilen zamanın öncesi, eşzamanlısı veya geleceğine, o noktadan sağlanan bakış açısıdır. [Okuyucularım lütfen sabırlı olsunlar: Bu çetrefil konu, vereceğim çok sayıda örnekle giderek açıklık kazanacaktır.] She can do it, if she wants to... Geniş zamanda yapabilirlik, veya şu an yada geleceğe dönük izin... She may have done it, though we haven't seen her doing it... Yapmış olabilir. Ne zaman? İçinde bulunduğumuz an itibariyle geçmişte. She might have been there, though I don't remember seeing her... Ben görmedim, ama belki de oradaymıştır... İçinde bulunduğumuz an itibarıyla geçmişte. She might have been there, though he hadn't noticed anyone... He couldn't have noticed her anyway, since he had been ever so busy... Geçmişteki bir noktanın öncesi... It wouldn't matter at all. He could go and visit her the next day. Yes, this was what he would do... Hiç önemi yoktu bunun. Kendisini gidip ertesi gün ziyaret edebilirdi. Evet, öyle yapacaktı... It is possible that you will not have noticed her before she announces herself, though she might have come and left a couple of times while you are there. Ola ki, sen oradayken birkaç kez gelip gitmiş olacaktır, ama kendisini tanıştırıncaya kadar sen bunu farketmemiş olacaksın... Gelecekteki bir noktanın öncesi... Bize göre gelecekte, ama olaya göre geçmişte... I will have finished it by next week... Nezaman? Gelecekteki bir noktadan önce... She promised that she would have finished it by the following week... Ertesi haftadan önce bitirmiş olacağına söz verdi/vermişti. (Dikkat ederseniz, bizim açımızdan olaylar geçmişte kalmış, ama tümcedeki zaman açısından gelecek zamandan söz ediliyor -- bu nedenle olayı "future in the past" ile akardık.) She must be hungry... Çok acıkmış olmalı... Şu anda. She must have been hungry... Herhalde çok acıkmıştı... Az önce yemeğe otururken veya geçen gün, vb. Ama, geçmişteki bir noktada yada dönemde. Should I do it this afternoon?... Şimdiki yada gelecek zamana dönük danışma, yada kendi kendine soru... I should have done it yesterday / the other day... Dün yapmalıydım... Geçmişe dönük pişmanlık veya suçlama... He should have finished it on the day before... Bir önceki gün bitirmeliydi, bitirmiş olmalıydı... It is very cold outside. You should wear your coat... Giymelisin... It was very cold today. You should have worn your coat... Giymeliydin. (O günün akşamı konuşuyoruz) Değerli Okuyucum; İngilizcenin zamana olan bu ikici / dualist (present X perfect) bakış açısı ile, mastarlar, ad-fiiller, sıfat/zarf fiiller, koşul ve dilek kipleri gibi kitabın öteki pekçok Bölümünde yeniden hesaplaşacağız. Çok önem verdiğim bu konu giderek billurlaşacaktır. KURULUŞ ÖZELLİĞİ İngilizcedeki toplam 6 mastar yapısını hatırlarsak, yardımcı fiillerle kurabileceğimiz 6 çeşit anlatım kalıbı da kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü, biliyorsunuz, Kullanım Kalıbı = Yard. Fiil + Mastar... O halde önce mastarlarımızı gözden geçirelim: To see = görmek (present active) To be seen = görülmek (present passive) To have seen = görmüş olmak (perfect active) To have been seen = görülmüş olmak (perfect passive) To be seeing = görüyor olmak (present continuous)
To have been seeing = görüyor olmuş olmak, veya göregelmiş olmak (perfect continuous) ÖZNE YARDIMCI FİİL (NOT) ASIL FİİL can see could be seeing may ------------ He (not) might have seen have been seeing would rather had better ÖZNE YARDIMCI FİİL (NOT) ASIL FİİL can could be seen may --- --- --- It (not) have been seen might would rather had better COULD, WOULD, SHOULD, MIGHT Dikensiz Gül Bahçesi Olur mu ?... İşte bir sorun alanı. Yardımcı fiillerin "tense" karşılığı iki biçimleri vardır dedik ama, ne yazık ki, yüzyılların birikimi idiomatik kullanımlar ve olağan değişim süreçleri içinde durum birhayli daha karışık. Örneğin, şimdi sözünü edeceğimiz bu dört yardımcı fiil: 1) Can - will - shall - may fiillerinin "past tense" biçimi olarak davranabiliyor; Örneğin, dolaylı anlatımda giriş fiili past tense ise bu uygulama devreye giriyor ve "Ne yaptınız?" diye sorulunca, "Bir derece past yaptık," yanıtını veriyoruz... 2) Oysa kendileri de, "present" anlamlı BAĞIMSIZ birer yardımcı fiil olarak kullanılabiliyor. Örneklersek: She may come this afternoon... Gelecek zaman. She might come this afternoon... Bu da gelecek zaman. Ancak, olasılığın biraz daha zayıf olduğu anlaşılıyor. He couldn't do it last week... Geçmiş zaman. Could you possibly do it next week?... Gelecek zaman. OLANAK VE OLASILIK Türkçede içiçe geçmiş olan bu iki kavram ingilizcede kesin sınırlarla ayrılmaktadır. Cole Porter'ın ünlü caz şarkısından esinlenerek: Baby, it isn't because I shouldn't do it... And you know it isn't because I couldn't do it... And it isn't because I wouldn't do it or even I might not do it... It's just because I don't feel like doing it today... Yapmamam gerektiği için değil... Yapamayacağım, beceremeyeceğim için de değil... Yapmam anlamına da gelmiyor... Hatta yapma olasılığım olmadığı anlamına bile gelmiyor... Yalnızca bugün pek canım istemiyor...
Kısacası, herbir yardımcı fiil seçeneği tümceye kendi anlam ve nüansını getirecektir: If the ambulance had arrived a little earlier, his life -- would have been saved = Kesin kurtarılmış olurdu... could have been saved = Olanak kazanırdı... might have been saved = Olasılığı doğardı... ÇEŞİTLİ ÖRNEKLER A - PRESENT KALIPLARLA Şimdiki Zaman, Geniş Zaman, Genel Geçerlik 1) Yapabilirlik: She can manage by herself (= She is able to). I can walk without help now (I can manage, I am able to). We can't finish it today... I can't pay you today... I couldn't tell a lie in such a situation. Could you? And I wouldn't, anyway. Would you? Ben böyle bir durumda yalan söyleyemem. Sen söyleyebilir misin? Ben zaten böyle birşey yapmam. Sen yapar mısın? Chimpanzees can learn a few hundred human signs. 2) Kaçınamayış: I can't help feeling sorry for him. Ona üzülmemek elimde değil... You couldn't run away now. You have to join with us. Şimdi bırakıp kaçamazsın. Bize katılmak zorundasın... 3) Tahmin, Yordam: He may / might want to leave the country for good now. (for good = tümüyle, tamamen) She may / might still be waiting for us at the station. Unutmayınız: "Might" genelde olasılığın daha düşük olduğu nüansını taşır. Prices might not respond to the austerity measures as much as the government would like them to. (austerity measures = kemer sıkma önlemleri) 4) İzin: May I use your telephone? Yes, you may leave now. Candidates may not bring reference books into the examination room (= are not allowed to). 5) Mantıksal çıkarsama: She is getting fatter and fatter. She must be eating too much. Gitgide şişmanlıyor; demek ki çok yemek yiyor; çok yemek yiyor olsa gerek... She hasn't come yet. There must be something causing the delay. 6) Gerekmezlik: You don't have to go now, do you?
7) Zorunluluk: I must go now... I must be going now... I have to leave now... We must obey the rules. / We have to obey the rules... ("Have to" genelde zorunluğun bizim dışımızda nedenlerden kaynaklandığı nüansı verir) 8) Gerekirlik, Öneri, Öğüt, Suçlama: It's cold today. You should wear your coat... Giymelisin. You should be wearing you coat... Giymiş olmalıydın, giyiyor olmalıdın...(Şu anda üstünde olmalıydı... Ama giymemişsin) You ought to wear / ought to be wearing your coat. You should / ought to show more respect to your elders. You ought to stay away away from excessive alcohol... You ought not to consume so much alcohol. You should think of your health... You should be doing your homework now. "Where's Güneş?" "I don't know. He should be in his room studying for tomorrow's exam." Güneş nerede?... Bilmem; odasında çalışıyor olmalıydı (= Türkçe'de "olmalıydı" diyoruz, ama kastedilen şimdiki zamandır) 9) Tercih: I would rather give up this whole project than bear up with his insults. Hakaretlerine katlanmaktansa, bütün bu projeden vazgeçmeyi tercih ederim. I would rather leave today. Wouldn't you (= Would you not) rather have tea (than coffee)? 10) Davet, Çağrı, Nezaket: Would you like to have dinner now? Wouldn't you (= Would you not) like to have dinner now? "Would you care for a drink now?" "Yes, I think I could do with a drink now." What would you like to do now? Would you please read the following page now? 11) Koşul, Dilek: If it weren't such an awful day, we would / could / should / might be playing outside now. (Herbir yardımcı fiil kendi nüansını getiriyor) I wish you wouldn't drive so recklessly fast... You could see her today if you set out now. (= yola çıkmak. Şimdi yola çıksanız / çıkarsanız, kendisini bugün görebilirsiniz.) B - PAST: GEÇMİŞ ZAMAN 1) Yapabilmişlik, Başarı: The boat capsized quite near the shore and we were able to swim to safety.
Yes, I've read the message, but I couldn't make head or tail of it. 2) Kaçınamayış: I couldn't help / stop laughing when the fat lady went down head over heels. Gülmekten kendimi alamadım; gülmemek elimde değildi... 3) Tahmin, Yordam: They may / might have finished the job by now... Şimdiye değin bitirmiş olabilirler; herhalde bitirmişlerdir. They might have finished the job by now if they had started on time... Aynı kalıp Koşul Kipinde ise farklı bir anlam veriyor: Bitirmiş olabilirlerdi; ama bitiremediler... She may / might have been there, but I didn't notice anyone... Belki de oradaydı / oradaymıştır, ama ben kimseyi farketmedim. She might have come if she had been invited... Aynı kalıp Koşul Kipinde ise farklı bir anlam veriyor: Davet edilmiş olsaydı gelme olasılığı vardı (= ama davet edilmemişti; o da gelmemişti)... 4) Mantıksal Çıkarsama: The streets are wet this morning; it must have rained last night... Yağmış olsa gerek; demek ki yağmur yağmış. Considering these clues, it must have been someone else who did (veya, has done) the actual killing... İpuçlarını dikkate aldığımızda, katil herhalde başkasıymıştır... 5) Olanak Dışı: She can't / couldn't have done the killing herself; she was out of town over the weekend... Cinayeti kendisi işlemiş olamaz. [İki şık arasında belli bir nüans farkı var: "can't have" = mümkün değil efendim, o olamaz" derken, "couldn't" ise "isteseydi de yapamazdı" demeğe getiriyor. Ancak bu tür nüansları kurallaştırmak çok zor: zamanla kazanılacağını bilerek sabır gerek.] 6) Gerekmezlik: I didn't have to worry about that heavy bookcase, because someone else had already moved it out of the way. (veya didn't need to worry...) You needn't have worried about me. I was perfectly safe where I was. (Bu iki kalıp arasındaki önemli farkı daha aşağıda yeniden ele alıyorum.) 7) Zorunluluk: I had to do it on my own, because no one would be willing to give me a hand under the circumstances. 8) Gerekirlik, Öneri, Öğüt, Suçlama: You should (= ought to) have done your homework last night when you had plenty of time. You shouldn't (= oughtn't to) have allowed him to stay out so late. 9) Fırsat: I was able to keep a check on all the finer details during this period of relative calm. Bu nisbeten sakin dönemde bütün ince ayrıntıları gözden geçirme fırsatım oldu; gözden geçirebildim... She could have visited her aunt when they stayed in Mersin overnight (= but she didn't)... Tümceyi koşul kipinde değerlendirin... 10) İzin: He could leave the country whenever he wanted to... a) Eğer isterse böyle birşey yapabilirdi. b) Bunu sürekli yapıyordu...
11) Tercih: I would rather have stayed home... ("Perfect" kalıp kullanımı olaya geçmişe dönük bir yorum niteliği kazandırıyor ve dışarı çıktığımız ve pişman olduğumuz anlaşılıyor) 12) Gerçekleşmeyen Koşullu Sonuç: We would have finished the job on time if we had not been delayed by these unfortunate developments... would have finished = kesin bitirirdik could have finished = olanak dahilindeydi might have finished = olasılık taşıyacaktı 13) Geçmişe Dönük İstek, Hayıflanma: I wish I hadn't spent all of that money yesterday. (= But, I did.) I would have liked to visit (= would like to have visited) her when we stayed in Bursa over the weekend. (But, I didn't.) C - PAST: GEÇMİŞ ZAMANDA SÜREKLİLİK, GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE SÜREKLİLİK 1) Tahmin, Yordam, Olasılık: She may / might have been seeing off a friend... = She could be seeing off a friend... Bir arkadaşını uğurluyor olmuş olabilir. Belki de bir arkadaşını uğurluyordu. 2) Olanak Dışı Olma: She can't / couldn't have been seeing off a friend. She must have been there for some other reason... She can't have been sitting home and waiting for us. I know that she has a doctor's appointment at this hour. She couldn't have been sitting home waiting for us. I knew that she had a doctor's appointment at that hour. = Mümkün değil, efendim, olamaz, veya öyle olmuş olamaz... 3) Gerekirlik, Öneri, Öğüt, Suçlama: You should (=ought to) have been giving her a helping hand with it...1) Why didn't you?... Why weren't you? (=Geçmişte). 2) Why haven't you? =Şu ana değin, iş hala devam ediyor... Çünkü, biliyorsunuz, "perfect continuous" iki değişik boyutu kapsar: 1) geçmişteki bir süre boyunca süreklilik; veya, 2) geçmişten şu ana süreklilik ve de hala sürüyor... 4) Tercih: I would rather have been watching TV... 1) Geçmişteki o sözkonusu zaman süresince; veya, 2) veya şu ana değin (örneğin, son bir-iki saattir) TV izleyegelmiş olmayı isterdim... İzninizle tekrarlayacağım: Çünkü, biliyorsunuz, "perfect continuous" iki değişik boyutu kapsar: 1) geçmişteki bir süre boyunca süreklilik; veya, 2) geçmişten şu ana süreklilik ve de hala sürüyor... 5) Gerçekleşmeyen Koşullu Sonuç: If I had been able to raise some capital, I would probably have been doing something else... Sermaye sağlayabilmiş olsaydım, şu ana değin ve hala başka birşeyler yapıyor olurdum / olacaktım... B - FUTURE: GELECEK ZAMAN 1) Yapabilirlik:
You can / could do it tomorrow... (= Tercih senin) You will be able to do it tomorrow. (= Erkini, becerisini kazanmış olacaksın) No, I can't / couldn't do it tomorrow. No, I won't be able to do it tomorrow. (= İradem dışında engeller olacak) I think the baby will be able to walk in a few weeks from now. 2) Tahmin, Yordam, Olasılık: They may / might leave the country tomorrow. (future simple) They may / might be leaving the country tomorrow. (future continuous) They may / might have left the country by tomorrow... (future perfect) Üçü de gelecekten söz ediyor; ama üçüncüsü, gelecekteki bir noktanın geçmişini konu ettiği için "future perfect"... 3) Gerekmezlik: You won't have to prepare dinner for me tomorrow evening. You don't have to prepare dinner for me tomorrow evening. 4) Zorunluluk: You must finish it before the weekend. (Bunu ben istiyorum ve zorunlu görüyorum) You will have to finish it before the weekend. (Genellikle, bu zorunluğun dış nedenlerden kaynaklandığı nüansını verir) 5) İzin: Yes, you may / can leave tomorrow. 6) Tercih: I would rather do it tomorrow. I would rather be doing it tomorrow. I would rather have finished it by next Tuesday. (= future perfect: gelecekteki bir noktadan önce...) 7) Belirtme, Söz Verme, Kararlılık: I will (shall) do it tomorrow. I will (shall) be doing it tomorrow. I will (shall) have done it by next Tuesday. ["Will / shall" idiomatik kullanımlarına ilişkin az ilerdeki notuma bknz.] 8) Rica: Will you do me a favour? Would you do me a favour? Will / would you give a hand with this parcel? MUST: MANTIKSAL ÇIKARSAMA
"Must" yardımcı fiiline ilişkin iki farklı anlam kategorisi aşağıda şematik olarak sergileniyor. Bu ikilik, sınav sorusu hazırlayanların pek sevdikleri bir konudur: ZORUNLULUK MUST BE HAD TO BE MANTIKSAL ÇIKARSAMA MUST BE MUST HAVE BEEN PRESENT PAST ÖRNEKLER: She is getting fatter and fatter. She must be eating too much... Demek ki çok yemek yiyor... The streets are wet this morning. It must have rained last night... Yağmış olsa gerek; demek ki gece yağmur yağmış. Look at him devour his food. He must be hungry... Şunun yemeğini silip süpürüşüne bak! Çok acıkmış olmalı. He has devoured all that food. He must have been very hungry. Bunca yiyeceği silip süpürmüş olduğuna bakılırsa, herhalde çok acıkmıştı... "What is that noise?" "Oh, don't worry. It must be the cat playing in the kitchen." [Gürültü şu anda sürüyor] "What was that noise?" "Oh, don't worry. It must have been the cat playing in the garden." [Az önceki gürültüden söz ediyoruz: Herhalde kediymiştir...] Didn't Need To Do / Needn't Have Done İşte popüler bir sınav soru tipi daha... Lütfen bu iki kalıp arasındaki anlam farkını dikkatle not ediniz: I didn't need to move that heavy bookcase, because someone else had already moved it out of the way... [Yerinden oynatmak zorunda olmadığım, zorunda kalmayacağım daha işin başında anlaşıldı. Dolayısıyla da böyle birşey yapmadım] It seems that I needn't have gone into all that trouble after all... [Aslında / meğer bunca zahmete girmem hiç gerekmiyormuş. Ama bunu sonradan anladım. Bu arada olan oldu, yapacağımı yaptım. Hepsi boşunaymış / boşa gitti] Used To / Be Used To Her nedense sıklıkla düşülen bir yanılma kaynağı daha. Bu da sınavları hazırlayanların pek sevdikleri konulardan birisi... Used to = Yardımcı fiil: Türkçeye en iyi "...erdim, ...ardım" ile çeviri verir: Geçmişte sürekli yinelenmiş eylem ve durumlar. Bu yardımcı fiilin past tense dışında çekimi yoktur ve mastar alır. Be used to = Bu bir deyim. Anlamı: "alışmış olmak, alışkın olmak. Bütün tense'lerde çekilebilir ve ardından ad-fiil (gerund) alır. Süreç bildiren hali: "get used to, become used to = alışmak... Bu deyimler, "be accustomed to, get accustomed to, become accustomed to" ile eşanlamlıdırlar. I used to get up quite early in the past, but I don't do that any longer. Eskiden erken kalkardım, ama artık bunu yapmıyorum. I am used to getting up early. I got used to it when I was in the army. Erken kalkmağa alışkınım. Buna askerde alıştım... DİKKAT... DİKKAT... "Would" yardımcı fiilinin çok önemli bir kullanım boyutuna burada işaret edebiliriz: Yukardaki birinci anlamda kullanılması:
She used to stand at the door and wave at me = She would stand at the door and wave at me... Kapıda durur. bana el sallardı... Every time I tried to leave her, she would lock herself up and start to cry. Onu her terketmeye kalkıştığımda, odasına kapanır ağlamaya başlardı... Bu kullanımın olumsuz kalıbı da çok ilginç bir anlam iletir: She would never let me be... Beni asla rahat bırakmazdı... veya, Beni asla rahat bırakmayacaktır...[Yani gerek "past" gerekse "present/future" anlam verebiliyor.] Have You ...? / Do You Have ...? İkisi de standart İngilizcedir ve birbirlerinin yerine kullanılabilir. İkincisinin kullanım kolaylığı bakımından tercih edilmesi düşünülebilir: Have you a pen? Haven't you any friends in this town? I haven't much money on me... Do you have a pen? Don't you have any friends in this town? I don't have much money on me... Yes, I have. / No, I haven't. Yes, I do. / No, I don't. Önemli Not: Yukardaki örnekler, "have" fiilinin "sahip olmak" anlamındaki "have" fiilini ilgilendiriyor. "Have to" (= zorunluluk) yardımcı fiili ise olumsuz ve soru biçimlerini yalnız ikinci kalıpta oluşturur: Do you have to do that now?... Yes, I do... No, I don't... You don't have to do that now, do you?... Yes, I do... No, I don't... Öte yandan, "have" fiilinin vurgulu biçimi olan olan "have got" kalıbı da aşağıdaki kalıplarda kullanılır: He has got a lot of money... (= have, yani asıl fiil olarak = sahip olmak. Tümcenin "simple present tense" olduğuna dikkat ediniz.) I've got to leave now. (= have to... Zorunluluk belirtir ve çoğunlukla kısaltılmış biçim kullanılır. Bu tümcenin de "present perfect" değil, "simple present tense" olduğuna dikkat ediniz.) Have you got to go now? Şimdi gitmek zorunda mısınız? Shall I?... Shall We?... Will You?... Shall / Will fiillerinin ilettikleri anlamları ve tarihsel süreçte ortaya çıkmış olan idiomatik gariplikleri "future tense" konusunu işlerken ele almıştık. Burada bir dizi standart kullanıma daha işaret etmekle yetineceğiz: Shall I open the window?... Shall I get you a glass of water?... Açayım mı?... Getireyim mi?... Bu tümceleri "will" ile kuramazsınız. Olsa olsa bir falcıya danışırken "Acaba ...cak mıyım?" anlamında belki işitilebilir. What shall I do now?... Ben şimdi ne yapacağım, n'olacağım?! Kendi kendine sorulan bir soru veya üzüntü anlatımı... Let's go home now, shall we?... Hadi eve gidelim, olur mu? Görüldüğü gibi, "let us" kalıbının "kuyruk = tag" sorusu bu şekilde oluşturulur. Do me a favour, will you... Fetch me a knife from the kitchen, will you?... Sit down, will you?... Emir tümcelerinden sonra "tamam mı? olur mu?"... Shall we dance? Shall we go home now? Shall we have dinner?... Bunlar da öneri, teklif tümceleridir. Dansedelim mi? Haydi dansedelim...gibi.
CHAPTER - 5 AD-TÜMCELİK THE NOUN CLAUSE KISA AÇIKLAMA Bu Bölümde dikkatimizi tümcedeki özne ve nesne işlevleri üstüne yoğunlaştıracağız. Bu iki işlev için tek ad kullanılabileceği gibi, bir ad-öbeği (noun phrase) yada ad tümceliği (noun clause) de kullanılabilir: Ali prefers tea. My son prefers foreign films. My son has told me that he prefers foreign films. Unutmayın, gramer birimlerini işlevlerine göre tanımlayıp sınıflıyoruz. "Foreign films" yapı olarak bir sıfat tamlamasıdır; ama burada "Ne sever, neyi sever?" sorusuna yanıt veren bir nesne işlevi taşıyor: O halde "ad-öbeği" (noun phrase) olarak değerlendireceğiz. Aynı şekilde, "that he..." ile başlayan tümcelik de "Ne sever, neyi sever?" sorusuna yanıt veren bir nesne işlevi taşıyor: O halde "ad-tümcelik" (noun clause) olarak değerlendireceğiz. NOT: Kitabımızın pragmatik/pratik amaçlarına uygun olarak, burada da belli bir yalınlaştırmaya gittim. Daha ayrıntılı gramatik açıklama isteyen okuyucular, Bölüm Sonundaki "İleri Düzeyde Notlar" Bölümüne bakabilirler. Ama o Bölümü "sıkıcı" bulursanız, beni suçlamayın. AD-TÜMCELİKLERE TOPLU BAKIŞ Aşağıda farklı kaynak tümce tiplerinden hangi bağlaçlar kullanılarak ad tümceliği üretildiği örnekleriyle gösteriliyor. Daha sonraki metinleri okurken, zaman zaman bu tabloya dönerek karşılaştırmalı şekilde incelemeniz yararlı olacaktır. KAYNAK TÜMCE BAĞLAÇ That AD-TÜMCELİK That AIDS is a very dangerous disease is now generally known. [ÖZNE] Everybody knows (that) AIDS is a very dangerous disease. [NESNE] Whether or not AIDS is really dangerous was discussed in our last chapter. [ÖZNE] They keep asking us if AIDS is really dangerous. [NESNE] In what population category AIDS is particularly dangerous is a very relevant question. [ÖZNE] They keep asking why AIDS is so dangerous. [NESNE] DÜZ TÜMCELER AIDS is a very dangerous disease. Soru Cümleleri Yardımcı Fiillerle Is very Dangerious? İf if... or not whether whether or not whether... or not Soru sözcüğü yada öbeğinin kendisi b) Soru sözcük yada öbekleriyle: In what population category is AIDS particularly dangerous? Why AIDS is so dangerous? EMİR TÜMCELERİ that The doctor suggested that she (should) give up smoking. [NESNE]
Önemli Not: Yardımcı fiillerle kurulan soru tümcelerinde, "if" ve "if...or not" ile oluşturulan ad- tümcelikler özne konumunda kullanılamazlar. Bu kategoride yalnız "whether" lı ad-tümcelikler yer alabilir. Yani, ***"If she will come (or not) is not known," şeklinde tümce kuramazsınız. Doğru tümce: "Whether (or not she will come (or not) is not known." DÜZ-TÜMCEDEN ÜRETİLEN AD-TÜMCELİK İngilizcede herhangi bir düz tümce başına that bağlacı getirerek ad-tümlecik oluşturabilir, bunu bir fiilin öznesi yada nesnesi olarak kullanabilirsiniz. Formül: that + düz-tümce = ad-tümcelik * * * * A) Özne Olarak Kullanım: Bu tür tümceler güçlü bir anlatım olanağı sağlamakla birlikte pek sık görülmez, daha çok hitabette ve vurgulu, tumturaklı ifadelerde kullanılır. Günlük dilde bu kalıptan bir dönüşümle elde edilen ikinci örnekteki tümce tipi çok daha yaygındır. Vurgulama dışında tümüyle anlamdaş olduklarına dikkat ediniz: 1. That AIDS is a very dangerous disease is now generally known. 2. It is now generally known that Aids is a very dangerous disease. Kaynak tümce ve iki değişik dönüşüm örnekleri aşağıda verilmektedir. Unutmamanız gereken nokta: Ad- tümcelik başa alındığında bağlaç kullanılması zorunludur, yani "that" kaldırılamaz; ikinci konumda ise bağlaç kullanımı zorunlu değildir ve özellikle konuşma dilinde "that" kimi zaman devre dışı bırakılır. Ancak bu uygulama, yabancılar için belli bir "prosody" güçlüğü oluşturduğu için, okuyucularımızın her konumda "that" bağlacını kullanmalarını öneririm. He has a lot of talent. (be obvious) That he has a lot of talent is obvious. It is obvious that he has a lot of talent. They are twin brothers. (surprise everyone = simple present) That they are twin brothers surprises everyone. It surprises everyone that they are twin brothers He is a terrorist. (be strongly suspected) That he is a terrorist is strongly suspected. It is strongly suspected that he is a terrorist. Women are worse drivers than men. (be proven = present perfect) That women are worse drivers than men has never been proven. It has never been proven that women are worse drivers than men. Her father happens to be the director. (not concern me) That her father happens to be the director doesn't concern me. It doesn't concern me that her father happens to be the director. The business has gone bankrupt. (be known = future) That the business has gone bankrupt will be known within a very few days. It will be known within a very few days that the business has gone bankrupt. B) Nesne Olarak Kullanım: Kitaplarda bu yapıda kullanılabilen fiillerin uzun listeleri verilir. Gökteki yıldızlar kadar kalabalık bu listelerin pratik değeri olabilir mi? İngilizcede çok işlek bir kullanım alanına sahip olan sözkonusu yapıyı örnekleyelim. Diyelim ki elimizde "The inflation is going down" şeklinde bir düz-tümce var. Bakınız neler yapabiliriz: I admit (that) the inflation is going down. Nobody else agrees " " The government has announced " " The Minister argued (that) the inflation is/was going down. He sought to reassure the people (that) the inflation was/would be ...
He keeps/kept boasting (that) the inflation is/was/had been etc... It appears (that) the inflation is really/will really be going down. Vb. vb. Düz-tümcelerden, başına "that" bağlacını getirerek oluşturulacak sonsuz sayıdaki ad-tümcelik, daha yüzlerce fiilin nesnesi olarak kullanılabilir. Kullanım sıklığı çok yüksek olan bu yapıya başka ilginç örnekler de verelim: There is little hope that the inflation is going down at all... There is some evidence that the fight against inflation will yet dominate Turkish economics for years on end (yıllarca)... I had no idea (that) she was a policewoman... It's a pity (that) you couldn't get there on time... The fact is that the stars are too widely dispersed in space... The trouble is (that) I've got very little money... She's convinced (that) she's going to lose her job soon. I'm afraid (that) they'll have to postpone the game... I'm sorry (that) you can't come tonight. (Tabiatıyla "that" bağlacı bütün tümcelerde düşürülebilirdi, ama verdiğim örneklerde kullanılmaması kulağa özellikle daha doğal geliyor.) "Sorulardan ad-tümcelik" konusuna geçmeden önce çok önemli bir hatırlatma: DİKKAT... DİKKAT Bu noktada, daha önce de değindiğimiz bir kuralı yeniden önemle vurgulamak isterim: Bütün yan- tümcelikler düz-tümce olmak zorundadır. Başka bir deyişle, ad-tümcelik, sıfat-tümcelik, zarf- tümcelik soru biçiminde olamaz. (Peki bu kadar önemli bir kural da, neden acaba bugüne değin kimse size bundan söz etmedi? Peki, şimdiye değin kaç tane Türkler tarafından Türkler için hazırlanmış özgün ingilizce gramere rastladınız. Bizdeki kitaplar çeviridir. Ana dili ingilizce olanlar ise, balık suda yaşadığını bilmez misali, kendisi için çok doğal bu bu gerçeği kurallaştırmayı düşünmez. Bu konuyu ilerde yeri geldikçe yeniden vurgulayacağız.) Demek ki, soru tümcelerinden ad-tümcelik oluştururken ilk yapacağınız şey bunu düz-tümceye çevirmektir. Örnekleri izleyiniz: - Did she mail the letter? (Yes - certain) - Yes, I'm certain (that) she mailed the letter. - Will she be coming tonight? (No - certain) - No, I'm certain (that) she won't be coming tonight. NOT: Olağan konuşma ortamında, "Yes, I'm certain she did... No, I'm certain she won't..." kısa yanıtları doğal ve yeterli sayılacaktır. Örnekleyelim: Q: Has anyone been hurt? A: No, I'm happy to say that no one has. Q: Is the price likely to go up again? A: Yes, I'm afraid it is. Q: Is he crazy or something ? A: Yes, I think he is. Q: Have they lent you the money? A: Yes, I'm very grateful that they did. SORULARDAN AD-TÜMCELİK Bu Bölümün başındaki Tablodan hatırlayacağınız üzere, bu konu iki alt başlık altında incelenecektir: 1) Yardımcı fiillerle kurulan soru tümceleri... 2) Soru sözcükleri yada soru sözcük öbekleri ile gerçekleştirilen sorular... A) Yardımcı Fiillerle Kurulan Sorular: Bu tip soru tümcelerinden ad-tümcelik oluşturmak için, 1) Düz-tümceye çevrilir, 2) Başına Tabloda gösterdiğimiz bağlaçlardan birisi getirilir. 1) İşte şimdi çok önemli bir noktaya değineceğiz. Dikkat edilirse aşağıda örneklenen her üç İngilizce tümce, Türkçede aynı çeviriyi veriyor: She asked me if I was tired.
She asked me if I wasn't tired. She asked me if I was tired or not. = Yorgun olup olmadığımı sordu. (Hernekadar, ilk iki örneği, "Acaba yorgun muyum diye sordu" / "Acaba yorgun değil miyim diye sordu" şeklinde çevirmek olanağı varsa da...) Demek ki Türkçede, "Yorgun olduğumu sordu... Yorgun olmadığımı sordu..." yapıları kural dışıdır, ama İngilizcede soruları bu şekilde sorabiliyor; özel olarak "yorgun olup olmadığımı" kavramını iletmek istersek "or not" yapısına baş vuruyoruz. 2) Yine çok önemli bir nokta: "If" yada "if... or not" kalıbıyla kurulan tümcelik özne konumunda kullanılamaz. Özne konumunda yalnızce "whether" ile başlayan ad-tümcelikler yer alabilir. (Daha önce de önemle değindik.) YANLIŞ: If you pass your exam (or not) depends on your work. DOĞRUSU: Whether (or not) you pass your exam (or not) depends on your work. 3) Bu tip ad-tümcelikler için nesne konumunda kullanım çok daha yaygındır. Örnekler: - Will you be attending the meeting? He wants to know if I will be attending the meeting. He wanted to know if I would be attending the meeting. I don't know if she will be attending the meeting or not. They're asking you whether or not you'll be attending the meeting. They want to know whether you'll be attending the meeting or not. 4) Ad-tümcelik bir ilgecin (preposition) nesnesi olduğunda yine "if" li yapılar kullanılamaz: YANLIŞ: We're very concerned about if she can manage this affair properly (or not). DOĞRUSU: We're very concerned about whether she can manage this affair properly (or not). B) Soru Sözcükleri/Öbekleriyle Kurulan Sorular: Soru sözcükleri yada soru sözcük öbekleriyle kurulan soru tümcelerini bir ad-tümceliğe dönüştürmek için, 1) Bağlaç, soru sözcüğü yada öbeğinin kendisidir, 2) Soru tümcesi düz-tümceye çevrilir. (Neden? Çünkü, bütün yan tümceler düz tümce olmak zorundadır!) 1) Bu tip sorulardan dönüştürülen ad-tümcelik için özne konumunu örnekleyelim: Q: "Why did she leave you?" A: "Why she left me is none of your business!" Q: "What time is it?" A: "What time it is is none of your business!" (Görüyorsunuz cevapları veren kişi biraz huysuzluğu üstünde! Ancak ikinci cevapta peşpeşe gelen "is is" baskı hatası değil: Birincisi ad-tümceliğe ait, ikincisi ise toplam tümcenin asıl fiili...) Peki, şu örnekleri ad-tümceliğe nasıl çevireceğiz?"Who stole the money?"... "What happened there that night?" YANIT: "Who" ve "What" soru sözcükleri kurdukları soru tümcesinin aynı zamanda öznesi konumunda oldukları için, düz-tümce yapısı da aynı sözcük dizimini sergileyecektir: Who stole/had stolen the money is/was not very clear. What happened there that night is a great mystery for everyone.
2) Şimdi de bu tip tümceliklerin nesne konumunda kullanılmasını örnekleyelim: Q: "Who saw her last last night?" A: "We have no idea about who saw her last last night." (Yukardaki notlarımızı hatırlayınız...) Q: "Which of the two colours should I choose?" A: "She asked herself which of the two colours she should choose." Q: "Where has he come from?" A: "They wondered where he had come from." Q: "What's the time?" A:" Can you tell me what the time is?" Q: "What is the watch-word?" A: "The soldier doesn't know what the watch-word is!" Q: "Who did you buy it from?" "A: Tell me who you bought it from." Q: "Who came here last night?" A: "Shall I tell you who came here last night?" Q: "How does one do it?" A: "My question is how one does it." Q: "How does it work?" A: "He kept wondering how it worked." EMİRLERDEN AD-TÜMCELİK Bildiğiniz gibi, emir tümcelerinin dolaylı aktarımı çoğu zaman olumlu ve olumsuz mastarlar (the infinitive) aracılığı ile gerçekleştirilir. Bu konuyu "Dolaylı Anlatım - Indirect Speech" Bölümünde ayrıntıları ile ele alacağız: "Sit down." --------› "He told me to sit down." "Don't come back here ever again!" --------› "They told me not to go back there ever again." veya, "They told me never to go back there again." "Be careful with your diet." --------› "The doctor told me to be careful with my diet." DİKKAT... DİKKAT... Bir başka anlatım/aktarım yolu ise, belli fiillerin ardından that + ad-tümcelik yapısının kullanılmasıdır: "Be careful with your diet." --------› "The doctor suggested/advised/urged that I/you/she (should) be careful with my/your/her diet." Bu beklenmedik anlatım kalıbı ileri düzeyde ingilizce öğrencileri için bile şaşırtıcı olmaktadır. Oysa günlük basında ve literatürde örnekleri hayli kalabalıktır. Sınavlarda da baştacı bir sorudur. (NOT: Gramer sınıflaması olarak bu konu aslında Bölüm 9'da "The Subjunctive Mood" başlığı altında da ele alınabilirdi. Ancak deneyimlerim, bunların "ad-tümcelikler" arasında ele alınmasının öğretim/öğrenim kolaylığı sağladığını göstermiştir. Yine de, o Bölümde de bazı örnekler veriyorum.) Önce bu yapıda yaygın kullanılan fiilleri listeleyelim: advise, agree, ask (istemek), be determined (kesin kararlı olmak), beg, command, demand, desire, forbid, insist, move (önermek), recommend, request, require, stipulate (yasa, vb için emredici olmak), suggest, urge (acil dir, gereği hemen yapılsın çağrısında bulunmak)... İşte, bu fiillerden sonra ad-tümcelik "should" yardımcı fiili ile kurulur. Kurulur ama, dilersek yardımcı fiili yapıdan çıkarabiliriz. Uygulama çoğu zaman bu yöndedir. Kolaylık bakımından, tümcenizi önce "should" ile kurun. Sonra bu sözcüğü çıkarın: Geride ne kalıyorsa o kalsın. Doğaldır ki geride yalnız yalın fiil kalacak ve giriş fiilinin present yada past olması bunu değiştirmeyecektir. Yapı işte bu nedenle "şaşırtıcı" görünüyor:
ÖRNEKLER The doctor suggested that she stop smoking. Her employer demanded that she come to work on time. We requested that outsiders not be allowed to enter the hall. Her doctor urged that the operation not be postponed any longer. He keeps advising me that I sell my old car. I move that the meeting be postponed. [Toplantının ertelenmesini öneriyorum... parliamentary motion = önerge...] They insist that they be given a second chance. EXERCISE Aşağıdaki tümceleri ingilizceye çeviriniz. "Should" yardımcı fiilini düşürünüz. Önerilen sözcük karşılıklarını kullanınız: 1) Yolculuğumuzu ertelememizi önerdi. (propose / postpone / journey)... 2) Yolculuğumuzun ertelenmesini önerdi. (propose / journey / be postponed)... 3) Yeni bir lastik almamı tavsiye etti. (recommend / buy / tyre)... 4) Yeni bir lastik alınmasını tavsiye edecektir. (recommend / be bought / tyre)... 5) Ödülün Ali ve Güneş arasında eşit bölüştürülmesini talep ediyoruz. (demand / prize / be equally divided)... 6) Kimsenin oraya kendisinden önce ulaşmamasında kararlı. (be determined / nobody / get there)... 7) Kapıların kapatılmasını emretmesi gerekiyor. (order / gates / be shut)... 8. Güneş'in terfi ettirilmesi önerilmiş bulunuyor. (be proposed / be promoted)... 9) Eminim doktor en az bir hafta yatakta kalman konusunda uyarıda bulunacaktır. (urge / stay in bed)... 10) Ali evin satılmasını önerdi. (suggest / be sold)... Yanıtlar: 1) He proposed that we postpone our journey... 2) He proposed that our journey be postponed... 3) He (has) recommended that I buy a new tyre... 4) He will recommend that a new tyre be bought... 5) We demand that the prize money be equally divided between Ali and Güneş... 6) He is very determined that nobody get there before him... (Bu son örnekte, günümüz konuşma dilinde "nobody gets there" yapısını işitebilirsiniz. Ama sakın klasik bir sınavda bu hataya düşmeyin.) 7) He must/should order that the gates be shut... 8) It has been proposed that Güneş be promoted... 9) I'm sure the doctor will urge that you stay in bed for at least a week... 10) Ali suggested that the house be sold. DİKKAT... DİKKAT... Yukardakilere benzer şekilde "should" yardımcı fiilinin düşürülebileceği bir başka yapının formülü de şöyle: be + öğütleyici/ivedilik bildiren sıfat + ad-tümce Örnek: It is imperative that she (should) consult a doctor at once... Hemen bir doktora danışması büyük önem taşıyor... Bu kalıpta kullanılabilecek sıfatlara örnekler: advisable, desirable, essential, good, better, best, imperative, important, mandatory (zorunlu), necessary, reasonable (akla, mantığa uygun), requisite (gerekli), urgent, vital, only right, only fair, only just (gayet hakça), only natural (gayet doğal)... EXERCISE Aşağıdaki tümceleri ingilizceye çeviriniz. "Should" yardımcı fiilini düşürünüz. Önerilen sözcük karşılıklarını kullanınız: 1) Kendisinin hazırlıklı olması esastır. (essential / he / be prepared)... 2) Hiç hata yapmamaları tavsiye olunur. (advisable / they /make no mistakes)... 3) Derhal bir mesaj gönderilmesi ivedilik taşıyor. (urgent / be sent)... 4) Hastaya ilacın altı saatte bir verilmesi önemlidir. (important / be given / every six
hours)... 5) Herkesin son derece sessiz olması/kalması gerekiyor. (requisite / be/keep very quiet))... 6) Doktorumu hemen görmem gerekiyor. (requisite / see)... 7) Sen en iyisi yolculuğunu iptal et. (best /cancel / journey)... 8) Talimatları dikkatle izlemem yaşamsal önem taşıyacaktır. (vital / follow)... 9) Daha yüksek ücretler istemeleri gayet mantıklı. (only reasonable / demand)... 10) Düşmanlarımızdan daha kuvvetli olmamız son derece önemli. (imperative / be stronger)... Yanıtlar: 1) It is essential that he be prepared... 2) It is advisable that they make no mistakes... 3) It is urgent that a message be immediately sent... (veya, be sent immediately)... 4) It is important that the patient be given the medicine every six hours... 5) It is requisite that everyone be/keep very quiet... 6) It is requisite that I see my doctor at once... 7) It is best that you cancel your journey... 8) It will be vital that you follow the instructions most carefully... 9) It is only reasonable that they demand higher wages... 10) It is imperative that we be stronger than our enemies... İLERİ DÜZEYDE NOTLAR Ad-tümcelik için en geniş çerçeve tanım şöyle olabilir: Bir başka tümcelikte (bu, temel tümcelik yada onun bir alt-tümceliği olabilir) belli bir sözcük yada sözcük takımı ile ilişkili olarak ad işlevi yüklenen tümcelik türü... Buna göre, bir ad-tümcelik şu işlevlerle karşımıza çıkabilir: 1. Bir fiilin öznesi (subject):What you do or don't do does not interest me... That you should find this difficult is only expectable...(only expectable = yani, başka şey beklenemezdi ki...] 2. Bir fiilin dolaysız nesnesi (direct object): I know where he lives... Everybody knows that you've been abroad for your holidays... 3. İlgeç nesnesi (object of a preposition): He told us all about what he had seen there... They only spoke of whether there should be early elections or not... 4. Bir ad yada adıl ile "apposition" durumunda: The fact that she is your best student does not surprise me... It is doubtful whether we can leave tonight... I will see to it that he leaves tonight... 5. Bir fiilin "subjective" veya "objective" tümleci: He became in the end what everyone had expected him to become... All these flatteries have made him what he is... Bu tür tanımlar üzerinde başlatılacak bir tartışmanın ciltler dolusu kitap yazılsa bitmeyeceğini, genel okuyucu için genel çerçevede "özne" ve "nesne" tanımlarının yeterli olacağını yeniden belirtmek isterim. Yalnız, "if" ve "whether" arasındaki birkaç nüans farkına dikkati çekmek yerinde olacaktır. Şöyle ki, 1. Olağan durumda ikisi eşdeğerdir, ancak "if" çok daha yaygındır. (Ama Bölüm başında, nerelerde kullanılamayacağını belirtmiştik)... "Whether" sanki biraz daha "kitabi" duruyor. 2. Soru bir tercih yapılmasını gerektiriyorsa, "whether" daha doğaldır: Q: "Do you wish to go by air or sea?" Reported: "The travel agent asked whether I wanted to go by air or sea." 3. "If" li tümcelerin aktarılmasında, "çift if" kullanmak durumunda kalmamak için "whether" tercihi doğaldır: Q: "If you go downtown this afternoon, will you buy a few thing for me?" Reported: "She asked whether, if I went downtown that afternoon, I would buy a few things for her." 4. Özne ve nesne konumlarında "if" ve "whether" için temel kullanım kurallarına ise Bölüm başında önemle değinmiştik.
GENERAL EXERCISE (Not: Burada özne-nesne terimleri pratik amaçla itibari değerde kullanılmaktadır. Daha keskin gramer sınıflaması arzu edenler, bir yukardaki konuya bakabilirler) Özne Olarak Kullanınız: 01. All work and no play makes Jack a dull boy. It is a fact which is expressed in practically every language. 02. How does he manage to keep going? This is beyond me. 03. Will he come? It is another matter. ("Pek sanmıyorum" nüansı ile) 04. Whoever wants to succeed? He/she should plan his/her time carefully. 05. What did you say to him? It matters a lot to me. 06. Man is a political animal. It was first pointed out by Aristotle. 07. AIDS is a very dangerous syndrome. It is a fact accepted by everyone. 08. Does AIDS threaten to spread further in the near future? This was discussed in a recent meeting. ("Yayılma eğiliminde olup olmadığını" sorgulayınız.) 09. What does she do for a living. It is a mystery. 10. What happened afterwards? It is not clear. Nesne Olarak Kullanınız: 11. Whoever is that person? The girls would like to know that. 12. She must lose some weight. The doctor recommended this. 13. "Be careful with your diet." This is what the doctor told me. ("suggest" fiilini kullanınız.) 14. How does it work? This was what he kept wondering. 15. It is a privilege to receive higher education in Turkey. Unfortunately, most students do not seem to realize this. 16. Whatever else are you planning to do now? They will object to them. 17. What does you friend suggest that you do? This is the best thing to do. 18. You're hurt. I'm sorry. 19. He did not recognize you? Is this possible? [İlk tümce, ses tonlaması ile sorduğumuz bir soru -- gerçi bu birşey değiştirmez, ama noktalama hatası olmadığını söylemek için belirtiyorum.] 20. People show they have not forgotten you. This is always gratifying. [Burada tümceyi oluştururken "if" yerine "when" kullanın; çok daha şık olacaktır.] YANITLAR 01. That all work and no play makes Jack a dull boy is a fact which is expressed in practically every language. 02. How he manages to keep going is beyond me. [Hayatını/işini nasıl götürüyor, veya ruhsal durumuna rağmen nasıl ayakta kalabiliyor anlayamıyorum.] 03. Whether he will come is another matter. 04. Whoever wants to succeed should plan his/her time carefully. 05. What you said to him matters a lot to me.
06. That man is a political animal was first pointed out by Aristotle. 07. That AIDS is a very dangerous syndrome is a fact accepted by everyone. 08. Whether or not AIDS threatens to spread further in the near future was discussed in a recent meeting. 09. What she does for a living is a mystery. 10. What happened afterwards is not clear. 11. The girls would like to know whoever that person is. 12. The doctor recommended that she lose some weight. 13. The doctor suggested that I be careful with my diet. 14. He kept wondering how it worked. 15. Unfortunately, most students do not seem to realize that it is a privilege to receive higher education in Turkey. 16. They will object to whatever else you are planning to do now. 17. The best thing to do is what you friend suggests that you do. 18. I'm sorry (that) you're hurt. 19. Is it possible that he did not recognize you? 20. It is always gratifying when people show they have not forgotten you. CHAPTER - 6 SIFAT-TÜMCELİK RELATIVE CLAUSES / ADJECTIVE CLAUSES KISA AÇIKLAMA Sıfatlar adları niteler. Aynı işlevi, bir araya gelerek sıfat işlevi kazanan birkaç sözcük (= sıfat-öbeği) veya bütün bir sıfat-tümcelik de üstlenebilir. Gerek Türkçe gerek İngilizcede sıfatlar niteledikleri adlardan önce gelir. Bu kuralın İngilizcede pek az istisnası vardır: "secretary general" gibi. Sıfat-tümleciklere gelince, Türkçede niteledikleri adın yine önüne gelirler. Ama İngilizcede durum bunun tersinedir ve sıfat-tümcelik nitelediği adı izler. Üstelik, pratikte çok işimize yarayacak bir belirlemeyle, çoğu zaman HEMEN ARDINDAN İZLER. Örneklere bakalım: SIFAT AD yabansıl Wild Hayvanlar animals SIFAT-ÖBEK AD paniğe kapılmış panic sticken kalabalıklar crowds