1 / 9

YUKİ’YE YOLCULUK

YUKİ’YE YOLCULUK. ses düğmesini açabilirsiniz düş hekimi yalçın ergir. Sabahın köründe kalkmış, aynadaki şiş gözlerine bakmış, ucu ucuna servise ya da alamete binmişsin. Bir sabah daha, öteki şiş gözlerle birlikte,

adara
Download Presentation

YUKİ’YE YOLCULUK

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. YUKİ’YE YOLCULUK ses düğmesini açabilirsiniz düş hekimi yalçın ergir

  2. Sabahın köründe kalkmış, aynadaki şiş gözlerine bakmış, ucu ucuna servise ya da alamete binmişsin. Bir sabah daha, öteki şiş gözlerle birlikte, bir önceki senedeki gibi, bin sonraki senedeki gibi kıyamete gidiyorsun. Konuşmuyorsun yanındakiyle; zaten kimse kimseyle konuşmuyor ki. Kimi dolma parmaklarla küçücük tuşlara basıyor; belki ‘mrb’, belki ‘slm’ yazıyor. Kimi de cama dayamış yanağını, öööyle oturuyor. Aslında herkes oradaymış gibi, ama ümitler de düşler de gelmemiş, gelememiş, eski bir durakta servisten tekme tokat indirilmiş sanki. Gazetenin iç sayfalarındaki çarşaf çarşaf tur ilanlarına bakıyorsun. Cebinden kelepçeni çıkartıp, ilandaki on numarayı bir tuşlasan, o öğlen Palme de Mallorca’da, ya da Endülüs’te, hatta Igusassu’dasın. En önde matriks gözlüklü bir tur rehberi, en modern otobüslere binmiş, fan fin fon gezdirileceksin. Zaten paran yok; ama ya olsa, gidebilecek misin? Gidebilsen; oradan el yazınla kart yazıp postaya vereceğin birisi, ya da postacının kapının altından atacağı o kartı bir POP3 servisine bağlanmadan almak isteyecek birisi var mı? Hadi bir tura çıkma hakkın olsa - düş bu- hani tut ki birisi sana sorsa; buraları mı gidebilmek için can atacağın yerler, bineceğin alafranga tuvaletli otobüsler?

  3. Tam o sırada servis silkeleniyor, cama dayanmış yanak: ‘Geldik mi?’ diye uyanmışken, ensesi kıpppkırmızı şoför dikiz aynasından bağırıyor: - İnin; lastik patladı!.. Geç kalacaksınız, ama o trafikte kimsenin durup da bakacak hali bile yok. Yolları egzoz dumanı almış, araçlar sanayi artıklı bir dere gibi durmaz akıyor. Güneş, beton duvarların ardından daha yeni doğuyor ve yürüyorsun, yürümeyi de gülmek gibi unutmuş arkadaşlarınla. Hangi trafik muayenesinden çıkabilmiş eskiii bir kamyon yanaşıyor yanınıza. Homur homur motoru; içinde de ben varım: - Hadi... diyorum size. - Atlayın kamyonun kasasına... O ütülü pantolonlar, etekler, o çantalar, o en son yontma taş devrinde tırmanmış bacaklarla oflaya pofluya çıkıyorsunuz kasaya. Çıkmasanız n’apacaksınız ki, hele bir geç kalın da, siz de atılıverin, katılıverin işsiz güçlüler ordusuna. Kasada bir şikayet, bir şikayet; kiminin rüzgardan saçı bozuluyor, kimi ayakta zor duruyor, kimi dolma parmaklarla küçücük tuşlara basıyor; belki ‘mrb’, belki ‘slm’ yazıyor. Kimi de kasaya dayamış yanağını, öööyle oturuyor. Sen kasanın solunda, en öndesin. Ezbere bildiğin, bir banliyö treni gibi raylara hapsolmuş, her gün gidip geldiğin yol değil bu. Bağırıyorsun: - Nereye gidiyoruz?? - Göreceksin... Motor homur homur, gittikçe ıssızlaşan, betondan uzaklaştıkça daralan bir yolda ilerliyorsunuz. Bir ağaç, hem de gerçek bir ağacın yanından geçiyorsunuz. - Dur; fotoğrafını çekeceğim... falan diyorsun ama duymamazlıktan geliyorum. Dudağımda bir ıslık, direksiyonu seve seve, gazı köklüyorum.

  4. Baz istasyonlu direklerin yerini, tellerine kuşlar konan ahşap telefon direkler alıyor. Bir ses geliyor uzaklardan; gittikçe yaklaşıyorsunuz. Ve hatırlıyorsun bu sesi; bir zamanlar o çok sevdiklerinle, sanki sonsuza dek birlikte olacağını sandıklarınla birlikte, Pazar sabahları radyoya kulağını yapıştırıp dinlediğini. Önce Yuki’nin, sana Pavarotti’den daha anlamlı gelen sesini, ardından Orhan Boran’ın sesini duyuyorsun:

  5. Kamyonun kasasındakiler de duyuyor. Motorun sesi artık gelmiyor, kimse halinden şikayet etmiyor. Vardığınız noktada sizi masumiyet bekliyor. Vardığınız noktada hep birliktelik, emek, paylaşma, üretme ve sevgi bekliyor. ‘Ben’ değil, ‘Biz’ oluyorsun yine asırlar sonra. En küçük hesapları anında yapan hesap makinenden dumanlar çıkıyor, hesapsız kitapsız kalıveriyorsun o anda.

  6. O kamyonun kasasından atlayıp, arkadaşlarınla çiçek açmış kırlara doğru koşmak istiyorsun. O hiçbir gazetenin ilan sayfasında yer almayan bir ‘Tur Şirketi’ yolculuğunun son durağına, kendi yaşamının güzelim ilk durağına varıyorsun. Yine hiçbir kredi kartının bin taksit bile yapsa alamayacağı o ‘Masumiyet Dönemi’nin patikalarında dolanıyorsun. Sonra: - Hadi atlayın artık; sizi bırakacağım gitmeniz gereken yere... diyorum. Merak etmeyin, oralarda zaman hiç geçmedi çünkü zaman çoktan bitmişti... diyorum. - Gitmemiz gereken yer, o vardığımız günümüz değil; özümüz – yani bu geldiğimiz dünümüz... diyorsun. - Biz de kalıyoruz... diyor seninkiler. - 200 kanallı televizyonumuz, 5 G’li telefonumuz olmasa da olur; biz domatesin kokusunu özledik, biz adam gibi nefret etmeyi değil, çocuk gibi sevmeyi, dibimizdeki uzağı değil, ufuktan şimdi doğan güneşi, hep birlikte görülmüş, bize özgü düşleri özledik... diyorlar.

  7. Diyorlar; ama kulağındaki buzzz gibi ses de (hem de iki tam kelimeyle), gününün en uzun konuşmasını yapıyor. Sana tek celsede: - Uyan; geldik... diyor. Yağmur yağıyor, seller akıyor; bir iş günü daha başlıyor, ya da bir düş günü daha bitiyor... düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com Gelecek misiniz?

  8. Biz ‘Evet; Sevdik... Tur’ olarak, Devlet Opera ve Balesi’nin 2010 programı dahilinde, Soprano Leyla Çolakoğlu ile birlikte: 23 Mart 2010 Salı, 20:00’de & 04 Nisan 2010 Pazar, 16:00’da, Operet Sahnesi’nde, yine eski bir Yeşilçam anlatımında, Yuki’li günlere, ‘Masumiyet’e ve birbirimize, bir siyah beyaz yolcuktayız. Bunca amatörlüğe rağmen ilk sunumuzdan beri kamyonumuzun kasası hep dolu oldu; çünkü konumuz Ay’a olmasa bile, hepimizin iç dünyasına yolculuktu. Bu destekten çok umutluyuz; şifreli çelik kasalarda değil, o ahşap kasada yine hiç yer kalmaması, o kasanın hep adam almamasını diliyoruz... biletler: https://secure.dobgm.gov.tr/dobgm.asp http://www.ergir.com/sahne_tozu.htm müzikler: başımın derdi yuki (orhan boran & yuki) inci avcıları (georgs bizet / joshua bell) yuki şarkıcı (orhan boran & yuki) (süleyman özyıldırım arşivinden)

More Related