830 likes | 1.27k Views
BABALAR VE KIZLAR ARASINDA YASAKSEVİ Babayla kız arasındaki bu yasak sevgi anneyle oğul arasındaki yasakseviden daha sıkıdır. Bu ilişkide baba aktif rol oynamakta ve cinsel doyumuna kızın güçsüzlüğünden yararlanarak doyururlar.
E N D
BABALAR VE KIZLAR ARASINDA YASAKSEVİ Babayla kız arasındaki bu yasak sevgi anneyle oğul arasındaki yasakseviden daha sıkıdır. Bu ilişkide baba aktif rol oynamakta ve cinsel doyumuna kızın güçsüzlüğünden yararlanarak doyururlar.
Bu durum anne ile baba arasındaki ilişkisinin bozukluğundan kaynaklanmaktadır. Anne bu durumdan haberdar olsa da karşı koyacak kuvveti yoktur. Kızları ile yasaksevi ilişkisinde bulunan babalar despot, içkici, dengesiz, psikopat kişilerdir. Anne hiç bir şekilde bildiklerini kimseyle konuşmaz. Anneler özellikle ailesinin dağılmasını ve başkaları tarafından kötü bilinmesini istemez.
KIZ KARDEŞ (Hansel ve Gretel ) Gretel diğer masallardan farklı olarak sağlıklı bir kız kardeşe sahiptir küçük yaştan itibaren bir erkeğin sorumluklarını bilmekte ve korkusuz, cesur, kurnaz birisidir. Aynı zamanda kurtarıcı ve annedir.
Özellikle bu masalda artık yiyecek bir şeyin kalmaması, evden kovulma ve diğer tatsız olayların üstüne cadıyı yenerek mutlu bir çözüme ulaştırılmıştır. Anne ve baba ise yiyecek sıkıntısı çekerken kötü kalpli üvey anne çocukları kapı dışarı eder. Çocuklar ise eve dönmenin yollarını arayıp dururlar.
KIZLARIN CİNSEL GELİŞİMİ Ana karnında oluşan ve sonraları devam edecek olan sezgiler ve güdüler yaşamın başlangıç dönemlerinde kendini hissettirmeye başlar. Gerek gelişimini tamamlamış gerekse henüz gelişim aşamasındaki daha iyi anlama olanağını bize sunar.
Beden ruh birliği ilkesine göre nerede yaşayan insan bedeni varsa, o benden de yaşayan bir ruh olması gerekir. Üreme hücreleri olgunlaşırken Ruhta olgunlaşır. Gelişen hücreler gibi bir yığın haline gelerek karmaşık bir yapı oluştururlar. Bilinçdışı özben, tıpkı çocuğun bedeni gibi dokuz ay sonra tamamlar. Yani embriyon el gelişim ile ilgili bir ruhun varlığı ancak karşı koymaların ve diretmelerin alt edilmesinden sonradır.
Yanda bir süt çocuğu gibi toprak anasın memelerinden beslenir derken o alabildiğine etki ilk-ana deniz karışarak can verir. Yitirir ırmaklığını, kendisine en çok özgü, öğeye, “kendi özben’ine” döner. Özben’e götüren yolun doruğunda kadın anne olur. Ama pek çok kadın asla bu noktaya ulaşamaz.
Gerçek annelik mutluluğunun kendilerine bağışlandığı kadınlar ise, genelde söz konusu mutluluğu bir daha elden çıkarmamanın yoluna bakarlar. Neden bakmasınlar ki? Gerçek anne sevgisinin mutluğu dünya nimetlerinin en yücesidir. Ne diye mutlu bir anne daha yükseğe tırmanmak, özben’ ini bilinçli yoldan gerçekleştirmek uğrunda çaba harcarsın? Anne mutluğunun içinde öylesine zengindir ki, tüm varlıklı kişilere taş çıkarır.
Kadın, görüntüler dünyasına erkekten daha çok bağlıdır.Anne olarak somut görünümü içinde çocuğuna daha çok bağlılık duyar.Kuşkusuz, çocuğunu aynı zamanda sever,çünkü onda saf bir özben (“Tanrısal Çocuk”) gözlerini yeniden dünyaya açmıştır.Ama yinede anne olarak sürekli değişen görüntüsün gerçek temsilcisi niteliğini korur. Özellikle bu yolda asıl kadınsallığa ulaştığı yolunda açık seçik bir duyguyu içinde yaşatarak ilgili tutumunu vurgular.
Uyanan Prensesin (dornroschen)uykusu, kurban masasındaki soğuk kurbağa, Külkedisi evde hizmetçi rolünü üstenmesi bu çeşit sınıflandırmalardır. Külkediliği kadının erkek karşısında olmak için can attığı bir roldür. Yalnızca diktatörce istediklerini doyum sağlamak için çalışan erkek karşısında değil önüne geçilmez bir özgürlük tutkunsu içinde taşıyan erkek karşısında oynar bu rolü. Onun kılavuzluğunda özben’ deki özgürlük yaşantısından nasibini alacağına kesin bir sezgiyle erkeğe sarılır ama bu ödünç bir özgürlüktür.
Bu kadının kendi çabasıyla kazanılmış değildir. Kadının özü mayadır kadının boyuna mayanın gizin pençesiyle örter yüzünü bu türlü arınmak kadının ”iç dünyasını bir arada tutan ” nesneyi öğrenmek isteyen erkek, kadını yaşamak zorundadır. Kadın ve may’ a öz bakımından birbirine akrabadır her ikisi de çok yönlü bir karakterle donatılmıştır.
Her kim, Hindu ermiş Neruda gibi may’ a gizini öğrenmeye kalkarsa Tanrıdan şu yanıtı alır ; “kimse anlayamaz onu kimse şimdiye dek anlayamadı kimse bundan sonra analaşamayacaktır” ancak Tanrısı vardır ki kadının gizli düşüncelerini bilecek kadının bile ayrıma varmadığını düşüneceklerini keşfedecek yeteneğe sahiptir. Yine aynı Tanrının kadının çok yüzlü sevgisi konusunda bilgisi vardır.
KADINSAL SEVGİNİN NORMAL VE ANORMAL DIŞA VURUMLARIDoğum olayı büyük bölünmeye, anneyle birlikten kopmaya bir yerde bir takım içgüdülerin ve ruhsal isteklerin filizlenmesine yol açar öyle içgüdüler amaçları ilk başta yaşın elden geldiği kadar yakın birliği yineleme zorunluluğuna başvurarak, sık-sık yeniden kurmaktır. Ruhçu yeni bir parçası olan ben gelişerek suçlukların ve soyutlanmaların doğum sonrası yaşamına iki bir istekle karşı koyma görevini üstlenir.
İki istekten bir birliği tekrar ele geçirmektir bunu sevgini temel işlevi diye niteleme biliriz. Karşı doğrultudaki ömür istekte yoksunlukların kaynağı olan dış dünyayı ve bu dünyadaki öğelerin yansımasıyla açığa vurur kendini. Yadsıtma sevginin tersi olan nefrete dönüşebilir. Her iki eğilimde ta başından beri anbivalet bir karaktere sahip benden alın kökenini. Dolayısıyla ‘ben’ den kaynaklanan sevgide anbivalent karakter taşır ve benim daha önceki yıllarda yarıntılarıyla ele aldığım iki ayrı özleşmenin aracılığıyla geleceklik planında boy gösterir.
Bunlardan biri aktif özleşmedir ve arzulanan öğeyi kendine mal etmeyi amaçlar “seni o kadar çok seviyorum ki yerim seni” ötekisi ise kendini sevilen öğenin içericine koyma amacını güder. Her türlü övsel sevginin temelinde yatan bu özleşmeden amaç övmesine olan obje ile özleştik ve onunla kaynaklaşmadır. Tüm organizmalarda bu sevgi karşımıza çıkar insanda yalnız karşı cinsiyete bağlı deyimdir çocuk sevgisi anne sevgisi heteroseksüel sevgi eş cinsel sevgi ruhsal-manevi sevgi ve bütün obur sevgi türleri kaybedilen iki birlik ve beraberliğin yeniden kurma yeniden elle geçirme çabasından kaynaklanır.
Kadının üç temel konumdan kalkarak anlamamız gerekiyor bu sevgiyi. Birincisi, küçük kızın annesine olan homoertik ilişkidir ve homoerotik nitelerini temel eğilimi bakımından sonradan öbür sevi objelerin bu arada erkeğe karşı ilişkide kuruduğu görünür. Annelik, söz konusu sevginin bir başka yönüdür. Ancak üçüncü yönüdür ki, heteroseksüel nitelik taşır; ama burada da anne sevgisin gerek pasif-sevecen. Gerek aktif yönü alttan alta sürdürür varlığını.
Hamile kadın, bilinçdışın alabildiğine derinliklerinde çocuğuyla beraber kendi yeniden doğuşunu, tüm ruhsal, in kaynak ve amacı olan özben, de kendi beninin ortadan kaldırılışını yaşamak istemektedir.
Bizim bütün bedensel doyumlarda nihayet ele geçirmek istediğimiz başlıca şey, gerçekleşen sevginin sağlandığı ruhsal-manevi mutluk değil midir? Peki, o saf ruhsal-manevi sevgi nerden izlemiş bir kaynaklanmaktadır? En yüce bir sevgi biçimi olarak bu sevginin narsistik-bedensen sevgiye göre daha derin kaynaklardan fışkırdığı kuşkusuzdur. Bu alabildiğine derin kaynak da Freud’un Es dediği. Karmakarışık duygu ve nutukların kol gezdiği şey olamaz; tersine her türlü narsistik libidodadan önce var olan, bütünlük ve uyum içindeki bir enerji kaynağıdır.
Kadınlardaki bilinçdışı özdeşleşmeleri hepsizden acık seçik bize gösterecek bir şey varsa hasta ile hekim arasındaki aktarının ilişkisidir. Üç çocuk annesi bir kadın yirmi yıldır süregelen evliliğinde cinsel güçlüklerle karşıladı. Bir akşam muayenehanemdeki odamda düşüneceklere dalmış oturuyordu. “ Bakıyorum, karanlıkta oturuyorsunuz” sözleriyle odadan içeri girdim. Psikanaliz sırasında itiraf ettiğine göre, bende içeri girmemle hayallere dalmış, kendi içimde hissetmiş beni, sesimi seven ve okşayan bir tonla kendi içinden yükseldiğini işitmiş.
Ne var ki, gerçek sesim, “tıpkı nesneleri kesip doğrayan gün ışığı gibi” daldığı düşü ve odadaki loşluğun parçalayıp dağıtmıştır. Oysa loşluk yeryüzünü ver gökyüzünü birbiriyle kaynaştırmış ve birde kendisini de çözüp dağıtarak birbirimizle birleştirmişti. Yani çifte bir iç içsellik durumu ortaya çıkmıştı, kendisi benim içimdeydi. ben onun içindeydim öğrencileriyle ilgili olarak İsa’nın söylediği gibiydi tıpkı.
Kendini gizemciliğe (mistisizm) adamış biri gibi ”hışırtılı rüzgârların yaşamın ölmezliği şarkısını söylediğini” işitmişti hastam. Başından geçme olayı anımsarken bile “ tüm düşüncelerden – tüm göklerden – sıyrılıp bir boşluğa, bir hiçliğe düştüğü “ duygusu içindeydi. Burada normal ve gerçek bir sevgiden söz açılamayacağı kuşkusuzdur. Doğum öncesi dönemi böylesine bağlı kadıcı süre, erişgen bir insanda genital (cinsel ) sevginin gelişip ortaya çıkmayacağı açıktır.
Şimdiye kadar psikanaliz, yalnızca pregeintal döneme ilişkin oral (ağısal) ve anal (makatsal) fiksasyonların varlığından söz açmıştır; ne var ki daha gerilere uzanması gerektiği açıktır. Pasif özdeşleme, çokluk bir teslimiyet ve başka bir kişide eriyip yok olma gereksimin sonucudur, yani gelecek bir sevgi özlemine geniş çapta benzerlik gösterir. Buna tepki olarak sevgi objesini aktif ve saldırgan tutumla ele geçirip içe yansıtmak kötü gözle görülüp bilimdışına itilir.
KADINSAL SEVGİNİN MUCİZESİ Kent büyüleyici bir şiir havası içinde mucizemsi kadın sevgisini gözlerimizin önüne sererek kıvanç salar içimize.
Çok zaman önce günlerden bir gün, Tanıların Efendisi akşamüstü karısıyla Himalaya dağlarının bir kovuğunda oynuyordu; ama birden başına kardan taç geçirmiş dağın Nilüfer gözlü bu kızı düşünmeye başladı. Gerçi Maheşvaran (şiva), o tansal her şeyi bilirliğiyle karısının aklından geçenleri okumuştu. Ama hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranarak kısa bir süre sonra sordu;” söyle sevgilim,seni böyle düşüncelere alan nedir?” bu sözleri işiten eşi Parvati daldığı düşten uyandı ansızın kızarıp bozardı, al-al oldu yüzü, bocalayıp bir şey diyemedi, ama sonra çabuk-çabuk şu sözler döküldü ağzından; yok bir şey!
Babam aklıma geldi de! O böyle konuşunca tanrıların efendisi gülümsedi dile gelmez bir sevgiyle Parvati’ ye baktı batkıda söyle söyledi: ‘ demek sende karların kızı sende yalan kumkumasından başka bir şey değilsin: çünkü doğruyu sakladın benden; çünkü geçekte gözlerinin şu çarşı buzullar içindeki mavi yarığa benzediğini ancak senin gözlerin ondan çok-çok daha güzel sayılacağını geçirdim aklımdan. ”Evet. Tanrıların Efendisi, karısı Parvati’nin en gizli düşüncelerini okumuştu; babası olan Himalayan’nın buzullarını seyrederken kocasının sorduğu soruya Parvati’nın yanıtını alacağı sözde doğruydu.
Kocası kendisine bakarken, yeniden kızarıp bozardı. Tanrıça kısa bir suskunluğun ardından : ‘ Niçin bana yalan kumkuması dedin?’ diye sordu kocasına. Tanrıların Efendisi Maheşvara soruyu şöyle yanıtladı:”Çünkü her kadın eksik noksan sanlardan geçilmeyen bir pınara benzer. Sende bir kadınsın, bir Kadın Tanrısın tüm kadınların modeli, ilk örneğisin, tüm kadınsallığın kendinde toplayan birisin. Ve doğrusuda budur! Kadınların yaşamı etkisiz ve noksanlardan geçilmezse. Güzellik ve çekiciliklerini yarı yarıya kaybederlerdi.
İki kez kızarıp bozardığını gördüm senin: eşsiz güzelliğinle her kadın gibi böbürlenip nilüfer gözlerini dağlardaki buzullardan üstün görmesem kızarır bozarır mıydın hiç! Utandığından benim sorum üzerine bir söz oyununa başvurdun, kendini beğenmişliğin saklayıp ele vermedin. İşte senin bu utanıp kızarman yok mu, içinde senini görmekten haşlandığım bir mücevherdir; öyle bir mücevher ki,bana şafak kızıllığının babanın kalelerindeki mazgallar kondurduğu ilk öpücüğü anımsatır hep .”
SORUNLU KADINLAR VE YAZGILARI RUH AYNASINDA KARIŞILAŞMALAR DEĞİŞKEN KADIN VE PSİKOLOG Her kadın yalnız bir süre çeşitli doğal özelliği içermez, bütün bir maya’yı doğum ve ölümü, başlangıç, orta ve sonu, Lilith’i Havva’yı. Maria ve Sophia yı. Sfenks ve Tanrıçayı. fahişeyi ve Madonnayı!
Doğuranın yiyip yutan Vanm’ı barındırır kendisine. Bunların hepsini kolaların büyük çapta ben’ de bulunan yaratıklardır. Ben’in büyülü çemberimden çıkıp tinsel-özbensel’ in ışık alanına ayak atması engellendiğinden, kadın ister istemez ben’in sınırları içindeki değişmelere yetinmesi gerekmekte. Bu yoldan büyük bir dirimsellikle donatılmış bir yaratığın temsil ettiği şanını içinde yaşatmaktır.
Erkeği cezbetme ve yâdsıma utanma ve utanmazlık karışı koyma ve teslimiyet. Zorla sahip çıkma ve bağışlama aktif zevkini çıkarma ve pasif katlanma gibi kadının çeşitlilik gösteren cinsel davranışları da maya kapsamına girer. Ama cinsel davranışlar da aşırı ölürde ben’in zırhına bürünür. Kadın, sık-sık karşılaşılan cinsel soğukluğu da buradan kaynaklanır.
Özben’ de taslakların çizilmiş. Ben’de biçim kazanmış ve dış dünyanın etkisiyle filizlenip yeşermiş yazgılar! Denizde kum gibi peki çok yazgı! Sen gözü için bensel alınyazılarının bu kadar atkılayıcı ve korkutucu değişikliği, bir Tanrının gözde hiç denilecek gibi bir şeydir. Ama hasta tedavisiyle uğraşan, yüzlerce ve yüzlerce kadın yazgısını tanıyan bu yazgıların kapsamındaki acı ve sevinç haz, ve elem, gerçekleştirmiş arzular ve düş kırıklıkları gibi ruhsal-bedensel olaylara yıllar boyu yakından tanık olan psikolog, söz konusu bütün olayların gerisinde aynı itici gücün yer aldığı, hiçbir vakit giderilmeyen binlerce değişik yol izleyen ama yollar yoluna asla sapmayan aşırı istekten başkası olmadığı bilinir.
ANLAŞILMAYAN KADIN Her kadın anlaşılmamış biridir. Buna şiddetle itiraz eden, hatta lise gibi gülümseyerek sakın-sakın başını sallayan biri bile. Yoksa kadın, ruhsal aynasının gizli bir parçası ve mahremiyetlerinin gizli bir bölümü üzerine gerdiği tül ve indirdiği perdeyle alışılagelmiş anlamla bir kadın sayılmaz. Ama nerde gizli saklı bir şey bulunuyorsa orada bir anlayıştan söz edilmez.
Bu saklı gizlikler ister mahrem, cinsel ve utandırıcı nesnelerden ister büyüleyici, mutlu kılıcı özlerden oluşsun ve istediği kadar kadın bunların bilincinde yaşasın, yinede hapis ruhsalın yüzende ya da üst bölgelerinde yer alır. Gerilerinde ya da altlarında daha derinlerdeki bilinçdışının saklı gizlikleri bulunur ve onların karşında kadın anlaşılmamış biri ya da anlayışsız biridir.
ÇOCUKSU KADIN Kimse kendine çocuksu biri gözüyle bakmazdı; çünkü boyu boşu yerinde; kadınsı yumuşak hatalar içeriyor vücudu; sesinde sıcak bir ton; görünürde serinkanlılığın ta kendisi; romantik ama özgüvenle dolu bir bakışı var; filozofça – dindar, gerçekçi pratik olmaktan çok düşünen biri; belirgin ölçüde bir müzik yeteneğine sahiptir.
Ama kuşkuya davet edecek kadar şeye karşı, çıkan pasif ve bilinçdışına itilmiş bir tutum içinde. Gerçek, üzerinde tutulmayıp tümüyle kayıyor aşağı; marianne gerçek kişiden ürküyor. Nesnelerin kucağına ve öbür dünya la ilgili bir ortama kaçma ta alıyor soluğu, depersonalizasyon (kişilik yitimi)belirtilerine kadar varan bir dağınıklık bir savrukluk içinde yaşıyor, yani nevrozun eşiğinde eğleşiyor hep; uyku bozuklarından korkularından ve depresyonlardan şikayetçidir.
SAPLANTI-NEVROZLU RUTH O ardı arkası gelmeyen kendini yiyip bitirmelerin korkunç yaşamı, Ruht henüz beş yaşında bir kızken başlamıştır. Söz konusu tarihte annesi zorla kedi pisliğini temizletmiştir kendisine. Daha o zamanlar Ruht alabildiğine temiz bir kızdır. öylesine temizdir ki bana ifrit olurum annesi; prenses tavrını canına okumak için en pis işleri kızına yaptırır. tıpkı külkedisinde olduğu gibi! Ruth’un kedi pisliğinin yanına sokulmadığını görerek hırsından deliye döner, kızının küçücük ellerini alıp pisliğin içinde gezdirir:”Sana öğreteceğim nasıl pislik temizlenirmiş”, der.
Ruht kusar o günden başlayarak çullanır üzerine. Çullanmayacak da ne yapacaktır! Daha önce Ruth, canı gibi sevdiği kediciği bir yere pislediği zaman annesinin hayvanın başını tutup pisliğin içine soktuğuna dehşetle tanık olmuştur. Annesinin bu davranışında da yine ‘eğitici’ rolündeki bir kimsenin o katı; ‘ sana öğreteceğim!’ Sözü işitilmeyecek gibi değildir. Küçük ellerini pisliğin içine sokan annesi şöyle haykırır Ruth’un yüzüne: ‘Başını da pisliğin içine sokmadığıma şükret anladın mı? ‘
Bunda gerek yoktu doğrusu. Otur bitenler Ruht’u yaşama gücün tümüyle yitirmişti bir kız yapmaya, korkunç bir temas fobisine yakalanmasına saplatır derecesinde bir mikrop kapma korkusunun pençesinde kıvrandırmaya yetmişti. Ruht yirmi yedi yaşındayken tedavi için bana yollandığında bir enkaz yığınından bir kalır yanı yoktu; iş göremez durumda üzüntüden bitmiş, iğne ipliğine dönmüş, yoksul severler derneğinin yardımıyla karının doyuran, her gün öğleden sonra gece vakitlere kadar kentin sokaklarında başıboş dolaşan biriydi.
Hayattan yüz çevirmiş, bir fahişe yaşamını sürdürüyordu, ama fahişe de değildi. Hiçbir erkeğin kendisine değil elini, serçe parmağını bile dokunmasına izin vermiyor, kısaca kimseye el sürdürtmüyordu. Diyelim kazara böyle bir şey oldu, saatlerce suren korkunç bir temizlik merasimi başlıyordu. Zaten her gün öğleden önce Ruth’un normalde yaptığı bir işti bu; temizlenmek temizlemek, öğleden sonra sokağa çıkana dek bıkıp usanmadan temizlenmek.
ANNE BAĞIMLILIĞINDA KADIN Hepimizin temsilcisidir böyle bir kadın. Hepimizde ruhsal bakımdan anneye alabildiğine sıkı bir bağımlık içinde yaşarız.
Inge yurdumda içerlere doğru yürümeye başlıyor ruhundan içerlere doğru yol alıyor. Kötü kalplı kadından ateşten çeşit çeşit tehlikeden kaçış çatıdan çatıya geçerek bir gemiye sığınmış, denizde yüze yüze karaya çıkış dağlık arazide tek başına yol alış, bunların hepside bilinçsiz özbene götüren yolu simgelenmektedir. Inge’nin sınavdan geçilmesi henüz sona ermemiştir. Bu kez daha da çetin sınavlar çıkarılır karşısına. Annesinin ölümü benden kaynaklanan anne bağımlılığının ölümünü yaşayacak güce kavuştuğuna kanıtlamasına gerekmektedir.
Inge kendi öl ve ol yaşantısının düşen sözcüklerinin altında yazıyor: ‘’Henüz suskun sözcükler Ve şarkılar içimde Bir gizde yaşar narin Gizliyi ve narini Taşırım içimde, beklerim Sözcükleri ve şarkıları Çok sürmez, sana söylerim.’’
HAİN EJDERHA MASALI Bir varmış bir yokmuş, vakti zamanda yoksul bir balıkçı, balıkçınında çok sevdiği karısı varmış ;bir kız çocuğu doğururken dünyaya yummuş gözlerini. Çocukla yalnız kalan adam bakmış yapamıyor tutmuş bir başka kadınla evlenmiş.
Küçük kızı Lye’ nin bir annesi olsun, hem de kendisine yemek pişirip işlerinde yardım edecek biri yanında bulunsun istemiş. Yeni karısı öyle becerikli öyle becerikliymiş ki , o kadar olur . Kürek çekmecesini biliyor ,balığa çıktıklarında bir erkek gibi ağları topluyormuş, üstelik her gün kocasının en sevdiği çorbasını pişirip önüne koyuyormuş. Küçük kıza da gözü gibi bakıyor, hiçbir şeyini de eksik etmiyormuş.
Ayrıca kendiside kocasına iki oğlan çocuğu doğurmuş. Gel zaman, git zaman, oğlan büyümüş; birbirlerini canları gibi seviyorlarmış. Ama Lye ,babasının yanından bir yere ayrılmak istemiyor balığa çıktığında sık sık ona gidiyormuş. Babası kayığa binip kızıyla denize açılırken bir yandan kürek çekiyor, bir yandan ona ölmüş sevgili anneciğiyle ilgili anılarını anlatıyormuş. Lye de insanınbir annesi olup onun sevip okşaması ne güzeldir kim bilir ,diye geçiyormuş aklından.
Üvey annesinden hiç hoşlanmazmış çünkü. Kendisinin ve oğullarının tüm işlerini Lye ye gördürür,ona kasten eski püskü,çirkin giysiler giydirirmiş. Lye’ nin giderek güzelleştiğini ,alımlı bir kız olduğunu fark etmiştir üvey anne,babasının gözlerinde sık sık bir hoşnutluk duygusuyla kızına çevirdiği dikkatinden kaçmamış. Ama oğlan kardeşlerinde üvey kız kardeşleri Lye’i severler ,kimi ağır işleri ona bırakmayıp kendileri yaparlarmış. Ne var ki pekte fazla ilgilenmezlermiş kardeşleriyle, Lye de oların arasında pek yalnız yaşayıp gidermiş.
Bir sabah Lye nasıl olduysa kocaman ağı toplarken baş aşağı denize, yuvarlanmış ,umutsuzluğa kapılan babası eli böğründe kalakalmış ,kızının suların derinliklerine gömüldüğünü seyretmiş. O gün öyle çok balık ağlamış ki ,evde karısıyla oğulları sevinçlerinden bayram yapmış, kızcağızın eksikliğini hiç farkına varmamışlar. O zamandan sonrada hep şansları yaver gidip bol bol balık tutmuş, giderek zengin olmuş. Lye de akıllarından çıkıp gitmiş.
Babasının kayığından suya düşen Lye, denizin derinliklerine gömülmüşte gömülmüş. Baygın halde, öldü ölecek, sularla sağa sola sürüklenip durmuş. Çirkin suratlı kocaman bir deniz canavarı kendisini yakaladığı gibi suyun yüzüne çıkarmış, oradaki ıssız ve yüksek bir adaya bırakmış. Lye, yalnız başına kayaların üzerine oturmaya başlamış. Kendisinden başka bir Allah’ın kulu yokmuş görünürde. Canavar her gün ona yiyecekler taşıyormuş ve koruyup kolluyormuş.
Günler geçer Lye sıkılır canavardan tekrar insanların arasına geri bırakmasını istemiş. Canavar oralı olmamıştır, bunun üzerine Lye kendisini serbest bırakması için canavara ricalarda bulunmuş, canavar peki demiş. Ama bir şartım var beni öpeceksin seni koyuvereceğim. Lye duraksamış ilkin sonra çirkin suratı öpmüş. Öper öpmez yeryüzü sarsılmaya başlamış ada ikiye ayrılmış, yarıktan ateş püskürürmüş canavar kendisini de adayı da yok etmiş ama Lye kurtarmaya bir delikanlı gelmiş. Hemen birbiriyle sarmal dolaş olmuşlar ve orada evlenmişler.
İlk yaşanan ,insani dünyevi-ilahi bir hava içinde kuşatan sevginin suları tanrısal düzenin denizine akıyor doğa oluyor,insani içten bir yaşantıya dönüşür Inge bu sözcüklerle dışa vuruyor kendini. Tanrı buyruğuyla gümbür gümbür akar gibi Yeryüzünün ırmakları ve denizleri Her şeye gücü yeten Tanrının önünde Dize gelir gibi, kendini atar gibi yere, sana doğru akar kanım Ruhun kaynaklarında kaynar tutkuyla Senin buyruğunda belirler yönünü…