1.08k likes | 1.37k Views
KASIM. YARDIMLAŞmA VE HOŞGÖRÜ. ” Vicdan hürriyeti, her fert, istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, mensup olduğu bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz.”
E N D
YARDIMLAŞmA VE HOŞGÖRÜ ” Vicdan hürriyeti, her fert, istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, mensup olduğu bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz.” “Vicdan hürriyeti mutlak ve taarruz edilmez, ferdin tabii haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır.” M. Kemal Atatürk
1.)MUHTACA YARDIM ETMEK Çölde devesiyle seyahat eden bir bedevi, yolu üzerinde susuzluktan dudakları kurumuş, bitap halde bir adama rast gelir. “Su! Su… Diye inleyen bu adama devesinden inip su verir. Suyu içip kendine gelen adam, bedeviyi itip, onun devesine atlayarak kaçmaya başlar. Bedevi düştüğü yerden adama seslenir. “ Deveyi al git ama lütfen bu hadiseyi kimseye anlatma!” Nankör adam sebebini merak edip sorunca bedevi cevap verir. “ Eğer sen bu yaptıklarını anlatırsan, bu kulaktan kulağa her yere yayılır ve insanlar artık çölde rastladıkları muhtaç kimselere yardım etmezler.
2.)BİR YARDIM HİKAYESİ Soğuk bir kış gecesinde eve dönerken, sarhoşa benzeyen bir adam gördüm. Bir sağa bir sola yalpalıyordu. Ve yanındaki direğe sarılmıştı. Bir vitrine bakıyormuş gibi yaparak göz ucuyla onu seyrettim. Otuz yaşın üstünde olmalıydı. Kendisine biraz daha sokuldum. Üstü başı son derece temizdi. Yanından geçen bazı kişiler, yüksek sesle konuşarak içki içmenin kötülüğünden bahsediyor, bazıları da alay edip gülüyorlardı. Yavaşça yanına gidip: - İyi misiniz? diye sordum. Bir ihtiyacınız var mı? Dudaklarından, iniltiye benzeyen tek bir kelime çıktı: - Hastayım! .. Düşmemesi için, bir kolumu beline dolayarak taksi beklemeye koyuldum. Akşam vakitlerinde kesilen kar yağışı tekrar başlamış ve yavaş yavaş buzlanmaya başlayan yollarda, birbiriyle yarışan sokak köpeklerinin dışında bir hayat emaresi kalmamıştı.
Araba bulmaktan ümidimi kestiğim sırada, yanımda bir taksi duruverdi. Şoföre durumu anlatarak acele etmemiz gerektiğini söyledim. Hastamızı arka koltuğa yatırarak hastaneye götürdük ve verilen serum tamamlanana kadar başucunda bekledik. Nöbetçi doktor, hastayı en azından donmaktan kurtardığımızı ifade ediyor, genç adam ise, henüz konuşamadığı için, bize bakıp gülümsemekle yetiniyordu. Şoför de yanımdaydı... Hastamız bir süre sonra kendine geldi. Onu tekrar arabaya bindirip evine götürdük. Hastamızın eşi, onun sık sık şeker komasına girdiğini bildiğinden müthiş bir paniğe kapılmış ve oğlunu da alarak sokağa fırlamıştı. Bizi görünce koşarak yanımıza geldiler ve büyük bir sevinç içinde kucaklaştılar.
Saatlerce süren yorgunluğumuzdan eser bile kalmamış, bize nasıl teşekkür edeceğini şaşıran o ailenin mutluluğu karşısında gözlerimiz dolmuştu. Ellerimize sarılarak bizi uğurladıklarında, şoföre borcumu sordum. Başını sallayarak: -Borçlu değil, alacaklısın dostum! .. dedi. Çünkü böyle bir iyiliğe beni de ortak ettin.Ama belki de yirmi yıldır ağlamayı unutan bir adama bu güzel duyguyu hatırlattığın için, alacaklı duruma düştün. O mert adamla kucaklaşıp ayrılırken, gecenin ayazını hissetmiyor ve evime yürüyerek dönmek istiyordum. Kim bilir? Belki de yolumun üzerinde, yardımımı bekleyen bir insan daha bulabilirdim.
3.) BİR ÇİFT SICAK EL YARDIMI Önce gözlerimi açtım. Karanlığı görmeye çalışıyordum. Sonra yavaş yavaş hatırlamaya başladım; ev sallanıyordu ve bir boşluk... Gözlerimi açtığımda işte bu karanlık yerdeydim. Sadece bazı sesler duyuyordum: “Kazın”, “Sessiz olun”, “Sivil Savunma” geldi dediler, anlayamadım. Hafızamı yoklayabildiğim kadarıyla hiç böyle bir isim duymamıştım. Sonradan kendimden utandım. Onların yaptıklarına karşı bu kadar umursamazca davranmak ve onları tanımamak... O an için düşündüm anlaşılan bir yığın taş ve tuğlanın altında kalmıştım. Göremiyor ama duyabiliyordum. Birileri yardım etmeye çalışıyordu. Birden “Kimse var mı?” diye bir ses bana çok yükseklerden geldi. “Buradayım” demeye çalıştım ama bir toz yığını genzimi tıkamıştı. Söylediğimi ancak kendim duyabiliyordum beni kimse duymayacak diye korkmuştum, beni buralarda bırakacaklar diye...
Sonra bir ışık sızmaya başladı taşlar arasından. Tozlarla kaplı gün ışığı dışarıda sürekli kazıyor, kazıyorlardı. Birden ışığın geldiği yerden bir el uzandı, hiç düşünmeden tuttum. Tuttuğum elin sıcaklığını asla unutamam. Umutlarımı bağladığım o elin gözümden iki damla yaş düşürdüğü o anı asla unutamam. İyilik meleklerim, umut kaynağım Sivil Savunma ekipleri siz beni hayata döndürünüz. O korkunç yerden kurtulduğumda, iyilik meleklerimin hepsinin yüzünü görme fırsatım oldu. Hepsi de bana emeklerinin karşılığını aldıkları bir eser olarak bakıyorlardı. Gözlerinin iç yeri parlıyordu. Yanlarından geçerken “Geçmiş olsun” dediler. Teşekkür etmek istedim ama diyemedim. Çünkü o kahrolası toz yığını hala genzimde duruyordu. Hâlbuki demeyi ne kadar çok isterdim. Ambulans ile giderken yanımda göçükten kurtulmuş altı-yedi yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Yol boyunca yanı başında oturan annesine birilerinden bahsetti. Onu meleklerin kurtardığını ama kanatlarının olmadığını ve gökten inmediklerini, dünyada umut veren sıcak elli meleklerinde olduğunu söyledi. Sonra uykuya daldı, gözlerinden birer damla yaş düştü. Anlaşılan onu da Sivil Savunma ekipleri kurtarmıştı. Sıcak elli melek, dediği de Sivil Savunmanın eliydi. Sanırım o sıcak elle gelen yardımı, ne o küçük kız, ne de ben unutabilirim...
4.)FISILTI Genç ve başarılı bir yönetici, yeni Jaguarıyla bir mahalleden hızlı bir şekilde geçiyordu.Park etmiş arabaların arasından yok aniden çıkabilecek çocuklara dikkat ediyordu ve bir şey gördüğünü sanarak yavaşladı.Arabayla caddeden yavaşça geçerken hiç bir çocuk göremedi fakat, arabasının kapısına bir tuğla atıldığını fark etti.Aniden arabasını durdurarak tuğlanın fırlatıldığı yere geri döndü. Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu park etmiş bir arabaya doğru iterek bağırmaya başladı; "Bunu neden yaptın? Sen de kimsin, ne yapağının farkında mısın?" İyice sinirlenerek devam etti: "Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu tuğla bana çok pahalıya mal olacak. Bunu neden yaptın?" Çocuk yalvararak cevap verdi: "Lütfen efendim.” Çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim bilmiyordum. Eğer tuğlayı fırlatmasaydım kimse durmazdı" Park etmiş bir arabanın arkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları çenesine süzülüyordu. "Kardeşim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli sandalyesine oturtmam için bana yardım eder misiniz? Benim için çok ağır." Bu durumdan son derece duygulanan genç yönetici, boğazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki genci kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri oturttu.
Mendiliyle, çizik ve yaralan sildi ve adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti. Küçük çocuk genç yöneticiye dönerek "teşekkür ederim efendim, Allah sizden razı olsun" dedi. Genç yönetici, küçük çocuğun, ağabeyini kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi. Bulunduğu yerden arabasına geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bir yürüyüştü. Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküğü, hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı. Sağ duyumuz, ruhunuza fısıldar ve kalbimize konuşur. Bazen, dinleyecek kadar zamanınız olmadığında ise, size bir tuğla fırlatır. İster fısıltıyı, ister tuğlayı dinleyin. Tercihi siz yapın...
5.)BIRAKIN IŞIĞINIZ YANIK KALSIN Uzaklarda küçük bir kasabada genç bir adam kendi işini kurdu bu, iki caddenin köşesinde bir perakendeciydi. Adam dürüst ve dost canlısıydı, insanlar onu seviyorlardı. Ondan alışveriş yapıyorlar ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı. Adam bir yıl içinde bir dükkandan, Amerika’nın bir ucundan diğerine uzanan bir zincir oluşturdu. Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı. Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endişe ediyorlardı. Üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi:içinizden biri yıllar bioyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek. Hanginizin bunu hakkettiğine karar vermek için, her birinize birer dolar vereceğim. Şimdi gidip bu birer dolarla ne alabiliyorsanız alacaksınız, ama bu akşam geri döndüğünüzde paranızla aldığınız şey hastane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı. Çocuklar bu başarılı şirketi yönetme fırsatı karşısında heyecana kapıldılar. Üçü de şehre gidip parasını harcadı.
Akşam geri döndüklerinde babaları sordu: "Birinci çocuğum, bir dolarla ne yaptın ?" Çocuk cevap verdi: "Arkadaşımın çiftliğine gittim, bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım. Sonra odadan dışarı çıktı, saman balyalarını getirdi, açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu. Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı. Adam sordu: "Peki ikinci çocuğum, sen paranla ne yaptın ?" Yorgancıya gittim. İki tane yastık aldım. Bunu söyleyen çocuk, yastıkları içeri getirdi, açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı. "Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptın ?" diye sordu adam. Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkanın gibi bir dükkana gittim. Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. Dolarımın 50 centini yardım için bir yoksula verdim. 20 centini şehrimizdeki iki yardım kurumuna bağışladım. 20 centini yardıma muhtaç bir çocuğa verdim.Böylece bir onluğum kaldı. Bununla iki şey aldım. Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ve bir mum çıkardı. Işığı kapatıp mumu yakınca oda mumun yaydığı ışıkla dolmuştu. Oda samanla veya tüyle değil, bir uçtan öbür uca ışıkla dolmuştu. Baba memnundu; "Çok iyi oğlum. Bu şirketin başına sen geçeceksin, çünkü yaşam hakkında çok önemli bir şeyi, ışığını yaymayı biliyorsun. Bu çok güzel...
6.)YABAN KAZLARI Dikkat ettiyseniz yaban kazları “V” şeklinde uçarlar. Bilim adamları kazların neden bu şekilde uçtuklarını araştırmışlar. araştırma sonucunda su verilere ulaşmışlar; 1-) "V" seklinde uçulduğunda, uçan her kus kanat çırptığında, arkasındaki kuş için onu kaldıran bir hava akimi sağlıyormuş. Böylece "V" seklinde bir formasyonda uçan kaz grubu, birbirlerinin kanat çırpışları sonucu ortaya çıkan hava akımını kullanarak uçuş menzillerini yüzde yetmiş oranında uzatıyorlarmış. Yani tek başına gidebilecekleri maksimum yolu grup halinde neredeyse ikiye katlıyorlarmış. Kıssadan Hisse: Belli bir hedefi olan ve buna ulaşmak için bir araya gelen insanlar, birbirlerinde hız ve haz alarak hedeflerine daha kolay ve çabuk erişirler. 2-) Bir kaz, "V" grubundan ayrıldığı anda uçmakta güçlük çekiyor. Çünkü diğer kuşların oluşturduğu hava akiminin dışında kalmış oluyor. Bunun sonucunda, genellikle gruba geri dönüyor ve yoluna grupla devam ediyor. Kıssadan Hisse: Eğer kafamız bir kaz kadar çalışıyorsa; bizimle ayni yöne gidenlerle bilgi alışverişini ve işbirliğini sürekli kılarız.
3-) "V" grubunun başında giden kaz hiç bir hava akımından yararlanamıyor. Bu yüzden diğerlerine oranla daha çabuk yoruluyor. Bu durumda yorulunca en arkaya geçiyor ve bu defa hemen arkasındaki kaz lider konumuna geçiyor. Bu değişim sürekli yapılıyor; böylece her kaz grubun her noktasında yer almış ve aynı oranda yorulmuş oluyor. Kıssadan Hisse: Yaptığınız her işi, yeri ve zamanı geldiğinde başkasına bırakmak gerekiyor. 4-) Uçuş hızı yavaşladığında gerideki kuşlar, daha hızlı gitmek üzere öndekileri bağırarak uyarıyorlar. Kıssadan Hisse: İlerlemek ve yol almak için bazen başkalarının uyarılarına gereksinim duyarız. Bundan alınmamalıyız; tam aksine, böyle uyarıları sevinç ve takdirle karşılamalıyız. 5-) Gruptaki bir kus hastalanırsa veya bir avcı tarafından vurulup uçamayacak duruma gelirse; düşen kusa yardim etmek üzere gruptan iki kaz ayrılıyor ve korumak üzere hasta/yaralı kazın yanına gidiyor. Tekrar uçabilene (veya eğer ölürse, ölümüne kadar) onunla beraber yaralı kuşu asla terk etmiyorlar. Daha sonra kendilerine başka bir kaz grubu buluyorlar. Hiçbir kaz grubu, kendilerine bu şekilde katılmak isteyen kazları reddetmiyor.
7.)NARENCİ VE TURUNCU Bir zamanlar Turuncu ve Narenci adlı iki horoz varmış. Bunlar amca çocuklarıymış ama birbirlerini hiç sevmezlermiş. Onlar incir ağacı yüzünden sürekli tartışırlarmış. Bu incir ağacının çok tatlı ve sulu meyveleri varmış. İkisi de incirden sadece kendisi yemek istiyor diğerinin yemesine izin vermiyormuş. Üstelik diğer tavuk ve horozları da ağaca yaklaştırmıyorlarmış. Narenci ve Turuncu sabahtan akşama kadar incir ağacının dibinde oturmaya başlamışlar. Bu yüzden güzelim incirlerde ağaçta kalakalmış. Bir gün Narenci Turuncu’ya şöyle demiş: Bugün bu ağacın durumu belli olsun. Bu ağaç benim sakın yaklaşma tamam mı? Turuncu nerden senin oluyormuş asıl o benim ağacım sen uzak dur demiş. Böylece iki amca çocuğu tartışmaya başlamışlar. Onların sesini duyan diğer horoz, tavuk ve civcivlerde etraflarına toplanmışlar. Kavga ederken incir ağacından da bir hayli uzaklaşmışlar ve incir ağacını kollamayı da unutmuşlar. Sonunda Narenci ve Turuncu senin ağacın değil benim ağacım demekten yorgun düşmüşler ve çimenlerin üzerine uzanmışlar. Birden incir ağacı akıllarına gelmiş ve ağacın yanına koşa koşa gitmişler. A a aaaa incir ağacına ne olmuş böyle? Diye bağırmışlar. İncir ağacına nemi olmuş? Onlar senin ağacındı, benim ağacımdı diye tartıştıkları sırada diğer horozlar, tavuklar gelip bütün incirleri yemişler. Narenci ve Turuncu ağacın yanına oturup ah vah etmişler ve düşünmüşler. Narenci keşke incirlerden birlikte yiyip paylaşsaydık yazık o güzelim tatlı ve sulu incirlere demiş. Turuncu da keşke ama artık çok geç incirlerin hepsini yemişler demiş. Ama olsun en azından gel bundan sonra dost olalım, her şeyimizi paylaşalım, arkadaşlarımıza verelim demiş. Narenci evet çok haklısın demiş ve özür dileyerek birbirlerine sarılıp kucaklaşmışlar.
8.)HOŞGÖRÜ Halil Bey arabasına atlamış evine doğru yol alıyordu. Bir yandan ramazan ayı son orucunun ağırlığı, bir yandan bayram telâşı, bir yandan da arife günü olmasına rağmen tatil edilmeyen işin bitmez çilesi kendisini bir hayli yormuştu. Şimdi tek düşüncesi vardı; Bayram dolayısıyla aldığı hediyeleri evine ulaştırmak, dört gözle yolunu bekleyen çocuklarını sevindirmek… İftar yaklaştığı için yollar kalabalık, trafik sıkışıktı. Halil Bey günün yoğun geçmesinden dolayı diğer günlere kıyasla daha fazla acıkmıştı. Bu açlık kendisinde halsizlik oluşmasına, başının dönmesine sebep oluyordu: “Bir kaza olmadan, sağ salim eve ulaşırım inşallah!” diye dua ediyordu. İşte bu anda anîden yanan kırmızı ışığı görünce geçip geçmemekte kararsız kaldı. Önündeki araba durunca oda firene bastı, ama biraz geç kalmıştı. Tekerlekleri kayan araba öndeki araca hafifçe çarptı. Halil Bey önemli bir kaza olmadığı için şükür ediyordu ki gözlerine inanamadı; Çarptığı aracın iri yarı şoförü hızla kapıyı açmış, elinde koca bir bezbol sopasıyla öfkeli öfkeli kendisine doğru geliyordu. “Gelişinden belli, kesin dövecek” diye düşündü. Karşılık mı verseydi acaba? “Hayır! Bu hiçbir işe yaramaz” dedi kendi kendine, “Adam dev gibi, elimi kaldırmaya fırsat vermeden beni mahveder” diyordu. Ne yapmalıydı Allah’ım! İşte adam iyice yaklaşmıştı. Bekli de az sonra kendini kaybedecek, gözlerini hastanede açacaktı. Adam varmıştı işte kapıya. Sağ eliyle sopayı sıkıyor sol eliyle de kapıyı açıyordu. Hemen adamı yatıştıracak bir şeyler söylemeliydi. Halil Bey, daha adam kapıyı açar açmaz, ağzını açmasına bile fırsat vermeden, zoraki tebessümle sağ elini ona doğru uzatıp; “bayramınız mübarek olsun” dedi, “size bir şey olmadı inşallah?” dedi. Adam kendisine uzanan bu dost eli karşısında kısa bir şok geçirdi. Az önce avına saldırmak için bekleyen aslanın hırçın bakışlarını andıran bu gözlerde şimdi mahcubiyet okunuyordu. Halil Bey adamın sopayı saklamaya çalıştığını fark etti. Hala korkudan titreyen ellerini onun omzuna koyup; “size bir şey olmadıysa endişelenmeye gerek yok. Cana gelecek olan mala gelsin. Öyle değil mi?” dedi. Adam söyleyecek söz bulamıyordu. Ağzından dökülen iki üç cümleyle ancak şunları diyebildi: “Sizinde bayramınız mübarek olsun efendim. Bizde de, arabalarımızda da önemli bir hasar yok. Hadi! İftara geç kalmayalım. Size uğurlar olsun…
9.)GELECEGINI BILIYORDUM Savasin en kanligunlerinden biriydi. Asker en iyi arkadasinin az ileride, kanlar icinde yere dustugunu gördü. insanin basini bir saniye siperden cikaramayacagi gibi bir atesaltindaydilar. Asker tegmeninekostu hemen: - Komutanim, bir kosuarkadasimialip geleyim mi? "Delirdin mi?" der gibi baktitegmen... - Gitmegedegmezoglum, arkadasin delik desikolmus.Buyukolasiliklaölmustur bile. Kendi hayatini da tehlikeye atma sakin!Ama asker o kadar israr etti ki, tegmen izin vermek zorunda kaldi. - Peki, dene bakalim! Asker yogunatesaltindafirladi siperden ve mucize eseri, arkadasininyanina kadar gitti, yaraliarkadasinisirtlandigi gibi tasidi. Birlikte siperin icineyuvarlandilar. Tegmenkosupyaraliya bir gozatti ve nefes nefese bir kenara yikilmis askere döndu: - Sana hayatini tehlikeye atmaya degmez, dememis miydim!Bu zaten ölmus... - DegdiKomutanim, degdi! dedi asker. - Nasildegdi, arkadasin zaten ölmus, görmuyor musun? - Gene de degdikomutanim, cunkuyaninavardigimdahenuzyasiyordu...Ve onun son sözlerini duymak, dunyalara bedeldi benim icin...Ve, hickirarak, arkadasinin son sözlerini tekrarladi: "Gelecegini biliyordum!"
10.)ALİ’NİN HİKAYESİ Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu. Öğretmeni, onun bu halini fark etti: - Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin? Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi: - Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim. - Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım? - Ahmet arkadaşımız var ya… - Evet, ne olmuş Ahmet'e? - Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor. - Eee? - Ona yardim etmek istiyorum. Ama benim yardim ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?
Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardim etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu. Nurhan Öğretmen: - Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum? - Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum. - Nerede çalışıyorsun? - Simit satıyorum. Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu. Nurhan Öğretmen, Ali'ye dondu: - Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu. - Çok zengin bir işadamı…
Neden olmaz? - Üç sebepten dolayı olmaz. Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor. İkincisi: 'Ağaç yas iken eğilir.' deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunu zenginlik günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zengin olduğum günlere erteler kendimi kandırmış olurum.Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar. Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu: - Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi. - Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu? Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu. Başını 'Evet' anlamında sallarken Ali'yi evine yolladı. Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı. Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi.
11.)YARDIM SEVERLİK Adamın biri dünyayı dolaşmak istiyormuş. Yanına bir kese para alıp düşmüş yollara. Az gitmiş uz gitmiş. Sonunda bir köye varmış. Bu köyde çocuklar boynuna ip bağladıkları bir fareyle oynuyorlarmış. Adam hayvana acımış. Çocuklara biraz para verip fareyi kurtarmış.Yoluna devam eden adam bir başka köye varmış. Bu kez, çocukların bir eşeği zorla arka ayakları üstünde durdurmaya çalıştıklarını görmüş.Onlara biraz para verip, zavallı eşeği kurtarmış.Adam, yoluna devam etmiş. Derken başka bir köye varmış. Köyün delikanlılarının toplanıp ayı oynattıklarını görmüş.Kalan parasını da ayı için verip ayıyı ormana salıvermiş.Böylece adamın tüm parası bitmiş. Parasız kalan adam yoluna devam etmiş. Bir yandan da parasız pulsuz dünyayı nasıl dolaşacağını düşünüyormuş.Birden karşısına o ülkenin kralının yaşadığı saray çıkmış. Kraldan yardım istemek gelmiş aklına.
“Koskoca kralın hazinesinden biraz para istesem ne çıkar?” diye düşünmüş.Saraya girip, kralın huzuruna çıkmış. Dileğini iletmiş. Ama kral çok cimriymiş. Adamın, hazinesine göz diktiğini sanmış. Çok öfkelenmiş.Hemen askerlerine emir vermiş. Zavallı adamı yakalatıp, zindana attırmış. Ertesi gün, adam mahkemeye çıkarılmış. Duruşma sonunda, adamın bir sandığa kapatılıp, yol kenarına bırakılmasına karar verilmiş.Ertesi gün sabah erkenden adamcağızı sandığa kapatmışlar. Üstüne kocaman bir kilit vurmuşlar. Sonra dere kenarındaki ıssız bir yola bırakmışlar.Askerler gittikten sonra adam olanca gücüyle bağırmış, yardım istemiş. Ama boşuna… Bu ıssız yerde onu kimse duymuyormuş. Zavallı adam artık ölümü bekler olmuş.Birden sandığın üstünden gelen tıkırtılarla irkilmiş. Sanki biri kilidi kemiriyormuş. Az sonra kilit kırılmış, kapak ağır ağır açılmış.Adam kendisini kurtaranın bir süre önce çocukların elinden kurtardığı fare olduğunu görmüş. Yanında da ayı ile eşek varmış.Adam kendisini kurtaran hayvan dostlarına sevgiyle sarılmış. Dere kıyısına oturmuşlar. Adam başına gelenleri anlatırken kıyıdaki taşlardan birinin diğerlerinden daha parlak olduğunu fark etmişler. Hemen taşı alıp incelemeye başlamışlar.
Ayı: - Şansımız varmış. Bu, sihirli bir taş. Artık her dileğimiz gerçekleşir, demiş.Sonra taşı adama uzatmış ve bir dilek tutmasını istemiş. Adam bir saray dilemiş ve o anda da dileği gerçekleşmiş.Oradan kervanıyla geçen bir tüccar, bu ıssız yerde birden ortaya çıkan sarayı görünce çok şaşırmış. “Yıllardır bu yoldan gelir geçermiş böyle bir sarayı görmemiştim.” demiş. Sonra da sarayın sahibiyle konuşmak amacıyla saraya girmiş.Adamın karşısına çıkıp: – Bu sarayı, bu kadar kısa sürede nasıl yaptınız? Çok şaşırdım doğrusu! Diye sormuş. - Ben yaptırmadım. Her şey sihirli taşın sayesinde oldu, demiş adam da.Düzenbaz tüccar: - Taşı bana satarsan tüm mallarımı sana veririm, demiş. Adam razı olmuş, taşı vermiş.Tüccar taşı alıp gitmiş. 0 anda da tüm sihir bozulmuş. Adam, kendini yeniden sandığın içinde bulmuş. Taşı verdiğine pişman olmuş. Ağlayıp sızlamış.Az sonra sandığın üstünden tıkırtılar işitmiş. Farenin yine kendini kurtarmaya geldiğini anlamış. Ancak fare ne kadar uğraştıysa da bu kez kilidi açamamış.Fare, eşek ve ayıyı bir telaştır almış. Sevgili dostlarını sandığın içinden kurtarmanın bir yolu olmalıymış. Düşünüp taşınmışlar
- Sihirli taşı geri almalıyız. Başka çaremiz yok! Demiş. Birlikte tüccarın sarayına yollanmışlar. Saraya yaklaşınca ayı: - Fare kardeş sen kapı aralığından içeri bir bak. Sihirli taşın yerini öğren. Sonra onu almanın bir yolunu buluruz, demiş.Bunun üzerine fare saraya girmiş. Tüccarın yatak odasına kadar çıkmış. Sihirli taş aynalı bir sehpanın üzerinde duruyormuş.Taş duruyormuş durmasına ama iki öfkeli kedi de taşın yanında nöbet tutuyormuş.Fare korkuyla oradan hemen uzaklaşmış. Arkadaşlarının yanına dönünce gördüklerini anlatmış. Kafa kafaya verip bir plan kurmuşlar.Eşek: - Sen yine aynı şekilde içeriye girersin. Orada bir deliğe saklanırsın, demiş.Ayı: - Tüccar uyuyunca sessizce yatağa çıkıp, saçını çekiştirir, burnunu kemirirsin, diye devam etmiş.Fare hemen işe koyulmuş. Planladıkları gibi tüccarın uyumasını beklemiş. Sonrada çıkıp burnunu kemirmiş. Saçlarını çekiştirmiş.Korkuyla uyanan tüccar:
- Fareler burnumu kemiriyor! Bu sersem kediler hiçbir işe yaramıyor! Diye bağırıp çağırmış. Sonra da kedileri saraydan kovmuş.Ertesi akşam, tüccarın, uykuya daldığı saatlerde üç arkadaş saraya girmişler. Aynalı sehpanın üzerinde duran sihirli taşı sessizce almışlar.Geldikleri gibi kimse duymadan sarayı terk etmişler. Bir an önce sandığa ulaşmak için olanca güçleriyle koşmuşlar, koşmuşlar.Karşılarına bir nehir çıkmış. Eşek: - Eyvah, nehri nasıl aşacağız? Diye endişelenmiş.Ayı sakin sakin: - Ben yüzme biliyorum. Sen benim sırtıma çıkarsın. Ağzına da sihirli taşı alırsın. Fare kardeşi de başına oturtursun. Kolayca nehri aşarız, demiş.Böylece birlikte yüzmeye başlamışlar. Onların bu hali kuşları, kurbağaları çok güldürmüş.Neşe içinde yüzmeye devam ederken, ayı başlamış böbürlenmeye: - Ne kadar da cesuruz değil mi arkadaşlar? Bizden daha yürekli kim var şu ormanda? Bu sözlerine fare de katılmış. Ama eşek ağzını açamadığından onlara katılamıyormuş. Ayı:Neden cevap vermiyorsun? Bu yaptığın çok ayıp eşek kardeş! demiş. Bu sözlere daha fazla dayanamayan eşek konuşmak için ağzını açınca dilek taşını suya düşürmüş: - Şu yaptığına bak! Sana cevap vereceğim diye taşı suya düşürdüm, diye ayıya kızmış.
Ayı, sakin sakin: - Telaş etmeyelim. Bir çaresini bulur, taşı sudan çıkarırız. Önce kıyıya çıkalım, demiş.Kıyıya varınca kafa kafaya verip düşünmüşler. Ayı: - Bütün kurbağaları çağıralım. Onlardan yardım isteyelim, demiş. Sonra, eşek tüm kurbağalara seslenmiş: - Bize yardım edin arkadaşlar! Sihirli taşı bulamazsak hayvan sever dostumuz ölene dek sandıktan çıkamayacak, demiş. -Bu sözleri duyan kurbağalar suya dalıp buldukları tüm taşları kıyıya çıkarmışlar. Kıyıya yığılan taşların arasından bir tanesi pırıl pırıl parlıyormuş. Fare: - Yaşasın! Aradığımız taş işte burada! diye bir çığlık atmış.Olanlar ayıyı çok duygulandırmış. Söz alıp, dayanışmanın ve yardımlaşmanın önemini belirten bir konuşma yapmış.Kurbağaların davranışlarını övmeyi de unutmamış.Daha sonra üç arkadaş sandığı açıp, hayvan dostu arkadaşlarını kurtarmışlar. Taşı da ona vermişler. Adam, taştan tekrar sarayında olmayı dilemiş. Dileği anında gerçekleşmiş. 0 bölgenin de kralı olmuş. Yardımsever üç arkadaşıyla birlikte ömür boyu mutluluk içinde yaşamış.
12.)MEVLANADAN BİR HOŞGÖRÜ DERSİ Mevlanabirgünsokaktayürürkenikiadamınfenahaldekavgayatutuştuğunuvebirbirlerineağırhakaretlerettiğineşahitolur.Birinindiğerineşöyledediğiniişitir. -Eğerbanaküfüredecekolursansana bin katıilecevapveririm.Mevlanaonlarayaklaşırve der ki;-Hadi dostumöfkenibanakus; çünkübana bin taneküfür de etsentekbirtanebileduyamazsın!.
13.)FARENİN ÖYKÜSÜ Evinminikfaresi, duvardakiçatlaktanbakarkençiftçiveeşininmutfaktabirpaketaçtıklarınıgördü.KendiKendine : -"İçindehangiyiyecekvaracaba ?"Birsüresonragördüğüpaketinbirfarekapanıoldunuanladığındayıkılmıştı. -"Evdebirfarekapanıvar !, evdebirfarekapanıvar!" diyebağıraraktelaşlabahçeyefırladı.Minikfareyitelaşiçinde gören tavuk, umursamazvebilgiçbirtavırlabaşınıkaldırdıvegıdakladı: -"Zavallıfarecik... Buseninsorununbenimdeğil.Banabirzararıolmazküçücükkapanın" dedi.Tavuktandestekbulamayanfarecikbusefertelaşlakoyununyanınakoştuve, -"Evdebirfarekapanıvar!" diyeadetaçırpındı.Koyunanlayışlakarşıladıama, -"Çoküzgünümfarekardeşamaduaetmektenbaşkayapacağımbirşeyyok. Dualarımdaolacağımdaneminol" dedi.Minikfareçaresizlikiçindeineğedöndüve, -"Evdebirfarekapanıvar, evdebirfarekapanıvar!" dedi.İnek; -"Bak farekardeş, seniniçinüzgünümamabeniilgilendirmiyor." dedi.
Sonundaminikfarecik, başıöndeumutsuzbirşekildeevedöndü.Çiftçininfaretuzağıilebirgüntekbaşınakarşılaşmakzorundaolduğunuanladı.Ogeceeviniçindesankiölümsessizliğivardı.Minikfarecikaçvesususzdu.Tamyorgunluktangözlerikapanacaktıkibirsesduydu. Geceninsessizliğinibölengürültü, farekapanındangeliyordu.Çiftçininkarısı , ne yakalandığınıgörmekiçinyatağındanfırladımutfağakoştu.Karanlıktakapanabiryılanınkuyruğununkısıldığınıfarketmemişti.Kuyruğukapanakısılanyılanıncanıyanıyordu. veanidençiftçininkarısınıısırdı.Çiftçi, karısınıapartoparanidendoktoragötürdü.Doktor, zehiritemizledisardı. Çiftçikarısınıevegetirdi, yatırdı. Karrısınınatesiyükseldivebirtürlüdüşmüyordu. Kadıncağızateşveteriçindekıvranıpduruyordu.Böylebirdurumdatavuksuyunungerekliolduğunuherkesbilir, çiftçi de bıçağıalıpbahceyekoştu.Karısıstavuksuyunaçorbayıiçti, birazkendinegeldi.Karısınınhastalığınıduyankomşularziyaretegeldiler.Onlaraikrametmekiçinçiftçidomuzunukesti.Çiftçininkarısıgittikçekötüyegidiyordu.Yılan, bellikiçokzehirliydi.Birkaçgünsonraçiftçininkarısıiyileşmediveöldü.Cenazesineçoksayıdakişigelincehepsineyeterli et sağlamakiçinçiftçiineğimezbahayayolladı.Faretümbuolanlarıbüyükbirüzüntüileduvardakideliğindenizledi.Biziilgilendirsinveyailgilendirmesineğergücümüzyetiyorsaihtiyacıolanlarayardımetmeliyiz...
14.)TUZ VE SU Hintlibiryaşlıustaiçırağınınsürekliherşeydenşikayetetmesindenbıkmıştı. Birgünçırağınıtuzalmayagönderdi. Yaşamındakiherşeydenmutsuzolançırakdöndüğünde, yaşlıustaona, biravuçtuzu, birbardaksuyaatıpiçmesinisöyledi. Çırak , yaşlıadamınsöyledğiniyaptıamaiçeriçmezağzındakileritükürmeyebaşladı."Tadınasıl?" diyesoranyaşlıadamaöfkeyle " Acı!" diyecevapverdi.Ustagülümserekçırağınıkolundantuttuvedışarıçıkardı.Sessizceazilerdekigölünkıyısınagötürdüveçırağınabukez de biravuçtuzugöleatıp, göldensuiçmesinisöyledi.Söyleneniyapançırak, ağzınınkenarlarındanakansuyukoluilesilerken, yaşlıadamaynısoruyusordu: "Tadınasıl?""Ferahlatıcı," diyecevapverdiçırak."Tuzuntadınıaldınmı?" diyesorduyaşlıadam."Hayır," diyecevapladıçırağı. Bunuüzerineyaşlıadam, suyunyanınadizçökmüşolançırağınınyanınaoturduveşöylededi: " Yaşamdakiistıraplartuzgibidir, ne azdır, nedeçok. Istırabınacılığını, neyiniçineiçinekonulduğunabağlıdır. Istırabınolduğundayapmangerekentekşeyıstırapverenşeyleilgilihislerinigenişletmektir. Onuniçin sende artıkbardakolmayıbırak, gölolmayaçalış.
15.)VÜCUT UZUVLARI Vücut uzuvları bir gün kendi aralarında toplantı yaptılar. Hepsi mide için çalıştıklarından şikayetçiydi. Halbuki, mide hiçbir şey yapmıyordu ve onlar olmadan da hiçbir şey yapamazdı. Oldukça sinirliydiler. Toplantının sonunda organlar artık midenin isteklerini yerine getirmemeye karar verdiler. Öyle ya mide için çalışamazlardı.Göz, ben bundan sonra seçmeyeceğim diyor; eller, tutmayacağını; ağız, gıdaları kabul etmeyeceğini söylüyor, dişler çiğnemekten vazgeçtiğini haykırıyor; ayak, mide için adım atmama kararını ifade ediyordu.Dediklerini yapıp, mideyi boş bıraktılar. Fakat aradan çok geçmemişti ki, gözler bulanmaya, eller titremeye, ağız kurumaya, dişler çürümeye, ayaklar takatsiz kalmaya başladı. Görünen o ki, mide onlarsız hayatını sürdüremese de, onlar da midesiz yaşayamayacaktı. Bir vücudu meydana getiren bütün uzuvların birbiri için çalıştığını ve böyle bir birliktelik olmadan yaşayabilmenin mümkün olmayacağını anladılar. Demek ki herkes birbiri için çalışıyordu ve her uzvun eksikliği hissedilecekti. Milletler ve hatta insanlık, bir tek vücut gibidir. İnsanlar ve kurumlar o vücudun uzuvlarıdır. O vücudun sıhhati, gelişip ilerlemesi herkesin üzerine düşeni yapması ile mümkündür. Yoksa huzursuzluk, kokuşma, çürüme ve gerileme başlar. Hiç kimse halinden memnun olmaz, hiç kimse tek başına saadeti yakalayamaz.
16.)BİR İLK YARDIM ÖYKÜSÜPolianna, (Polyanna) herkesin sevgisini kazanan bir kızdır. Bu sevimli çocuk, bir gün kazaya uğradı.Kaza, ekim ayının son günü oldu. Polianna okuldan acele acele eve dönerken karşıdan gelen bir otomobilin önünden karşı kaldırıma geçmek istemişti.İşte bundan sonra olanları hiç kimse öğrenemedi. Kazanın nasıl olduğunu kimse bilmiyordu. Suçlu da meydanda yoktu. Yalnız Polianna o çok sevdiği odaya, o gün saat beşte, baygın, ayakları tutmaz bir halde, kucakta getirilmişti.Ertesi gün de, daha ertesi gün de Polianna okula gidemedi. Zaman zaman aklı başına gelirse birkaç soru soruyordu ama daha bir şeyin farkında değildi. Sorularına verilen karşılıklardan da bir şey anlamıyordu.Böylece tam bir hafta çevresinde olup bitenlerden habersiz, yatağında kıpırdamadan yattı. İlk haftanın sonunda ateşi düştü, vücudundaki ağrılar azaldı, aklı da başına geldi. İşte o zaman Polianna’ya olup bitenleri ta başın dan başlayıp anlatmak gerekti.Polianna hikayeyi dinledikten sonra derin bir soluk aldı. - Demek ki sadece yaralanmışım, dedi. Öyleyse hasta sayılmam. buna çok sevindim.
Teyzesi küçük kızın yatağının kenarında oturuyordu. -Sevindin mi? diye sordu. -Evet, yaşadığım sürece yatağından çıkamayan bir hasta olmaktan sa, bacağımın kırılmasına seviniyorum. Biliyor musunuz, bacak kırıkları insanı ömrü boyunca yatakta zorlayan hastalıklara benzemiyor. Kırık bacak lar iyileşiyor.Polianna gözlerini tavana dikmiş, durmadan konuşuyordu. -Çiçek hastalığına yakalanmadığıma da seviniyorum. Çiçek bozuğu çilden de kötüdür, iyi ki boğmaca da olmamışım. Bir kere olmuştum, biliyorum. Çok kötü hastalıktır. Hele kızıl, kızamık olmadığıma da daha çok sevi niyorum. Çünkü bu hastalıklar başkalarına da geçer. Öyle olsaydı yanımda oturmanıza izin vermezlerdi.Teyzesi: -Seni sevindirecek ne kadar da çok şey varmış, dedi. Polianna tatlı tatlı güldü. -Evet seviniyorum ya dedi. Daha size açıklamadığım pek çok şey beni sevindiriyor.
17.)KÜÇÜK KIZ Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi.Bu gülümsemeyle adam kendini daha iyi hissetti.Yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı.Hemen bir not yazdı ve yolladı.Arkadaşı aldığı haberden çok mutlu oldu.Her öğlen yemek yediği lokantada garson kadına yüklü bir bahşiş verdi.Garson ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu Akşam eve giderken kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki.İki gündür boğazından tek lokma geçmemişti.Karnını doyurduktan sonra, ıslık çalarak bodrum kattaki tek göz odasının yolunu tuttu.Öyle neşeliydi ki bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına aldı, sevdi.Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için sevinçliydi.Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu durdu.Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar bastı.Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki.Önce fakir adam uyandı sonra bütün apartman halkı Anneler babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar. Bütün bunların hepsi tek kuruşluk maliyeti olmayan bir TEBESSÜMÜN sonucuyduYÜZÜNÜZDEN TEBESSÜM HİÇ EKSİK OLMASIN...
18.)YARDIMLAŞMA Bir kaç yil önce, Seattle Özel Olimpiyatlarinda, tümü fiziksel ve zihinsel özürlü olan dokuz yarismaci, 100 metre kosusu için baslama çizgisinde toplandilar.Baslamaisareti verilince, hepsi birlikte basladilar, bir hamlede baslamadilar belki, ama yarisi bitirmek ve kazanmak için istekliydiler. Yarisa baslar baslamaz içlerinden genç bir delikanli tökezleyip yere üstü ve aglamayabasladi. Diger sekiz kisioglaninaglamasini duydular. Yavasladilar ve geriye baktilar. Sonra hepsi yönlerini degistirdiler ve geriye döndüler ve oglaninyanina geldiler. içlerinden Down Sendrom’lu bir kizegilipoglani öptü ve "Bu onun daha iyi olmasinisaglar" dedi. Sonra dokuzu birden kol kola girdiler ve bitis çizgisine dogru hep birlikte yürüdüler. Stadyumdaki herkes ayagakalkip dakikalarca onlarialkisladi. Orada bulunan insanlar hala bu öyküyü anlatiyorlar. Neden mi? Çünkü su tek seyi derinden bilmekteyiz : Bu hayatta önemli olan sey, kendimiz için kazanmaktan çok daha ötede olan bir seydir. Bu hayatta önemli olan, yavaslamak ve yönünüzü degistirmekanlamina gelse bile digerlerinin de kazanmasi için yardim etmektir. Kendisinden güçsüzü ezmeyi ilke edinen, daha güçlünün kendisini ezmesine davetiye çikarmis olur.
19.)BİR BARDAK SÜTÜN HATIRI Hasan, yoksul bir ailenin çocuğuydu ve okul giderlerini karşılamak için kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu. O gün, hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı. Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan yiyecek bir şeyler istemeye karar verdi. Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı. Yiyecek bir şeyler yerine "Affedersiniz, bir bardak... su rica edebilir miyim?" diyebildi yalnızca. Genç bayan, çocuğun aç olabileceğini düşünerek kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk, sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra "Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?"diye sordu genç bayana. Genç bayan, "Borcunuz yok" diyerek, yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti; "Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini beklemememizi öğretti bize" dedi. Çocuk "O halde çok teşekkürler, yürekten teşekkür ederim size" dedi. Hasan, evin önünden ayrıldığı zaman kendisini yalnızca bedensel olarak değil, ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.
Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar yapılması için onu büyük kente gönderdiler. Dr. Hasan, konsültasyon yapması için çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını kurtarmak için elinden geleni yaptı. Uzun süren tedaviden sonra bayan sağlığına kavuştu. Dr. Hasan, denetlemesi için önüne getirilen faturaya şöyle bir baktı ve üstüne bir şeyler yazarak zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi. Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline. Açmaya korkuyordu.. . Hastane faturasını asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu. Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş bir not dikkatini çekti. Kâğıtta şunlar yazılıydı: "Hastane giderlerinin tamamı bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.".
20.)YARDIMLAŞMAK GÜZELDİR İskoçya’da yoksul mu yoksul bir çift yasardı.Adı Fleming'di...Günlerden bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu.Bir de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp duruyor.Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkardı ve acılı bir ölümden kurtardı.Ertesi gün Fleming'in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indiÇiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum'' dedi.Yoksul ve onurlu Fleming ''Kabul edemem!'' diyerek ödülü geri çevirdi Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü.''Bu senin oğlun mu?'' diye sordu aristokratÇiftçi gururla ''Evet!'' dedi. Aristokrat devam etti: ''Gel seninle bir anlaşma yapalım Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım Eğer karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur''.Bu konuşmalar sonunda Fleming'in oğlu aristokratın desteğinde eğitim gördü. Aradan yıllar geçtiÇiftçiFleming'in oğlu Londra'daki StMary'sHospital Tıp Fakültesi'nden mezun oldu ve tüm dünyaya adını penisilini bulan SirAlexanderFleming olarak duyurdu Bir süre sonra aristokratın oğlu zatürreeye yakalandıOnu ne mi kurtardı?Penisilin!Aristokratın adı: LordRandolp ChurchillOğlunun adı: Sir Winston ChurchillKurtaran doktor: Çiftçinin oğlu SirAlexanderFlemingParaya gereksiniminiz yokmuş gibi çalısınHiç acı çekmemiş gibi sevinHiçbir şey beklemeden verinKarşılığı nasıl olsa gelecektir...
21.) YAŞAMIN YANKISI Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlarmış. Birden oğlan takılıp düşüyor ve canı yanıp ‘AHHHHH’ diye bağırıyor. İleride bir dağın tepesinden ‘AHHHHH’ diye bir ses duyuyor ve şaşırıyor.Merak ediyor ve ‘SEN KİMSİN?’ diye bağırıyor. Aldığı cevap ‘SEN KİMSİN?’ oluyor. Aldığı cevaba kızıp ‘SEN BİR KORKAKSIN’ diye tekrar bağırıyor. Dağdan gelen ses ‘SEN BİR KORKAKSIN’ diye cevap veriyor. Çocuk babasına dönüp ‘BABA NE OLUYOR BÖYLE?’ diye soruyor. ‘OĞLUM’ diyor adam, DİNLE VE ÖĞREN!’ ve dağa dönüp ‘SANA HAYRANIM’ diye bağırıyor. Gelen cevap ‘SANA HAYRANIM!’ oluyor. Baba tekrar bağırıyor, ‘SEN MUHTEŞEMSİN!’ Gelen cevap ; ‘SEN MUHTEŞEMSİN!’ Oğlan çok şaşırıyor, ama halen ne olduğunu anlayamıyor. Babası açıklamasını yapıyor, ‘İnsanlar buna ‘Yankı’ derler, ama aslında bu ‘Yaşam’dır’. Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev! Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sende daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, her kesiti için geçerlidir.’ Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada bir yansımasıdır.
22.) LİMON AĞACI Zengin bir iş adamının bahçesinde, yan yana dikilen iki limon ağacı vardı. Mayıs ayı sonlarında açan limon çiçekleri, bütün bahçenin havasını bir anda değiştirir ve apartmanlara hapsedilmiş insanlara baharın geldiğini müjdelerdi. Ancak limon ağaçlarından biri, diğerinden cılız ve şekilsizdi. Bu yüzden büyük ağaç her fırsatta onu küçümser ve tepeden bakardı. Ev sahibi de küçük boylu limon ağacından ümit kesmiş görünüyordu. Ona göre ağaç, bu gidişle kuruyup ölecekti. Bu yüzden de onu fazla sulamaz ve bakımını yapmayı pek istemezdi.Günün birinde esen sert bir poyraz, karlı dağların yamaçlarındaki bir grup çiçek tohumunu iş adamının bahçesine uçurdu. Fakat bahçenin her tarafı parsellenmiş, sadece limon ağaçlarının altında yer kalmıştı. Bir an önce filizlenmek zorunda olan tohumlar, limon ağaçlarının yanına gelerek onların altında yeşermek için izin istedi.Büyük ağaç, iyice kasılarak:
-Böyle bir şey asla mümkün olamaz, diye atıldı. Bizler kuru kalmayı pek sevmeyiz. Eğer dibimde çoğalırsanız, suyu emip beni kurutursunuz.Aslında büyük ağacın çekindiği başka bir şey daha vardı. Çiçekler rengârenk açtıklarında, limon ağacının sarıya çalan beyaz çiçekleri sönük kalacak ve bahçe sahibinin gözündeki değeri azalabilecekti. Oysaki ağacın, kendinden güzel olanlara hiç mi hiç tahammülü yoktu.Küçük ağaç, uzun boylu arkadaşının tohumlara verdiği cevabı beğenmemişti. Çünkü o,kendisine hayat verenin, o hayat için gerekli olan suyu da vereceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden, aklına bile gelmiyordu susuzluk.Tohumların teklifini kabul ederken: -Sizlerle birlikte olmak, bana mutluluk verir, dedi. Böylelikle yalnızlık da çekmeyiz. Büyük ağaç bu işten hoşlanmamıştı. Fakat küçük olanı: -Güzel yaratılanlardan kimseye zarar gelmez, diye tekrarlıyordu. Güzellerden güzellikler doğar sadece. Küçük limon ağacı altında filizlenen tohumlar, bir kaç hafta içinde cennet çiçekleri gibi açıp bütün bahçenin göz bebeği haline geldi. Bu arada ağaç, elinden geldiği kadar kendilerine yardımcı olmaya çalışıyor ve çiçeklerin sevdiği yarı güneşli ortamı sağlamak için, eski yapraklarını döküyordu.
Çiçekler, kısa bir süre sonra mis gibi kokular yaymaya başladı. Bahçe sahibi, o ana kadar hiç duymadığı bu kokunun nereden geldiğini araştırdığında, davetsiz misafirleri bularak hayrete düştü. Adam, ancak rüyalarında görebildiği bu çiçeklerin güzelliğini devam ettirebilmek için sabahları artık daha erken kalkıyor ve onları en kaliteli gübrelerle besleyip bol bol suluyordu. Küçük limon ağacı, köklerinin en ince ayrıntılarına kadar ulaşan bu suları çiçeklerle birlikte içiyor ve büyük bir hızla serpilip büyüyordu. Çiçekleri sevgiyle kucaklayan ağaç, ertesi bahara kalmadan o civarın en büyük ağacı haline geldi ve birbirinden güzel kelebeklerin ziyaret yeri oldu. Daha sonra da kendi çiçeklerini açarak bahçenin güzelliğine güzellik kattı.Şimdi küçük ve yalnız kalmış olan limon ağacı ise, komşusuna duyduğu kıskançlıkla için için kuruyordu.
23.) 10 LİRA 5 KURUŞ Ayşe, küçük kardeşi Ahmet hakkında anne ve babasının konuşmalarını duyduğu zaman yalnızca sekiz yaşındaydı. Kardeşi çok hastaydı ve onu kurtarabilmek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı.Ahmet yalnızca çok pahalıya mal olacak bir ameliyatla kurtulma şansı vardı fakat bunun için yeterli paraları yoktu. Babasının, umutsuz bir biçimde annesine şöyle fısıldadığını duymuştu. Ayşe:"Yalnızca bir mucize onu kurtarabilir." Bu sözleri duyar duymaz, usulca kendi odasına yürüdü Ayşe. Kumbarasını gizlediği yerden çıkartarak içindeki paraları yavaşça yere dökerek saymaya başladı. Yanılgıya düşmemek için tam üç kez saydı kumbaradan çıkardığı bozuk paraları. Sonra hepsini cebine koyarak aceleyle evden çıkıp, köşedeki eczaneye gitti. Eczacının dikkatini çekebilmek için büyük bir sabırla bekledi. Eczacı çok yoğundu ve bir adama ilaçlarını nasıl kullanacağını anlatıyordu. Bu yoğun çalışmanın arasında sekiz yaşındaki bir çocukla ilgilenmeye hiç niyeti yoktu ama Ayşe’nin beklediğini görünce
"Evet, ne istiyorsun söyle bakalım" dedi. "Biraz acele et, gördüğün gibi beyefendiyle ilgileniyorum" diyerek yanındaki şık giyimli adamı gösterdi. Ayşe: "Kardeşim" dedi. Sessizce yutkunduktan sonra devam etti: "Kardeşim çok hasta, bir mucize almak istiyorum." Eczacı Ayşe’ye bakarak: "Anlayamadım" dedi. "Şeyy, babam Onu ancak bir mucize kurtarabilir dedi, bir mucize kaç paradır, bayım?" Eczacı Ayşe’ye sevgi ve acımayla baktı bu kez: "Üzgünüm küçük kız, biz burada mucize satmıyoruz, sana yardımcı olamayacağım" dedi. Ayşe o kadar kolay vazgeçmek istemedi. Eczacının gözlerinin içine bakarak "Karşılığını ödemek için param var benim, bana yalnızca fiyatını söylemeniz yeterli" dedi. Bu arada Ayşe ve eczacının yanında bekleyen iyi giyimli bey Ayşe’ye dönerek "Ne tür bir mucize gerekiyor kardeşin için küçük hanım? Diye sordu."Bilmiyorum" dedi Ayşe. Sonra gözlerinden aşağı süzülen yaşlara aldırmaksızın devam etti: "Tek bildiğim, o çok hasta ve annem ameliyat olmazsa kurtulamayacağını söyledi ailemin de ameliyat için ödeyebilecekleri paraları yok. Ama babam "Onu ancak bir mucize
kurtarabilir" deyince ben de paramı alıp buraya geldim." "Peki, ne kadar paran var?" diye sordu iyi giyimli adam. "10 lira 5 kuruş" dedi Ayşe. "Ve dünyadaki tüm param bu!" "Bu iyi bir şans, küçükkardeşini kurtarmak için gerekli olan mucize için yeterli bu para" dedi, iyi giyimli adam. Adam bir eline parayı aldı, öteki eliyle de Ayşe in elini tutarak "Beni yaşadığın yere götürür müsün lütfen?" diye sordu. "Küçük kardeşini ve aileni tanımak istiyorum" dedi. İyi giyimli adam Dr.Mehmet, Ahmet için gerekli olan ameliyatı yapabilecek tanınmış bir cerrahtı.Ameliyat başarıyla sonuçlanmış ve aile hiçbir ödeme yapmamıştı. Hep birlikte mutluluk içinde evlerine döndükleri zaman hâlâ yaşadıkları olayların etkisinden kurtulamamışlardı. Anne: "Hâlâ inanamıyorum. Bu ameliyat bir mucize! Doğrusu maliyeti ne kadardır merak ediyorum" dedi. Ayşe kendi kendine gülümsedi. O bir mucizenin kaça mal olduğunu çok iyi biliyordu. Tam tamına on lira 5 kuruş!
SAĞLIKLI YAŞAM VE HİJYEN
ADAM VE SU Su, pis bir adama: - “Ey pis adam! Koş bana gel ki seni temizleyeyim.” dedi. Pis adam: - “Sudan utanıyorum.” dedi. Su, bunun üzerine: - “Eğer utanırsan nasıl temizleneceksin, bu pislik benim dışımda nasıl temizlenir.” dedi.
TEMİZLİK Durdu, süpürgesini sinesine dayadı, eldivenlerini çıkardı, pantolonun yan cebinde taşıdığı kocaman bir mendille kurulandı, terini biraz soğuttu. Mendili sırılsıklam oldu. Bir temizlik şirketinin kadrosunda asgari ücretle çalışıyordu, yoruluyordu, akşama kadar kıyıda köşede, hatta ortalıkta gelip geçen insanların arasında süpürge ve faraşla dolaşmak, onun bunun pervasızca sağa sola attığı çöpleri toplamak kolay iş değildi. Bir hastanenin bahçesi ve hastaneyi çevreleyen duvarların dış kısımları sorumluluk alanıydı. Bahçe içinde az sayıda ve sadece hastane araçlarına tahsisli otopark, bahçedeki kantin çevresi, oturup beklemek ya da dinlenmek için konulan bankların bulunduğu alanlar, hastanenin otomatik çalışan kapısına uzanan basamaklı giriş her zaman temiz olmalıydı. Bunu sağlamak da onun vazifesi idi. Sabah çayını içemeden, kahvaltısını yapamadan erkenden çıkmıştı. Zaten her gün böyle oluyordu. Zamanında işinin başında olmalı ve sorumlu olduğu bölgeyi adım adım dolaşmalıydı. Şirketin kontrol görevlileri gelip zaman zaman teftiş ediyor, görev yerinde olup olmadığı, özenli çalışıp çalışmadığı takip ediliyordu. O kadar işine dikkatli olmasına rağmen gerek hastane idaresince ve gerekse şirket yönetimince uyarılmıştı. Hatırlayınca üzüldü, üzüntüsü evden verilen siparişler gözünün önüne gelince daha da fazlalaştı. Maaşı alalı ne olmuştu ki hemen bitivermişti.
Yorgunluğu daha da arttı, sıkıntıdan yine ter bastı. Islak mendilini çıkardı, boynunun arkasından dolaştırıp boğazına doğru gezdirerek biraz daha kurulanmaya çalıştı. Sigara izmaritleri, plastik bardaklar, boş pet şişeleri, meyve artıkları yine etrafta çirkin görüntüler sergilemeye başlamıştı. Arada bir yere tükürenleri görüyor, sanki hay buraları süpürenin ya da iyi süpürmeyenin dediklerini duyar gibi oluyor, bu da ağırına gidiyordu. Halbuki yerlere çöp atmayınız, çevreyi temiz tutalım gibi uyarı tabelalarının yanı sıra çöp kovaları da vardı. Bir keresinde hemen ayağının dibine içtiği çayın bardağını yuvarlayıp, sigara paketinin jelatini avucunda ezip uzağına atan kişiyi görmüş, çöp kovalarını göstererek ikaz etmeye çalışmıştı. Aldığı cevap hiç de hoş değildi. Adam “işinin adı ne, ben ortalığa atmazsam sana iş çıkarmazsam seni kim çalıştırır, sana kim maaş verir.” demişti.