E N D
DİLİN DOĞUŞU ve KURAMLAR (Teoriler) • Dilin doğuşu ve oluşumu Hristiyanlığın ortaya çıkışından bu yana söz konusu edilegelmiş, bununla ilgili teoriler ileri sürülmüştür. Biz burada bazı teoriler hakkında bilgi vermekle sınırlı kalacağız. Bu teorileri iki gruba ayırarak tanıtabiliriz: • Biyolojik (dirimsel) teori • Sosyal teori • A) Biyolojik teorilerdilin doğuşunu çok uzun süre devam eden insanoğlunun gelişiminin, ayrıca insanın duygu organlarının, konuşma aygıtının, beyninin gelişmesinin bir sonucu olarak açıklıyor. • Onlar dilin doğuşu için toplumun olmasını zorunlu kabul etmiyorlar. Bu teorilerde ileri sürülmüş olan görüşlere göre, dil, emek (çalışma) esnasında ortaya çıkan zorunluluktan dolayı değil, tesadüfen doğmuştur. Dilin doğuşu için kesin şart olan toplum olmasa bile, dil kendi kendine ortaya çıkıyor (doğuyor).
Dil, yalnız, tek kişi de olsa ortaya çıkabiliyor. Bundan dolayı bu teorilere individualistik-ferdi teoriler denir. Bunlara, sese öykünme (ses yansımaları) ve ümlükler-ünlemler teorileri dahildir ve dilin doğuşu hakkında aşağıdaki görüşleri ileri sürülmüştür: Sese öykünme-ses yansımaları teorisi (onomatopee): Bu teorinin taraftarlarınca (Eski Yunan felsefecilerince, Demokrit'in, Platon'un, XIX yy'da Vilm Vitney'in, Max Müller’in) insanlar, henüz dil veya konuşma yokken, seslerin canlı ve cansız varlıkların (çeşitli hayvanların, kuşların, nesnelerin, olayların, rüzgârın, yağmurun)oluşturduğu seslere benzetmiş ve yaklaşık olarak bu sesleri tekrarlamışlardır. Onlar kendilerinin benzetmeyle oluşturdukları yansımaların yardımıyla (mesela: mo, hav, me, miyav gibi sesler)bu sesleri çıkarmış olan hayvanları, kuşları, nesneleri, olayları anlatmış, her bir hayvan, kuş,nesne, olay hangi sesi veya yansımayı oluşturuyorsa, o aynı ses veya yansıma ile adlandırmışlardır.
Canlı ve cansız varlıkların oluşturdukları seslere, yansımalara benzetilerek ya da yaklaşık olarak söylenen yansımalı kelimeler ilk sözcüklerdir. İlk kelimelerin ses biçimiyle bu sözcüklerin anlamı bu nesnelerin çıkardığı seslerle hemen hemen aynı olmuştur. Dilin gelişiminde ortaya çıkan yansıma olmayan öteki kelimeler ise yansımalardan oluşan kelimelere dayanılarak oluşturulmuştur. Bu kurama(teori) karşı sorulan sorular şunlardır:Her dilin kelime hazinesinde pek az yansıma bulunmaktadır. İlk kelimenin yansımadan doğduğunu benimsesek bile, dilin tüm kelimelerinin yansımalardan doğduklarını; her dil böyle doğduğuna göre, tüm dillerin akraba olduklarını nasıl benimseyebiliriz? (Bu yansıma kuramına Çan Kuramı, Bim-Bam Kuramı, Ding-Dang Kuramıadları da verilmiştir.)
Ünlemler teorisi(Aha ya da Puh puh Kuramı): Ünlemler teorisi dili ilk insanın içindeki duygularını ve hassasiyetlerini belirten seslere dayatmaktadır. Ünlemler insanın kendi isteğine göre gerçekleşmemiş şarta bağlı refleksleri (vücutta oluşan refleksleri : acımak, istemek, ağrı, korku, şaşkınlık, hayranlık vb.), herhangi bir şeye isteğini dışa vurmasıyla ilgili olarak ortaya çıkan durumları belirten seslenmeleri içermektedir. “İnsanlar yırtıcı hayvanları, tatlı meyveleri farkettiklerinde birbirlerine gösteriş yaptıkları gibi, güçlü ağrı, ansızın bir durum ortaya çıkınca, korku, kızgınlık, üzüntü gibi sebeplerle ortaya çıkan güçlü ve geçici duygu durumlarını çeşitli seslenmelerin yardımıyla anlatmışlardır.”(Akalın , L.S., Türk Folklorunda Kuşlar, Ankara, 1993, s.34)
Çeşitli duyguları ve istekleri belirten bu seslenmeler dilin doğuşunuoluşturduğu düşünülmektedir. • Her türlü duyguları ve istekleri belirten seslenmeler, daha sonra duyguları ve istekleri yaratan nesneleri ve düşünceleri anlatmaya başlamıştır ve yavaş yavaş kelime niteliğini almışlardır. • Bundan dolayı kelime anlamıyla onu temsil eden ses terkibi arasında ilişki duyulmaktadır.
B) Sosyal teoriler: Bu teorilere göre dil emek, çalışma döneminin başlamasıve aklın gelişmesisonucunda ortaya çıkan ihtiyaçları gidermek için doğmuştur. • Bu teoriye göre dil insanların akıl yeteneğiyle keşfedilen ve yaratılan nesneyi ifade eder. • Bu teorilere sosyal anlaşma, emek (çalışma) gürültüleri, işaretler (mimik) dili ye Marksist görüşler dahildir. • Bu teoriler dilin doğuşu hakkında aşağıdaki görüşleri ileri sürmüşlerdir.
Sosyal anlaşma teorisi: Bu teoriye göre, dilinsanların düşünme, anlama yoluyla yarattığı nesneolarak görülmektedir. • İnsanlar bulundukları topluluk içinde kendi görüşlerini birbirine haber vermenin gereksinim olduğunu anlamışlardır. Nesneleri, olayları, hareketleri adlandırmanın gerekli olduğunu farketmişlerdir. • Sonra bunları adlandırmak için kendi aralarında anlaşmayapmışlar. Bu anlaşma sonucunda da nesneleri, olayları, hareketleri anlatan kelimelerle ilk dil ortaya çıkmıştır. Böylece, dilinsanların kendi aralarında anlaşmak ihtiyacı sonucu doğmuştur.
Bu teori XVIII. yy. da, Belle. Adem Smith, J. J. Rousseautarafından ileri sürülmüştür. • J. J. Rousseau, insanoğlunun yaşamını iki zamana ayırmıştır: 1. Tabii devir, 2. Uygarlık devri. • “Onun gömşüne göre tabii devirde insanoğlu tabiatın bir parçası olmuştur. İnsanın işitme organlarına tesir eden nesneler kendilerinin oluşturdukları seslere göre adlandırılmıştır, görüş organına tesir eden nesneler ise hareketler, şekillerin yardımıyla taklit edilmiştir. • Fakat böyle bir yöntemle nesneleri ifade etmek uygun olmamış; bundan dolayı nesnelerin özelliklerini belirten sesler, seslerden cümleler ortaya çıkmıştır. Seslerin sayısının artmasıyla insanın konuşma organları daha da gelişmiştir.”
Uygarlık devrindeferdi mülkiyet ve devlet ortaya çıkmış,insanlar arasında anlaşma ihtiyacı duyulmuş, düşünceli, zekalı, yetenekli karakterler türemiş, kelimeler genel anlamda kullanılmaya başlanmış. Böylece, dil insanlar arasında anlaşma sağlamak için ortaya çıkmıştır. Fakat, bu teori de dilin doğuşunu bilimsel bir şekilde açıklayamamaktadır. Nedenleri:1) Ferdi mülkiyet ve devletin oluşması çok taraflı gelişen dilin, düşüncenin, fikrin toplumsal münasebetlerin ortaya çıkmasını gösteriyor; 2) Hiç bir altyapı, ispatlanacak bir örnek yokken nesneleri, hadiseleri adlandırmak için kelimeleri yaratmak ya da dilsiz haberleşme yapılamayacağı ve anlaşma yapmak için herhangi bir dilin,herhangi bir konuşmanın gerekdiği açıkça ortadadır”.(Koduhov. V. İ., Vvedenive v Yazıkoznaniyc. M., 1979. s. 58-59: Annanurov. A., Dil Bilimiň Esasları. I. Bölek. s. 87.)
Emek (çalışma) gürültüleri teorisi: Bu teoriye göre ilk önceleri insanlar toplu olarak çalıştıklarında çalışma sürecini ahenkli, uyumlu bir duruma getirmek, kendi güçlerini birleştirmek, belli bir yöne yönlendirmek için çeşitli seslerveiç güdüsel gürültüler oluşturmuşlar. • Bu gürültüler ve sesler yapılan hareketlerle uyum sağlamıştır ve bunları anlatmaya başlamıştır. Böylece bunlar kelimeye çevrilmiştir. Bu gürültülerden ve iç güdüsel seslerden de ilk dil doğmuştur. • Dilin doğuşu hakkında bu teori XIX yy. 70'li yıllarında L. Nuare, K. Byuher tarafından ileri sürülmüş.
İşaretler dili (el, hareket dili) teorisi:Ünlü Amerikalı bilimadamı L. G. Morgan'ın. Alman bilimadamları V. Vundt'un, G. Paul'un iddialarına göre ilk önce işaretler (hareketler) dili ortaya çıkmıştır. • İnsanlar eski zamanlarda bu dilin yardımıyla birbirlerinin arasında temaskurmuş. Kesin bir dil de bu konuşmanın temelinde yaratılmış. • Bu konuda L. G. Morgan şöyle diyor: "Bunlar yabanilik devrinde işaretler ve daha gelişmemiş sesler dilinden kesin konuşma diline doğru yavaş yavaş belli etmeden (farkına varılmadan) ilerlemelerdir. Hareket ve işaret dili mutlaka kesin konuşma dilinden önce ortaya çıkmış olmalı”. (Morgan. L. G., Drevnoye Obşestvo. L. 1934. s. 6)
Dilin doğuşu hakkında Marksist teori: Bu teori bilimin gelişmesinde elde edilen başarılara ve insanın, dilin toplumun, düşüncenin, emeğin ortaya çıkmasına ait bilgilere dayanarak dili meydana getirdiğini öne süreyor. • Çünkü bunlar aynı zamandı, ve birbirlerine bağlı olarak oluşmaya başlamışlardır. Dilin doğuşu konusunda. F. Engelsin "Maymunun İnsana Değişme Sürecinde Emeğin Rolü"ve "Ailenin, Ferdi Mülkiyetin ve Devletin Teşşekkül Etmesi" adlı eserlerinin metodolojik önemi vardır. • İlk dilin hangi dil vasıtalarından (yani nasıl seslerden, ses birikmelerinden, sözcüklerden, tamlamalardan, cümlelerden) oluştuğunu gösteren kaynaklar bize ulaşmamıştır. Dolayısıyla bunun hakkında çeşitli görüşler, teoriler ileri sürülmektedir.
Dilin canlılığını gösteren pek çok etkileşim ve değişim vardır. Bazılarını şu başlıklar altında değerlendirebiliriz. 1. SESLERDEKİ DEĞİŞİM VE CANLILIK Sesler, dili oluşturan bütün şekillerin yapısında bulunan, anlamlı ve görevli gramer birlikleri yapmaya yarayan, dilin parçalanmaz en küçük gramer birlikleridir. Seslerin çıkarılması tesadüfî değildir. İnsanoğlunun her organı nasıl bir intizam ve kaide üzerine çalışıyorsa, ses çıkarmasının da bir nizamı vardır. Bu da dilin canlılığını gösterir. Çünkü, bir nizam içinde çalışma, canlıların en belirgin özelliklerindendir.
Sesler, kelimeleri oluştururken bazı kurallarla yan yana gelirler. Diğer canlılar gibi sesler de bazen, diğer seslerle yan yana gelmek, onlarla birlikte olmak istemeyebilirler. Bu durumda bazı ses olayları meydana gelir. İşte bunlar da seslerin ve dolayısıyla dilin canlılığını gösterir.
Mesela: “ses türemesi” dediğimiz olayda, yan yana kullanılmayan iki ünlünün arasına bir “kaynaştırma harfi”nin gelmesi seslerin canlılığını gösterir: "baba-y-a ". Tıpkı, birbiriyle yan yana gelmeyen iki insanın arasına üçüncü bir şahsın girip onları bir araya getirmesi, barıştırması gibi. Mesela: “ses türemesi” dediğimiz olayda, yan yana kullanılmayan iki ünlünün arasına bir “kaynaştırma harfi”nin gelmesi seslerin canlılığını gösterir: "baba-y-a ". Tıpkı, birbiriyle yan yana gelmeyen iki insanın arasına üçüncü bir şahsın girip onları bir araya getirmesi, barıştırması gibi. baba-y-a
Türkçede, iki ünlünün yan yana gelmemesinden dolayı, birleşik kelimeler oluşurken yan yana gelen ünlülerden birisi düşer: Cuma+ertesi= Cumartesi,kahve+altı= kahvaltı Örneklerde de görüldüğü gibi, bu oluşumda daima ince ünlülerin (zayıf olanların) düştüğü, kalın olanların (kuvvetlilerin) korunduğu görülür. Bu da seslerin canlılığını gösterir.
2. KÖK VE EKLERDEKİ CANLILIK Her dilde eklerin önemli bir yeri vardır ve her dilde kökler gibi ekler de eskidir, azdır, sayılıdır... Sözcük kökleri ve ekleri, geleneğe bağlıdır, kolay kolay değişemez, hızla yürüyemez; uygarlık ise koşar adımlarla ilerler ve daima yenidir, yeni gereksinimlerle doludur... Dillerin sözcük hazinesini zenginleştiren, düşünüşü geliştiren, eski kök ve eski eklerden, yeni yeni sözcük yaratma gücüdür… Bilindiği gibi Türkçe, eklemeli bir dildir. Türkçenin ekleri, kökleri gibi, genellikle, tek hecelidir. Ekler, belli bir sıraya göre, ancak kökten sonra getirilebilir. Bu bakımdan, Türkçede her ek, son ektir... Bazen de ek zayıflar, görevini yitirir. Kökle kalıplaşır. Bu durumda aynı ek yinelenir ve görev perçinlenir: bir-i-si, kim-i-si, hep-i-si>hepsi
3. KELİMELERDE CANLILIK Prof. Dr. Mehmet Kaplan"Harfler, seslerin işaretleridir. Kelimeler ise seslerden mürekkeptir. Yazılı veya sözlü işaretlerle, göz önünde bulunmayan her şeyi göz önüne getirebilir, ölüleri diriltebilir, ağaçları konuşturabilirsiniz..." derken, Nihad Sami Banarlı da şunları söyler: "Kelimeler, her zaman ve her vesileyle belirtildiği gibi, birer canlı varlıktır; doğarlar, yaşarlar, çok kere uzun ömürlü olurlar, vefâlı milletlerin dilinde ölmez bir sevgiye, âdetâ ölümsüz bir hayâta kavuşurlar. Yine canlı varlıklar gibi, zamanla, onların da seslerinde, mânâlarında, şekillerinde değişmeler, güzelleşip çirkinleşmeler olur...” • Eklerde de canlılık görülür. Türkçe kelimelerde zaten uyum içerisinde kullanılan ekler, yabancı dillerden dilimize girmiş bir kelimeye getirilince o kelimenin son hecesine göre uyumlu kullanılır: kalem-ler, iman-sız, direksiyon-u, kitap-tan vb. gibi.
Canlı bir yapıya sahip olan dildeki kelimeler doğar, yaşar ve ölür. Bu sebeple bunlara bilim dışı müdahale edilemez. Sadece daha canlı ve sağlıklı yaşamaları için yardımcı olunur. Medeniyet değişiklikleri, kelimelerin ölmesine ve yeni kelimelerin doğmasına sebep olur. Yeni kelimeler, ölen kelimelerin yerini aldıkları için ölen kelimeleri diriltmeye çalışmak da ölmüş bir canlıyı diriltmeye çalışmak gibidir. Mesela bugün uçmak, tamu, yagı kelimelerinin yerlerini cennet, cehennem, düşman kelimeleri almıştır. Bu da dilin canlılığına işarettir. Kelimelerin bazıları birbirine çok yakın anlamdadır. Ancak kullanımları farklıdır. Mesela taze ve yeni kelimeleri yakın gibidir ama, taze haber, taze giysi denmez. Yeni haber, yeni giysi denir. Taze elma, taze ekmek yerine de yeni elma, yeni ekmek denmez. tazeveyeni
Medenî diller, birbirinden kelimeler de alırlar. Bu kelimeler, yeni girdikleri dilin fonetiğine uyum sağlarlar. Tıpkı yeni bir ortama giren canlıların oraya uyum sağladığı gibi. Meselâ Farsçadan dilimize giren bolbol, gul, kûşekelimeleri, bizde bülbül, gül, köşeolmuştur. Radio’nun radyo, television’un televizyon olduğu gibi. Arapçadan gelen kitâb kelimesi bizde kitap olmuştur. İnceltme işareti kalkmış, sondaki yumuşak ünsüz b sertleşerek p’ye dönüşmüştür. Kelime artık Türkçenin malıdır.
4. CÜMLEDE CANLILIK • Bir fikri, bir düşünceyi bir hareketi, bir duyguyu ve bir olayı tam olarak bir hüküm halinde anlatan kelime grubuna cümle denir. • Cümleler de tıpkı ekler, kökler ve kelimeler gibi canlıdır. 5. VURGUDA CANLILIK Söze duygu değeri katan ve dinleyenin dikkatini uyandırarak anlamasını kolaylaştıran vurgu, kelimeyi oluşturan hecelerden birinin veya cümledeki kelimelerden birinin diğerlerine göre farklı söylenilmesidir. Her dilin kendi yapısına göre bir vurgusu vardır. Türkçede kelime kök ve gövdelerinde orta heceler vurgusuzdur. Genellikle vurgular ilk ve son hecelerde bulunur.
Normal kelimelerde vurgu sonda bulunur ve getirilen ekler vurguyu üzerine çeker: çiçek, çiçekçi, çiçekçiler , çiçekçilerden. Yer adlarında ise vurgu, kelime iki heceli ise birinci hecede, çok heceli ise kuvvetli olan birinci veya ikinci hecedir: Ağrı, Aydın, Bartın, Ardahan, Çankırı, Aksaray, Marmara, Malatya, Alanya, Emirgan, Silifke, Anamur, Edirne vs. Burada dikkate şayan bir canlılık söz konusudur. Örneklerde de görüldüğü gibi üç veya daha fazla heceli yer adlarında vurgu birinci veya ikinci heceden hangisi kuvvetli ise oradadır. Kuvvetlilik de hecenin kapalı, ses sayısının fazla oluşu, içinde kalın ünlü bulunuşu, sert ünlü bulunuşu gibi özellikler ile anlaşılır. Bu da dilin canlılığına güzel bir örnektir.
6. YAZIMDA CANLILIK Bir dildeki kelimelerin birlik ve beraberliğinin sağlanılması için yazıda ve sözde uyulması gereken kurallara yazım kuralları denilir. Her canlı topluluğuna has, uymaları gereken kurallar vardır. Canlılar, bu kurallara uydukları sürece beraberce yaşamanın tadına varırlar. Aksi halde karışıklık olur, düzenleri bozulur. Canlı olan dilin de kuralları vardır. İşte bu kuralların başında yazım kuralları gelir. Öğretimin en basit aracı olan yazımda birlik olmazsa, eğitimde şart olan disiplin birliği de kurulamaz. Geleceğim ifadesini, gelecem, gelicem, gelecim, gelicim gibi yazmak bunun için yanlıştır.
Bütün bu anlattıklarımız gösteriyor ki, dil, tarifinde de söylendiği gibi gerçekten canlı bir yapıya sahiptir. Her canlı gibi onun da kendine has kuralları, kanunları vardır. Her canlı gibi dili oluşturan kelimeler de doğar, yaşar ve ölür. Diğer canlılarda olduğu gibi dili de kendi canlılığı, kendi kuralları içerisinde değerlendirmek gerekir. Aksi takdirde, asıl görevi insanlar arasında anlaşmayı sağlamak olan dil, kendi içinde anlaşılmaz olur ve temel sistemi çöker. Bu sebeple, dil üzerinde yapılacak her türlü çalışmada onun bu özelliği dikkate alınmalıdır. Canlılar üzerinde araştırma yapanlar nasıl o canlının doğup büyüdüğü çevreyi ve beslendiği gıdaları araştırıyor ise, dil çalışmalarında da aynı yol takip edilmelidir.