430 likes | 1.51k Views
HAZIRLAYAN. ‘CAN DÜNDAR’ KİMDİR?. ● 16 Haziran 1961’de Ankara’da doğdu. ● Mimar Kemal İlk ve ortaokulunda ve Atatürk Lisesi’nde okudu. ● 1982’de A.Ü.S.B.F. Basın-Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu.
E N D
‘CAN DÜNDAR’ KİMDİR? ● 16 Haziran 1961’de Ankara’da doğdu. ● Mimar Kemal İlk ve ortaokulunda ve Atatürk Lisesi’nde okudu. ● 1982’de A.Ü.S.B.F. Basın-Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. ● 1979’den itibaren sırasıyla Yankı (1979-1983), Hürriyet (1983-1985), Nokta (1985), Haftaya Bakış (1987), Söz (1987-1988) ve Tempo’da (1988) çalıştı. ● 1986’da İngiltere’de “London School of Journalism”i bitirdi.
● ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde Siyaset Bilimi dalında yüksek lisansını 1988’de tamamladı. ● Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde ve ODTÜ Siyaset Bilimi Kamu Yönetimi bölümü Kültürel Çalışmalar lisansüstü programında ders verdi. ● 1996’da aynı bölümde doktora derecesi aldı. ● 1988’de TRT Haber Dairesinde başlayan televizyonculuğunu, “32.Gün” bünyesinde (1989-1995) yaptığı program ve belgesellerle sürdürdü.
1993-1994 yıllarında Show TV’de Mehmet Ali Birand’la birlikte “Çapraz Ateşi” hazırladı. • 1996-1998 yıllarında Show TV’de “40 Dakika” adlı haber programını hazırlayıp sundu. • 2003-2004 yıllarında Milliyet gazetesi için Popüler Kültür ekini çıkardı. • 1995’ten beri bağımsız olarak yürüttüğü belgesel çalışmalarının yanısıra 2001 yılından beri Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazıyor. • NTV’de 19 Eylül 2006’da başladığı “Neden” • isimli tartışma programını hazırlayıp sunuyor. • 16 Şubat 2009'dan Haziran 2010'a • kadar NTV'de "Canlı Gaste" Eylül 2010'dan beri de yine NTV'de • "Canlı Ana Haber" programını yapıyor. • Evli ve bir çocuk babası.
KÖŞE YAZARLIĞI : • 22 Eylül 1994-31 Mart 2004 tarihleri arasında Aktüel dergisi... • 17 Aralık 1994-11 Ekim 1998 tarihleri arasında Yeni Yüzyıl gazetesi... • 9 Ocak 1999-20 Ocak 2001 tarihleri arasında Sabah gazetesi... • 17 Mart 2001’den beri Milliyet gazetesinde...
BELGESELLERİ : ● 1991 Demirkırat (Mehmet Ali Birand ve Bülent Çaplı ile birlikte) (10 bölüm) TRT’de yayınlandı. ● 1992 Cumhuriyetin Kraliçeleri (5 Bölüm) Show TV’de yayınlandı. ● 1993 Sarı Zeybek (1 Bölüm) Show TV’de yayınlandı. ● 1994 12 Mart (10 Bölüm) Show TV’de yayınlandı. ● 1994-1995 Gölgedekiler (6 Bölüm) Show TV’de yayınlandı. ● 1996-1997 Aynalar (10 Bölüm) Show TV’de yayınlandı. ● 1998 Yükselen Bir Deniz (4 Bölüm) Kanal D’de yayınlandı. ● 1999 “İsmet Paşa” Bülent Çaplı ile birlikte, (3 Bölüm) CNN Türk’de yayınlandı. ● 1999 “Zaten Tiyatro Dediğin Nedir ki?” (3 Bölüm) ATV’de yayınlandı. ● 2000 4. Nesil (10 Bölüm) NTV’de yayınlandı. ● 2000 Atatürk’ün Bankası (1 Bölüm) NTV’de yayınlandı. ● 2000 Köy Enstitüleri (2 Bölüm) ATV’de yayınlandı.
● 2001 Halef (1 Bölüm) CNN Türk’de yayınlandı. ● 2002 Fenerbahçe (3 bölüm) Kanal D’de yayınlandı. ● 2002 Nazım Hikmet Belgeseli (4 bölüm) CNN Türk’de yayınlandı. ● 2002 “O Gün” (11 Bölüm) CNN Türk’de yayınlandı. ● 2003 “Bir Yaşam İksiri: Nejat Eczacıbaşı” (2 Bölüm) Kanal D’de yayınlandı. ● 2004 Karaoğlan: Bir Ecevit Belgeseli (5 Bölüm) CNN Türk’de yayınlandı. ● 2004 Önce İnsan..! İnsan hakları belgeseli... ● 2004 Yüzyılın Aşkları (10 Bölüm) CNN Türk’de yayınlandı. ● 2005 Garip; Neşet Ertaş Belgeseli (3 Bölüm) Star’da yayınlandı. ● 2005 İlk Durak, Nebil Özgentürk’le birlikte, (2 Bölüm) CNN Türk’de yayınlandı. ● 2006 Yetiştik çünkü biz..! Mülkiye Belgeseli (4 Bölüm) CNN Türk’de yayınlandı. ● 2006 Çalıkuşları: Notre Dame de Sion’un Çocukları, (3 Bölüm) NTV’de yayınlandı. ● 2007 Lider Portreleri: (4 Bölüm) NTV'de yayınlandı.
KİTAPLARI : ● Demirkırat, (Mehmet Ali Birand ve Bülent Çaplı ile birlikte), Milliyet Yayınları, 1991. ● Sarı Zeybek, Milliyet Yayınları, 1994. ● 12 Mart: İhtilalin Pençesinde Demokrasi, (Mehmet Ali Birand ve Bülent Çaplı ile birlikte), İmge Yayınları,1994. ● Gölgedekiler, İmge yayınları,1995. ● Hayata ve Siyasette Dair, İmge yayınları, 1995. ● Yağmurdan Sonra, İmge Yayınları, 1996. ● Ergenekon, (Celal Kazdağlı ile birlikte), İmge Yayınları, 1997 ● Yarim Haziran, İmge Yayınları, 1998. ● Benim Gençliğim, İmge Yayınları, 1999. ● Köy Enstitüleri, İmge Yayınları, 2000.
● Nereye?, İmge Yayınları, 2001. ● Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor: Salih Bozok’un Anıları, Doğan Yayınları, 2001. ● Uzaklar, İmge Yayınları, 2002. ● Yükselen Bir Deniz, İmge Yayınları, 2002. ● Savaşta ne Yaptın Baba?, İmge Yayınları, 2003. ● Bir Yaşam İksiri: Dr. Nejat F.Eczacıbaşı, İş Bankası Kültür Yayınları, 2003. ● Mustafa Kemal Aramızda, (Ülkem Özge Sevgilier ile birlikte), Doğan Yayınları, 2003. ● Büyülü Fener, İmge Yayınları, 2003. ● Duvar, (Oğlu Ege ile birlikte yazdığı masal kitabı), Angora Yayınları, 2003. ● Yıldızlar, İmge Yayınları, 2004. ● Sedat Alp: İlk Türk Hititoloğun Yaşam Öyküsü, (Fatma Sevinç ile birlikte), Tüba Yayınları, 2004. ● Kırmızı Bisiklet, İmge Yayınları, 2005. ● Nazım Hikmet, İmge Yayınları, 2005.
● İlk Durak-İETT, (Nebil Özgentürk ile birlikte), Alfa Yayınları, 2005. ● Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla Vehbi Koç, Doğan Yayınları, 2006. ● Yüzyılın Aşkları, İmge Yayınları, 2006. ● Karaoğlan, (Rıdvan Akar ile birlikte) İmge Yayınları, 2006. ● İsmet Paşa, (Bülent Çaplı ile birlikte) İmge Yayınları, 2006. ● Yakamdaki Yüzler, İmge Yayınları, 2007. ● Ecevit ve Gizli Arşivi (Rıdvan Akar'la birlikte), İmge Yayınları, 2008. ● Ben Böyle Veda Etmeliyim, İsmail Cem, İş Bankası Yayınları, 2008. ● Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla Vehbi Koç, Yapı Kredi Yayınları, 2008. ● Anka Kuşu, İmge Yayınları, 2009. ● Mustafa, NTV Yayınları, 2009. ● Lüsyen, Can Yayınları 2010.
KİTAPLARINDAN SEÇMELER : ● Atatürk, dans etti Lüsyen’ le… Tevfik Fikret ona edebiyat dersi verdi. İnönü, evlerinde satranç oynadı. Nazım Hikmet, sofralarında yemek yedi. Kimler yok ki, bu belgesel romanın sayfaları arasında: Mehmet Akif’ten Victor Hugo’ya, Damat Ferid’den Oscar Wilde’a, Yahya Kemal’den Hindenburg’a, Necip Fazıl’dan, Karındeşen Jack’e… ● Can Dündar'ın "MUSTAFA" belgeselinin kitabı... " Bu , bir kitap olmanın ötesinde bir hatıra defteri... bir günlük... bir hayat muhasebesi... eşsiz bir yaşamın belgesi... Ömrü yollarda , savaşlarda , kavgalarda geçmiş bir liderin evrak-ı metrukesi..." Son 15 yılda resmi - özel arşivlerden derlenen,yakınlarından edinilen,toplanıp biriktiril ... ● Yıllar geçip de Irak saldırısının ateşi küllendiğinde siyasetçiler, askerler, diplomatlar, borsacılar, silah tüccarları, işadamları, sanatçılar, gazeteciler çocuklarından aynı soruyu duymaya başlayacaklar: "Savaşta ne yaptın?" Kiminin hafızasında emziğiyle ölmüş bir Iraklı bebeğin fotoğrafı olacak, kiminin hafızasında kızlarının başuc ...
● Atatürk' ün son 300 gününü ve ölümün hikayesini anlatan Sarı Zeybek belgeseli ilk kez 1993'ün Kasım ayında ekrana geldi. Gördüğü ilgi üzerine birkaç ay içinde 3 kez daha yayımlandı. Ardından video kaset olarak piyasaya çıktı. Türkiye'de ilk kez bir belgesel, bu kadar büyük satış rakamana ulaştı. Kaset, yurdun dört bir yanında ilk ve orta derece ... ● Ve ben, aslında harfiyen hatırlayarak dünün bol vakitlerini, doyumsuz sohbetlerini, telaşsız saatlerini, saadeti hüzünle yoğurarak geçtim ihtiyar adamın süzgecinden... Ben onu gemleyemedim, o demledi beni... Olgunlaştım, basarak üzerine birikmiş bütün yırtık takvim yapraklarının, yıllar yılı aynı çemberde dolanmaktan başı dönmüş akrep ve yelk ... ● 31 Mart'ta gericilerin üzerine Hareket Ordusu'yla birlikte yürüyen genç yüzbaşı, siyah cilt beziyle kaplı küçük not defterinin kareli sayfalarına sabit kalemle şunları yazdı:"Faziletli din âlimleri başımızın tacıdır. Fakat şahsi çıkarları ve adli menfaatleri için yalandan âlim kılığına bürünen birtakım çıkarcılar elbette kanun pençesinden kurtulama ... ● Kayıpsınızdır. Açık denizlerin sisli karanlığında pusulasız; bir ışığa, bir sese yalnız... umarsız... Kalabalığın ortasında bir başınasınızdır. Sonra birden, bir gong sesi yırtar karanlığı... Uzak bir fenerin ışığı aydınlanır önünüz sıra... Gözbebeklerinizi o ışığa kitler, gözkapaklarınızı kırpmadan ışığın çağrısına ko ...
HAYATINDAN KARELER: BULAŞIK ZAFERİ Bayıldığım fotoğraflardan biri... Burdur bedelliler tugayının Özel Tabur Ölçme Bölüğü bulaşık nöbetinde... Vatan görevinde beyaz önlükleri çekip bütün bölüğün bulaşığını yıkamışız. Yorgun ama mağruruz. Mesut (TRT’den tanırsınız), Uğur (Hollanda’daki dostumuz), ben ve büyük oyuncu Haldun... Gören de meydan savaşı kazandık sanır. SEÇ BİR OKYANUS Baktım ki askerlik fotoğrafları ilgi çekiyor, bir tane daha seçtim. Burdur 58. Topçu Er Eğitim Tugayı fotoğrafhanesi... Haldun ve Mesut’la çekimdeyiz. Asker fotoğrafçılarının raconuna göre kontrplaktan oyulmuş kalp şeklindeki delikten girip alttaki dünya haritasında nerede yaşamak istediğimizi işaretlememiz gerekiyor. Hepimize birer okyanus düşüyor. Çekim sırasında müthiş eğleniyoruz. Yüzümüzden belli değil mi?
NÜKHET DURU BÜROMUZDA Bu fotoğraf daha da eski... Arkasına tarihi not etmişim: “13.Şubat.1980.Çarşamba”... Yankı Dergisi’nin Ankara Konur Sokak’taki bürosu... Nükhet Duru, muhtemelen o dönem bizim dergide çalışan Hıncal Uluç’u ziyarete gelmiş; büronun erkekleri de zevkten dört köşe Duru’yla resim çektirmiş. En soldaki mini minnacık hocamız Nihat Subaşı... Hepimiz nasıl da mutlu görünüyoruz. Benim de ağzım kulaklarımda... 12 Eylül’e 7 ay var şunun şurasında... 7 ay sonra, fotoğrafta sağda görünen haritanın altındaki teleksten darbe haberini geçeceğiz bütün dünyaya... İLKOKUL DİPLOMA TÖRENİ 12 yaş hatırası... Burası Ankara Mimar Kemal İlkokulu’nun önü... Siyah önlüklerimiz, beyaz kolalı yakalarımız içinde heyecanlıyız. Çünkü o gün diploma alacağız. Bu fotoğraf, o gün çekilen bir filmden alındı. Arkada uzun boylu okul müdürünün yanındaki melek yüzlü kadın, sevgili öğretmenim Cuyibar Bölükbaşıoğlu... Ben mi? Orta sıradayım. Önsırada diz çökmüş gözlüklü kızın arkasında ellerini kavuşturmuş jön pozu veren benim... 12 EYLÜL GÜNLERİNDE... Bu fotoğrafı geçenlerde Saim, Anadolu Ajansı arşivinde bulup gösterdi. Hayret ettim. Hiç hatırlamadığım bir eski tanıdık, maziden çıkıp gelmiş gibi... Tarih: 22 Aralık 1980. 12 Eylül’den 3 ay sonra yani... Denktaş, Genelkurmay Başkanlığı’na geliyor. Komutanlar karşılıyor. Ve omzunda çantası, boynunda fotoğraf makinesiyle bir gazeteci hadiseyi görüntülemeye çalışıyor. Lakin “obje”ye değil, “objektif”e bakıyor nedense... Denktaş gençmiş; ben de...
MUDANYA HATIRASI 1999 yılı Haziran ayı... Burası Mudanya... ATV canlı yayın aracının içindeyiz. İmralı’daki Abdullah Öcalan yargılamasını izliyoruz. O dönem Ali Kırca’nın yönettiği ATV haberdeyim. Gerçekten heyecan verici günler... Öcalan’la ilk olarak 32. Gün için Bekaa Vadisi’nde görüşmüştüm. Yıllar sonra bu kez onu sanık sandalyesinde görüyorum. Tarihi bir duruşmaya tanık oluyoruz. (İmralı’daki medya için bkz: 17.6.1999 tarihli yazım) ESKİ TÜFEKLERLE Ören Sunar Sitesi’nde eski tüfekler arasında, “güneşin sofrasındayız.” 1997 Ağustosu... Sanıyorum Ufuk Uras (kendisi halen milletvekilidir) ile gitmiştik Ören’e... Kimler yok ki sofrada... Sol baştan: Halit Çelenk, Talip Apaydın’ın eşi Halise Apaydın, Ruhi Su’nun eşi Sıdıka Su, Talip Apaydın ve ÖDP’nin o günkü Genel Sekreteri Yıldırım Kaya... Sağ tarafta ise en başta Ayten Baştürk oturuyor; Abdullah Baştürk’ün eşi... yanında Şekibe abla (Çelenk), Ufuk Uras, ben ve Fakir Baykurt...) MÜSLÜM BABA İLE BAKÜ’DE Fotoğrafın tuhaflığına bakar mısınız: Önde ben; arkada Müslüm Baba; onun arkasında jiletsiz Azeri seyirciler... Burası Bakü... Yıl 1999... Aynalar belgeselinden sonra gelişen popüler kültür merakı, Müslüm Gürses’e yöneltmiş beni... Baba’nın peşinden ATV ile Bakü’ye gitmişiz. “İdman ve Konsert Kompleksi” denilen salonda şık ve ağırbaşlı bir kitle garip bakışlarla izliyor Müslüm Baba’yı... O da alışık olmadığı bu konser düzeninden şaşkın... Gezinin kazancı, Bakü’yü ve Baba’yı tanımak oluyor. (Meraklısı için konserin ayrıntıları, 7.7.1999 tarihli yazıda...)
NOKTA DERGİSİ Nokta demişken, o dönemden de bir hatıra fotoğrafı koyayım. 1985 yılında derginin Kızılay’daki bürosunda çok genç bir kadroyla görev başındayız. Soldan: Oya, Funda, Fatih, Pelin, Adem, Lütfü, Metin, Hıdır ve Nezih... Duvarda Atina’dan getirdiğim fotoğraflar asılı; demek bu fotoğraf Atina sonrası... Ben hala bıyıklıyım. Demek Londra stajı öncesi... AHMET TANER KIŞLALI İLE... Bu fotoğraf 1987’de çekilmiş olmalı... Ankara Konur Sokak’ta Milliyet için çıkardığımız Haftaya Bakış dergisinin bürosu... Patronumuz Mehmet Ali Kışlalı’nın yan odası... Ahmet Taner hocayla “yazılarımızı bitirene kadar çıkmamak üzere” odaya kitlenmiş durumdayız. Belli ki elektrikler kesik, masanın ortasında tüpgazlı aydınlatıcı duruyor. Ahmet Taner hoca, her zamanki sadeliğiyle gülümsüyor. Sağımdaki Serpil Gogen; Hıncal Uluç’un kızkardeşi... Solumda, M. Ali Kışlalı’nın oğlu Murat Kışlalı ve diplomasi muhabirimiz Jale Ersoy var. Zor, ama mutlu günler... ECEVİT’LERLE TAC MAHAL HATIRASI Ömrü boyunca Hindistan’ı okumuş, Hindistan’ı yazmıştı Ecevit... Ama gitmek kısmet olmamıştı Hindistan’a... Nihayet 2000 yılında o şansı buldu. Ama artık zor yürüyordu. Canı pahasına 40 derece sıcakta, doktor takibinde gezdi Hindistan’ı... Peşinde bir gazeteci ordusuyla... O gezide Tac Mahal’de bir hatıra fotoğrafı çektirdik birlikte... Mehmet Yılmaz’ı görüyorum arkada... Coşkun Kartal, Hasan Cemal, Ayşenur Aslan, Ümit Sezgin, Akif Bülbül, Muharrem Sarıkaya, Mehmet Çetingüleç, Emin Varol orada... Başbakan Ecevit anı defterine bir şeyler yazmak istiyor; ama artık eli kalem tutmuyor.
İLK ÖDÜL Bu fotoğraf 1981 yılından.... Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin ödül töreninde meslek hayatımın ilk ödülünü alıyorum. O ödül hala başucumda durur. Ödüllendirilen haberi 24 Kasım 1980 tarihli Yankı Dergisi’nde yazmıştım. “Şüpheli ölümler” ve işkence iddialarıyla ilgiliydi. Hayatta en iftihar ettiğim haberlerden biri... Tarihe dikkatinizi çekerim: 12 Eylül’ün üzerinden henüz 10 hafta geçmiş. Kimsenin yazamadığı günler... Fotoğrafta arkada görünen gözlüklü kişi ÇGD’nin o zamanki başkanı, bugünün CHP milletvekili Yılmaz Ateş. Ödülümü veren kim biliyor musunuz? Uğur Mumcu... ÇİN PRENSİ Haziran 2002... Çin Prensi, Pekin’de Yasak Şehir’deki tahtında poz veriyor. Sırtında ejderha kabartması, elinde uzun kılıcı var... Çekik gözleri, çıkık elmacık kemikleri ile “oralardan biri” havasını yakalamış. Bir de entarisinin altından kot pantolonu gözükmeseymiş. 32. GÜN ODASI Ocak 1990. TRT’nin 32. Gün odası... O zaman kullanılan 1 inch’lik bantlar bir zafer abidesi gibi yığılmış. Yorgun bir geceyarısı... Birand başta... Efsane yönetmenimiz Musa Çözen hemen onun yanında... Montajcımız Talip de Musa’nın yanında... Mithat, İngiltere’den dönüp gelmiş. Tek kızımız Neşe... Kanada’da şimdi... Yanında Metin Çorabatır; halen Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nde çalışıyor. Önünde Ali, yanında Mustafa var. Programın iki titiz adamı... Ve diğer montajcımız Hasan ile TRT Dış Haberler’den bir tıp doktoru: Kadri...
ÖDÜLLERİ : ● İstanbul Vefa Lisesi: En iyi yazar ● RTGD TV Oskarları: En iyi program ● Yıldız Teknik Üniversitesi: En iyi köşe yazarı ● A.Ü. Hukuk Fakültesi: En iyi program ● Kadir Has Üniversitesi: En has köşe yazarı ● İstanbul Üniversitesi: En iyi yazar ● Gazi Üniversitesi: En iyi program ● Ankara Özyurt İlkokulu: En iyi iletişimci ● Erciyes Üniversitesi: Yılın gazetecisi ● Prof. Dr. Mehmet Kaplan Sosyal Bilimler Lisesi: En iyi belgeselci
ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER : AŞK DA DEPREM GİBİDİRNe zaman kimi vuracağını asla bilemezsiniz. Gece yarısı aniden, dipten yükselen coşkulu bir dalga gibi kabarır içinizde. Toprak ayağınızın altından kayıyor gibi olur ve en hazırlıksız olduğunuz anda bütün şiddetiyle vurur. Sarsılır, neye uğradığınızı şaşırırsınız. Heyecan, korku, kararsızlık, cesaret, acı, öfke, hüzün, merhamet, şiddet kaplar bir anda dünyanızı. Eş dost yardıma koşsa da kolay toparlanamazsın. Bittiğinde ağır bir enkaz bırakır geride. Daha kötüsü, 'tamamen bitti' sandığınız sarsıntı, hafif bir şiddette artıcı şoklar halinde yıllarca sürebilir. Kalbinizdeki kırık hat ara sıra yoklar yeniden...
ÖZLEDİM SENİ... Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...Beynimi uyuşturuyor özlemin...Çok sık birlikte olmasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum.Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıpsürekli bir boşluğa dönüşüyor.Sabahlara seni okşayarak başlamaları, akşamları her işi bir kenara koyupseninle baş başa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü...Nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken... Ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken...Hasta olduğunda, o korkunç kriz gecelerinde günler, geceler boyu nöbet tuttuk başında... O şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek..."Atlattı" müjdesini kutlarken yorgun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi: "Yaşayamaz artık bu evde... Yüksek binalar ve beton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli... Ve kendine yeni bir hayat çizmeli..."Bilsen ne zor, gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana...Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unutmandan geçtiğini bilmek...Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmekve sana bunları söyleyemeden "Git artık" demek..."Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksınmutluluğa" demek sana ne zor... Sesimi, kokumu çekip alıvermek beyninden,sesin, kokun hala beynimdeyken...Seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızdabana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...Yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...Ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanınarka koltuğuna, birlikte güneşlendiğimiz onca yazı,yan yana titreştiğimiz onca kışı, paylaştığımız bunca acıyı,onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına,arkadan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...Ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızlauzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek...Yokluğunu beklemek, ne zor...Bunları düşündükçe, şu anda uzaklarda bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engelleri aşıp, terk edilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları, yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamakve yavaşça üzerini örtmek geliyor içimden...Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğedönüşmesinden hicran duyuyorum.Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terk etmişlere özgü bir terk edilme korkusunu da yüreğimin derinliklerinde duyarak sana koşmak,yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemekve "Dön bebeğim" demek istiyorum:"Geri dön... Kulüben seni bekliyor..."
İYİ DÜŞÜNÜN Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi? Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi? Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı? Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz? Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız? Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız? Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç? Ve siz onu hiç kokladınız mı?Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı?Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız? Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz? Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl? Çimlere uzandığınız oldu mu? Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç? Hiç suda taş kaydırdınız mı bu yıl? Kaç kez kuşlara yem attınız? Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı? Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz? Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı? Kaç kez mektup aldınız bu yıl? Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç? Kimseyle barıştınız mı bu yıl? Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez farkettiniz bu yıl? İyi bir yılın, bunlar gibi birçok "küçük şeye"e bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü bu yıl? Yayılın çimenlerin üzerine Acele edin. Er veya geç Çimenler yayılacak üzerinize
Bu arada imparatorluk devriliyor, cumhuriyet kuruluyor. Hamid iki devrin de adamı olabiliyor. Aslında o bir anti-kahraman, sevemiyorsunuz. SON KİTABI ‘LÜSYEN’ HAKKINDA : “Lüsyen’in arşivi gelirse kitabı baştan yazacağım” Şair-i Azam Abdülhak Hamid-Lüsyen Hanım aşkının romanını yazan Can Dündar: “Belçika’da bir tavan arasında Hamid’in Lüsyen’e yolladığı bazı mektuplar var. Gerçek Hamid o mektuplarda...” Zannetmeyin ki, Lüsyen Hanım’la Abdülhak Hamid’in aşkını anlatan 550 sayfalık “Lüsyen” romatizmin doruklarında bir öykü. Belki öyle başlıyor. Kız 18 yaşında, adam 60... Kız her şeyi bırakıp geliyor adama, evleniyorlar, adam ona Osmanlı’nın görkemini yaşatıyor. Buraya kadar iyi. Sonra Lüsyen bir İtalyan kontun peşinden gidiyor, onunla evleniyor. Hamid de razı geliyor bu evliliğe. Bu arada Lüsyen’le Hamid’in arasındaki tutku dolu mektuplaşma devam ediyor. “Efendiciğim”le başlayıp “Babacığım”la devam eden mektuplar... Kitabın yazarı Can Dündar’la söyleşide Lüsyen konusunda ters düştük. O, Lüsyen’in çıkarları peşinde Hamid’le kaldığını düşünüyor. Ben ise ona bunca şeye mal olan bir adama ancak gerçek aşkla bağlı olacağına inanıyorum. İsterse dünyanın en güzel şiirlerini yazsın; gittikçe huysuzlaşan, hayatında her daim birden fazla kadına yer açan bir adamı sevmeye devam etmek kolay iş değil. 1966 yılında yapayalnız yaşadığı evinde, yatağının önünde ölüsü bulunduğunda baş ucunda Abdülhak Hamid’in fotoğrafı ve çerçevelenmiş şiirleri duruyordu. “Lüsyen”, Can Dündar’ın iğneyle kuyu kazarak var ettiği, aşkın tariflerini zorlayan bir yaşamın kitabı.
“Kitap bitene kadar sakalımı kesmedim” “Bu kitapla “Hayatta ne yapmak istiyorum?” sorusunun cevabından biraz daha emin oldum. Temmuz ve ağustos kendime çok şaştığım aylar oldu. “Kitap bitene kadar sakalımı kesmeyeceğim” diye ahdettim. Sonunda kendimi görünce şaşırdım. Önceki yaz oturmuştum bilgisayarın başına. Geçen yaz da iki ay Bodrum’da neredeyse hiç dışarı çıkmadan yazdım. “Nihayet” dedim, “Asıl yapmak istediğim şeyi yapıyorum.” Evdekilerin de çok hoşuna gitti. İlk önce eşim okudu. Oğlum da şiir yazıyordu, onunla birlikte sabahladık. O bana, ben ona yazdıklarımızı okuduk.” “Lüsyen Hanım’ın mezar taşı bile yok, ben yaptırmak istiyorum” “Çözemediğim konulardan biri de Hamid öldükten sonra Lüsyen’in İstanbul’da kalmaya devam etmesi. Hamid öldükten sonra Türkiye Lüsyen’i unutmuş gibi görünüyor. Müthiş bir kimsesizlik, cenazesinde kimse yok. Bir mezarı bile yok neredeyse. Lüsyen Hanım’ın mezarına kitap baskıya girdikten sonra gittim. İnanamadım. Sadece bir tümsek... Ne bir mezar yapılmış ne bir taş dikilmiş. Ben yaptırayım diye düşündüm. Bu kadınla iki yıldır birlikteyim ve ona bir gönül borcum var. Hamid’in mezarıyla onunkini karşılaştırınca bir kez daha gördüm ki, tarih kadınlara çok büyük haksızlık etmiş. O şiirlerin ne kadarı Hamid’e ait, ne kadarı Lüsyen’in katkısı, kimse bilemez.”