671 likes | 2.35k Views
Sosyoloji Nedir?. Sosyoloji, “insanın toplumsal yaşamının, insan grupları ile toplumlarının bilimsel incelemesidir”. ( Giddens , 2008:38), modern toplumlarda insan gruplarının ve toplumsal yaşamın sistematik ve planlı olarak çalışılması” ( Browne ,1998:1)
E N D
Sosyoloji Nedir? Sosyoloji, “insanın toplumsal yaşamının, insan grupları ile toplumlarının bilimsel incelemesidir”. (Giddens, 2008:38), modern toplumlarda insan gruplarının ve toplumsal yaşamın sistematik ve planlı olarak çalışılması” (Browne,1998:1) “insan toplumlarının ve toplumu oluşturan gruplardaki insan davranışlarının bilimsel olarak incelenmesidir” (Kornblum ve Smith 2008:4)
Sosyoloji Nedir? • Sosyoloji makro düzeyde toplumsal kurumların ya da toplumların yapısını ve değişimini, mikro düzeyde grupları, gruplar arasındaki etkileşimi ve toplumsal rolleri inceler (Kornblum, 2008:5-6). • Yüz yüze etkileşim hâlindeki gündelik davranışların incelenmesine genellikle mikrososyoloji, siyasal sistem ya da ekonomik düzen gibi büyük ölçekli toplumsal düzenlerin çözümlenmesine ise makrososyolojiadı verilir (Giddens, 2008:60).
Sosyolojinin Önemi: • Kültürel farklılıklar hakkında, bizim toplumsal dünyayı birçok bakış açısından görebilmemizi sağlayan bir farkındalık sağlar. • Kendi kendimizi aydınlatabilmemizi, kendimizi daha iyi anlayabilmemizi sağlar. • İçinde bulunduğumuz toplumu analiz ederken kendimizi daha sağlıklı bir yerde konumlamamıza yardımcı olur. • Tarihi, siyasi ve ekonomik ilişkilerin arkasında cereyan eden toplumsal olayları anlamamızı kolaylaştırır.
SOSYOLOJİNİN TEMEL KAVRAMLARI • Toplum: Toplum, belirli bir kültürü ve bir takım toplumsal kurumları paylaşan insanlar arasındaki ilişkilerden meydana gelir. Başka bir deyişle toplumu oluşturan şey bireylerden çok bireylerin arasındaki ilişkiler, paylaştıkları değerler ve davranış kalıplarıdır. • Toplumsal Grup: üyeleri arasında ortak amaç ve çıkarlar olan, üyelerinin karşılıklı ilişki içinde olduğu ve bir sürekliliği olan insan topluluğudur (Özkalp, 2007:257). Toplumsal gruplara örnek olarak aile, bir sınıftaki öğrenciler, arkadaşlar, bir iş yerinde birlikte çalışan insanlar verilebilir.
Toplumsal Rol: her statüdeki insanın belirli bir şekilde davranmasını bekler ve bu davranış rol olarak adlandırılır. Roller, toplumdaki statüye uygun hak ve ödevlerden meydana gelir. Bütün insanlar bir takım statülere (anne, öğretmen, sınıf annesi, komşu, polis vs) sahip olur ve bunların hepsi kendi rolünü içinde taşır. • Rol Çatışması: Toplum içerisinde birçok role sahip olan bireyin bu rollerinden birinin başka bir rolüyle çatışması.
Rol Çatışmasına Örnek: bir baskında suçluların arasında kendi çocuğunu gördü- ğünde rol çatşması yaşayacaktır. iyi bir baba gibi davranırsa iyi bir polis gibi dav- ranmamış olacak, iyi bir polis gibi davranırsa iyi bir baba gibi davranmamış olacaktır (Coser, 1983:86-87).
Değer: Değerler, davranışlarımızı yargılarken ve hayattaki amacımızı seçerken başvurduğumuz; toplumsal olarak paylaşılan, amaçlarımızı ve davranışlarımızı belirlemede bize neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyleyen standartlardır (Coser, 1983:69; Bozkurt, 1999:93). Değerler toplumdan topluma değişebilir. • Örnek:Alçakgönüllülük mütevazilik bir toplumda değerliyken, rekabetçi bir toplumda mütevazilik bir zayıflık göstergesi olabilir.
Norm: Normlar, belirli durumlarda insanların nasıl davranmaları gerektiği konusunda yaptırımı olan beklentilerdir (Bozkurt, 1999:101). Normlar, değerlere dayalı olarak geliştirilen kurallardır. Örneğin toplumun önemli değerlerinden biri dürüstlükse, yalan söyleme davranışı yaptırımı olan kurallarla engellenmeye çalışılır. 3’ gruba ayrılır.
1-) Halk Yordamı Normlar: nispeten zayıf normlardır. Uygun kıyafet giymek, yemeği düzgün yemek, selam verilince almak gibi kurallarda görülür ve yaptırımları şiddetli değildir. • 2-) Örfi Normlar: Örfler toplumun güçlü ve önemli normlarıdır, toplumun üyeleri tarafından toplumun devamlılığı için bu normlara uyulmasının şart olduğu düşünülür ve yaptırımları son derece ağırdır. Yamyamlık, ensest ya da cinayet, örfe örnek verilebilir.
3-)Yasalar: Yasalar, toplumun siyasal otoritesi tarafından tasarlanan, sürdürülen ve dayatılan yazılı normlardır. Yasalar, hız sınırını aşmaktan vergi ödememeye, uygun olmayan yerlere çöp dökmekten cinayete kadar birçok davranışa ilişkin yaptırımı olan kurallardır. • Yaptırım: toplumun üyelerinin normlara uymasını sağlamak için kullanılan, kurala aykırı davranılması hâlinde öngörülen sonuçtur. Başka bir deyişle toplumsal olarak onaylanan standartlara uyumu sağlamak için kullanılan araçlardır. Yaptırımlar, beklentilere uyan davranışların ödüllendirilmesi gibi olumlu ya da beklentilere uymayan davranışların cezalandırılması gibi olumsuz olabilir (Marshall, 1999:810).
Toplumsal Olgu: Toplumsal gerçeklik olarak da adlandırılan toplumsal olgu, toplumsal olayların tekrar etmesiyle doğan, mekandan ve zamandan bağımsız kavramlardır. • Örnek 1: Ahmet ile Ayşe’nin evlenmesi bir toplumsal olayken evlilik bir toplumsal olgudur. • Örnek 2: Ali’nin işsiz olması toplumsal bir olgu değildir. Ama toplumda işsizlik belli başına bir durum/problem arz ediyorsa bu bir toplumsal olgudur.
Toplumsallaşma (Sosyalleşme): • Bireylerin üyesi oldukları topluma ait değerleri, tutumları, bilgi ve becerileri, kısacası o toplumun kültürünü öğrendikleri etkileşim süreci toplumsallaşma olarak adlandırılır. • Birey, doğumundan itibaren aile, öğretmenler, arkadaşlar, meslektaşlar gibi davranışlarına yön veren diğer insanlarla etkileşime girerek toplumsal rolleri, norm ve değerleri öğrenir. Toplumsallaşmanın iki fonksiyonu vardır, bunlardan biri benliğin gelişmesini sağlamak, ikincisi ise kültürün bir nesilden diğer nesle aktarılmasını sağlamaktır. Toplumlar, değerlerini, toplumsal davranışlarını, kültürel miraslarını nesilden nesle aktararak kendilerini yeniden üretirler (Coservd.,1983:106). • Toplumsallaşma aracılığıyla her toplum, her yeni neslin o toplumun değerlerini ve normlarını öğrenerek büyümesini, böylece toplumun kendisinden beklediği davranışları yerine getirmesini sağlar.
Anna Örneği: (KingsleyDavis) • Çalışmadaki çocuklardan biri olan Anna, gayrimeşru bir çocuktu ve annesi bu nedenle doğduğu günden beri onu tavan arasında saklamıştı. Anna diğer insanlarla nadiren karşılaşmış ve çok düşük düzeyde bakım görmüştü. Altı yaşında bulunduğunda Anna konuşamıyor, yürüyemiyor ve kendi kendine yemek yiyemiyordu. Kendisine yönelik konuşmalara cevap, davranışlara tepki vermiyordu, bu nedenle başlangıçta sağır ve kör olduğu zannedilmişti. Anna’nın gördüğü fiziksel ve zihinsel zarar kolaylıkla onarılamamış, dört yıllık eğitimden sonra Anna zar zor yürüyebilir, birkaç kelime konuşabilir ve oyuncak bebeğine ilgi gösterir hale ancak gelebilmişti. 11 yaşınnda öldüğünde Anna ancak 2 ya da 3 yaşında bir çocuğun seviyesine ulaşabilmişti (Coser, 1983:107). Bu örnek toplumsallaşma sürecinin toplum açısından olduğu kadar bireyin gelişimi açısından da son derece önemli bir süreç olduğunu göstermektedir.
SOSYOLOJİK İMGELEM (SOSYOLOJİK BAKIŞ AÇISI) • Wright Mills’in ortaya attığı sosyolojik imgelem (imagination) kavramsallaştırması, yaşamlarımızın (bireysel), toplumsal ve tarihsel boyutları arasındaki bağlantıları göz önünde bulundurmayı ifade eder. Sosyolojik imgelem bizim yalnızca bireyi ilgilendirir görünen pek çok olayın gerçekte daha geniş sorunları/anlamları yansıttığını görebilmemizi sağlar.
Kahve Örneği: Kahve sadece bir içecek değildir. Sosyolojik imgelem yoluyla kahve içmenin bir çok anlamı olabilir. • 1-) gündelik toplumsal etkinliklerimizin bir parçası olarak simgesel bir değer taşır. Toplumsal bir etkileşimin ve törenin sembolü olarak görünür. Bir fincan kahvenin kırk yılı hatırı vardır gibi • 2-) Keyif verici bir maddedir. • 3-) Ekonomik ve ve toplumsal ilişkiler kümesinin içinde yer almak.
4-)Siyasal bir içerik kazanması. Üçüncü dünya ülkelerinde en çok üretilmesi fakat birinci dünya ülkelerinde en fazla tüketilmesi kahvenin ülkeler arası bağımlılığın bir göstergesi olması. • 5-) Kültürler arası değişimin göstergesi. Batı kökenli bir içecek olmamasına rağmen Kahvenin Avrupa’nın sömürge politikaları neticesinde Afrika’dan, Güney Amerika’dan Avrupaya taşınması gibi.
Sosyolojik İmgelem Örnek 2: Boşanma kişisel bir sorun gibi görünse de boşanmanın bir toplumda yaygınlık kazanmış olması bizleri sosyolojik imgelem vasıtasıyla boşanmanın bir tür toplumsal sorun olduğu gerçeğine götürür. İşsizlik, başörtüsü sorunu, vs. de Sosyolojik imgelem yoluyla toplumsal bir problem olarak algılanılabilir.
Sosyolojide İlk Kuramcılar 1-)AugusteComte: (1798-1857) • “sosyoloji” kavramını icat etmiş ve sosyolojide pozitivist sosyoloji olarak bilinen geleneği kurmuştur. Bu nedenle bazı çevrelerde Comte sosyolojinin kurucusu ola- rak kabul edilir.
Sosyolojide Comte tarafından geliştirilen pozitivist yaklaşım toplumsal yaşamın doğal yaşama benzer bir nesnel gerçekliği olduğu yönünde temel bir varsayıma dayanır. Bu aç›dan pozitivizm doğa bilimlerinde kullanılan niceliksel bilgiye dayalı bilimsel yöntemin sosyal bilimlerde de kullanılabileceğini savunur. Bu yönteme göre yalnızca gözlenebilen, ölçülebilen ve sınıflanabilen olguların bilimsel bir gerçekliği vardır ve toplum hakkındaki doğru gerçekler ancak bilimsel yöntemlerle keşfedilip analiz edilebilir. • Comte fiziksel dünyada olduğu gibi (örneğin, yer çeki- mi yasası), toplumsal dünyada da olayları temellendiren belirli toplumsal yasalar olduğuna inanıyordu. Bu nedenle doğa bilimsel yöntemlerle bu yasaların keşfedilebileceğine ve topluma daha iyi yön verilebileceğini savunuyordu. • Bu bağlamda Toplumsal Fizik terimini ilk kullanan düşünür AugusteComte’dur.
AugusteComte toplumu evrimci bir bakış açısıyla açıklar ve geliştirmiş olduğu evrimsel modelle insan düşüncesi ve insan toplumlarının üç temel aşamadan geçerek ilerlediğini dile getirir. Buna 3 aşama yasası denir. 1-)Teolojik Aşama: insan düşüncesi her şeyi doğaüstü güçlerle açıklamaya çalışır. 2-)Metafizik Aşama: insan düşüncesi sosyal veya fiziksel tüm olgu ve olayları soyut güçlerle açıklamaya çalışır.
3-) Pozitif Aşama: insan düşüncesi nihayet bütün olgu ve olayları bilimsel (evrensel yasalara dayalı) olarak açıklamaya çalışır. Comte’a göre bu aşamada insan düşüncesi pozitif bilim sayesinde doğaüstü ve soyut güçleri reddederek gözlemlenebilen olgular arasındaki mevcut ilişkileri açığa çıkarmaya ve bu ilişkileri evrensel yasalar içerisinde sistemleştirmeye çalışır. Ulaşılabilecek en üst aşamadır. Din ve metafiziğin yerini pozitivizm almıştır.
2-) Emile Durkheim (1858-1917): • Durkheim toplumu bir bütün oluşturmak amacıyla farklı işlevler üstlenmiş parçalardan oluşan biyolojik bir organizmaya benzetir. Bu açıdan da toplumun onu oluşturan bireylere indirgenemeyecek nitelikte bağımsız bir gerçekliği olduğunu düşünür. • Durkheim çalışmalarında toplumun bireylerden bağımsız bir gerçekliği olduğunu savunmakla kalmaz ayrıca bireylerin üstünde (yani bireylerden daha önemli) ve üzerinde bir gerçekliği olduğunu da savunur. Toplumun bireyler üzerinde kolektif nitelikteki toplumsal olgular (gerçeklikler) aracılığı ile yaptırım gücüne sahip olduğunu vurgular.
Durkheimde Sosyoloji: • Örnek: 11 Kişiden oluşan bir futbol takımını var eden şey 11 tane bireyin bir araya gelmesi değildir. Önemli olan bireyler arasındaki ilişkilerdir. Tek tek bir futbolcunun anlamı yoktur ama 11 kişiden olan bir takımın sosyolojik anlamı vardır. Dolayısıyla takım bireylere indirgenemez ve futbol takımının (olgu bazında) birey üstü bir gerçekliği vardır.
işlevselci bir toplum modeli benimseyen Durkheim için toplumsal düzen ve dayanışma bir toplumun işlevsel öncelikli gereksinimlerinin en başında gelmektedir. • Ona göre toplumda düzen ve dayanışmanın kaynağı işbölümü ve uzmanlaşmadır. İş bölümü arttıkça bireylerin birbirlerine olan bağımlılığı da artmaktadır. • Durkheim evrimci işlevselci bir bakış açısı sergilediği Toplumsal işbölümü adlı çalışmasında hem toplumsal düzen ve dayanışmanın hem de toplumsal değişmenin sırasıyla mekanik ve organik adı altında iki farklı ideal tipinden söz eder.
Mekanik Dayanışma: • benzeşmeye dayalı basit bir iş bölümünün olduğu geleneksel toplumlarda söz konusudur. Bu düzen ve dayanışma tipinde kolektif bilinç ve kolektif kimlik bireysel bilinç ve kimliklerden daha güçlü ve baskındır. • Organik Dayanışma: farklılaşmaya dayalı karmaşık bir iş bölümü ve uzmanlaşmanın olduğu modern toplumlarda söz konusudur. (Sanayi tipi toplumun oluşmasını sağlayan dayanışma modeli).
Durkheim’in İntihar İncelemesi: • psikolojik nedenlere bağlı bireysel bir eylem gibi görünen intiharın bile aslında nasıl toplumsal nedenlere bağlı bir toplumsal olgu olduğunu intihar oranlarındaki değişmeleri inceleyerek kanıtlamaya çalışır. Buna göre farklı toplumsal koşullara sahip gruplarda intihar oranları da farklılaşmakta ve özellikle hızlı toplumsal değişmelerin yaşandığı dönemlerde intihar oranları değişmektedir. Bu da intiharın toplumsal nedenlere bağlı bir toplumsal olgu olduğunu göstermektedir. • Durkheim intiharı bütünleşme ve düzenleme şeklinde iki bağımsız değişkenle açıklar. Bir toplumda her iki değişkenin aşırı düzeyde ya da yetersiz düzeyde bulunması intihara yol açar.
Durkheim toplumsal gruplarla güçlü bir biçimde bütünleşen, istek ve hedefleri toplumsal normlar tarafından düzenlenen insanların intihara kalkışma olasılıklarının daha düşük olduğuna inanıyordu. Bütünleşme ile düzenlemenin görece var olmasına ya da olmamasına bağlı olarak dört tür intiharı tanımlamıştır.
1-)Bencil İntiharlar: Toplumla düşük biçimde bütünleşme ile nitelenir ve birey yalıtılmış ya da bir grupla olan bağları zayıflamış ya da kopmuş olduğunda gerçekleşir. Örneğin dini gruplar arasındaki (katolikler) intiharların nispeten düşük olması. • 2-) Anomik İntihar: Bir toplumsal düzenlemenin olmadığı durumlar yol açar. İnsanların toplumdaki hızlı değişme ya da istikrarsızlık yüzünden ‘normsuz’ kaldıkları anomik toplumsal koşullara gönderme yapmaktadır.
Normlar ve İstekler için sabit bir referans noktasının ortadan kalkması kişinin koşulları ile istekleri arasındaki dengeyi bozabilir. **Anomik: Süreklilik duygusunu kaybetmekte olan, kişisel ve toplumsal yükümlüklerini ve bağlarını yitirme durumunda olan bireyin yaşadığı ruhsal boşluğa denir.
3-) Özgecil İntihar: Bir bireyin ‘aşırı bütünleşmesi’ durumunda –toplumsal bağların çok güçlü olduğu- ve toplumu kendisinden daha değerli tuttuğunda gerçekleşir. Böyle bir durumda, intihar ‘daha yüce bir iyilik’ için bir fedakarlık haline gelir. Japon kamikaze pilotları ya da islamcı intihar komandoları özgecil intihar örneklerindendir.
4-) Kaderci İntihar: Bireyin yaşamının toplum tarafından gereğinden çok düzenlendiğinde ortaya çıkan intihar türüdür. Bireyin baskı altında tutulması, kader ya da toplum karşısındaki güçsüzlük duygusuna yol açar ve bireyin intiharına yol açar.
3-) KARL MARX (1818-1883) • Sosyolojide on dokuzuncu yüzyılda Karl Marx tarafından geliştirilen ve tarihsel materyalizm olarak bilinen teorinin önemli bir etkisi olmuştur. Marx, görüneni değil görünenin ardında yatan toplumsal dinamikleri açığa çıkarmayı amaçlayan eleştirel bilim yaklaşımına yakın bir bilim anlayışına sahiptir.
Marx’ın materyalist tarih felsefesine göre insanların varlıklarını bilinçleri belirlemez aksine toplumsal varlıkları bilinçlerini belirler. • Ona göre insan yaşayabilmek için öncelikle yiyecek, giyecek, barınacak yer ve benzeri materyal şeyler üretmek zorundadır. Ancak Marx’a göre insan bunu ancak toplumsal emek aracılığı ile yapabilen ve bu sayede hem kendini hem de toplumu üretebilen sosyal bir varlıktır.
Marx’ta Toplumsal Değişme: Marx’a göre toplumlar bugüne kadar (Sanayi Devrimi toplumuna kadar) 4 değişik aşamadan geçerek son aşamaya yani komünist aşamaya geçecektir. Bunlar; 1-) İlkel Komünal Toplum 2-) Köleci Toplum 3-) Feodal Toplum 4-) Kapitalist Toplum 5-) Komünist Toplum
İlkel Komünal Toplum:Komünist eşitlikçi toplumdur. Özel mülkiyetin olmadığı bu toplumda toplum sınıf merkezli inşa edilmemektedir. • Köleci Toplum: Köle sahibi olanlarla köle konumunda olanlardan oluşan bir toplum düzeni mevcuttur. Özel Mülkiyetin ilk tohumları bu toplumda atılmaktadır. • Feodal Toplum: Toprak sahipleri ile serflerden oluşan toplum biçimidir.
Kapitalist Toplum: Tüccar ve zanaatkarların (Burjuva) ortaya çıkmasıyla son bulan Feodal Toplumdan sonra ortaya Çıkmış toplum şeklidir. Kapitalist üretim biçimine sahip olan bu toplumda üretim araçlarına sahip olanlar (Burjuva) ve bu araçlardan mahrum olanlar(Proleterya/İşçi sınıfı) toplumun temel dinamiklerini oluşturmaktadır.
Komünist Toplum: Burjuva Sınıfına karşı İşçi sınıfının yapacağı devrimle geçilecek nihai toplum biçimidir. Sınıfların olmadığı, herkesin yeteneğine göre ürettiği ve herkesin ihtiyacına göre üretimden pay alacağı ekonomik bir düzenin olduğu toplumdur. • *** Marx’ ta toplumsal değişme ilkel toplumdan köle toplumuna geçişte olduğu gibi evrimsel bir süreçle geçilebileceği gibi Kapitalist toplumdan Komünist topluma geçişte görüldüğü gibi devrimle de olabilir.
Toplumu değiştiren en önemli unsur insanların benimsedikleri düşünceler ya da inançlar değil. Bunun yerine, toplumsal değişmenin birincil nedeni ekonomik etkilerdir. İlkel komünist toplumlar hariç diğer bütün toplumlarda sınıflar mevcuttur. Dolayısıyla Marx’a göre ‘bütün insanlık tarihi, sınıf çatışmalarının tarihidir’.
Toplumsal Sınıf Analizi: Marx’ta toplumsal değişme kendi ifadesiyle farklı üretim biçimleriyle karakterize edilen diyalektik bir süreç izler. Bu diyalektik değişme sürecine göre toplumsal tarih çelişkiler taşıyan bir süreçtir ve bu bakımdan her üretim biçimi kendi içinde taşıdığı çelişkiler tarafından başka bir üretim biçimine dönüşür. Marx tarihsel gelişme sürecinde ortaya çıkan son çelişkili üretim biçimi olarak tanımladığı burjuva (veya kapitalist) üretim biçimine özel bir önem atfeder.
Kapitalist üretim biçiminde/ Kapitalist toplumda iki tür sınıf vardır. Bunlar; • Üretim araçlarına sahip olan Burjuva ve bu üretim araçlarından mahrum kalan Proleterya yani işçi Sınıfıdır. • Marx’a göre kapitalist üretim tarzının çelişkileri sonucunda Kapitalist toplum işçi sınıfının yapacağı devrimle son bulacak ve yerine sınıfsız komünist toplumlara geçilecektir.
MAX WEBER (1864-1920): Weber pozitivistlerin aksine sosyolojide doğa bilimlerinde kullanılan yöntem ve kavramların aynısının kullanılmasına karşı çıkmaktadır. Ona göre düşünebilme yetisine sahip olan insan toplumsal yaşamda başkalarının düşüncelerini ve tepkilerini de hesaba katarak hareket eden kültürel bir varlıktır. Kültürel varlıklar olarak biz insanlar toplumsal yaşamda genellikle belirli değerlere yönelik olarak hareket ederiz. Bir başka ifadeyle toplumsal yaşamda genellikle başkalarına yönelik olarak belirli anlamlar taşıyan eylemlerde bulunuruz.
İşte bu açıdan Weber’e göre insan eylemi ‘toplumsaldır’ ve bu nedenle toplumsal eylemi açıklamaya yönelik her çalışmanın öncelikle toplumsal eylemi temellendiren anlamı anlaşılır kılması gerekmektedir. • Marx’tan farklı olarak tarihin materyalist yorumunu reddetmiş ve sınıf savaşını, Marx’ın düşündüğünden daha az önemli diye görmüştü. Weber’e göre ekonomik etkenler önemlidir ama düşünce ve inanç da aynı şekilde toplumsal değişme üzerinde etkilidir.
Weber’in sosyolojik bakış açısının önemli bir bileşeni, ideal tip düşüncesidir. İdeal tipler, dünyayı anlamak için kullanılabilen kavramsal ya da analitik modellerdir. İdeal tipler sabit referans noktaları hizmeti görürler. • Weber sosyolojik analizinin temeli olarak gördüğü ideal tipleri bütün çalışmalarında kullanır. Dolayısıyla Weber’de ideal tip bir anlamda sosyolojik bir metodolojidir.
Toplum analizinde toplumsal eylemleri ve buna paralel olarak toplumsal ilişkileri ve toplumsal oluşumları da tipleştirir. Toplumsal eylemi analiz etmek üzere geliştirdiği eylem tipolojisinde Weber geleneksel, duygusal, değerle ilişkili akılcı ve amaçsal akılcı olmak üzere dört toplumsal eylem tipinden söz eder. • Toplumsal oluşum tipolojisinde de otorite ve örgüt tiplerinden söz eder. Burada da Weber toplumsal eylem tipolojisine büyük ölçüde paralel olarak geleneksel otorite, karizmatik otorite ve yasal-ussal otorite olmak üzere ideal tipte üç otorite ve örgüt biçiminden söz eder.
1-)Geleneksel Otorite: Değerler ve inançların otoriteyi belirlediği bir otorite çeşididir. • Önderlerin inançları kutsal sayılmaktadır. Geleneksel otorite de sadakat esas alınır. Çoğunlukla babadan oğula geçmektedir. Dolayısıyla yönetimde akrabaları, tanıdıkları, yakınları gözetme şansı bulunmaktadır.
2-) Karizmatik Otorite: • Meşruiyetini olağanüstü olaylardan almaktadır. Yani karizmasından almaktadır. Liderin karizmatik özelliklere sahip olması ona karşı bağlılığı arttırmaktadır. Kritik zamanlarda mevcut sistem işlemez hale gelmektedir. Bu buhranlı dönemlerden kurtulmak için karizmatik liderler ortaya çıkarılır. • Karizmatik lider kurulu olan düzeni yıkar. Yeni yaşam yolları açmaya çalışır. Eski sistemi yıkarak başka bir sistem ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Kendisi öldüğü zamanda arkasından gelenler onun koymuş olduğu sistemi kutsallaştırırlar. Böylece bu sisteme karşı gelme imkansızlaşır.
3-) Yasal/Ussal Otorite: • Yasal otorite de ise insan önemli değildir. Önemli olan bulunduğu pozisyondur. İnsanlar görevleri gereği bir takım işleri yapmaları gerekmektedir. Otoritenin yapısı yasal kurallar etrafında değişmektedir. Her türlü işler, yönetmelikte yazan kurallara bağlanmaktadır. Kadrolar belirlenmektedir. Bu da kurallar sayesinde olur. Kurallar konularak ona göre otorite sağlanmaya çalışılır. Yasal otorite modern toplumlarda hakim olan bir otorite tarzıdır.
WEBER’de Ussallaşma: Weber’e göre aklcı/rasyonel eylem açıkça belirlenmiş bir amaca kilitlenmiş ve bu amaca ulaşmayı sağlayacak en uygun araçları seçmiş hesaplı ve planlı düşünmeye dayalı bir eylem tipidir. Bilimin, modern teknolojinin ve bürokrasinin gelişimi Weber tarafından toplu bir biçimde ussallaşma, toplumsal ve ekonomik yaşamın etkinlik ilkelerine göre ve teknik bilgiye dayanarak düzenlenmesidir.
Sanayi toplumlarında insanların hurafe, din, töre ve uzun süredir varolan alışkanlıklarına dayanan geleneksel inançlardan uzaklaşmışlar ve bunun yerine aklı ön plana çıkarmışlardır. • Weber bürokraside de aynı mantığın işlemesi neticesinde insanlar daha çok akılcı ve ussal davranmaya başladığını dile getirir.
Böyle bir toplumda (Sanayi toplum ve kapitalist toplum) egemen olan şey, Marx’ın inandığı gibi sınıf savaşımı değil, bilim ile bürokrasinin gelişmesidir. • Fakat Weber Ussal/yasal yöntemlerle gelişen çağcıl toplumların katı yasalara ve kurallara bağımlı işlemesini demokrasi adına olumsuz değerlendirmektedir. Esneksiz yasaların bürokraside uygulanması Weber’in Demir Kafes diye nitelendirdiği katı bürokratik anlayışı yansıtmaktadır.