180 likes | 524 Views
Medeni Yargılamaya Ait İlkeler. Doç.Dr.Abdullah Demir Zirve Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Medeni Yargılamaya Ait İlkeler Açıklık ( Alenîlik ).
E N D
Medeni Yargılamaya Ait İlkeler Doç.Dr.Abdullah Demir Zirve Üniversitesi HukukFakültesi
Medeni Yargılamaya Ait İlkelerAçıklık (Alenîlik) Yargılamanın temel ilkelerinden birisi olan yargılamanın açıklığı, isteyen herkesin duruşmaları ve davanın diğer aşamalarını izleyebilmesi anlamına gelmektedir. Ancak genel ahlaka ve kamu güvenliğine ilişkin durumlar söz konusu olursa duruşmaların bir kısmı ya da tamamı gizli olarak yapılabilir. Yargılamanın herkese açık olması, insanların adalete olan güvenini artırdığı gibi hâkimlerin daha dikkatli görev yapmalarını da sağlamaktadır.
Yargılamada açıklık ilkesi Mecelle’de“Hâkim muhakemeyi alenen icra eder. Fakat kable’l-hüküm ne vechile hükmedileceğini ifşâ etmez.” şeklinde düzenlenmiştir. Yargılama ve kararın açıklanması (tefhimi) insanlara açık bir şekilde yapılmakla birlikte hükmün müzakeresi gizli yapılır. Hâkimin bilirkişi, müftü, müşavir gibi kimselerle müzakere etmesi ve görüş alış verişinde bulunması gizli olmaktadır. Çünkü bu müzakerelerin insanların gözü önünde yapılması, mahkemenin saygınlığını zedeleyebileceği gibi hâkimin bilgisizlikle suçlanmasına da yol açabilir.
Osmanlı mahkemesinde yargılamanın açıklığı ilkesi, şühudü’l-hal denilen şahitler ile sağlanmaktadır. Bazı şer’iye sicillerinde şühudü’l-hal olarak kaydedilen kişilerin sayısı otuzu bulmaktadır. Kazasker, müftü, müderris, emekli kadı gibi saygın kişilerin de şühudü’l-hal olarak tayin edildiği görülmektedir. Bu kurumunun başlıca amacı, hâkimleri denetlemektir
Şühudü’l-hal, davadaki şahitlerden farklıdır. Şahitler tarafların beyanlarının doğru veya yanlış olduğuna yönelik şahitlik yaparken, şühudü’l-hal olan kişiler yargılamanın usûlüne uygun ve adaletli bir şekilde yapılması için gözlemci olarak bulunurlar. Şühudü’l-hal kurumu bazı yönlerden jüri sistemine benzemektedir. Her iki kurumda da vatandaşlar içerisinden seçilen bazı kimselerin yargılamaya katılması söz konusudur. Ancak jüri olarak seçilen kimseler hâkimin karar vermesinde doğrudan etkili olurken, gözlemci ve danışman olarak görev yapan şühudü’l-hal ise dolaylı olarak yargılamayı etkilemektedir
Hızlılık Osmanlı mahkemesinde “geç gelen adalet zulümdür” kaidesi gereğince yargılamanın en kısa sürede tamamlanması amaçlanmıştır. Tek dereceli ve tek hâkimli olarak teşkilatlandırılmış olan şer’iye mahkemesi, formaliteden uzak, oldukça sade ve hızlı bir yargılama usûlü ile çalışmıştır Anlaşmazlığın sulh yoluyla çözülmesinin teşvik edilmesi ve tarafların sulh olmaları da yargılamanın daha kısa sürede sonuçlanmasını sağlamaktadır.
Yerli ve yabancı araştırmacılar, şer’iye sicillerinde yaptıkları incelemelerde, davaların çoğunluğunun bir-iki celsede karara bağlandığı sonucuna ulaşmaktadır. 16-18. Yüzyıllar arasında Osmanlı ülkesinde bulunan Avrupalı gezginler de aynı değerlendirmeyi yapmaktadırlar: “Dünyada sulh ve ceza mahkemelerinin bu derece hızla sonuçlandığı başka bir ülke yoktur, zira burada en büyük davalar ancak üç veya dört gün sürmektedir.” Sözkonusu gezginlere göre bunun sebebi sade ve hızlı yargılama usûlü, caydırıcı cezalar, etkili polis metotları ve kasame gibi kolektif cezalandırma metotlarıdır.
Osmanlı mahkemesinin hızlı ve az masraflı çalışma sistemi, dönemin diğer hukuk sistemlerinden daha ileri seviyededir. Joseph Schacht bu hususu vurgulamak için “Osmanlı İmparatorluğu’nda onaltıncı yüzyılda hukuk nizamı, sadece birlik arzetmesi bakımından bile olsa, çağdaş Avrupa’da hâkim olan hukuk düzeninden çok üstündü” demektedir. Bu sebeple bazı Avrupa devletleri Osmanlı yargı sistemini incelemek ve kendi yargı sistemlerini buna göre düzenlemek için bazı teşebbüslerde bulunmuşlardır. Sözgelimi İngiltere Kralı VII. Henry, İngiliz mahkeme teşkilatında yapacağı reforma örnek olması için Osmanlı yargı sistemini incelemek üzere Kanuni döneminde Osmanlı ülkesine bir heyet göndermiştir
Dürüstlük Kuralı Dürüstlük kuralı, “bir subjektif hakkın veya imkânın, hürriyetin, yetkinin kötüye kullanılmaması veya vaz’ olunma veya tanınma amacına uygun kullanılması”dır. Bu kurala göre, davanın hakkaniyete uygun olarak açılması ve yürütülmesi, tarafların iddia ve savunmalarında doğruyu söylemesi, tanıkların yalan söylememesi, usul hukukunun taraflara tanıdığı yetki ve imkânların kötüye kullanılmaması gerekmektedir. Dürüstlük kuralı İslam yargılama hukukunda da geçerlidir. Hâkim, diğer mahkeme görevlileri, taraflar ve tanıklar iyiniyetle hareket etmek, hak ve adaletin ortaya çıkması için çalışmak, hukukun tanıdığı imkânları kötüye kullanmamak zorundadır
Hâkim yargılama sırasında hak ve adaletle karar vermek için elinden gelen gayreti göstermelidir. Hz. Ömer’in Ebu Musa el-Eş’arî’ye gönderdiği mektupta geçen “Sana bir dava getirildiğinde onu iyice anlamaya çalış” cümlesi bunu ifade etmektedir. Yargılamada diğer mahkeme görevlileri, taraflar ve şahitler de dürüstlük kuralına uygun hareket etmelidir. Mahkeme görevlilerinin yargılamanın seyrini olumsuz etkileyecek davranışlarda bulunmaları yasaktır. Sözgelimi naibin keşif sırasında delilleri doğru tespit etmemesi ya da şahitlerin yalan beyanda bulunmaları dürüstlük ilkesine aykırılık teşkil eder
Sözlülük Davanın açılması, tarafların beyanları, delillerin ileri sürülmesi, delillerin değerlendirilmesi ve karar aşamaları sözlü olarak gerçekleştirilmektedir. Ancak az görülmekle birlikte yazılı olarak da dava açılabilmektedir. Mesela, aşağıdaki ifadelerden Kazaskerlik mahkemesinde yazılı olarak da dava açılabildiği anlaşılmaktadır: “… sahib-i arzuhâl … nâm kimesne mahfel-i şer’iyyâtta ... arzuhâl mantûkunca…” Şer’iye mahkemeleri hukuk davalarının yanında ceza ve idare ile ilgili davalara da bakmaktadır. Bu tür davalarda da sözlülük ilkesi esas alınmaktadır.
Adâlet Adalet ve eşitlik İslam yargılama hukukun önemli bir ilkesidir. Usûlüneuygun bir yargılamada mahkeme görevlileri ve taraflar, adalet ve eşitlik prensiplerine uygun hareket etmek zorundadır. İslam hukukuna göre hâkimin taraflar arasında her bakımdan eşitliği sağlaması vaciptir. Kur’an’da kadıların ehliyetli kimselerden seçilmesi, mahkemede adalete uygun karar verilmesi ve kanun önünde tarafların eşit tutulması emredilmektedir: “Şüphesiz Allah size emanetleri layık olan ehil kimselere vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adalete uygun hüküm vermenizi emreder.”
Adalet ve eşitlik hadislerde de üzerinde hassasiyetle durulan bir konudur. Mesela, tanınmış bir aileye mensup olan Fatıma bintEsved isimli kadının hırsızlık suçu sabit olduğunda cezalandırılmaması için araya girenler olmuştur. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Sizden öncekileri Allah bu yüzden helak etti. Aralarında mevki sahibi birisi suç işlediğinde onu bıraktılar, zayıf işlediğinde ise onu cezalandırdılar. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, mutlaka onun elini de keserdim”buyurmuş ve o kadını cezalandırmıştır
Hâkim eşitlik ve adalet ilkesi gereği tarafları aynı anda huzuruna almalı, taraflardan birisine öncelik tanımamalıdır. Ancak taraflardan birisi orada olmadığında, diğer tarafın mahkemeye önce gelmesinde sakınca yoktur. Mahkemeye gelen tarafların hâkime selam vermeleri doğru bir davranış değildir. Hatta taraflar selam verseler bile hâkim selamı almaz. Buna rağmen taraflar “selamünaleyküm” diyerek selam verseler, hâkim “ve aleyküm” cevabıyla yetinmelidir. Şahitlerin ise selam vermelerinde ve hâkimin de şahitlerin selamını almasında sakınca yoktur
Mahkemede hâkim, tarafları aynı seviyede olan yerlerde bulundurmalı, birisini daha yükseğe veya daha yakına oturtmamalıdır. Aynı şekilde hâkim taraflardan birisi ile dava konusu dışında sohbet etmemeli, hal-hatır sormamalıdır. Ancak taraflardan birisi huzurda korku içerisinde kalmışsa, hâkim onu sakinleştirebilir ya da derdini anlatamıyorsa konuşmasına yardım edebilir
Avrupalı gezginlerin hatıralarında yazdıkları da bu tespitlerle aynı paraleldedir. Bu gezginlerden birisi din ayrımı yapılmaksızın ve herhangi bir avukata ihtiyaç duyulmadan herkesin davasını hakime kolaylıkla anlatabildiğini söylemektedir: “Din ayrımı yapılmaksızın Müslüman, Hristiyan veya Yahudi herkes, gerçeği müdafaa etmek için bir avukatın güzel konuşmasına ihtiyaç duyulmaksızın davalarını bu hâkimlere izah edebiliyordu”
Beraet-i Zimmet İlkesi Beraet-i zimmet ilkesine göre esas olan kişinin suçsuz ve borçsuz olmasıdır. Birisinin suçlu ya da borçlu olduğu iddia ediliyorsa, iddia sahibi tarafından ispatlanmalıdır. Beraet-i zimmet ilkesi, “eşyada aslolanibahedir” küllî kaidesinin ve istishab delilinin yansımasıdır. Bu ilkeye göre ceza hukukunda her insan aksi ispatlanana kadar suçsuz sayılırken, borçlar hukukunda borçlu olduğu ispatlanana kadar her insan borçsuz kabul edilmektedir. Beraet-i zimmet ilkesinin eş anlamlısı “masumiyet karinesi” kavramıdır. Mecelle de “beraet-i zimmet asıldır” kaidesinde bu kavramı tercih etmiştir
Beraet-i zimmet ilkesine göre yargılama hukukunda ispat yükü davacının üzerindedir. Borçsuzlukasıl olduğuna göre bir kişinin borçlu olduğunu iddia eden, onu ispatlamalıdır. Çünkü iddia sahibi iddiasını ispatlayacak delili göstermek durumundadır: “Beyyine müddei için, yemin münkir üzerinedir”. Beraet-i zimmet ilkesine göre Padişah ya da başka bir devlet adamı, suçu ya da borcu ispat edilmemiş olan bir kimseye zorla ceza veremez veya onu borç altına sokamaz.