1.61k likes | 2.19k Views
TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ YRD. DOÇ. DR. KENAN MERMER. « EDEBİYAT» nedir ?. Arapça bir kelime olup – edb - kökünden türetilmiştir . Derinleştirme, işleme, geliştirme, düzen verme, iyice belirtme … gibi anlamlara gelmektedir.
E N D
TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI • DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI • DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ • YRD. DOÇ. DR. KENAN MERMER
«EDEBİYAT» nedir? • Arapça bir kelime olup –edb- kökünden türetilmiştir. Derinleştirme, işleme, geliştirme, düzen verme, iyice belirtme … gibi anlamlara gelmektedir. • Bediî hislerin, kaosun, derin duyguların, bitmez-tükenmez etkilenişlerin ufkunda; devasa bir cesamete sahip olan «anlam» ı ifade etmek için kullanageldiğimiz canlı vasıtanın zapt u rapt altına alınmasıdır edebiyat. Anlamın/mananın bütün detaylarını barındırmaz, girift hissiyatın bir kısmını kavrar, düzenler ve dile getirir. • İslâmî yahut dinî açıdan/perspektiften bakıldığında ise sanat ve edebiyat, bizatihi bir şey olmaktan çok; gaî bir akışın doğal üyesi olarak kabul görür. Onlar, hakikatin bir neferidir. Gerçek ve biricik sanatkâr (es-Sâni‘) Allah’tır.
TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN MANASI ve USÛLÜ : • Karma ve eklektik bir görünüm arz eder. Çift taraflı ve dinamik bir yapısı vardır. • Hafızanın işleyen ve saklanan tarihiyle ilişkilidir. • Kabuller ve terkler; inanışlar ve reddedişler arasında mekik dokuyan dinamik bir görüntüsü vardır. • Arap-Acem-Türk topluluklarının din ve gelenek yapılarının değişimi yeni edebiyatlar inşa etmiştir. İslâm bir milâttır. Edebiyatın ve hafızanın kadîm bir geçmişi vardır fakat kökten dönüşüm/değişim sözü ve sözün rotasını yeniden kodlamıştır.
F. Köprülü’nün ifadesiyle, «Bir milletin uzun asırlar esnasında geçirdiği, fikrî ve hissî gelişmeyi belirten bütün kalem mahsullerini tetkîk ile, onun manevî hayatını, gerçekte olduğu gibi tasvire çalışır. Bir milletin edebiyatı; millî ruhu ve millî hayatı göstermek için en samimi bir ayna sayılabilir» • Bu geçmiş hayatı anlamak ve anlamlandırmak için kullanacağımız usûlde, öne çıkan sanatkârların, konuların ve kavramların derinlik kazısını yapılacaktır. Bir formulasyona ulaşmak icap ederse, «küllüne bakarak künhünü görmek» diyebiliriz. • Edebiyat sözü, Frenkçe anlamında, Şinasî’den sonra geniş olarak kullanılmaya başlamıştır. Ondan önceleri şiir ve inşa kelimeleri bugünkü edebiyatın nazım ve nesir alanını anlatmaktaydı. Edebiyat, geniş anlamıyla «yazılı söz»; Türk-İslâm Edebiyatı ise, Türk toplulukların ve milletlerin var olan şifahî geleneklerini geliştirerek yazıya devşiren ve onları inanç-algı ekseninde yeniden inşa eden gerçekliğin ifadelendirilmesi olarak özetlenebilir.
İSLÂM ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI-GİRİŞ- • «Türkler arasında daha yazı yayılmadan önce mevcut bulunan millî sözlü edebiyat, lisanın ilk teşekkülünden beri canlı bulunduğu gibi, yazının yayılmasından sonra da tabiatıyla devam etmiştir» • Türkçe’nin yaşı ulaşılabilen en eski delillere göre M.Ö. 2500-3500 yıllarına kadar geri götürülebilmektedir. Ancak ilk yazılı metinler bugünkü bilgilerimize göre VIII. Yüzyıla «Orhun Abideleri» ne uzanmaktadır. • Milattan önce başlayıp milada kadar çektiğimiz çizgi ilk Türkçe (Pre-Turkic); milattan 8. Yüzyıla kadar ise Ana Türkçe (Proto-Turkic) denmektedir.
DİLİN MAHİYETİ VE ÖZELLİKLERİ • Dil: «İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta, kendi kanunları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık, milletleri birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; seslerden örülmüş muazzam bir yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir» • Dilin Özellikleri: • Tabiîlik: İnsanîdir, doğuştan getirilir. • Hayatiyet/Canlılık: Kuralları vardır ve bu kurallar, kaideler dilin istikrarı açısından kıymetlidir. • Millîlik ve Sosyallik: Doğduğu yerlerin rengi ve psikolojisiyle harmanlanır. • Seslilik: İşaret, jest ve mimik dışında kasıtlı seslendirmeden oluşur. • İttifak: Ortak aklın kanaati üzere biçimlenir.
DİLLE İLGİLİ BAZI KAVRAMLAR • Dilbilim: Yeryüzündeki dilleri, harflerin ses özelliklerini (Ses bilgisi-Fonetik); kelimelerin türetilişini (Yapı bilgisi/Morfoloji); kökenini (Etimoloji); kelimelerin taşıdığı anlamları (Anlambilim/Semantik) ve cümle yapılarını (Cümle yapısı/Sentaks) inceleyen bilim dalıdır. • Lehçe: Bir dilin tarihî seyri içerisinde çok eski zamanlarda ayrılan kollarına denir. Ses-şekil ve kelimeler değişir. Bkz. Çuvaşça, Yakutça… • Şive: Yakın geçmişte ayrılan dil kollarıdır. Ses-şekil bakımından farklılaşma görülür. Bkz. Azerice, Kırgızca, Özbekçe… • Ağız: Bir dilin çok yakın zamanda ayrılmış, küçük bölgesel kollarına denir. Bkz. Karadeniz, Ege, Erzurum, Konya, İstanbul gibi… • Yazı dili: İstanbul ağzı esas alınarak oluşturulmuştur.
Türk Edebiyatı incelenirken Doğu ve Batı arasında salınan bir hayalî sarkacın hareketlerini görür gibi oluruz. Kavramların dünyası, detaylandırmaya açık, ufku ve uzamıyla, önümüze doğru serilen bir profil çiziyor olsa da, bir ilmi ancak tasnif yoluyla anlatmak mümkün oluyor:
I. İSLÂM ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI A) SÖZLÜ EDEBİYAT B) YAZILI EDEBİYAT Siyasal birliklerin ve köyden kent meydanına çıkışların izleğinde, kayıt altına alınan bir dil, tarih ve edebiyat sahneye çıkar. Kaideler, prensipler , gelenekler oluşturulur. • Şifahî geleneğin iki ana damarı vardır ki bunlar destan ve mûsikîdir. İnsan vahiy önderliğinde ve potansiyeller eşliğinde –ilhamları, sezgileri ve aklı- şiiri ve onu terennüm edeceği tınıyı inşa eder.
A) SÖZLÜ/ŞİFAHÎ EDEBİYAT (DESTAN DEVRİ EDEBİYATI) • Sav: (Atasözü):Lafzen, iddia, tez, fikir anlamlarına gelir. Anonim ve aforizmatiktir. Örneğin, Öküz adhakıbağınça buzağı başı bolsa yeg. (Öküz ayağı olmaktansa buzağı başı olmak daha iyidir. • Sagu: (Ağıt-Mersiye):Yuğ/Cenaze törenlerinde ozanların söylediği manzum yahut mensur yakarışlardır. Yasçılar yas tutar, kurbanlar kesilirdi. Ölünün çadırı 7 kez beyler ve yasçılar tarafından tavaf edilirdi. En şöhretlisi Alp Er Tunga sagusudur. • Koşuk: (Koşma):Şölen ve –toy- denilen ziyafetler sırasında ozan tarafından saz eşliğinde okunur. Türkü yakma geleneğinin öncülüdür. Hece vezni ve dörtlük tarzında yazılır. (Aaax-bbbx…) • Destan: (M.Ö. 700-M.S. 8. Yüzyılİlhamını tarihten alan ve halkın muhayyilesinde mitolojik unsurlarla zenginleşerek gelişen anonim halk edebiyatıdır. Lejand ve Epopée olmak üzere iki kısımdır. Işık, ağaç, Bozkurt, Kadın, Su, At ve Yada taşı gibi semboller kullanılır.
1. HUN ÇAĞINA AİT SİYASÎ MEKTUP VE TÜRKÜ TERCÜMELERİ • Akhunlar’ın bir yazılarının olduğu ve bu yazının Göktürk yazısına benzediği bilinmektedir. • Hun yabgularının Çin sarayına gönderdikleri mektuplar mevcuttur. • Çin yıllıklarında «Uygurların ataları Kao-küler Çince yazarlar; fakat klasikleri Hun dilinde okurlardı» ifadesi dikkate şayandır.
2. GÖKTÜRK KİTABELERİ/ÂBİDELERİ • Kastedilen yazıtlar, Göktürk alfabesiyle yazılan ve büyük bir kısmı mezar taşlarından oluşan «Yenisey Yazıtları»; yine taşlar üzerine işlenmiş «Tonyukuk Anıtı» ve «Orhon Yazıtları»dır. • Bengi Taşları: Moğolistan’ın kuzeydoğusunda, Orhun ırmağının eski mecrası ile Koşu Saydam gölü civarındadır. Üç kitabenin ortak ismidir. • Tonyukuk Anıtı: Göktürklerin dört hakanına vezirlik yapan Vezir Tonyukuk tarafından, 720 senesinde diktirilmiştir. Hadiseler hatırat tarzında kaleme alınmıştır. • Orhun Abideleri: «Kültigin» ve «Bilge Kağan» anıtlarının ikisine birden verilen isimdir. İlk metinde, Göktürklerin nasıl kurulduğu ve kutaldığıve fakat siyasî hatalar ve ahlâksızlıklar sebebiyle nasıl Çin egemenliğine girdiği anlatılır. İkinci metinde ise, Çinlilerin, Türkleri yok etmek için çevirdikleri dolaplardan, ve temel ahlâkî düsturlardan dem vurulmaktadır.
3. UYGUR METİNLERİ • VIII. Yüzyıldan itibaren Türk toplulukları arasına «Budizm-Maniheizm- gibi dinler girmeye başladı. Bu yeni inanılan dinlerin tesiriyle Uygur alfabesi kullanılmaya başladı. • Uygur alfabesi aslen Soğdak alfabesi kaynaklı bir tipolojiye sahiptir. • Uygur alfabesi ile yazılı metinlerde isimleri geçen, «Aprınçur Tigin» ve «Pratya-ya Şiri» isimleri bilinen ilk Türk şairleri olarak kabul görmüştür. • «Bizim Tengrimized-güsirednitiyür Redni de yigmeningedgüTengrim algım begrekim» -Aprınçur Tigin- (Bizim Tanrımızın iyiliği cevherdir derler. Cevherden daha üstün benim iyi Tanrım, kahraman beğrekim!)
İSLÂM ÖNCESİ/ESKİ TÜRKÇE ÇAĞI TÜRK EDEBİYATININ GENEL ÖZELLLİKLERİ • İptidai bir kavim edebiyatının ürünleri olduğu için henüz ham bir yapıdadır. • Dil, yabancı unsurlardan çok az etkilenmiştir. • Şaman/ozan dinî ve millî bir şahsiyettir. Çoklu bir iktidarla önemli bir kültür proto-tipidir. • Şiirlerde hece vezni ve dörtlük kullanılır. Asonans (Yarım kafiye) revaçtadır. Tek ve tok heceli sesler kulakta çınlar. • Sözlü edebiyatta ve Göktürk metinlerinde eski Türk dini Şamanizm; Uygur metinlerinde Maniheizm ve Budizm etkisi vardır.
II. İSLÂMÎ DÖNEM TÜRK EDEBİYATI-GİRİŞ- • İslâm’ın doğuşunun ardından Hz. Peygamber, Arap yarımadasını 23 sene gibi kısa bir zamanda son vahiyle/mesajla şereflendirmiştir. • Hz. Ömer döneminde (634-644) fetihler süratle devam etmiş ve bir dünya gücü olan Sasaniler’e son verilmiştir. Devamında Emevîlersaltanat merkezinde bir devlet yapısı kurmuşlar ve Türkler ile ilk karşılaşmalar savaş noktasında olmuştur. Bu dönemki ihtidalar kişiseldir. • Talas Savaşı (751): Çinliler ile savaşan Abbasîler Karluk ve Yoğma Türkleri sayesinde zafer kazanmışlar; böylece iki topluluk arasında ılıman bir ortam oluşmuştur. Bu dönem toplu ihtidaların görüldüğü bir zaman aralığıdır. • Nihayet Karahanlı Devleti hanı Satuk Buğra Han’ın Müslüman olmasıyla beraber (920) bir devlet yeni bir dini kabul etmiş, Karahanlı Devleti ilk Müslüman Türk Devleti olarak kayıtlara geçmiştir.
II. İSLÂMÎ DÖNEM TÜRK EDEBİYATI-GİRİŞ- • Metafizik ve sosyolojik bir devrimin yegâne kaynağı İslâm’dır. Çadır kültürünü kent meydanına taşıyan dinamik cevher imandır. Bu bağlamda hatırlanmalıdır ki Arabistan sınırları dışında –İran’dan sonra- yeni dini kabul eden ikinci millet Türkler’dir. • İslâm orduları öyle süratli bir fetih sürecine girmiştirler ki , kendilerine kattığı birçok kültürel unsur ve detayla birlikte muazzam bir medeniyet inşasına girişmek durumunda kalmışlardır. Roma’dan Suriye alınmış, Sasaniler’in tahtı yere çalınmıştır. Bir yandan Vizigot topraklarına (İspanya) ; diğer yandan Hind üzerine yürünmüştür. Orta Asya steplerinde Türkler bu büyük gövdeye eklemlenmiştir. İran, Horasan, Irak, Ermenistan, Doğu Anadolu, Trablus, Tunus, Cezayir, Fas ve doğuda Çin sınırlarına kadar uzanan bir hakimiyet çemberi çizilmiştir.
II. İSLÂMÎ DÖNEM TÜRK EDEBİYATI-GİRİŞ- • «Bu fetihlerin iki büyük neticesi oldu. Birincisi, bu sahalarda yaşayan çeşitli dinlere ve ırklara sahip ahalinin İslâmiyet’i kabul etmeleri; ikincisi de, o kadar çeşitli medeniyetlerle temas eden İslâmiyet algısının zarurî tekamülü, yeni bir mefkûrenin feyziyle çölden fırlayan yakıcı, kahredici kuvvet eski dinlerden kalan bakiyeleri ortadan kaldırmıştı. Ve onların yerine yeni bir medeniyet kurmak zorunluluğu da böylece zuhur etmiştir.» • Tevhid ve İlâhî Adalet prensipleriyle ülkeleri ve gönülleri fetheden İslâm, birçok unsuru kendine katarak yeni bir şehir kültürü inşa etmiştir. Bu noktada Arapça’nın ve Farsça’nın Türk kültürü ve edebiyatı üzerindeki etkisi hatıra getirilmelidir.
İSLÂMÎ EDEBİYATIN GENEL ÖZELLİKLERİ • Eski Türk şiirinde nazım birimi dörtlük iken; yeni dönemde İran Edebiyatı’nın etkisiyle –beyit- esasına dayalı nazım şekilleri kullanılmaya başlanmıştır: Gazel, Kaside, Mesnevî, Ruba‘î, Muhammes, Terkîb-i Bend… • Eski Türk şiirinin vezni hecelerin sayı değerlerine dayanan «hece» iken; yeni dönemde hecelerin uzun-kısa, kapalı-açık olmalarına göre tasnif edilen ve bir musikîsi olan «aruz» kullanılmıştır. • Eski Türk şiirinde, yarım kafiye revaçta iken; yeni dönemde tam ve zengin kafiyeler ağırlık kazanmıştır. • Mimaride soyutlama, resimde iki boyutlu çizimler, şehir kurulumunda merkezde duran cami ve musikîde muhtelif makamların renkli yelpazesi dönüşümün farklı göstergeleri olarak önümüze çıkar.
İSLÂMÎ EDEBİYATIN ESKİ EDEBÎ MUHTEVAYI DÖNÜŞTÜREN SACAYAĞI • Yazılan her eser, ister dinî içerikli olsun isterse başka bir içeriğe sahip olsun, mutlaka «Besmele» ile başlar. Çünkü İslâm inancına göre besmelesiz işler bereketsizdir. Ayrıca uzun mesnevîlerin başında, besmeleyle ilgili bir manzûme olabilmektedir. • Besmeleden sonra Allah’a övgü, yakarış ve şükrün ifadelendirildiği «Hamdele» kısmı gelir. Arapça, Farsça yahut Türkçe olarak yazılan bu bölüm; divanlarda, mesnevîlerde tevhîd ve münacat tarzında yazılmış manzûmeler şeklinde önümüze çıkar. • Allah’a övgü ve yakarıştan sonra, Hz. Muhammed’e, onun ailesine ve arkadaşlarına dua edilen «Salvele» kısmı gelir. Mensur eserlerde bu hususta cümleler serdedilerek; divan ve mesnevîlerde ise, Na‘t-ı Şerîf ve Na‘t-ı Çâr-yâr türünde bir manzûme yazılarak yola revan olunur.
TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN KAYNAKLARI NELERDİR? • Eski Türk Şiiri • İran Edebiyatı • Akaid ve Kelâm • Kur’ân-ı Kerîm ve Tefsir İlmi • Hz. Muhammed ve Hadis İlmi • Fıkıh İlmi • Tasavvuf
TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN KAYNAKLARI NELERDİR? • Eski Türk Şiiri: Yeni şekil ve muhtevalarla zenginleşen İslâmî Türk Edebiyatı’nın ilk kaynağı evvelki sözlü geleneğin ve az da olsa yazılı kültürün ürettiği değerler olarak kabul edilebilir. • İran Edebiyatı: Eski İran edebiyatının kelime hazinesi, zengin mazmûnlarıİslâm’la beraber yeniden kodlanmış ve gürleşmiştir. Bizim açımızdan kıymeti, hususiyetle Divan Edebiyatı’ndaki yansımalarda görülür. Ayrıca günlük dil ve ibadetle ilgili terminolojide İran baskındır. Örneğin, Abdest, Namaz, Oruç…
TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN KAYNAKLARI NELERDİR? • Akâid ve Kelâm: Tevhîd inancı merkezinde, Allah’ın varlığı, birliği, delilleri, sıfatları, isimleri, meleklerin mahiyeti, ilâhî kitaplar, Kur’ân’a iman, peygamberlik mesleği, Ahiret, mahşer ve kader konuları akaidin belkemiğidir. • Kelâm ilmi ise, Allah’ın birliğini, zatî ve sübûtî sıfatların mahiyetini, Zat meselesini –aynı yahut gayrı olarak- yaratılış konularını akıl-vahiy terazisinde anlamak çabasındadır. • Edebiyatımızda Allah, akâid ilminde verilen bilgilere paralel olarak zikredilmektedir. Tevhîdler, münâcâtlar, Esmâ-i Hüsnâ şerhleri ve muammaları direkt olarak Cenâb-ı Hak ile ilgilidir. • Edebî eserlerde Allah; Hak, Rab, Perverdigâr, Yezdân, Hudâ, Bârî, Yaradan, Çalab, Zât-ı Kibriya, Yed-i kudret, Dest-i kudret, Nakkâş-ı ezel, Hâkim-i Mutlak … şeklinde kullanılır.
TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN KAYNAKLARI NELERDİR? • Kur’ân-ı Kerîm ve Tefsir İlmi: Kur’ân, İslâmî edebiyatın ana hatlarını çizen birincil kaynaktır. Mushaf, Kitâb, Furkân, Nûr, Seb‘u’l-Mesânîgibi isimlerle zikredilir. Ayrıca teşbih sanatının yolunda, sevgilinin yüzü Kur’ân sayfasına, saçları, ayva tüyleri, zülüfleri, kaşı, gözü, kirpikleri ve beni Kur’ân hattına benzetilmektedir. • Tefsir ilmi yaşanan zaman ve zemin parametreleriyle değişmeler göstererek kendi derinliğini kazar. Tefsirler tek tek kullanılmasalar bile, bilgi temeli ve kültür kaynağı olarak edebiyata sirayet etmişlerdir.
TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN KAYNAKLARI NELERDİR? • Hz. Peygamber (sav) ve Hadis İlmi:İslâmî Türk Edebiyatı’nın en önemli kaynaklarından biri de Hz. Peygamber’in şahsı, hayatı ve ortaya koyduğu sünnetidir. Onun eylem biçimi, ahlâkî vasıfları, hayat hikâyesindeki can alıcı noktalar, mucizeleri ve elbette ki hadîsleri edebiyatın bütün ruhuna sinmiştir. • Peygamberimiz ile ilişkili olarak, Na‘tlar, Hilyeler, Siyerler, Şemâiller, Mucize-nâmeler, Miraciyeler… ayrı birer edebiyat türü olarak tebarüz etmiştir. • Fıkıh İlmi: Hayatın bütün alanlarında soru-sorgu eylemi devam etmektedir. Bununla birlikte Müslüman’ın temel yaşama prensipleri ve uymak zorunda olduğu kesin hükümler vardır. Bu ilmin edebiyata yansıması, tartışmalar ve değişen ahkâm mesabesinde değil; bizatihi kullanılagelen kavramların ve isimlerin izdüşümleriyle ilişkilidir. Örneğin, abdest, amel defteri, ezan, cenaze, fetva, haram, mubah, oruç, seccade, sevap, günah, tevbe, vacip, vaiz, zahid, zekât… gibi isimler ve kavramlar satır aralarında durmadan gezinmektedir.
TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN KAYNAKLARI NELERDİR? • Tasavvuf:Tecrübî bir ilimdir ve bir manada insanın hakikati aramak yolunda başvurduğu sistemli bir yürüyüştür. Seyr-i sülûk; usûl-erkân vardır. • Esas itibariyle bir yandan «marifetullâh»ı bir yandan da «tezkiye-i nefs»i gerçekleştirmek için girişilen mücadeleler tasavvufîdir ve doğal olarak edebiyatla içli dışlıdır. Hatta ayrı bir edebî ekol meydana getirecek kadar nüfuzlu ve etkili bir ilim dalıdır. Türkler arasında ilk tasavvuf ekolünü kuran kişi Ahmed-i Yesevî (ö. 1166) olarak kabul görür. • Cüneyd-i Bağdadî(ö. 910)’nin tasavvuf tarifi şöyledir: «Allah’ın seni sende öldürmesi ve seni kendisiyle diriltmesidir» • Tasavvuf’un İslâmî Türk edebiyatına etkisi iki başlıkta değerlendirilebilir: • Divan Şiirine Etkisi: Vezin-şekil-muhteva itibariyle Divan Şiiri’ne etki etmiştir. Örneğin, tasavvufî mesnevî geleneği, menâkıp-nâme, tezkiretü’l-evliyâ gibi türleri doğurtmuştur. • Halk Şiirine Etkisi: «Hikmet» geleneği (Yeseviyye kaynaklı) merkezinde, hece vezni ve sade bir dille ifadesini bulan Tekke Edebiyatı’nın doğmasını sağlamıştır. «Acem tesiriyle inşa edilen edebiyat (Mevlânâ) ve Hikmet geleneğiyle yoluna devam eden usûl (Yunus Emre); ahlâkî öğreti ve felsefe bakımından aynı, dil, eda, vezin ve şekil bakımından farklıdır.
TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN MUHTEVA VE TARİHSEL KAYNAKLARI
A. DİVAN EDEBİYATI • İçeriği, derinliği ve muhatap olduğu kitleyle bağlı olarak “Yüksek Zümre Edebiyatı, Enderun Edebiyatı, Saray Edebiyatı, Havas Edebiyatı ve Divan Edebiyatı” isimleriyle zikredilebilmektedir. • Divan Edebiyatı kendi çemberini gittikçe genişleterek Klâsik bir edaya bürünmüştür. Bir ekol/okul olarak üstadları ve talebeleri, tepeleri ve vadileri vardır. Muhteva açısından değerlendirildiğinde, Tevhid, Münacat, Na‘t, Mersiye, Medhiye, Fahriye, Hicviye, Şehrengîz, Kıyafet-nâme… gibi geniş bir skalaya sahiptir. • Kuruluş evresinde yine başlangıçların doğası gereğince, daha sade bir havayı sunarken, gittikçe yabancı kelimeler-unsurlar merkeze oturmuş ve incelikli ve ağır bir havaya bürünmüştür. • Fakat siyasal alanda işler terse gittiğinde Hikemiyât içerikli didaktik bir üslup kazanırken, modern anlamda Romantik diyebileceğimiz hissî ve aşırı mecazlarıyla –Sebk-i Hindî- ile konuştuğu da olmuştur. Neresinden bakılırsa bakılsın artık dev bir geleneği görürüz.
B. TASAVVUF EDEBİYATI • Tasavvuf edebiyatı, birçoğu aynı zamanda şair ve âlim olan mutasavvıfların, zihinsel-pratik tecrübeleri doğrultusunda, nefsin ve şeytanın oyunlarını, iyi ve kötünün doğasını, insanı mutlak iyinin özüne yaklaştırma, ona kendi özünü hatırlatma, onu kendine getirme ve Allah’ın ismini en dibe yahut en tepeye koydurabilmek yahut zaten orada olanı zikretmek gayretiyle yazdıkları manzum ve mensur eserlerle meydana gelmiştir. • Türkler arasında ilk tarikatı kuran ve ilk Türkçe tasavvufî eseri veren sofi Ahmed Yesevî’dir. (ö. 1166)
C. HALK EDEBİYATI • Halk Edebiyatı, başlangıç itibariyle sözlü geleneğin bir devamı olarak XIII. Yüzyılda Anadolu’da oluşmaya başlayan ve Divan Edebiyatı’ndan müstakil olarak gelişen bir edebiyattır. • Anonim manzûm ve mensûr sözlü ürünlerle geniş halk kitlelerine ulaşabilmiştir. Fakat gittikçe yazılı ürünler vererek kendi geleneğini farklı bir biçimde oluşturmaya başlamıştır. • Halk Edebiyatı’nın en önemli temsilcileri saz şairleridir ki, bize Anadolu ve Asya halkının geçmişteki sanatsal algısını hatırlatır. Artık İslâmlaşmış bir Anadolulu bizi karşılar, elinde sazı vardır ve doğruyla eğri arasındaki farkı dile getirmek ister.
II. TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI İLK DÖNEM (GEÇİŞ DÖNEMİ) ESERLERİ-KARAHANLI DÖNEMİ EDEBİYATI- (912-1212) • Doğu ve Batı Türkistan’da hüküm süren Karahanlıların X. Yüzyıl’ın ortalarında tamamen Müslüman olmalarıyla beraber siyasal tarihimizde bir dönüm noktası oluşmuş; ardından edebiyatımız da bu yeni inanç ve paradigma doğrultusunda kendine yeni bir kimlik edinmeye başlamıştır. • Bu dönemde yazılan eserler bir başlangıcın sadeliğini yansıtırlar. Hakaniye (Doğu) lehçesiyle kaleme alınmışlardır.
1. KUTADG U BİLİG (1069)-Balasagunlu Yusuf Hac Hâcib- • Balasagunlu Yusuf’un Kaşgar’da tamamladığı eser, Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Karahan’a takdim edilmiştir. • Eser, şehnâme kalıbında olup (3*fe‘ûlün- 1* fe‘ûl), mesnevî şeklinde kaleme alınmıştır. İlavelerle birlikte 6645 beyitten oluşur. • Kutadgu Bilig, «mutluluk, esenlik veren, dünya ve ahirette saadete ulaştıracak bilgi anlamlarına gelmektedir. • Yarım kafiyeler ve cinaslarla yapılan aliterasyonların varlığı, eski Türk şiirinin bir bakiyesidir. Adeta aruzla yazılmış maniler olarak eserin tarzını tanımlamak mümkündür. • Eser, bir siyaset-nâmedir ve «tahkiye-hikmet-mükâleme- tarzında bir yazım tekniği söz konusudur. • Bir insanın ne ile mutlu olacağı sorusundan hareketle, ideal insanı inşa edecek ideal devlet yapısının hususiyetleri odak noktasıdır. • Üç nüshası vardır: Herat, Fergana ve Kahire. Öne müsteşrikler tarafından tanıtılan eseri, Türkçe’ye Reşit Rahmeti Arat kazandırmıştır.
1. KUTADG U BİLİG (1069) • Eser, Allah’a övgü ile başlar ve Hz. Peygamber’e övgü ile devam eder. Bunların arkasından «Çâr-ı yâr-ı güzîn» ve «Tabgaç Buğra Karahan’a övgüler gelir. • Diğer konular şu şekildedir: Yedi gezegen ve on iki burcu söyler. İnsanın değerinin bilgi ve anlayıştan geldiğini söyler. Kitap sahibi kendi özünü söyler. İyilik yapmak hususunda öğüt verir. Bilgi ve anlayışın faziletini söyler. Kitabın adını, ihtiyarlığını ve tefsirini söyler. Bozuk tavır ve hareketlerin zararlarını söyler. • Eserde, 4 esas karakter vardır: • Kün-dogdı: Hükümdârdır. Adaleti, yasayı ve düzeni temsil eder. • Ay-toldı: Vezirdir. İkbâl ve saadeti temsil eder. • Ögdülmiş: Vezirin oğludur. Akıl ve bilgiyi temsil eder. • Odgurmış: Vezirin akrabasıdır. Kanaat ve âkıbeti temsil eder.
2. DİVÂN U LÜGÂTİ’T-TÜRK (1072-1077)-KAŞGARLI MAHMUD- • Kaşgarlı Mahmud tarafından beş senede yazılmış, Türkçe-Arapça bir sözlüktür. Kaşgarlı Mahmud, ilk Türk gramercisi ve ansiklopedisti kabul edilebilir. Bu bağlamda onun eseri, ilk bilinen sözlük, ilk gramer ve ilk edebiyat antolojisi kabul edilir. • Sebeb-i telif: Araplara Türkçe öğretmek, Türkçe’nin zengin dil varlığını ortaya koymak, Türk Dili’nin dünya dilleri arasındaki yerini belirtmek amacıyla yazılmıştır. Bu sebepten Türk hakanına değil Abbasî halifesi el-Muktedî bi-Emrillâh’ın oğlu Ebu’l-Kâsım Abdullah’a takdim edilmiştir. • Eserde, yalnızca açıklaması yapılacak kelime Türkçe; örnekler dışındaki açıklamalar ise Arapça’dır. Eserin başında bir mukaddime vardır. Besmele ile başlar. • Madde başı olarak verilen kelime sayısı 7500-8000 kadardır. Eserde Türkçe’nin, Türkmen-Oğuz-Çiğil-Kırgız boylarının dilleri tanıtılmıştır. Halk dilinden alınmış çok sayıda deyim, manzûmeve atasözleri (sav) vardır. • Eserde yer alan dörtlükler, «koşma» tarzında kafiyelendirilmiştir.
2. DİVÂN U LÜGÂTİ’T-TÜRK (1072-1077) • Eserin muhtevası geniş bir yelpazeye sahiptir: «Gramer, İsimler ve Fiiller, Akrabalık, Evlenme, Atçılık, Bağcılık, Yemekler, Dokuma, Süsleme, Eğlence, Müzik, Ev Hayatı, Tababet, Tarım, Alet-edevat bilgisi, Türk dünyasına ait ilk harita…» • Eser, Ali Emirî tarafından XX. Yüzyıl başlarında Sahaflar Çarşısı’nda bulunmuş; Kilisli Muallim Rifat Bey kontrolünde 3 cilt olarak bastırılmıştır. (1914-1917) • Eseri vücuda getiren en mühim etken, Abbasî Hilafet ordusuna Türk askerlerinin de alınmasıyla, Türk nüfuzunun önce Bağdat ve devamında İslâm coğrafyasındaki yükselişidir. Bu arada Türk illerinden gelen Farabî, Zamahşerîgibi büyük filozof ve âlimlerin yetişmesi, Türkçe’ye ilginin artmasına vesile olmuştur. Eser bu alakaların doğal bir reaksiyonu olarak kabul edilebilir. • Aşıç: Tencere. Şu savda da gelmiştir: «Aşıçayurtübümaltun. Kamış ayur men kayda men» (Tencere der: Dibim altın. Kepçe, der: Ben neredeyim?) - Bu sav, kendinin kim olduğunu bilenin yanında kasılanlar, şişinenler için söylenir.-
3. ATABETÜ’L-HAKÂYIK (XII. YY.)-Edîb Ahmed Yüknekî- • Âlim ve fâzıl bir zat olarak tanıtılan Edîb Ahmed, Karahanlı dönemi Türk şairlerindendir. • Atabetü’l-Hakâyık, «Hakikatlerin Beşiği» anlamına gelir. Tıpkı Kutadgu Bilig gibi Şehnâme vezninde yazılmıştır. Eser, Türk-Acem ülkelerinin meliki Muhammed Dâd Sipehsâlâr Beg’e takdim edilmiştir. • Tevhîd ile başlar, Na‘t ve Çehâr-ı güzîn ile devam eder. Hükümdarın övgüsünden sonra konuya girilir. • Dört farklı nüshası vardır: Semerkant, Ayasofya, Topkapı Sarayı ve Uzunköprü. Atabetü’l-Hakâyık’ı ilk ortaya çıkaran Necib Âsım’dır. • Eserin ilk 5 bölümü beyitler hâlindeki manzûmelerden oluşmaktadır. Bunların kafiye düzeni kaside gibidir. (aa-xa-xa…) Kitapta anlatılmak istenen asıl konunun yer aldığı 6. bölümden sonraki kısım «dörtlükler» hâlinde yazılmıştır. Bu kısımda 102 tane dörtlük mevcuttur.
3. ATABETÜ’L-HAKÂYIK (XII. YY.) • Eserin dili sadedir. Ayet ve hadisler delaletiyle ahlâkî vaazlar verilir. • Kutadgu Bilig’in aksine; Allah’ın ve Hz. Peygamber’in adı zikredilerek atıflar yapılmıştır. • Eserde bahsi geçen dörtlüklerin mevzuları şöyledir: «Bilginin faydası, Cehaletin zararları, Dilin muhafazası, Dünya’nın dönekliği, Cömertliğin medhi, Tevazu ve Kibir, Harîslik, Kerem, Hilim ve diğer olumlu sıfatlar…, Zamanenin bozukluğu, Kitap sahibinin özrü…» • «Yok erdim yarattın yanâ yok kılıb İkinç-bârkılursenmukir men muna» «Yok idim yarattın yine yok kılıp Yine var edeceksin buna inanır ikrar ederim»
4. İLK TÜRK SÛFÎLERİ VE HİKMET GELENEĞİ (KOLONİZATÖR DERVİŞLER)-GİRİŞ- • Hz. Peygamber’in risâlet öncesi dönemdeki ibadetleri, tahannüs (Az bir azıkla, ailesine dönmeden birkaç gece ibadet etmek) ve tahannüf (Hanîf yaşamak) olarak hulasa edilebilir. Bu ibadet ve tefekkürlerin bir reaksiyonu olarak, onun için şöyle demişlerdir: «Muhammed, Rabb’ına âşık oldu» Bununla birlikte Peygamberimiz pratik hayat çerçevesinde de daima aktif olmuştur. • Başlangıçta bireysel ve zühdî bir hareket olarak başlayan tasavvuf zamanın izleğinde ve mürşidlerin katkılarıyla ekolleşmiştir. Evrâd ve metot değişiklikleri tarikatları farklı isimlere büründüren esaslardır. • Bir inanç ve düşünce sistemi olarak tasavvuf, VIII. Yüzyıl’da Irak’ta (Küfe ve Basra) doğmuş, ardından özellikle Bağdat’ta büyümüş mutasavvıfların yetişmesine zemin hazırlamıştır. Sûfî adıyla anılan ilk kişinin Ebu’l-Hâşim el-Kûfî (v. 778) olduğu kabul edilir. İleri gelen diğer mutasavvıflar ise, Hasan-ı Basrî (v. 728), Bâyezîd-i Bestâmî(v. 875), Cüneyd-i Bağdadî (v. 910) ve Hallâc-ı Mansûr (v. 922) olarak sayılabilir. • Tarikatlar metot itibariyle 2 temele dayanır: 1. Zikir a. Cehrî b. Hafî 2. Seyr ü sülûk
4. İLK TÜRK SÛFÎLERİ VE HİKMET GELENEĞİ (KOLONİZATÖR DERVİŞLER)-GİRİŞ- • Tasavvuf akımı, Irak’tan İran’a, oradan da Horasan ve Türkistan’a geçerek yayılmış, özellikle İran’da edebiyat vadisinde çok etkili olmuştur. Hakîm Senâî (v. 1131), Feridü’d-dîn-i Attâr (v. 1230) gibi dev isimlerden başlayıp İran klasik edebiyatının büyük şairi Abdurrahman Camî’ye (v. 1492) kadar devam etmiştir. • Yani tasavvuf, İslâm’ın girdiği güzergâhtan Türkler arasına girerek Horasan ve Maveraünnehir’e kadar ulaşmıştır. İslâm’ın, Türkistan içlerinde yayılmasında tasavvufî duruşun mühim katkıları olmuştur. Ayrıca şaman-baksı geleneğindeki tipoloji, İslâm ile evrilmiş ve zenginleşmiş; böylece Alperen-derviş şairler daha makul bir biçimde merkeze oturmuşlardır. • Özellikle Fergana, Buhara, Taşkent, Kaşgar, Semerkand gibi kültür merkezlerinde yetişen bu şahsiyetlerin/alperen dervişlerin, halka İslâm’ın temel prensiplerini ve tasavvufî hayatı öğrettikleri gözden kaçırılmaması gereken bir gerçektir.
4. 1. İLK TÜRK SÛFÎLERİ • İslâm’ı kabul eden Türkler arasında ozan ve kamların yerini; Ata ve Bâb dedikleri bir takım dervişler almıştır. Kronolojik dizgede şu isimler sayılabilir: Arslan Bâb ve oğlu Mansur Ata, Korkut Ata, Çoban Ata, Süleyman Hakîm Ata (Süleyman Bakırgânî), Ali, Zengî Ata ve nihayet Pîr-i Türkistân Hoca Ahmed-i Yesevî. • Mansur Ata, Ahmed-i Yesevî’nin ilk halifesidir. Süleyman Hakîm Ata, onun üçüncü halifesi ve başta gelen talebelerindendir. Yûsuf u Züleyha kıssasını yazan şair Ali, Divân-ı Hikmet’teki gibi dörtlüklerle ve hece vezniyle eserini kaleme almıştır. Zengî Ata, Hakîm Süleyman’ın halifelerindendir. Bu arazideki ilk ve de son zenci atadır. • Süleyman Hakîm Ata’nın en meşhur eseri, «Kitâb-ı Bakırgân»dır ki 14 farklı şaire ait 124 manzûme ile 8 adet manzûm hikâyeden oluşur. Bu eserde şeyhinin izinden ayrılmamış ve hem şekil hem de vezin bakımından «Hikmet» geleneğini takip etmiştir.
4. 2. HOCA AHMED-İ YESEVÎ (ö. 1166) VE «DİVÂN-I HİKMET» • Ahmed-i Yesevî XI. Yüzyılın sonlarında Batı Türkistan’ın Sayram kasabasında doğmuştur. Arslan Baba’dan aldığı Yesi’deki ilk eğitiminden sonra Buhara’ya gider. Burada âlim ve şeyh Yûsuf el-Hamedanî’ye intisap eder ve onun üçüncü halifesi olur. Sonra Yesi’ye döner ve orada irtihaline kadar ömrünü sürer. Rivayetlere göre 63 yaşından sonraki ömrünü bir hücrede geçirmiştir. Türbesini Timur yaptırmıştır. • Ahmed-i Yesevî, Hanefî mezhebine mensup olup, Ehl-i Sünnet’e bağlı idi. • Türkistan’daki ilk Türk tarikatı olan Yeseviyye’yi kurmuştur.
4. 2. HOCA AHMED-İ YESEVÎ (ö. 1166) VE «DİVÂN-I HİKMET» • Yeseviyye tarikatı, Türkistan’da geniş sınırlara ulaşmış, Yesevîlik tarikatından doğan birçok yeni tasavvufî anlayış ve ekol, Orta Asya ve Anadolu’da yüzyıllar boyunca manevî bir iklim oluşturmuştur. Hâlen de bu etkileşimler devam etmektedir. • Sülûk silsilesi bakımından Ahmed-i Yesevî’ye mensup bulunan tarikatlar başlıca ikidir: 1. Nakşibendiyye 2. Haydariyye • Ahmed-i Yesevî bir mutasavvıf olduğu kadar bir şair olarak da önem arz eder. Hece vezniyle kaleme aldığı hikmetleri sade yapıları ve didaktik kimlikleriyle dikkat çekerler.
DİVÂN-I HİKMET • Türkistan’da tam anlamıyla din ve tasavvufun dilini ve rengini yansıtan ilk eserimizdir. Dinî-tasavvufî edebiyatın temel taşıdır. • Ahmed-i Yesevî’nin şiirlerini, Türk Halk Edebiyatı’ndaki dörtlüklerden ayırmak için «Hikmet»; bunların toplandıkları mecmualara da «Divân-ı Hikmet» ismi verilmiştir. • Milli ölçü olan hece vezniyle kaleme alınan hikmetler, 4+4+4+: 12’li olarak nazmedilmiştir. Gazel tarzında yazılmış bazı hikmetlerde yine hece vezni kullanılmıştır. • Kafiyeler eski geleneğin izinde yarım seslerle yapılmış olup dil gayet sadedir.
DİVÂN-I HİKMET • Ahmed-i Yesevî hikmetlerinde, iman esaslarından, ibadetlerin faydalarından, Kur’ân ve Sünnet’e kayıtsız olarak tabi olmanın ehemmiyetinden, mürşidin ve tarikatın inanan için elzem olduğundan, 4 kapıdan (Şeriat-Tarikat-Marifet-Hakikat), nefsin hâllerinden, benlik tağutundan, dünya hırslarından, haram-helâl bilmenin öneminden, ihlâstan, dua ve tevbeden, kanaatin faydalarından ve nihayet İlâhî aşktan dem bahseder. • «Şu âlemde rüsvâbolup kan yutmang Şeriatdatarikatda pir tutmang Hakîkatdacân u tendin pâkotmeseng Gafletlendin seni dip cüda kılsun» «Bu âlemde rüsva olup kan yutmasan Şeriatta tarikatta pir tutmasan Hakikatte candan tenden geçmesen Gafletlerden seni ne diye uyarsın»
ANADOLU SELÇUKLULARI EDEBÎ-TASAVVUFÎ HAYAT (ORTA DÖNEM)-GİRİŞ- • Karahanlı dönemindeki ilk eserlere karşın bu dönemde Arapça ve Farsça’nın etkisi hızla metinlere hükmetmeye başlar. Bu dönem Selçuklu’nun Anadolu’yu yurt edinmesiyle başlar ve Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde görülen Batı tesirindeki edebiyata kadar çizgisine devam eder. Bu dönem kendi içinde 5 bölümde incelenebilir: • Selçuklu ve Beylikler Dönemi • Osmanlı Devleti Kuruluş Dönemi • Cihân Devleti ve Klasik Dönem • Mahallîleşme ve Duraklama Dönemi • Tanzimat ve Yeni Arayışlar Dönemi
ANADOLU SELÇUKLULARI EDEBÎ-TASAVVUFÎ HAYAT (ORTA DÖNEM)-GİRİŞ- • Horasan ve İran topraklarında tekâmül eden Selçuklu Medeniyeti, sivil ve resmî yönleriyle Anadolu’da âbidelerini dikmiş; Ahîlik, Fütüvvet, Bâcıyân-ı ve Abdalân-ı Rûm gibi sosyal ve kültürel kurumlarını inşa etmiştir. Nitekim Ulucamilerin, kümbetlerin, medreselerin, şifahânelerin inşasıyla başlayan kültürel-dinî-mimarî süreç, Mevlânâ, Hacı Bektâş-ı Velî, Yûnus Emre gibi âlim, edîp ve dervişlerin varlığıyla kültürel havzasını çemberini zenginleştirmiştir. • Ayrıca bu dönem ilklerin ve ufuk şahsiyetlerin boy gösterdiği bir zamandır. Divân Edebiyatı’nda olsun (Hoca Dehhânî), Tasavvufî merkezde olsun (Mevlânâ, Sultan Veled); hem de Tekke ve Halk Edebiyatı’na ilham veren efkâr bağlamında (Yûnus Emre) ufuk şahsiyetler önümüze çıkar.