530 likes | 979 Views
RİSK ALTINDAKİ ÇOCUKLAR. www.canakkaleram.gov.tr. ÇANAKKALE REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ HAZIRLAYAN: Gökçen ÖZER.
E N D
RİSK ALTINDAKİ ÇOCUKLAR www.canakkaleram.gov.tr ÇANAKKALE REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ HAZIRLAYAN: Gökçen ÖZER
Türkiye nüfusu itibariyle Avrupa’ nın beşinci, Ortadoğu’ nun birinci ülkesidir. Türkiye bu açıdan dünya sıralamasında ilk 20 ülke arasında yer almaktadır. Ülke nüfusu tabanda geniş, yukarıda ise 50 yaşın üzerinde daralan bir yaş piramidine sahiptir. Piramidin geniş tabanı çocuk ve gençlerden meydana gelmektedir.
Çocuk nüfusunun genel nüfusa oranı %41.78’ dir. Çocuk nüfusun %42.37’ si erkek, %48.64’ ü kadındır. Bu istatistikler Türkiye’ nin batılı ülkelerle karşılaştırıldığında önemli ölçüde çocuk nüfusa sahip olduğunu gösterir.
Çocuk sayısındaki bu ciddi göstergeler Türkiye’ de çocuk nüfusun devlet ve toplum için önemli bir toplumsal olgu olduğuna tanıklık etmektedir.
Sağlıklı bir toplum; bedensel, ruhsal, sosyal yönden sağlıklı bireylerden oluşur. Bireylerin tüm yönleriyle sağlıklı olabilmesi ise, çocukların çok yönlü gelişimine ve eğitimine önem vermek ve kaynak ayırmakla mümkündür.
Yatırımların en etkilisi çocuklar için yapılan yatırımdır. Çünkü her yönden sağlıklı yetişmiş bir çocuk, gelecekte yaratıcı, üretici, çok yönlü düşünebilen, yaratıcı ve bilimsel problem çözme gücü yüksek, etkili iletişim kurabilen kendisi ve çevresiyle barış içinde yaşayabilen, gizil güçlerini en etkili bir biçimde kullanabilen, kendisini gerçekleştirmiş mutlu bir yetişkin, hak ve sorumluluklarını bilen nitelikli bir vatandaş olacaktır.
Sağlıklı yetişmiş çocuk değer yaratmaya adaydır. Toplumun gelişebilmesi, sağlıklı bireylerden oluşması ile mümkündür. Sağlıksız ve nitelikli eğitimden yoksun çocuk ise, toplumun mutsuzluk kaynağıdır ve gelişmesini önleyecek en önemli faktördür.
Erken yaşlarda çocuğun içinde bulunduğu çevre ve çocuğa sağlanan eğitimin niteliği onun gelecekteki başarılarını ve dolayısıyla da yaşam kalitesini büyük ölçüde belirlemektedir. Yapılan araştırmalar ilk çocukluk yıllarındaki uyarıcı ortam ve yaşantı yetersizliklerinin daha sonraki yıllarda öğrenme ve gelişim düzeyini sınırlandırdığını; zengin uyarıcı çevrenin ise, okul öğrenmelerinin temelini oluşturan anadilini kullanma yeterliliğini, sayısal, uzaysal yeteneklerini, başarma güdüsünü, iyi çalışma alışkanlıklarını, sonuç olarak öğrenme düzeyini artırdığını göstermektedir. (Bloom,1976)
ÇALIŞAN ÇOCUKLAR
Ankara Emniyet Müdürlüğü’ nde çocuk bürosu kayıtları dikkate alınarak yapılan bir araştırmaya göre çocuk işçilerin %35’ i 13 yaşından küçüktür. Çocuk Hakları sözleşmesine aykırı olan bu tabloyu Devlet İstatistik Enstitüsü rakamları da doğrulamaktadır.
Buna Göre: • 12-14 yaş arası 2 milyon 784 bin 239 çocuktan %21.96’sı çalışmaktadır. Bu grup toplam nüfusun %4.3’ünü oluşturmaktadır. • 15-18 yaş arası 5 milyon 372 bin 624 çocuktan %39.72’ si çalışmaktadır.
Bu oranlara dahil edilmeyen 12 yaş altında bir çok çocuk sokak ve işyerlerinde yasalara ve Çocuk Hakları Sözleşmesi’ ne aykırı olarak çalıştırılmaktadır. Bu oranların toplam rakamsal ifadesi yaklaşık 3 milyondur.
DİE’ nin bir araştırmasına göre: Türkiye’ de 6-14 yaş grubundaki çocukların %30’ u çalışmaktadır. Bu oran kızlarda erkeklere nispetle daha yüksektir. Kızların çalışma oranı %30-40 düzeyindedir. Buna karşılık erkek çocukların oranı %20’lerde kalmaktadır. Ancak kırsal alanlarda bu oran %30’a ulaşabilmektedir.
Türkiye nüfusunun yaklaşık 19 milyonunu oluşturan 6-19 yaş grubu çocuk ve gençlerin %19’ u çalışmaktadır. Bu grubun en yoğun istihdam edildikleri ekonomik faaliyet kolu ise tarımdır (%62.3). Bu sektörü sırasıyla imalat (%15.6), konfeksiyon, metal, çimento, tekstil, ağaç işleri, ticaret (%9.2), hizmet (%7.8) sektörleri izlemektedir.
Ayrıca ülkemizde çocuklar informel sektör olarak adlandırılan ayakkabı boyacılığı, otoparkçılık, oto cam siliciliği, kağıt, pet şişe, kutu toplama işleri gibi kayıt dışı işlerde de yoğun olarak çalışmaktadırlar.
SONUÇ Tıpkı geleneksel kültürlerde olduğu gibi Türkiye’ de çocukların önemli bir bölümü çocukluklarını yaşamamaktadır. Çocukluk diye özel olarak yetişilmesi ve yaşanılması gereken bir dönem onlar için yoktur.
Onlardan aileleri süratle yetişip erginleşmelerini, bir an önce yetişkin –adam- olmalarını beklemektedir. Çünkü aile bütçeleri yetişkin çocukların katkılarına acil ihtiyaç duymaktadır.
Çeşitli araştırmalar “bütün yaş gruplarında fiziksel ceza alan çocukların fiziksel ceza almayan çocuklara göre çoğunlukta olduğunu” ortaya koymak- tadır. Buna göre bütün yaş grupların da çocukların yaklaşık %60’ ına fizik- sel ceza uygulandığı görülmektedir.
Fiziksel darp ve ceza çocuklara yapılan istenmeyen uygulamaların başında gelmektedir. Bu konu yalnızca anne babaların çocukları üzerindeki fiziksel taciz ile sınırlı değildir. Ailenin dışında okul, sokak, medya ve hatta bütün bir toplum şiddeti yaratan, körükleyen ve ateşleyen kurumlara ve ortamlara dönüşebilmektedir.
Toplumdaki bu geniş sorumluluk ağı kendine düşenleri gereği gibi yerine getirmediği zamanlarda aile kaçınıl- maz bir şiddet ortamına dönüşmekte- dir. Aile içi şiddetin doğrudan kurban- ları olan çocukların olası tepkileri ve kişilik özellikleri ise şiddeti uygulayan- lara derin bir nefret yoğunlaşmasıyla belirginleşmektedir.
Aile Araştırma Kurumu’ nun bulguları bu önermeyi doğrulamaktadır: • Şiddet uygulanan hanelerin %74.5’ inde çocuklar şiddete şahit olmakta- dırlar. • Şiddeti gözlemleyen çocukların gösterdikleri tepkilerin içinde en sık rastlananı %54’ lük bir oranla ‘KORKU’ olmuştur.
Örneklemin %8.4’ ü çocukların yaşının henüz bir şey anlayamayacak kadar küçük olduğunu belirtmiştir. • Çocukların %16.4’ü tepkilerini ‘babayı sevmemek’ şeklinde göstermektedirler. • Şiddete tanıklık eden çocukların %6.9’u ‘hiç ses çıkartmamaktadır.’
Çocuklarda görülen davranış bozuklukları ise şöyledir: • Çocukların % 4.9’u içlerine kapanmaktadır, • % 4.9’u ise saldırgan davranışlara yönelmektedir.
Ülkemizde şiddet konusunda medyanın gerekli duyarlılık içinde olduğu tartışmaya açıktır. Haftada ortalama 600 yayında öldürme, yaralama, soygun ve şiddet sahneleri çocukların izleyebilecekleri saatlerde sakınılmadan gösterilmektedir.
Medya bu tür haberlerde tarafsız bir görünüm içinde olmakla birlikte bu tür haberlerin yayınlama sıklığı düşünü- lürse, adeta insanlara şiddeti kanıksa- tan bir rol ortaya çıkmaktadır. Bu tür yayınlarda medya hiçbir şekilde eğitici rol ve misyon üstlenmemektedir.
Ülkemizde İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde aile içi baskıdan, şiddet ve tacizden kaçarak kurtuluşu sokakta arayan binlerce çocuk bulunduğu tahmin edilmektedir.
Metropol çevrelerinde bu gelişmelere bağlı olarak “kriminal çocuk alt kültürleri” oluşmaya başlamıştır. Bu durum daha çok sokak çocuklarının karşılaştıkları tehlike ve risklerin bir sonucudur. Buna bağlı olarak tiner ve bali koklama, hırsızlık, fuhuş, yankesicilik, kapkaç vb. suçlar sokak çocuklarının olası davranış sapmaları olmaktadır.
Sokak Çocuklarıyla İlgili Sınırlı Alan Araştırmaları Sonuçlarına Göre • Çocuklar ağırlıklı olarak 12-15 yaş grubunda (%77’si) olmakla birlikte, 6-11 yaş grubundaki çocukların sayısı da azımsanamayacak düzeydedir (%19’u)
Çocukların çoğu alt toplumsal ekonomik düzeydeki ailelerin çocuklarıdır. Ailelerin eğitim düzeyleri düşüktür. Hane halkı büyüklüğü açısından çok nüfuslu kalabalık ailelerdir.
Eğitim düzeyleri açısından çocukların çoğu ilkokulu bitirdiğini belirtirken (%82.4’ü), okur-yazar olduklarını belirtenlerin oranı %15.38’dir. • Sigara kullanımı çocuklar açısından yaygın olmakla birlikte alkol ve kumar alışkanlığı yerleşik bir davranış değildir.
Çocukların zaman zaman polis ve özellikle zabıta ile ilişkileri olabilmektedir. %55’inin bir şekilde polis ve zabıta ile ilişkisi olmuştur. Yanlış tutuklama, kimliksiz dolaşma polis ile; boya sandığının alınması zabıta ile ilişkilerinin başında gelmektedir. • Sokak çocuklarının tamamına yakınını erkek çocuklar meydana getirmektedir.
Sürekli olarak fiziksel ve zihinsel açılardan sağlıksız ortamlarda bulunmakta bunun doğal sonucu olarak fiziksel, duygusal ve cinsel istismara uğramaktadırlar. • Sokaklarda yaşayan çocuklar tüm zararlı alışkanlıkları edinme riski altındadırlar. Bu durumda sadece kendileri için değil toplumun tüm kesimleri için bir risk oluşturmaktadırlar.
Sokak çocuklarının söz konusu risklerden arındırılarak topluma kazandırılmaları konusu devlet kadar gönüllü kuruluşların da görev alanına girmektedir. Ne var ki her iki boyutta da yeterli girişim ve organizasyonlar son derece kısıtlıdır. Bu sınırlı kuruluşların başında “Sokak Çocukları Rehabilitasyon Merkezleri” gelmektedir. Ancak bu merkezler Ankara, İstanbul, Mersin, Diyarbakır, Adana, Antalya ve İzmir’ de bulunmaktadır.
VERİLEN HİZMETLER • Günlük sıcak yemek verilmektedir, • Çocukların periyodik sağlık kontrolleri yapılmakta, acil durumlarda ilk yardım ve tedavi hizmetleri verilmektedir, • Okula giden çocuklara destek kursları düzenlenmektedir,
Okuyamayacak durumda olan çocuklar için meslek edindirme ve kalıcı, sağlıklı işe yerleştirme çalışmaları yapılmaktadır, • Merkeze gelemeyen çocuklara da mobil ekiplerce, bulundukları ve çalıştıkları ortamlara ulaşılarak, yalnız olmadıkları, belediye tarafından sahiplenildikleri vurgulanmakta; sağlık, beslenme vb. hizmetler sunulmaktadır. • Sokak çocukları ve çalışan çocuklarla ilgili kampanyalar ve toplantılar düzenlenmektedir.
Çocuk olgusunu tehdit eden, çocukların esenliğini, yaşama hakkını olumsuz yönde etkileyen etkenler arasında doğal felaketler ile zorunlu göçler önemli yer tutmaktadır.
Ülkemizde doğal felaket denildiğinde 17 Ağustos 1999 depremi başta gelir. Bu depremde annesiz babasız ve ailesiz kalan çocukları bu kayıplarının yanı sıra en az bunlar kadar önemli ruhsal sorunlarda tehdit etmektedir. Çeşitli nedenlerle Körfez depreminin kesin sayılarının ayrıntılı dökümanı yapılamadı. Ama resmi açıklamalara göre yaklaşık 20 bin toplam ölünün en az beş bininin çocuk olduğu tahmin edilmektedir.
Göç anlamına uygun olarak parçalanmış aile olgusunun da başlıca nedenleri arasındadır. Doğal felaketlerin yanı sıra sosyal ve siyasal şartların zorlayıcılığı da göçün önemli nedenlerinden sayılmaktadır. Ülkemiz 1980’li yıllardan itibaren Bulgaristan’ dan ve Kuzey Irak’ tan yoğun göç aldı. Ülke içi ekonomik göçler dışında bu tür göçler çok belirgin olarak eğitim, yaşama, sağlık gibi çocukların yüksek yararını doğrudan etkileyen bir olgudur.
Ülkemizde her bir bölgenin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısına özgü çocuk sorunlarına rastlanmaktadır. Ülkeye genellenemeyen ama bölgelere özgü önemli toplumsal sorun olarak bu tür olayların kayda değer boyutları bulunmaktadır.
Samsun’ un Bafra ilçesi her bahar mevsiminde çocuk pazarı haline dönüşüyor. Yılların bir geleneği olan bu uygulamada çevre ilçe ve illere bağlı yoksul köylüler (Sinop’un Durağan ilçesi Sarıyar ve Biyerdiç köylüleri) altı ve sekiz aylığına çocuklarını zengin tarımsal kültüre sahip olan köylülere kiraya vermektedirler. (Bayram OK, “Utanç Pazarına Baskın”Sabah)
Yaşları on ve on altı arasında değişen erkek çocuklar bu pazarda sıkı bir pazarlık sonunda mevsim sonuna kadar çalışmak üzere yeni ailelerine teslim edilmektedirler. Çocukların bu süre içinde ne yaptıklarını ise bir çocuk şöyle açıklamaktadır:”Ailemizin durumu iyi değil. Babalarımız bizi pazara götürerek orada anlaştıkları kişilere kiralıyor. Bizi kiralayan kişinin hayvanlarına bakıyoruz, tarla işlerini yapıyoruz.