160 likes | 589 Views
MÜZİĞİN KÜÇÜK DEV ADAMI. Yavuz Aydar . Ö y k ü c ü. Fonda çalan: “ Locomotive Breath ” Jethro Tull. 1970’li yılların başlarında bir gece yarısı… Bayındır sokağa bakan bütün ışıkları kapalı odada sadece müzik setinin kırmızı ışığı
E N D
MÜZİĞİN KÜÇÜK DEV ADAMI Yavuz Aydar Ö y k ü c ü Fonda çalan: “Locomotive Breath” Jethro Tull.
1970’li yılların başlarında bir gece yarısı… Bayındır sokağa bakan bütün ışıkları kapalı odada sadece müzik setinin kırmızı ışığı parlıyordu karanlıkta. Dual pikapta çalan Jethro Tull’ın sesi sonuna kadar açılmış, karanlıkta yalnız başına oturan çocuğun tüylerini diken diken eden “Aqualung” albümünün sesi , açık pencerelerden mahalleye yayılıyordu. Ne muhteşem, nasıl bambaşka bir müzikti bu? Başkaları da duymalı, hissetmeliydi iliklerine kadar. Onun ardından da “Dark Side Of The Moon” gelmeli, müzik çocuğun damarlarında atarken bütün mahalle inim inim inlemeliydi. Ankara Radyoevi’ndeki “müziğin küçük dev adamı” ilk defa yayınlardı hep bu müzikleri. Bir zaman sonra o sesler evlerden yükselmeye başlardı; 45’lik, 33’lük plaklardan ya da onun radyo programlarından kasetlere aktarılmış kayıtlardan… Mazhar-Fuat’ın Özkan’ının bir gün dayanamayıp telefona sarılarak:“Evde kaset kalmadı oğlum! Nereden buluyorsun bu plakları?” dedirtecek kadar şaşırtıcıydı durum.
İnkılâp sokaktaki evinde onun odasında müzik dinleyebilenlerden biri olmuşsanız eğer, kimsede olmayan ve kimselere elletilmeyen hazinesinden, onun seçeceği plakları muhteşem bir müzik setinin kulak hizasına yerleştirilmiş kolonlarından gelen enfes bir ses düzeninde dinlemiş olabilir ve henüz kimsenin bilmediği yeni rock gruplarını herkesten önce keşfetmiş olabilirdiniz. Söz gelimi bir akşam“Love Reign O’er Me” ile “The Who” grubunun müziği hiç bitmeyen bir sağanak gibi yağabilirdi üzerinize.
Yavuz ‘la, o, radyoevinde yaşayan bir efsane olmazdan önce aynı evde oturmuşlukları, aynı salıncağa binmişlikleri olanlar, onun mahalle arkadaşlarıyla, Bayındır Sokak’taki boş arsada dut ağacının dallarına ve arsanın sağına soluna yan binanın kapıcı dairesinden çektikleri kablolarla tenekeden kenarlıkları olan yüz elli mumluk ampulleri asıp gece basket maçları yaptıklarını , Bayındır’dan Kızılırmak Caddesine çıkarken karşı köşede kalan metruk evin bahçesinde savaş oyunları oynadıklarını, içine solucan konmuş mücevher kutusu görünümünde paketlenmiş kibrit kutularını Meşrutiyet Caddesi’nin kaldırımlarına bıraktıklarını bilirler. Hâlâ melodisi kulaklarındadır özel ıslıklarının; buluşmak istediklerinde arkadaşlarını sokağa çağırdıkları.
Fotoğrafların siyah-beyaz olduğu o eski zamanlarda henüz evlerde pikap yoktur. Ülkede yabancı plaklar kısıtlı sayıda satılmakta, Ankara Radyoevi’nin diskoteğinde bile daha çok İtalyanca plaklardan kopya edilmiş Pepino Di Capri, Dalida, Milva gibi sanatçıların bantları bulunmaktadır.
1967 yılında ufak tefek bir genç o radyoevinin kapısından içeri ilk adımını atar. Bir yıl sonra kurumun açtığı hafif batı müziği prodüktörü sınavında pek duymayan sağ kulağına rağmen üstün başarı gösterir. Bir tek tenor ve alto saksafonların seslerini birbirinden ayırt etmekte biraz zorlanmıştır sınavda. Hemen, “Dinleyici İstekleri,” “Yeni Plaklar” ve “İtalya’dan Müzik” isimli üç programla aynı anda yoğun tempolu müzik prodüktörlüğüne başlar.
Sadece mesleğine aşık insanların başarabileceği yenilikleri de ardı ardına sıralar. TRT Radyosu’nun İtalyan ve Fransız müziği yoğunlukta olan hafif batı müziği programlarına yeni ufuklar açıp dinleyicisine okyanusun öbür ucundan ve İngiltere’den yepyeni gruplar tanıtır. Yeni plaklara çıktığı anda ulaşabilmek için tamamen kendi imkanlarıyla yurt dışına gidip gelenlerden ve Amerika’daki ağabeyinden istediği tek şey listelere yeni giren plaklardır. Plaklar Türkiye’ye postayla gelmişse gümrükçülere dert anlatması da vardır. Bir de Ankara’da o zamanlar çok az sayıda ithal plak getirip oldukça pahalıya satan iki plakçı olan Kızılay’daki Tansel ve Soysal Pasajı içindeki Cemil’i ikna etmiştir, plakları bir günlüğüne Radyoevi’nde banda kopyalayabilmek için... Bazen gece yarılarına kadar işini tamamlayıp ertesi gün plakları geri verebilmek için çalışır.
O günlerde Türk Pop Müziği de devrim yapmaktadır. “Dinleyici İstekleri” programında Anadolu’dan çıkan güzelim tınıları tanıtmaya başlar. İlk keşiflerinden biri Selda olur. Yabancı müzikler için istek yollayan dinleyicisine kendi seçtiği iki Selda şarkısını: “Katip Arzuhalim Yaz Yare Böyle” ve “Mahpushane İçinde Mermer Direk” i çaldığında Radyoevi’ne dinleyiciler istek mektubu yağdırmaya başlarlar. Bir sonraki programda iki Selda şarkısı daha patlatınca soruşturmaya da uğrar. Ama o bildiği yolda devam edip Anadolu folkundan esinlenerek ortaya çıkan rock ve pop müziğin tanıtımına vermesi gereken desteği esirgemez.
Moğollar, Cem Karaca, Barış Manço, Hümeyra, Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil,Modern Folk Üçlüsü, Mazhar-Fuat İkilisi ve daha bir çok sanatçının plakları çoğu zaman ilk kez onun programlarıyla dinleyiciyle buluşur. Çoğu sanatçı bu alçakgönüllü küçük dev adamın dostu olmuştur. Barış, nikah şahitliğini yaparken odacının atkısını dolar boynuna kravat niyetine. Ortaçgil, “Benimle Oynar mısın?” ı bitirdiğinde koltuğunun altına sıkıştırıp getirmiştir, ilk o çalsın diye… Fikret Kızılok’la, Bodrum’a indiği bir yaz sabahının köründe Raşit’in kahvesinde karşılaşınca davet alıp pansiyon yerine iki geceyi onun limana bağlı Karadeniz takasında geçirir; eşinin hazırladığı ahtapot salataları ve Kızılok’un gitarı eşliğinde…
Yine Bodrum’da yıllar sonra Moğollar’dan Murat Ses’le sohbet ederken bir zamanlar Mazhar’ın geceleri Bardakçı Koyu’nun boş yamaçlarında bestelediği ölümsüz eserlerini ilk dinlediğinde “Ulan Mazhar, bakalım gün gelip bunların kıymeti anlaşılacak mı?” tarzındaki sohbetleri aklına gelip gülümser. O Türkiye’deki hafif batı müziği tarihinin en önemli şahitlerinden biridir. Türkiye radyolarında Stüdyo FM programıyla başlattığı ve 3600’ü geçen rekor sayıdaki canlı yayın ise bugün hala devam etmektedir.
Kırküç yıllık meslek hayatı bir o kadar eski ve sağlam dostluklar da kazandırır ona. Şebnem Savaşçı’yla başladığı günden beri birlikte sundukları Stüdyo FM, Türkiye’de 1960’lar ve 70’lerin genç kuşaklarının zihinlerinde silinmez izler bırakır. BBC’nin bir programından Türkçe’ye tercüme ettirip ve saniye saniye senkronize ederek, platoda plak dönerken içindeki röportajlarıyla birlikte canlı yayınladıkları unutulmaz “Beatles” dizisi bunlardan biridir.
Yıllar geçtikçe hiç hayal edemeyecekleri konserler Türkiye’de gerçekleşmeye başlar. Bu konserlerin ilki Chick Corea konseridir. Onu takiben yıllarca radyodan Türkiye’ye tanıttığı birçok sanatçı konser vermek için gelir ve Yavuz onların çoğuyla tanışma fırsatını bulur. Ray Charles, Al Di Meola, Gary Burton, Paco De Lucia, John Mc. Laughlin, Bill Evans, Dizzie Gillespie, George Benson, Carlos Santana, Ian Anderson bunlardan bazılardır.
Yıllar geçtikçe çok sevdiği bazı sanatçıların ölüm haberlerini alıp onları anma programları da hazırlaması gerekir. John Lennon’un öldüğü gün masasına başını vurur defalarca üzüntüsünden. Sonra özel Lennon programı o akşam yayınlanır Radyoevi’nden…
Ian Anderson, Stüdyo FM canlı yayın programına katılır bir gelişinde. Orada anlattığı en ilginç anı, sahnede konser verirken fırlatılıp göğsünde patlayan kanlı bir kadın bezi nedeniyle vurulmuş olduğunu zannetmesi hikâyesi olur. Bob Dylan ise İstanbul konserine sanki trans halinde çıkar ve kimseyle tek bir kelime konuşmadan konser sonunda çekip gider. O konseri büyük bir heyecanla sunan ise beş programlık unutulmaz bir Dylan dizisi yayınlamış olan Yavuz’dur.
Bayındır Sokak’ta mahalleye gece yarısı müzik dinleten çocuk, Ankara’ya bir gelişinde, hani o “Kuğulu Parkta Bir Akşamüstü” öyküsünde geçen sürpriz doğum gününde, “Müziğin Küçük Dev Adamı”yla oradaki dostlarına bestelerini çalar. Çocuk duygulanmıştır; İstanbul’a döndüğünde “Ankaralı Olmak” neymiş, iki gözü iki çeşme oturur onu yazar. Son gelişlerinden birinde ise onu radyoevinde ziyaret eder. Radyoevi’nin sessiz koridorlarında yürürlerken o herkesle selamlaşır, durdurulup hali hatırı sorulur, “İyi ki varsınız, sizinle aynı çatı altında çalışmak bizim için bir onur,” gibi sözlere alçakgönüllü sessiz gülümsemesiyle karşılık verir. Sonra o akşamüzeri canlı yayın yapacağı Stüdyo FM’in yayın odasının önünden geçip kendisi gibi sade ve küçük odasına varıp otururlar, baldan tatlı sohbetlerle eski günleri yad etmeye …
İnkılâp Sokak’ta zamanında o şarkıyı dinleyemeyenler için PearlJam yorumu: http://www.dailymotion.com/video/x6ak7y_pearl-jam-love-reign-oer-me-the-rea_music