370 likes | 896 Views
MEVLİD KANDİLİ, PEYGAMBERİMİZ’İ (sav) SEVMEK ve O’NA İTAAT Nagihan KOÇ Sakarya Merkez Vaizi. MEVLİD KANDİLİ.
E N D
MEVLİD KANDİLİ, PEYGAMBERİMİZ’İ (sav) SEVMEK ve O’NA İTAATNagihan KOÇSakarya Merkez Vaizi
MEVLİD KANDİLİ Mevlid, "doğum zamanı" demektir. Hz. Peygamber’in doğduğu gün ve gecesine Mevlid Kandili ya da Veladet Kandili denir. Hz. Peygamber, H. Rebiu’l-Evvel ayının 12. Pazartesi gecesi dünyaya gelmiş olup, bu tarih miladî olarak 20 Nisan 571 tarihine karşılık gelir. Bu yıl Mevlid Kandili 23 Ocak’ı 24 Ocak’a bağlayan Çarşamba gecesine tekabül etmektedir.
Mevlid Kandili Hz. Peygamber’in doğum günü olduğu için kıymetli bir zamandır. Bizler için Hz. Peygamber’in (sav) sünnetini anlama, bu anlayışla yaşama ve yenilenme, sünneti bir hayat felsefesi haline getirmenin idrakine varma zamanıdır.
Mevlid Kandili kutlamaları, Osmanlı İmparatorluğu zamanında başlayarak bir tür örf ve gelenek olarak günümüze kadar yapıla gelmiştir. Hz. Peygamber’i anma ihtiyacı hisseden Müslümanların yapa geldikleri bu kutlamalar, Hz. Peygamber’in zamanında başlamamıştır. Bu nedenle Mevlid Kandiline has kılınmış belirli bir ibadet yoktur. Fakat bu anlamlı günü ve geceyi Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla ibadetle geçiren müminlerin bu ibadetlerinin karşılıksız kalmayacağı umulur. Mevlid Kandilinde öncelikli olarak hangi ibadetle meşgul olmak gerektiği söz konusu olursa, Müslümanların diğer zamanlarda sorumlu oldukları ibadetlerden kendilerinde eksik olduğunu bildikleri ibadetleri bu zamanlarda öncelikli olarak yapmaya çalışmaları daha makuldür. Örneğin, kaza namazı olan bir Müslümanın bu zamanda kaza namazı kılması daha akıllıca olur.
Mevlid Kandili gününde ve gecesinde Allahın rızasını kazanma niyetiyle şu faaliyetler yapılabilir: *Hayatımızı gözden geçirip geçmişimizin muhasebesini yapabiliriz. İyiliklerimizi, yararlı ve güzel davranışlarımızı nasıl artırılabileceğimizi, hata ve noksanlarımızı nasıl giderebileceğimizi düşünebiliriz. * İslam tarihi kitaplarından Peygamberimizin hayatını okuyarak O’na salât-ü selâmlar getirebiliriz. O’nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuurumuzu tazeleyebiliriz. Nitekim Efendimiz, “Kıyamet gününde insanların bana en yakın olanları, bana en çok Salât-ü Selâm getirenleridir” buyurmuştur.(Tirmizi, Vitr, 21) O salâvatlardan bir tanesi şu olabilir: “Allahım! Muhammed’e ve ailesine rahmet kıl, tıpkı İbrahim’e ve ailesine rahmet kıldığın gibi. Sen övülmeye layıksın, şerefi yücesin. Muhammed’i ve ailesini mübarek kıl! Tıpkı İbrahim’i ve ailesini mübarek kıldığın gibi. Sen övülmeye layıksın, şerefi yücesin.”(Müslim, Salat, 66) Bu salâvat-ı şerife namazlarımızda Tahiyyattan sonra okuduğumuz salâvattır.
* Kaza ve nafile namazlar kılarak bu vesileyle yüce Rabbimize iltica edebiliriz. *Günahlarımıza samimi olarak tövbe ve istiğfar edip, idrak edilen geceyi son fırsat bilerek pişmanlıkla Rabbimize yönelebiliriz. *Üzerimizde hakları olanları arayıp sorarak, küs ve dargın olduğumuz kimseler varsa onlarla barışmaya çalışabiliriz. *Mümkünse aile fertlerimize hediyeler alıp, bu günün önemini anlatabiliriz. * Böyle gün ve gecelerde camiye yetişkin ve büyüme çağındaki evlatlarımızla birlikte gitmeliyiz. Onlar cemaat olmanın, dayanışmanın bir ve beraber olmanın önemini böylesine coşkulu günlerde daha kolay kavrayabilirler.
Mevlid Kandili, Hz. Peygamber’in sunduğu bütün değerleri ve yol gösterici öğütleri anlama zamanıdır. Bu değerleri fark etmek ve onları bir davranış bilincine ve yaşanan bir hayat haline getirebilmek, dindarlığın temel hedefi olmalıdır. Dindarlığımızın olgunlaşması da O’nu tanımaya, anlamaya ve sevmeye bağlıdır. Dünya hayatının sonu gelmez koşuşturması, her bir yönden gelen bilgi kirlenmesi, iç dünyamızda yaşanan gelgitler arasında bocalayan bizlerin günümüzdeki önemli sorunlarından biri; Hz. Peygamber’in örnek hayatı ile kendi hayatımız arasında sağlam bilgiye dayalı bir köprü kuramayışımız, sonuçta insanlığa rehberlik edecek ve umut kapıları açacak ahlâkî duyarlılığa sahip dindarlıkların üretilemeyişidir. Bu nedenle, giderek dünyeviliğe, bireysel benliklerine, çıkar ve hazza dayanan bir hayata yönelen çağımız insanlarının, onun örnekliğine, manevî önderliğine, sevgisine, onu anlamaya ve sevmeye son derece ihtiyacı vardır. İslam Âleminin Mevlid Kandilini kutlarız.
PEYGAMBERİMİZİ SEVMEK 1) PEYGAMBERİMİZİ (sav) SEVMEK 2) PEYGAMBER’E İTAAT 3) HZ. PEYGAMBER’İN SÜNNETE UYMAYANLARA TEPKİLERİ 4) SÜNNETE UYMAMANIN SONUÇLARI
HZ. PEYGAMBER’İ SEVMEK 1) PEYGAMBERİMİZİ SEVMEK: Resûlullah’ı sevmek dindarlığımızın seviyesini yükseltir, bizi kâmil, olgun mümin olma derecesine çıkartır. Şu hadiste bu apaçık ifade edilmiştir: Bir gün Hz. Ömer, Peygamberimiz’e, “Ya Resûlallah! Ben sizi canımdan başka her şeyden çok severim” der.” Peygamberimiz; “Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, beni canından da daha çok sevmedikçe olgun mümin olamazsın!” buyurur. Peygamberimiz’i dikkatle dinleyen Hz. Ömer, “Ey Allah’ın Resûlü! Ben şimdi sizi canımdan da daha çok seviyorum” deyince Peygamberimiz, “İşte şimdi olgun mümin oldun!” buyurur. (Ayni, Umdetu’l,-Kari,1/144)
Enes b. Malik anlatıyor: Hz. Peygamber’le birlikte mescitten çıkıyorduk. Mescidin kapısında karşımıza bir adam çıktı ve, “Ey Allah’ın Resûlu, kıyamet ne zaman kopacak?” dedi. Resûlullah; “Sen kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu. Adam; “Allah ve Resûlü’nün sevgisini” dedi. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, “O halde sen sevdiklerinle beraber olacaksın” buyurdu. (Buhârî, Edep, 96) Peygamberimiz (sav) “Sünnetimi ihya eden beni sevmiş demektir. Beni seven ise cennette benimle beraberdir” buyurmuştur. (Buhâri, İman, 8)
Sevgiyi ifade sözle yeterli değildir. Hz. Peygamber’i sevdiğimizin göstergesi O’nun sünnetine olan bağlılığımızdır. O halde O’nu ne kadar çok seviyoruz? Bir Müslüman Hz. Peygamber’i sevdiğinde çok önemli kazanımlar elde eder. Hz. Peygamberi seven Müslüman sünnete bağlanır. Sünnet Kur’an’ın yaşama dönüşmüş şeklidir. Hz. Aişe (ra) Efendimizin ahlâkını “Kur’an ahlâkı” (Müslim, Müsâfirin, 139) olarak nitelendirmiştir. Sonuçta Kur’an-ı Kerîm’in istediği bir yaşam tarzı sürdürülmüş olur ve Allah’ın rızasına ulaşılır. Böylece Hz. Peygamber’i sevme hali bir Müslümanı cennete kadar götürür. Nitekim Rabbimiz Allah’ı sevip O’na ulaşmak isteyen kimselerin Hz. Peygamber’e uymalarını istemiştir. “De ki, Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…” (Al-i İmrân, 3) قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
2) PEYGAMBER’E İTAAT Yüce kitabımızda pek çok âyet-i kerime Hz. Peygamber’e itaat etmeyi emretmektedir.
“Allah ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman gerek mümin olan bir erkek gerek mümin olan bir kadın için işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah ve Resulüne isyan ederse muhakkak ki, o apaçık bir sapıklıkla yolunu sapıtmış olur.” (el-Ahzâb 36) مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا “Kim o Peygamber’e itaat ederse muhakkak Allah’a itaat etmiştir…” (Nisa 80) SÜNNET VE VAHİY:
وَأَنزَلَ اللّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا “Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi,sana bilmediğin şeyleri öğretti.” (Nisa, 113) Kitap, Kur’an-ı Kerim olduğuna göre hikmet sünnettir. Al-i İmran 164. ayette Allah’ın müminlere yaptığı lütuflar arasında kitapla birlikte hikmeti de öğreten bir peygamber göndermesini de zikretmiştir. Hz. Peygamber’den Kur’an dışında gelen her şeye sünnet dendiğine göre, hikmet de sünnete dahil olmalıdır.Aralarında İmam Şafii’nin de olduğu bazı alimler kitapla birlikte zikredilen hikmetin sünnet olduğu kanaatindedirler. Şu durumda sünnetin bir kısmının vahiy kaynaklı olduğunu anlıyoruz. Kaldı ki hadisler arasında yalnız Allah’ın bildirmesiyle bilinebilecek olan gaybi yani geçmişle, gelecekle veya ölümden sonraki hallerle alakalı bilgilerin ve “Allah şöyle buyurdu”,“Rabbim bana şöyle emretti” gibi ifadelerle Allah’a nispet edilen bilgilerin bulunması da bazı hadislerin vahiy kaynaklı olduğunu gösterir.
Diğer taraftan Hz. Peygamber’in bazı hareketleriyle bazı karar ve açıklamalarının vahye dayanmadığını gösteren ayet ve hadisler de vardır. Bu hususta şu ayetler örnek gösterilebilir: “Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalan söyleyenleri bilmezden önce niçin onlara izin verdin?” (Tevbe, 43)
“Ey Peygamber! Niçin, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi, eşlerinin hatırı için haram kılıyorsun? Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Tahrim, 1) عَبَسَ وَتَوَلَّى أَن جَاءهُ الْأَعْمَى “Yanına ama biri geldi diye yüzünü ekşitti ve sırtını döndü.” (Abese, 1-2)
Hz. Peygamber’in Bedir Savaşı’nda seçtiği ordugâhı bir sahabenin teklifi üzerine değiştirmesi hadisi de örnektir. Hz. Peygamber’in (sav) bu uygulamaları doğru bulunmayıp düzeltildiklerine göre vahye dayanmıyorlardı. Hz. Peygamber’in hakkında vahiy almadığı konularda; Kur’an’dan çıkardığı veya kendisine vahiyle bildirilen genel esaslardan hareketle, yahut Kur’an-ı Kerim’den benzer konulardaki hükümlerine kıyas yaparak ya da müşahede ve tecrübelerine dayanarak açıklamalarda bulunduğu anlaşılmaktadır.
İster vahiy kaynaklı, ister nebevi ictihadına dayalı olsun Allah (cc) sünnete tabi olmamızı istemektedir. وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ(Haşr,7) “…Resûl’ün size verdiğini alın, sizi nehyettiği şeyden kaçının!...” Ayrıca yüce Allah ve Hz. Peygamber sahabenin hayatlarını sünnete göre düzenlemelerini onaylamıştır. Peygamberimiz de sünnetinin yayılması için gayret göstermiştir. Hz. Peygambere itaat etmeyi emreden ayetlerde “şöyle olana uyun, şöyle olana uymayın diye bir ayırım yoktur. Kaldı ki biz sünnetin hangisinin vahiy kaynaklı ya da hangisinin nebevi içtihatla olduğunu ayırt edemeyiz, mümkün değil.
Bu örneklerden hareketle sünnetin bir kısmının vahiy kaynaklı, bir kısmının da böyle olmadığını anlamaktayız. Ancak her ikisi arasında hüküm koyma hususunda fark yoktur. Sünnetin hüküm koyma, teşri yetkisi vardır. Ve Hz. Peygamber’e itaat bir Müslüman için mecburidir. Allah’ın dışında ve onaylamadığı bir tarzda Hz. Peygamber’in davrandığı düşünülemez. Eğer öyle olsaydı Rabbimiz az önce verdiğimiz örneklerde olduğu gibi müdahale ederdi. Şunu söyleyebiliriz ki sünnet vahyin süzgecinden, Rabbimizin onayından geçmiştir.
3) HZ. PEYGAMBER’İN SÜNNETE UYMAYANLARA TEPKİLERİ • Sözlü tepkiler: 1) Uyarı: “Benden değildir” ifadesi. “Kim benim sünnetimi benimseyip yaşarsa bendendir.” “Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” “Nikah benim sünnetimdir.” “Evlenmeye imkânı olup da evlenmeyen benden değildir.” “Bizden başkasına benzeyen bizden değildir. Yahudilere ve Hristiyanlara benzemeyin!” (Tirmizi, İsti’zan, 7) Kur’an ile teğanni yapmayan bizden değildir” (Darimi, Salat, 171) “Bizi aldatan bizden değildir.” gibi.
2) Azarlama:“Yarın inşallah Tebük pınarına varacaksınız. Oraya kim varırsa, ben gelmeden suya el sürmesin” buyurmuş, ancak pınara varan iki kişinin suya dokunduğunu öğrenince de onları azarlamıştır.”( Müslim, Fedail, 10) 3)Affetmeyi geciktirmesi: Hz. Peygamber, Tebük gazvesine bir mazereti olmadığı halde katılmayan Ka’b b. Malik, Murare b. Er-Rebİ’, Hilâl b. Ümeyye’ye Allah’ın kendileri hakkında hüküm verene dek beklemelerini söylemiş, haklarında yapacağı muameleyi tehir etmiştir. Ashabına da bu üç kişiyle konuşmama emri vermiş, kendisi de onlarla konuşmamış. Aradan elli gün geçince vahiy gelmiş, Tevbe süresinin, 117-118. ayetleri nazil olmuş. Ka’b, (ra) “Hani şu tevbeleri geri bırakılan kimseler” ifadesinin savaştan geri kalma değil, Hz. Peygamber’in onlara yapacağı muameleyi geri bırakması olduğunu söylemiştir.
4) Duasını geciktirmesi: Hz. Peygamber ve ashâbı umre için Mekke’ye girmek istediklerinde müşriklerin engellemeleriyle karşılaşmışlardır. Hudeybiye Antlaşmasının yapıldığı bu olayda bazı sahabe geri dönmek istememiş, Hz. Peygamber ve sahabeden bir kısmı tıraş olarak ihramdan çıkmış, bir kısmı da saçlarını kısaltmakla yetinmişlerdir. Hz. Peygamber saçlarını tıraş edenlere istiğfar etmiş, saçlarını kısaltanlar ısrarla kendileri içinde istiğfar istemişler, o da saçlarını tıraş edenlere üç kere istiğfar etmiş ama kısaltanlara en sonunda bir kere istiğfar etmiş, bu davranışının sebebi sorulduğunda “Onlar şüpheye düşmediler” (Ahmet İbn Hanbel, 1, 353) buyurmuştur.
5)Beddua: Sol eliyle yemek yiyen Büsr b.Râi’l-ayr’a “Sağ elinle ye!” buyurmuş, ancak o, “Sağ elimle yiyemiyorum” deyince Rasûlullah (sav) “Yiyemeyesin!” buyurmuştur. (Darimi, Et’ime, 9) Hz. Peygamber Büsr’e gerçekten sağ eliyle yiyemediği için değil, kibrinden dolayı böyle söylediği için beddua etmiştir. 6) Lanetleme: Önce yasak koymuş, bu yasağa uymayanlara lanet etmiştir. “Saç ekleyene lanet olundu.” (Müslim, Libas, 118) Dövme yaptırana lanet etmiştir. (Nesâi, Ziyne, 72) Rüşvet alana ve verene (Ebu, Davud, Akdiye, 4), kadınlaşan erkeklere, erkekleşen kadınlara lanet etmiştir.(Buhari, Hudud, 33) Bir canlıyı hedef yapıp ateş edenlere lanet etmiştir. Bir ölünün iyiliklerini saya saya yüksek sesle ağlayan kadınlara ve onları dinleyen kadınlara lanet etmiştir. 7) Beri olma: İlişik kesmek anlamındadır. Allah (cc) Hz Peygamber’e “Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden beriyim” demesini emretmiştir. (Enam, 19) “Ben saç yolan, feryat eden ve yaka yırtan kimseden beriyim.” buyurmuştur. (Müslim İman, 167)
b) Fiili tepkileri Kızma:Hz. Peygamber ruhsat tanıdığı bir işi sahabenin yapmaktan çekindiğini görünce kızgınlığı yüzünden belli olacak kadar öfkelenmiş ve “Bazılarına ne oluyor, bir şeyi onlara emrediyorum, ondan yüz çeviriyorlar, vallahi ben onların Allah’ı en iyi bileni ve ondan en çok korkanıyım” buyurarak onları azarlamıştır. (Buhâri Edep 72) Müsaade Etmeme: Yaşadığı müddetçe gündüzleri oruç tutmaya, geceleri de ibadetle geçirmeyi adayan Abdullah b. Amr’ın bu ibadetlere aynı şekilde devam etmesine müsaade etmemiş ve azaltmasını istemiştir. (Buhari, Savm, 56) 3)Cenaze namazını kılmama: Hz. Peygamber bir savaş esnasında ashabına ateş kesmelerini emretmiş, herkes durduğu halde bir kişi düşmana ok atmış ve düşman tarafından öldürülmüş. Hz. Peygamber onun yasaktan sonra öldürüldüğünü öğrenince cenazesinin yanında ayrılmış, namazını kılmamıştır. (Abdurrezzak, Musannef,V, 177)
4) Terk: Hz. Peygamber uygun bulmadığı zeminlerde orada kalmayarak tepkisini göstermiştir. Meselâ Resûlullah itikafa girmek istemiş, itikafa gireceği yerde Hz. Aişe’nin, Hafsa’nın, Zeynep’in çadırlarının kurulu olduğunu görünce, mescidi bu kadar çok çadırla işgal etmeyi hoş karşılamamış, onlara “İyilik mi yaptığınızı sanıyorsunuz?” buyurmuş, ve o ramazan itikafa girmeden dönüp gitmiş, bunun yerine Şevval ayında on gün itikâf yapmıştır. (Muvatta İtikaf, 7) 5) Müdahale: Hz Peygamber, gördüğü yanlışlıkların bir kısmına fiili olarak müdahale etmiştir. Altın yüzük takan bir kişinin parmağına elindeki çubukla vurup “onu at” buyurmuştur. (Nesai, Ziyne, 45) Hz. Aişe resimli bir perde astığında perdeyi söküp yırtmıştır. (Buhari, Mezalim, 32)
c) Tavsiye şeklindeki tepkileri: Kendisi tepki verdiği gibi ashabına da tepkisiz kalmamayı öğretmiştir. “Kim bir münkir görürse eliyle düzeltmeye gücü yeterse derhal düzeltsin, yapamazsa diliyle değiştirsin, (diliyle de) yapamazsa kalbiylebuğzetsin! Bu imanın en zayıf halidir” (Tirmizi, Fiten, 11) buyurdu. Hz. Peygamber sünnete uymayan kimselere itaat edilmeyeceğini bildirmiştir. Sünnetiyle itaat etmeyen ve emrine sarılmayan emirler hakkında “Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez” buyurmuş, (Ahmet İbn Hanbel, III, 213) sünnetine itaatsizliği Allah’a itaatsizlik saymıştır.
4) SÜNNETE UYMAMANIN SONUÇLARI Sünnete uymama, sünnetin sahibi Hz. Peygamber’le sınırlı kalan bir hareket değildir. Hz. Peygamber’in cennete davet eden haberci olduğu belirtilen hadiste, “Kim Muhammed’e itaat ederse, Allah’a itaat eder, kim Muhammed’e isyan ederse Allah’a isyan eder” (Buhari, İ’tisam,2) ifadesinden anlaşıldığına göre Hz. Peygamber’e yönelik her hareket aynı zamanda Allah’a yöneliktir. Sünnete uymamakla kişi, her şeyden önce kendine zarar vermiş olur. Hz. Peygamber’in zarara uğramayacağı aşikârdır. Rasûlullah (sav) abdest aldıktan sonra “İşte abdest böyle alınır. Kim buna bir şey ekler veya eksiltirse kendisine kötülük ve zulmetmiş olur” (Ebû Davûd, Taharet, 52) buyurmuş, sünnete uymayanın kendine zarar verdiğini ifade etmiştir. İmrân b. Husâyn, Rasulullah’ın yarayı dağlamayı yasakladığı halde dağlama yaptıklarını anlattıktan sonra “Fakat ne hastalıktan kurtulduk, ne fayda gördük” (Tirmizi, tıbb,10) diyerek sünnete uymayarak yapılan işin sonuç vermeyeceğini ifade etmiştir.
Abdullah b. Amr Rasulullah’ın ruhsatını kullanmadığı için pişman olmuş, “Ah keşke ben Rasulullah’ın vermiş olduğu ruhsatı ve kolaylığı kabul etmiş olsaydım” demiştir. (Buhari, Savm, 55) Sahabenin bu itirafları sünnete uymayan kimselerin karşılaştıkları sıkıntıları gösterir. Rasûlullahın emrine muhalif olma dünyada fitneye, ahirette azaba müstehak olmak anlamına gelir. Sünnete uymamanın en olumsuz sonucu Müslümanın dini hayatındaki bozulmadır. Sünnete uymama dinden çıkmaya sebep olabilir. Çünkü sünnet de dindir. “İslam garip başladı ve tekrar başladığı gibi garip olacak, yılanın deliğine çekildiği gibi iki mescidin arasına çekilecektir, ne mutlu o gariplere!” (Müslim, İman, 232) “Garipler sünnetimi ihya eden ve Allah’ın kullarına öğretenlerdir.”(Suyuti, Miftahu’l-Cenne, s.67) hadisine göre sünnet, İslâm sayılmıştır. İslâm’ın garip kalışında da sünnetten uzak kalmanın rolü büyüktür.
Enes b. Malik (2286 hadis rivayet ederek muksirun’olan sahabe) Rasulullah’tan şöyle bildirmiştir: “Bir grup dinde aşırı gidecekler, okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar.” (Ahmet b. Hanbel, III,159) Peygamberimiz burada sünnete uymamanın dinden çıkmaya sebep olacağını ifade buyurmuştur. Enes b. Malik bu hadisi yolculukta ikindi namazını dört rekat kılan bir grubu görünce hatırlatmış ve “Allah yüzlerini karartsın, sünnete isabet etmediler, ruhsatı kabul etmediler” buyurmuştur. Abdullah İbn Mes’ud da sünnete uymamanın küfre düşmekle sonuçlanabileceği uyarısında bulunmuştur. “Şu beş vakit namazı ezan okunan mescitlerde cemaatle kılmaya bakın. Şüphesiz ki bunlar sünen-i hüda’dır. Allah Rasülüne sünen-i hüdayı açıklamıştır. Allah’a yemin ederim ki ben kesin münafıklar hariç sahabenin beş vakit namazı cemaatle kılmayı hiçbir zaman terk etmediklerinin şahidiyim. Eğer mescitleri terk eder de farz namazları evlerinizde kılarsanız, Peygamberimizin sünnetini terk etmiş olursunuz. Peygamberimizin sünnetini terk ederseniz küfre girdiniz demektir.” (Ebu Davud, Salat, 46)
Hattabi, İbn Mes’ud’un bu sözünü “Sünnetleri bir bir terketmek suretiyle neticede dinden çıkarsınız, böylece küfre girersiniz” şeklinde izah etmiştir. (Mealimu’s-Sünen, 1, 159 Peygamberimiz sünnete uymamanın sünneti inkara kadar varabileceği endişesini şöyle dile getirmiştir: “Koltuğuna yaslanmış bir adama benim hadislerimden biri okunur da o kişi ‘Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı vardır. Onda helâl bulduğumuzu helâl, haram bulduğumuzu haram kabul ederiz. Biz kitapta ne bulursak ona tabi oluruz’ der.” (Ebu Davud, sünne, 5) “Zillet ve aşağılık emrime muhalefet edenleredir.” (Tirmizi, İsti’zan, 7) “Size sıkı sıkı sarıldığınız müddetçe sapıtmayacağınız iki şey bıraktım. Allah’ın kitabı, Resülü’nün sünneti” (Müslim, Mesâcid, 257)
SÜNNETE UYMAMANIN İCTİMAİ SONUÇLARI Bid’ate düşme: Bid’at sünnetin zıddıdır. Sünnetten uzaklaşılınca bid’ate düşüleceği gayet açıktır. “Her kul için bir coşku dönemi vardır, her coşkunun gevşeme dönemi vardır, bu dönem ya sünnete, ya bidate doğru olur. Kimin fetreti sünnete olursa hidayete ermiştir, kimin fetreti bunun dışında olursa helâk olmuştur.” (Ahmet ibn Hanbel,II, 158) Grupçuluk: Müslümanlar arasında fırkalaşma yasaklanmıştır. Allah (cc) “Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya senin onlarla hiçbir ilşkin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir” (En’am, 159) buyurmuştur. “Ehl-i kitap, dinlerinde 72 fırkaya ayrılmışlardır. Bu ümmet de 73 millete yani fırkaya ayrılacaktır. Bunların hepsi cehennemdedir. Biri hariç o da cemaattir…”(Ebu Davud, Sünne,1) Sünnete itisamsızlık, safların dağılması, ayrılıkların derinleşmesiyle son bulur.
3) Başka dinlerden olanlara tabi olma: Sünnetten ayrılma başka yaşama biçimlerini kabullenmekle neticelenir.” Peygamber “And olsun ki siz, kendinizden önceki milletlerin yoluna kulacı kulacına, arşını arşınına, ve karışı karışına muhakkak uyacaksınız. Hatta onlar bir keler deliğine girseler siz de o deliğe gireceksiniz” buyurmuş, sahabilerin bir sorusu üzerine de müslümanların Yahudiler ve Hristiyanlara benzemeye çalışacaklarını ifade etmiştir. (Buhari, İsti’zan, 14) 4) Müslüman Kimliğini Kaybetme: Müslüman kimliği ve yaşayışı sünnetle oluşmuş ve sünnete sarılmak Müslüman kimliğinin sürekliliğini, İslâmî hayatın sıhhatini sağlayan bir etken olmuştur. “Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir” hadisine göre sünnetten yüz çevirmek peygamberden yüz çevirmektir. Sünnetten uzaklaşmanın sonucu, Müslüman kimliğini kaybetmekse bunun anlamı kimliği korumak için sünnete sarılmak gerektiğidir.
5) Helâk: Rasulullah’a itaat etmeyip onun emrine muhalif davrananların helâka ya da bir belaya duçar olacakları Kur’an’da ifade buyrulmuştur. فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَن تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ(Nur, 63) “Onun emrine aykırı davrananlar başlarına bir bela gelmesinden ya da çok elemli azap isabet etmesinden sakınsınlar.” ayeti bu durumu bildirmektedir. “Sizi kendi halinize bıraktığım konularda siz de beni kendi halime bırakın! Sizden evvelkiler peygamberlerine çok soru sormaları ve ihtilafları yüzünden helâk oldular. Size bir şeyi yasaklarsam ondan sakının, size bir şey emredersem onu gücünüz yettiğince yerine getirin!” hadisi muhalefetin yanlışlığını göstermektedir.
Uhud savaşında Rasule itaat edilmemesi sonucu müslümanların başına mağlubiyet gelmiştir. Kesin emre uymayanlar orduya zarar gelmesine sebep olmuşlardır. Baştaki ayet uhrevi cezaya da işaret etmektedir. Rasulullah “İmtina edenler dışında bütün ümmetim cennete girecek, bana itaat eden cennete girer, bana isyan eden imtina etmiştir.” (Buhari,İtisam, 2) Said b. Müseyyeb (ö.93) ikindi namazından sonra iki rekat namaz kılan bir kimse görmüş ve bunu yapmamasını söylemiş. O kimse, “Allah namazdan dolayı beni cezalandırır mı diye sorunca “Hayır, ama seni sünnete aykırı hareket etmenden dolayı cezalandırır” (Darimi, Mukaddime, 39) demiştir. Yine hacca giderken Said b. Müseyyeb ile vedalaşmaya bir adam gelmiş. Ezan okunduğu için ona namaz kılıp çıkmasını söylemiş….”
TEŞEKKÜRLER (Bu sunumun bazı bölümleri, Prof. Dr. Abdullah Aydınlı’nın “Hadis Tespit Yöntemi” ve Dr. Aynur Uraler’in “Sahabe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık” adlı eserlerinden istifade ile hazırlanmıştır. Her ikisine de teşekkürlerimi sunuyorum.) Nagihan Koç Sakarya Merkez Vaizi