1.63k likes | 2.09k Views
1960-1977 Döneminde Türkiye Ekonomisi. Altıncı Bölüm http://www.yakupkucukkale.net adresinden indirebilirsiniz…. Dönemin Başbakanları. Cemal Gürsel 27 Mayıs 1960 – 5 Ocak 1961 5 Ocak 1961 – 27 Ekim 1961. Emin Fahrettin Özdilek 27 Ekim 1961 – 20 Kasım 1961. Mustafa İsmet İnönü
E N D
1960-1977 Döneminde Türkiye Ekonomisi Altıncı Bölüm http://www.yakupkucukkale.net adresinden indirebilirsiniz…
Dönemin Başbakanları Cemal Gürsel 27 Mayıs 1960 – 5 Ocak 1961 5 Ocak 1961 – 27 Ekim 1961 Emin Fahrettin Özdilek 27 Ekim 1961 – 20 Kasım 1961
Mustafa İsmet İnönü 20 Kasım 1961 – 25 Haziran 1962 25 Haziran 1962 – 25 Aralık 1963 25 Aralık 1963 – 20 Şubat 1965 Suat Hayri Ürgüplü 20 Şubat 1965 – 27 Ekim 1965 Sami Süleyman Gündoğdu Demirel 27 Ekim 1965 – 3 Kasım 1969 3 Kasım 1969 – 6 Mart 1970 6 Mart 1970 – 26 Mart 1971
İsmail Nihat Erim 26 Mart 1971 – 11 Aralık 1971 11 Aralık 1971 – 22 Mayıs 1972 Ferit Sadi Melen 22 Mayıs 1972 – 15 Nisan 1973 Mehmet Naim Talu 15 Nisan 1973 – 26 Ocak 1974
Mustafa Bülend Ecevit 26 Ocak 1974 – 17 Kasım 1974 Mahmut Sadi Irmak 17 Kasım 1974 – 31 Mart 1975 Sami Süleyman Gündoğdu Demirel 31 Mart 1975 – 21 Haziran 1977
Neden Planlama? • 1950-60 döneminde istikrarsız bir büyüme sürecine tanık olunmuştur. • Her ne kadar 1954’e kadar olan dönemde, iç ve dış koşulların iyi gitmesiyle, hızlı bir kalkınma süreci yaşanmış olsa da, 1954’ten sonra, döviz dar boğazı, yüksek enflasyon ve artan dış açıklar gibi olaylarla kriz yaşanmıştır (1956-58)
Bu krizin nedeni iç ve dış kaynakları zorlayarak, dengesiz ve koordinasyonsuz bir kalkınma çabası yürütmüş olmamızdır. • II. Dünya Savaşı’ndan sonra dış kaynak kullanımı artmıştır. Bu kaynaklar kendini geri ödeyecek yatırımlar yerine, altyapı yatırımlarına ya da iç talebi karşılmaya yönelik yatırımlara kanalize edilmiştir. • İthal ikameci strateji devam ettirilerek döviz tasarrufu sağlanmaya çalışılmış, ancak çelişik bir sonuç olarak dışa bağımlılık artmıştır.
Hedeflenen büyüme iç tasarruf ile finanse edilemediği için, dış kaynak kullanımı artarak devam etmiştir. • 1950-60 döneminde kamu kesiminin ağırlığı istenildiği halde azaltılamamıştır. Özel kesimin yeterince güçlü olmaması nedeniyle yeni KİT’ler kurulmak zorunda kalınmıştır. • Altyapı yatırımlarına ağırlık verilmesi, zaten kıt olan kaynakların etkin kullanımını engellemiştir.
Maliye politikası doğru oluşturulmadığı için kamu yatırımları ve zararları genelde TCMB kaynakları ile finanse edilmiş, bu da enflasyonun artması ile sonuçlanmıştır. • Artan enflasyon dış ticaretin açık vermesi ile sonuçlanmıştır. • Bir rivayete göre bu dönemde Türkiye dağınık bir şantiye görünümündedir. Aynı anda bir çok proje yürütülmek istenmiş, ancak koordinasyon olmadığı için sonuç iyi olmamıştır.
Dönemin sonlarına doğru ekonominin bir makro plana bağlanması görüşleri ağırlık kazanmaya başlamıştır. Ancak DP buna yanaşmasa bile, yatırım bankaları arasında koordinasyon oluşması için bir “Koordinasyon Bakanlığı (1958)” kurmuştur. • 1960 yılındaki askeri darbeden sonra, planlama yapılması kabul edilmiş ve bu karar 1961 Anayasa’sında yer almıştır.
Koordinasyon Vekili Ahmet Sebati Ataman
Planlamayı en çok savunan kesim sivil ve askeri bürokratlardır. Bürokratların 1950-60 döneminde etkinliği azalmıştır. • DP’nin demokrasi anlayışı salt çoğunluk şeklinde olduğu için, organize olan askeri ve sivil bürokrasiyi hafife almıştır. • Bu kesimler ekonomik güç ve toplumsal prestij kaybına uğratılmıştır. • İşte bu yüzden bürokratlar, ekonominin plana bağlanması ile kaybettikleri güçlerini geri kazanmayı beklemişlerdir.
Zaten öteden beri gelen, her türlü düzenlemenin mutlaka yasalarla olması gerektiği şeklindeki görüş de bunda etkili olmuştur. • Yaşanan ekonomik bunalım da bu düşünceyi güçlendirmiştir. • Planlamayı isteyen bir diğer kesim ise sanayicilerdir. • 1950-60 döneminde sanayiye daha düşük pay ayrılması, sanayi sektörünün görece geri kalmasına yol açmıştır.
Kaynakların üretken olmayan altyapı yatırımlarına yönlendirilmesi de bunda etkili olmuştur. • Yaşanan yüksek enflasyon olgusu da yatırımların daha çok spekülatif alanlara kaymasına yol açmıştır. • Sanayiciler, ekonomik bunalımdan çıkmak için planın şart olduğunu, bunalımdan çıkınca sanayi sektörünün yeniden canlanacağını düşünmektedirler. • Bu yüzden onlar da planlama istemektedir.
Dış kredi çevreleri de Türkiye’nin planlama yapması gerektiğine inanmaktadır. • Nitekim bu kesimler, 1950-60 döneminde Türkiye’ye açılan kredilerin etkin kullanılmadığını, bu yüzden dış kaynak ihtiyacının azalmayıp tam tersine arttığını düşünmektedirler. • Alacaklarını zamanında tahsil edebilmek için verdikleri kredilerin bir plan dahilinde üretken alanlara yöneltilmesini istiyorlardı. • Özetle bu dönemde planlama, Türkiye’yi düze çıkaracak olan sihirli bir değnek gibi görülüyordu.
Nitekim bu dönem, kapitalist ekonomilerin bile Keynesçi politikalar uyguladığı bir dönemdir. • İktisat literatüründe kalkınma ve büyüme ön plana geçmiştir. Yeni makro büyüme modelleri geliştirilmiş ve hükümetlere önerilmiştir. Gelişmekte olan ülkeler ve AGÜ’ler için popüler olan bu modeller, Fransa ve İsviçre gibi gelişmiş ekonomiler de bile uygulanmaktadır.
Bütün bu amiller çerçevesinde, planlama 1961 Anayasa’sına girmiştir. • 1961 Anayasa’sında karma ekonomi politikası uygulanması ilkesi benimsenmiş, böylece “Kamu mu?” “Yoksa Özel Kesim mi?” tartışmasına son verilmek istenmiştir. • Bu yaklaşımla birlikte “Hem Kamu hem Özel Kesim, birlikte” anlayışı hakim olmuştur.
1961 yılında “Devlet Planlama Teşkilatı” kurulmuştur. Bu kuruluş kalkınma planlarının yürütülmesinden sorumlu tutulmuştur. • Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1962’ye yetişmediği için, 1962 yılına has tek yıllık bir plan uygulanmıştır. • BBYKP 1963-1967 yılları arası uygulanmıştır. • Bu plan 15 yıllık uzun vadeli bir planın ilk 5 yıllık halkasını oluşturmuştur.
Planların Özellikleri ve Stratejisi • 1962’den sonra uygulamaya konulan planlar, 1930’lardaki gibi kısmi değil makro planlardır, • Planlarda kamu kesimi faaliyetleri doğrudan, özel kesim faaliyetleri dolaylı şekilde planlanmıştır, • Destekleme fiyatları, ayrıcalıklı kredi uygulamaları, prim gibi özendirici tedbirlerin yanı sıra; artan oranlı vergi ve masrafa katılmaya zorlama gibi caydırıcı tedbirlerle özel kesime yön verilmeye çalışılmıştır.
Kamu harcamalarını belli alanlara kaydırma da bu önlemlerden biridir. • Bu önlemlere ve teşviklere bakarak kamu harcamalarının bu planlarda dışsal olduğu düşünülmemelidir. • Kamu harcamaları; özel kesim faaliyetlerinden, özel kesimin ulaştığı ya da ulaşacağı seviyeden etkilenmektedir. Bu nedenle içseldir. Nitekim hedeflenen kamu harcamalar ile gerçekleşen harcamalar arasında farklılıklar olduğu görülmüştür.
Kalkınma planları, planlamayı kısa orta ve uzun olarak planlamayı düşünmektedir. Yıllık planlarda yıl içi projeler planlanmış, 5 yıllık planlar 5 yıllık projeleri ve kaynak kullanımını planlamış, 3 tane 5 yıllık plan uzun vadeli planlamayı hedeflemiştir. Uzun vadeli planlar yapısal dönüşümleri planlamaktadır • Temel amaç yıllık büyüme rakamlarına ulaşmaktır. Fakat bunun dışında birbirleriyle çelişen çok sayıda sosyo-ekonomik yapı değişikliği öngörülmüş, bunlara nasıl ulaşılacağına değinilmemiştir.
Tüm planlarda sanayileşme öncelikli hedeftir. Doğal olarak planlar da bu doğrultuda hazırlanmıştır. • Ancak sanayileşmeye her plan aynı şekilde yaklaşmamıştır. Öncelikle 30’lu yılların anlayışı gibi sadece sanayileşme hedeflenmemiştir. Verilen ağırlıklarda da farklılıklar vardır. Örneğin İBYKP, Birinciye göre sanayileşmeye daha fazla ağırlık vermiştir. BBYKP, ikinciye göre daha sosyal içeriklidir. Kırsal kesimin kalkınmasına daha fazla ağırlık vermiştir.
Planların tüm ekonomiyi kapsaması, makro değişkenlerin birbirleri arasındaki ilişkiler dikkate alınarak gerçekleştirilmiştir. Örneğin planlanan GSMH büyümesine ulaşmak için, veri bir sermaye/hasıla oranında ne kadar yatırım yapılması gerektiği hesaplanmıştır. Bu yatırımlar iç ve dış kaynak kullanımı ile finanse edileceğinden, büyüme aslında marjinal tasarruf meyline ve dış kaynak teminine bağlıdır.
Planlarda ekonomik ve toplumsal yapı veri kabul edilmiştir. Yalnız ÜBYKP’da bazı toplumsal dönüşümler yapılması gerektiği vurgulanmış ve bu gereklilik hedefler arasında yer almıştır. • İlk 2 planda ölçek ve teknoloji seçimine ilişkin açık bir karar bulunmamaktadır. Fakat ÜBYKP’dan itibaren bu konuya açıklık getiren kararlar söz konusu olmuştur. • Oluşturulan her plan, onu hazırlayan siyasi iktidarın görüşlerini yansıtmıştır.
Planların Öncelikli Hedefleri • Değişmez hedef GSMH’nin yüksek ve istikrarlı bir şekilde artmasıdır. BBYKP’da %7, İBYKP’da %7.9 ve ÜBYKP’da %8.2 gibi oldukça yüksek büyüme rakamları hedeflenmiştir. • Hedefler belirlenirken basit Harrod-Domar modelinden yararlanılmıştır. g=I/k
Burada g, hedeflenen büyüme oranını; I, GSMH’nin bir oranı olarak yatırım ya da tasarruf oranını; k ise, marjinal sermaye hasıla oranını temsil etmektedir. • k, ekonominin gelişme düzeyi, sektörlerin GSMH payları, girdi çıktı ilişkileri ve kullanılan teknoloji gibi bazı değişkenlerden etkilenmektedir. Birinci planda 2.6 olarak veri alınmıştır. • Bu durumda hedef olan %7’lik büyüme için, GSMH’nin %18.2’si oranında yatırım ya da tasarruf yapılmalıdır.
İBYKP’da da yine %7 büyüme hedef alınmış, ancak bu sefer sermaye hasıla katsayısı 3.2 varsayılmıştır. Bu durumda ise GSMH’nin %22.4’ünün yatırımlara ayrılması gerekmektedir. • ÜBYKP’da amaçlanan kalkınma hızı yıllık ortalama %7.9 ve sermaye hasıla katsayısı (ICOR) 3.2 olarak alınmıştır. Bu durumda ise GSMH’nin %25.3’ünün yatırımlara ayrılması gerekmektedir.
Kalkınma planlarındaki temel hedef GSMH’nin yüksek oranlarda artması ve bu büyümenin temel olarak sanayileşme ile sağlanmasıdır. • Bunu başarma konusunda karşılaşılan en büyük zorluk, yukarıda da görüldüğü gibi, yüksek düzeyde yatırım yapılması gerekliliği ve bunu başarmak için yurt içi tasarrufların yetersiz oluşudur. Diğer taraftan yatırım mallarını ithal eden bir ülke için döviz temini de oldukça zordur.
Bu zorluklar planlanan yatırımların gerçekleşmesini engellediği gibi, mevcut tesislerin de optimal kapasite ile çalışmasını engellemiştir. • Yatırımların sektörel dağılımı da planlanan büyüme rakamlarına ulaşmada oldukça önemlidir. Çünkü her sektörün ICOR’u aynı değildir. Bu başarılmazsa planlanan büyüme rakamına da ulaşılamamaktadır.
Diğer bir öncelikli hedef sanayileşmedir. • Her ne kadar dengeli bir büyümeden, ileriye ve geriye dönük bağlantılardan söz edilse de, sanayileşmeye her zaman öncelik verilmiştir. • Çünkü sanayileşme toplumun yaşam standartlarını yükseltecek bir büyüme aracı ve toplumsal ve ekonomik gelişmenin temel şartı olarak kabul edilmiştir.
Sanayileşmeden amaç sadece sınai hasılanın artması değil, sanayide yapısal bir dönüşümün yapılmasını da içermektedir. • Sanayideki yapısal dönüşümden kasıt, tüketim malları üretimine ağırlık veren mevcut sanayi yapısından uzaklaşıp ara ve yatırım malları üretimine yönelmektir. Teknolojiyi ilerletmek ve hatta teknoloji üretmektir.
O dönemki Türkiye’nin gelişmişlik düzeyi, neredeyse refleksif olarak ithal ikameci sanayileşme stratejisini seçmeyi gerektirmektedir. Nitekim yine öyle olmuş ve ithal ikameci strateji benimsenmiştir. • BBYKP’da kamu kesimi de dayanıklı tüketim malları ikamesine ağırlık vermiştir. • İBYKP ve ÜBYKP’da özel kesim nispeten daha karlı olan dayanıklı tüketim malları üretiminde kalınca, ara ve yatırım malları üretimi kamu kesiminin üzerine kalmıştır.
BBYKP’da plan hedeflerine ulaşma konusunda kamu kesimine daha fazla rol biçilmiştir. • Ekonomiye doğrudan müdahaleler ve kamu yatırımları bu amaca yönelik olarak kullanılmıştır. • İBYKP’da ise hedeflere ulaşmak için piyasa mekanizmasına güvenilmesi gerektiği vurgulanmış; ucuz kredi, yatırım indirimi, vergi indirimi, gümrük muafiyeti, düşük vergi oranı ve ayrıcalıklı döviz tahsisi gibi teşvikler uygulanmıştır.
İhraç malları üretimine ağırlık verilmesi DBYKP’da yer almış olsa da, temelde bir strateji dönüşümü olmamış yani etkisiz kalmıştır. Bu strateji dönüşümü ancak 24 Ocak 1980 kararları ile başarılabilmiştir. • Bir diğer amaç da ödemeler bilançosu açıklarının kapatılması, dış kaynak ihtiyacının azaltılmasıdır. • BBYKP, İBYKP ve ÜBYKP’da bu hedef sürekli gözetilmiş, ancak bunun başarılamadığı görüldükten sonra, DBYKP’dan itibaren bilinçli bir borçlanma politikası uygulanması gerektiği belirtilmiştir.
Ek istihdam olanaklarının oluşturulması uzun vadeli hedeflerden biridir. • Fakat bu hedefe uygun davranıldığını söylemek güçtür. Ekonomik gelişmenin sağlanması ile istihdam sorununun kendiliğinden çözüleceği düşünülmüştür. • Planların istihdam sorununa yaklaşımları da farklılıklar göstermiştir. Örneğin BYKP’da açık işsizliğin artmasını önlemek için kırsaldan kente göçün önlenmesi gerektiği, bu nedenle de tarım sektörüne ağırlık verilmesi gerektiği belirtilirken,
İBYKP’da istihdam sorunu sanayileşme ile birlikte aşılacak sorunlardan biri olarak görülmüştür. Sanayileşme açısından kentleşme teşvik bile edilmiştir. • ÜBYKP’da kısa dönemde sanayileşme ile istihdam hedeflerinin çatıştığı söylenmekte, istihdam sorunu uzun vadede çözülmek üzere terk edilmektedir. • DBYKP’da ise istihdamdan bahis dahi edilmektedir. Sadece nitelikli eleman yetiştirilmesi üzerinde durulmaktadır.
Gelir dağılımının düzeltilmesi için mali ve sosyal politikalar uygulanması gerektiği vurgulanmıştır. Fırsat eşitliği için uygulanacak politikalardan söz edilmiştir. • BBYKP’da çalışanların sosyal güvenlik ve sendikal haklarını yasa bağlamında güvence altına almaya yönelik hedefler vardır. • Nitekim ilk 3 plan döneminde uygulanan Keynesçi politikalar ile bilinçli bir şekilde emekçi kesimin gelir dağılımından aldığı pay artırılmaya çalışılmıştır.
1970-79 döneminde emek gelirlerinin milli gelir içindeki payı artmıştır. • İmalat sanayiinde TÜFE’ye göre hesaplanan reel ücretlerin 1963-75 döneminde %73, 1976-79 döneminde %45 yükseldiği görülmüştür. • Kalkınma planları sosyal amaçların çokluğu ile dikkat çekmektedir. Bu kadar amacın hepsine birden ulaşmak olanaksızdır. Nitekim DBYKP’da dahi bu hedeflerin olması, hedeflere ulaşılamadığının bir göstergesidir.
Zaman içerisinde değişen konjonktüre göre farklı amaçlar planlarda yer almıştır. • Örneğin AT’ye üye olmak ve üye olabilmek için ekonomiyi gerekli gelişmişlik düzeyine taşımak ÜBYKP’nın hedefleri arasındadır. • ÜBYKP ile önceki 15 yıllık uzun vadeli strateji terk edilmiş, yeni bir 22 yıllık uzun vadeli plan yapılmıştır. • Bu yeni uzun vadeli planın yeni amacı ekonomiyi AT’ye hazırlamaktır.
Yukarıda sayılan temel amaçların yanı sıra, bir çok amaca daha yer verilmiştir. • Örneğin, bölgesel kalkınma farklılıklarının giderilmesi, kooperatifleşmenin geliştirilmesi, KİT’lerin yeniden organizasyonu, doğal çevrenin korunması, verimliliğin artırılması, sağlıklı kentleşmenin sağlanması vb. • Bu kadar amacın nasıl finanse edileceği ve nasıl koordine edileceğine değinilmemiştir • Planlara yöneltilen en büyük eleştiri, amaçların bolluğu ve amaçların fazla iyimser oluşudur.
Ekonomide Büyüme ve Yapısal Değişme • 1962-77 döneminde GSMH 73.3 milyar TL’den 209.8 milyar TL’ye yükselmiştir. Yani yaklaşık 3 katı artmıştır. • 1963-77 döneminde GSMH yılda ortalama %6.7 oranında artmıştır. • Tarım sektöründeki büyüme, hep plan hedeflerinin gerisinde kalmıştır. • 1963-77 döneminde tarım sektörü yıllık ortalama %3.2 oranında büyümüştür.
Aynı dönemde nüfusun yıllık ortalama %2.6 oranında arttığı düşünülürse, kişi başına düşen tarımsal hasıla %0.6 oranında artmıştır denilebilir. • Hizmetler sektöründe her 3 plan döneminde de hedefler aşılmıştır. • Dönem boyunca tarımın GSMH içerisindeki payı giderek azalırken, hizmetler ve sanayi sektörlerinin payları giderek artmıştır. • ÜBYKP döneminde tarımın GSMH içerisindeki payı, sanayinin gerisinde kalmıştır.
Bu durum tarım sektörüne önem verilmediği ya da tarımsal üretimin gerilediği şeklinde yorumlanmamalıdır. • Hizmetler ve sanayi sektörleri tarımdan daha hızlı büyüdüğü için tarım nispi anlamda gerilemiştir. • Nitekim 1978’de tarımın payı artarken diğer sektörlerin payı azalmıştır. Bunun da nedeni o yıllarda yaşanan krizdir. • 1978 krizinde; yüksek enflasyon, ödemeler bilançosu açıkları, döviz darboğazı, enerji kıtlığı ve eksik kapasite kullanımı ön plandadır.
Bu sıkıntılar tarımdan daha ziyade sanayi sektörünü olumsuz yönde etkilemiştir. • Nitekim, ÜBYKP döneminde yıllık ortalama %9.9 oranında büyüyen sanayi sektörü, 1978’de sadece %3.7 büyümüştür. • -- • Sektörel gelişmelerin incelenmesinde kullanılan bir diğer yaklaşım, büyüme esnekliği yaklaşımıdır. • Büyüme esnekliği, tüm ekonomi %1 büyüdüğünde alt sektörlerin % kaç büyüdüğünü göstermektedir.
Büyüme esnekliği en yüksek olan sektör, ekonomiye en çok marjinal ve ortalama hasıla katkısı yapan sektördür. • 1965-75 dönemine ilişkin veriler incelendiğinde, Türkiye ekonomisine en çok katkı sağlayan sektörün sanayi sektörü olduğu görülür (1.397) • En az katkıyı ise tarım sektörü sağlamaktadır (0.484) • Bu manzara İtalya için de geçerli olmakla birlikte, İtalya’da sanayinin ekonomiye katkısı daha yüksektir (1.559)
Aslına bakılırsa hizmetler sektörünün gelişmesi 1950-60 döneminde başlayan, planlı dönemde de devam eden ve pek de sağlıklı olmayan bir gelişmedir. • İlk 3 plan döneminde hizmetler sektörünün planlanandan daha fazla gelişmesi, bu sektöre planlanandan daha fazla yatırım yapılması nedeniyledir. • Bu dönemde toplam sabit sermaye yatırımlarının %50’den fazlası hizmetler sektörüne (konut ve ulaştırma) yapılmıştır.
Normal koşullarda hizmetler sektörü, reel sektörlerin gelişmesine paralel bir şekilde gelişmelidir. • Reel sektördeki gelişmelerin önüne geçen bir hizmetler sektörü gelişmesi, toplumsal rantların oluşmasına ve kaynak dağılımının bozulmasına yol açar.
Tarım Sektöründeki Gelişmeler • Bir önceki kısımda tarımın ekonomi içindeki ağırlığının azaldığını, sanayi ve hizmetler sektörlerinin ağırlıklarının arttığını belirtmiştik. • Bu oldukça normal bir gelişmedir. Büyüme teorilerinin de öngörüsü zaten bu doğrultudadır. • Ekonomik gelişme arttıkça zaten bunun böyle olması beklenmektedir.
Ekonominin gelişmişlik düzeyi arttıkça, tarımın sadece GSMH’ye olan katkısı değil, aynı zamanda; tarımın döviz katkısı, kaynak kullanımı ve piyasa katkısı da azalacaktır. • Bu durum Türkiye için de aynen beklenildiği gibi olmuştur. • Tarımın 1960’da istihdamdaki payı %75 iken, 1980’de %57.6’ya inmiştir. • Üstelik kırsal kesimde doğurganlık oranı daha yüksektir. Buna rağmen göçler nedeniyle, tarım sektörü diğer sektörlere işgücü transfer ettiği için bu oran azalmıştır.
Planlı dönemin başında ihracat gelirlerinin yaklaşık %79.3’ü tarımsal ürünlerden elde edilirken, bu oran 1978’de %67.4’e gerilemiştir. • Oran her ne kadar ciddi bir düşüş gösterse de, ihracatımız bu dönem itibariyle hala tarımsal ürünlerin ağırlığını taşımaktadır. • Bu oran 1980’li yıllardan sonra, ihracata dayalı sanayileşme stratejisinin uygulanması ile birlikte süratle düşmüştür. 1985’de %21.6 ve 1987’de %18.2 olmuştur.