710 likes | 1.16k Views
Türkiye-Fransa İlişkileri ve Türkiye’nin AB Üyelik Süreci. Ayşim PARLAKYILDIZ. Fransa’nın Son Dönem Dış Politikası. Nicolas Sarkozy’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle, Fransız iç ve dış politikası hareketlilik kazanmış ve böylece Fransa, hem Birlik (AB) içerisinde hem de dünya üzerinde
E N D
Türkiye-Fransa İlişkileri ve Türkiye’nin AB Üyelik Süreci Ayşim PARLAKYILDIZ
Fransa’nın Son Dönem Dış Politikası Nicolas Sarkozy’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle, Fransız iç ve dış politikası hareketlilik kazanmış ve böylece Fransa, hem Birlik (AB) içerisinde hem de dünya üzerinde etkin olma isteğini açığa vurmuştur. Sarkozy, seçim kampanyaları sırasında Jacques Chirac’tan devralacağına inandığı iktidarının kısmen de olsa onun politikalarından izler taşıyacağını dile
getirmiş, ancak hemen akabinde kendi kuracağı hükümetin adeta “değişim hükümeti” olacağını ve hükümetinin Fransa siyaset tarihinde önemli bir dönemin mimarı olarak anılacağını vurgulamıştır.
“Sarkozy’nin dış politikasının genel olarak güvenlik odağında geliştirildiği, BM veya AB bünyesindeki kriz yönetimi operasyonlarına aktif katılımıyla da görülmektedir. Afrika’nın, Balkanlar’ın ve Orta Doğu’nun istikrar içinde olmasına son derece önem veren Fransa tüm bu bölgelerdeki barış misyonlarında rol almaktadır. Barış ve istikrarın sağlanması kapsamında Gürcistan-Rusya savaşında arabulucu rolüne soyunan Sarkozy yönetimi, Afganistan’da da askeri desteğiyle bölgedeki varlığını sürdürmektedir.” (1)
Sarkozy’nin iktidara geldiği bu dönemde; genel anlamda temelde “De Gaule tarz-ı siyaset” ve “Atlantik İttifakı” olmak üzere iki ana eksen üzerinde şekillenmiş olan Fransa dış politikası hem dünyanın diğer ülkeleriyle hem de Türkiye ile olan ilişkilerde geçmişteki benzer tutumların var olmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, Sarkozy’nin De Gaule politikalarının bir tür devamcısı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bununla birlikte;
“Sarkozy’nin özellikle NATO ile ilişkileri açısından Atlantikçi yaklaşımın ağır bastığı söylenebilir. Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönmesi için girişimleri bunun en önemli göstergesidir. 1966 yılında de Gaule döneminde NATO’nun askeri kanadından ayrılan Fransa, bugün NATO’nun tüm yapılanmalarında, özellikle de Komuta operasyonlarında yer almakta, sadece Nükleer planlama ve Savunma planlama komitelerinde bulunmamaktadır.” (2)
Fransa’nın Sarkozy iktidarıyla dış politikada atağa geçtiğini söylemek yanlış olmaz. Bu dönemde Fransız dış politikası güvenlik konularına yoğunlaşmış ve Akdeniz İşbirliği çalışmalarına girişmiştir. Bunlar; “Avrupa-Akdeniz Süreci (Euro-Med)”, diğer adıyla “Barselona Süreci”, “Akdeniz İçin Birlik Platformu” ve “Avrupa Akdeniz Parlamenterler Assamblesi”dir.
“Avrupa-Akdeniz Süreci (Euro-Med/Barselona Süreci) AB'nin Doğu Avrupa'ya yönelik olarak öngördüğü genişlemeyi bir ölçüde dengeleyici bir unsur olarak ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede, Avrupa Birliği ile Birlik üyesi olmayan 12 Akdeniz ülkesi arasında, kalıcı ve kurumsal bir işbirliği çerçevesinin oluşturulması amacıyla 27-28 Kasım 1995 tarihlerinde Barselona'da Avrupa-Akdeniz Konferansı düzenlenmiştir. Sürecin temel amacı, Barselona Deklarasyonu’nda ifade edildiği üzere, Akdeniz'de barış, istikrar ve güvenliğin sağlanması, ülkeler arasındaki iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi, demokrasi ve insan haklarına saygının derinleştirilmesi, AB ile Akdeniz'e kıyıdaş ülkeler arasındaki ekonomik, ticari, sınaî, kültürel ve bilimsel alanlar ile çevre konusundaki işbirliğinin artırılması ve Konferansa katılan ülkeler arasında 2010 yılına kadar aşamalı olarak bir "Akdeniz Serbest Ticaret Bölgesi" kurulmasıdır.” (3)
“Akdeniz İçin Birlik, AB ve Akdeniz’e komşu ülkeleri bir çatı altında toplamayı amaçlayan bir platform olup 14 Temmuz 2008’de Fransa’da yapılan bir zirve toplantısı ile kurulmuştur. Akdeniz İçin Birlik Sarkozy’nin seçim kampanyasının bir parçası olarak ortaya atılmış olup, seçilmesiyle süreç daha da hız kazanmıştır. Her platformda öneriyi dile getiren Sarkozy diğer AB ve bölge ülkelerinin desteğini almaya çalışmaktadır. Sarkozy projenin Ortadoğu barış sürecine katkı yapacağı inancındadır. Proje aynı zamanda Türkiye’nin AB üyeliğine alternatif bir öneri olarak da medya ve diplomatik çevrelerde tartışma konusu olmuş fakat Mart 2008’de AB tarafından bunun tam üyeliğe alternatif olmayacağı belirtilmiştir.” (4)
“Avrupa, Avrupa Parlamentosunun girişimiyle EURO-MED’den ayrı bir oluşum olarak 27-28 Ekim 1998 tarihlerinde Parlamenter Forum teşkil edilmiştir. Parlamenter Forum’un doğrudan sürecin bir parçası haline gelerek Parlamenter Asamble’ye dönüştürülmesi süreci 2-3 Aralık 2003 tarihlerinde Napoli’de yapılan Avrupa-Akdeniz Süreci Altıncı Dışişleri Bakanları Toplantısıyla sonuçlandırılmıştır. Türkiye de Forumun Asamble haline dönüştürülmesini destekleyen ülkeler arasında yer almıştır. Parlamenter Asamble’nin açılış toplantısı 22-23 Mart 2004 tarihlerinde Atina’da yapılmıştır. TBMM’de Euro-Med Parlamenter Asamblesi Türk Grubu oluşturulmuştur.” (5)
Türkiye – Fransa Siyasi İlişkileri Türkiye ile Fransa’nın siyasi ilişkileri 14. yüzyılın sonlarına doğru başlamıştır. Osmanlı padişahı II. Beyazid ile Fransa kralı XI. Louis döneminde gerçekleştirilen ilk elçilik teatisine dayanan bu ilişki zaman içerisinde gelişerek devam ermiştir. III. Selim dönemine kadar Fransa kralları ile Osmanlı padişahları arasındaki dostluk ilişkileri devam etmiş ve 17. yüzyılın sonlarına doğru XVI. Louis ve III. Selim uzun süre mektuplaşmıştır.
Fakat Fransız Devrimi’nden sonra Fransa-Türk(Osmanlı) ilişkileri bozulma sürecine girmiştir. Çünkü devrim sonrası Napoléon Bonaparte iktidara gelmiş ve o dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetinde bulunan Mısır topraklarını ele geçirmek arzusuyla askerlerini bu toprakların istilası için görevlendirmiştir.
Ancak Fransız askerleri Mısır’ı ele geçiremeyince Osmanlı İmparatorluğu ile Fransa arasında 1801 yılında El-Ariş Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşma sonrası ilişkiler düzelmiş ve Osmanlı İmparatorluğu Napolyon Savaşları’nda İngiltere ve Rusya’ya karşı Fransa’nın yanında yer almıştır.
Fransız Devrimi, iki ülke arasındaki ilişkilerin etkileşim biçiminde de gelişip devam etmesini sağlamıştır. Devrimin tüm dünyadaki etnik gruplarda milliyetçilik duygusunu ön plana çıkartmasıyla Türk’lerin de milliyetçilik anlayışının Osmanlı İmparatorluğu’nun milliyetçilik anlayışının aksine, ırk üzerine temellenmesine neden olmuştur. • Bununla birlikte 19. yüzyıl Osmanlı aydınının laikleşme sürecinde de Fransa, model ülke olarak önemli bir rol oynamıştır.
I. Dünya Savaşı sırasında ise Osmanlı Devleti ile Fransa arasındaki ilişkiler ikinci defa bozulmuştur. Her iki devlet de farklı cephelerde savaşmıştır. Osmanlı Devleti’nin yenilgiye uğramasıyla Fransa, Anadolu topraklarını işgal etmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile Fransa, Ankara Hükümeti’ni tanıyan ilk batılı devlet olmuştur.
Kurtuluş Savaşı sonrasında ise yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Fransa’nın ilişkileri; Lausanne Konferansı sonrası dönemde, kapitülasyonların kaldırılması sürecinde; Osmanlı borçlarının tasfiyesi, İskenderun Sancağı ve Fransa Mandası altındaki Suriye ile ülkemiz arasındaki sınır sorunu konularında sekteye uğratmıştır.
“İkinci Dünya Savaşını müteakip Türkiye ile Fransa BM, NATO gibi uluslararası kuruluşlarda müttefik konumunda yer almaktalarsa da, iki ülke ilişkileri inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. 1980’li yılların ortalarından itibaren Türk-Fransız ilişkilerinde yakalanan ivme, Jacques Chirac’ın 1995 Mayıs ayında Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle hız kazanmıştır.” (6)
“Fransa, bu çerçevede, 1995’te Gümrük Birliği kararının alınmasında ve 1999 Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin aday ülke statüsünün resmen tanınmasında önemli ve işlevsel bir rol üstlenmiştir.” (7)
“Öte yandan, 1998 yılında imzalanan ve Türk-Fransız ortaklığını stratejik bir çerçeveye oturarak, iki ülke ilişkilerine siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel alanlarda yeni bir ivme kazandırmayı amaçlayan “Türkiye-Fransa 2000 Eylem Planı” başlıklı belge ile bu belgeye pratikte işlerlik kazandırılması için geliştirilen "Uygulama Eki" 1998 yılında imzalanmıştır.” (8)
“Siyasi ilişkilerde, 2001 yılında 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarını tanıyan bir yasanın çıkarılması, 2006 yılında ise Sözde Ermeni soykırımının “inkârını” suç sayan yasa teklifinin Ulusal Meclis’te benimsenmesi ilişkilerde sıkıntılı dönemlere girilmesine neden olmuştur. Sözkonusu yasa teklifinin Senato’da gündeme alınmamasıyla ilişkiler normalleşme sürecine girmiş, karşılıklı temas ve ziyaretlerin de etkisiyle de ilişkilerde gelişme kaydedilmiştir.” (9)
Son Dönemde Gerçekleştirilen Üst Düzey Ziyaretler • “Sayın Cumhurbaşkanımız, Türkiye Mevsimi çerçevesinde Paris'te Grand Palais'de düzenlenen "Bizans'tan İstanbul'a: İki Kıtanın Limanı" konulu serginin açılışını Cumhurbaşkanı Sarkozy ile birlikte yapmak üzere 7-9 Ekim 2009 tarihlerinde Fransa'ya resmi bir ziyaret gerçekleştirmişlerdir.” (10)
“Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu, 6-7 Kasım 2009 tarihlerinde Fransa'ya bir çalışma ziyareti gerçekleştirmiştir.” (11) • “Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Egemen Bağış, Fransa'yı Nisan 2009 ve Eylül 2009’da iki kez ziyaret etmiştir.” (12) • “Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Zafer Çağlayan, Türkiye Mevsimi ekonomi etkinliğine katılmak üzere 7-8 Şubat 2010 tarihlerinde Paris'e gitmiştir.” (13)
“Fransa’nın Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Sekreteri Anne-Marie Idrac, Türkiye-Fransa Ekonomi ve Ticaret Ortak Komitesi İkinci Toplantısına katılmak üzere 24-26 Şubat 2010 tarihlerinde ülkemizi ziyaret etmiştir.” (14) • “Sayın Başbakanımız, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin daveti üzerine, Türkiye Mevsimi'nin kapanışı vesilesiyle 6-7 Nisan 2010 tarihlerinde Fransa'ya resmi bir ziyarette bulunmuştur.” (15)
Türkiye – Fransa Ekonomik İlişkileri • “Türkiye-Fransa dış ticaret hacmi 2008 yılında, bugüne kadar kaydedilen en yüksek değer olan 15,6 milyar dolar düzeyine ulaşmıştır. Ülkemiz ile Fransa arasındaki dış ticaret dengesi ülkemiz aleyhine seyretmektedir. Küresel ekonomik krizin olumsuz etkisi 2009 yılında ikili ticaret hacmi rakamlarına da yansımıştır. Diğer taraftan, 2009 yılında Fransa ile ikili ticarette yaşanan düşüş oranı dış ticaretimizdeki genel düşüş oranının altında kalmıştır.” (16)
“2008 yılında Fransa ülkemizin en çok ihracat yaptığı 5. ülke konumunda iken, 2009 yılında Almanya’nın ardından 2. sıraya yükselmiştir. Fransa’nın AB dışındaki en büyük pazarlarından biri olmaya devam eden Türkiye, 2009 yılında Fransa’nın AB dışında en çok ihracat yaptığı 6. ülke olmuştur.” (17)
“Fransa ile ikili ticaret hacmimiz 2010 yılının ilk dört ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 31’lik bir artış kaydetmiş ve 4,6 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemde Fransa’ya ihracatımızda geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 30, Fransa’dan ithalatımızda ise yüzde 33’lük artış gerçekleşmiştir.” (18)
“Ülkemizde yaklaşık 900 Fransız sermayeli şirket faaliyet göstermektedir. Fransız firmaları özellikle nükleer enerji santralleri ihaleleri, yenilenebilir enerji ve ulaştırma alanlarındaki proje ve ihalelere ilgi göstermektedir. Fransız yatırımları otomobil, elektronik, çimento, eczacılık ve hizmet sektörlerinde yoğunlaşmaktadır.” (19)
“2002-2009 döneminde ülkemize gelen yatırımların 4,4 milyar Dolarlık bölümü Fransa kaynaklıdır. 2009 yılında Fransa’dan ülkemize gelen yatırım miktarı ise 593 milyon dolardır.” (20) • Fransa’daki Türk yatırımcılar, gerek ülkemizin sanayi ve hizmetler sektörü firmalarından gerek Fransa’da yerleşik vatandaşlarımızın kurup geliştirdikleri ve genelde inşaat ve gıda alanlarında faaliyet gösteren firmalardan oluşmaktadır.(21)
“1987 yılında kurulan Türk-Fransız İş Konseyi’nin Fransız muhatabı "Mouvement des Entreprises de France-MEDEF International" isimli kuruluştur. İş Konseyi’nin Türk kanadı başkanı Hasan Çolakoğlu, Fransız kanadı başkanı Jean Lemierre’dir.” (22) • “2009 yılında Fransa’dan ülkemize gelen turist sayısı 932 bin 800 olarak gerçekleşmiştir.” (23)
Sarkozy Döneminde Türkiye’nin AB Üyelik Sürecinde Yaşananlar Nicolas Sarkozy’nin iktidara geldiği tarihten itibaren (16 Mayıs 2007) Fransa’nın, iç ve dış politikasında daha milliyetçi bir tavır içerisinde olduğu gözlemlenmektedir. Bu durum doğal olarak Türkiye-Fransa ilişkilerine de olumsuz bir şekilde yansımaktadır. Özellikle Sarkozy’nin Türkiye’yi “Avrupalı” olmadığı gerekçesiyle Birlik içerisinde görmek istemediğini dile getirmesi iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğini belirleyen olumsuz bir tutum olarak değerlendirilebilir:
“Nicolas Sarkozy, Testimony adlı kitabında Türkiye’nin AB üyeliğine neden karşı olduğunun temel parametrelerini açıklamıştır. Öncelikle Türkiye’nin topraklarının %98’inin Avrupa kıtası dışında olduğunu savunan Sarkozy, üyelik durumunda Türkiye’nin AB üyeleri arasında en yüksek nüfus oranına sahip olacağını savunmaktadır. Nüfus yoğunluğunun ötesinde ise AB bünyesine İslam kültürünün girmesinin, AB’nin kurucu babalarının siyasi birlik kurma fikrine zarar vereceği görüşündedir.” (24)
“Bu noktada Sarkozy, Türklere AB’ye üye olamayacaklarını söylemekte geç kalındığı takdirde bunun nezaket sınırlarını aşacağını da belirtmektedir. Sarkozy, AB’nin hacminin daha fazla artmasına karşı çıkmaktadır, çünkü Türkiye gibi geniş coğrafyaya yayılmış ve yoğun nüfuslu bir ülkenin üyeliği sonrasında Fransa’nın gücünü kaybedeceğinden endişe duymaktadır.” (25)
“Türkiye’nin AB üyeliği Fransa kamuoyunda uzun süre tartışılmıştır. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy Türkiye'nin AB üyeliğine karşı bir tutum benimsemiştir. Bu çerçevede, Fransa, beş faslın müzakerelere açılmasını engellemektedir.” (26)
Türkiye’nin AB Üyelik Talebine Fransa’nın Tepkisi “Fransa’da örneğin, siyasi liderler, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmıştır. Fransa eski Cumhurbaşkanı ve Avrupa Konvansiyonu Başkanı Valery Giscard d’Estaing, Türkiye’nin üyeliğinin Avrupa’nın sonu olacağını söylemiştir. Türkiye’yi Avrupalı bir ülke olmadığı için dışlayarak, Türkiye’nin Birliğe katılımı için çaba gösterenleri AB’nin düşmanları olarak nitelendirmiştir. (27)
Bunun dışında Jacques Chirac, AB Anayasası’na ilişkin yürütülen referandum kampanyasında, Türkiye’nin Birliğe katılıp katılmayacağına ilişkin Fransa’da referanduma gidilmesini kabul etmiştir.” (28)
Türkiye-Fransa İlişkilerinin AB üyelik Sürecine Yansımaları Ülkemiz AB katılım sürecine 2005 yılında başlamıştır. Ancak 2005 yılında başlayan bu süreçte Birliğe üyelik talebimiz bazı ülkeler tarafından istenmemektedir. Bu ülkelerden biri Fransa’dır. Türkiye’nin AB’ne üyeliği konusunda temel engel olarak Kıbrıs sorunu ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri sorunu gösterilmektedir.
Ancak tek neden bunlar değildir. Fransa’nın Türkiye’nin AB üyeliğine karşı oluşunun temelinde kendi içsel kaygılarının olduğu söylenebilir. Bu karşı oluşun, kimi zaman Türk-Fransız çekişmesine dönüşeceği (dönüştüğü) iddiaları da gündeme gelmiştir.
Genel olarak bakıldığında; Türkiye ile Fransa arasında yaşanan diplomatik krizler, iki ülke arasındaki ilişkileri zedelemenin de yanısıra Birliğin geleceğinin şekillenmesinde olumsuz bir çaba olmaktan öteye geçememektedir. Bunlar aynı zamanda Türkiye ile AB arasında yaşanan diplomatik krizler olarak ta değerlendirilebilir. Peki bu durum Fransızlar tarafından nasıl algılanmakta ve onlar için ne ifade etmektedir? Acaba bu krizler, üyelik sürecinde, Fransa’da yaşanan “Türkiye Tartışması” çerçevesinde problem mi yoksa çözüm olarak mı algılanmaktadır?
“Türkiye ile AB arasında yaşanan diplomatik krizler Fransızlar tarafından temel problemler olarak değil, daha çok çözümün bir parçası olarak algılanıyor. Bu tür krizler, Türkiye’nin tam üyelikten vazgeçeceği umudunu gündeme taşıyarak Fransızlarda bir nevi rahatlamaya yardımcı oluyor. Bir çok politik fikir ayrılıklarına sebebiyet verecek, çok uzun bir süreye yayılan bir müzakere süreci hedefleyen politikacılar da bu beklentileri canlı tutuyorlar.” (29)
“Özellikle Fransız sağında hakim bu yaklaşım, şimdilerde Fransız solunda da yer kazanmaya başlıyor. UMP liderleri müzakere sürecinin kendisinin bir B planı gibi algılanabileceğini ve bu B planının amacının Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve hukuki standartlarının Türkiye’nin AB dışında tutularak ciddi anlamda yükseltilmesi olduğunu belirtiyorlar. Onlar için hedef, Avrupa kurallarını mümkün olduğunca benimseyen ve gelişen bir Türkiye’nin AB üyesi olmadan yaratılmasıdır.”(30)