1 / 16

BAYINDIR SOKAK ÇOCUKLARI

BAYINDIR SOKAK ÇOCUKLARI. Ö y k ü c ü. bir zamanlar gençken; hayat dilimin üstündeki bir yağmur damlası kadar tatlıydı… (fondaki müzik : Charles Aznavour).

teleri
Download Presentation

BAYINDIR SOKAK ÇOCUKLARI

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. BAYINDIR SOKAK ÇOCUKLARI Ö y k ü c ü

  2. bir zamanlar gençken; hayat dilimin üstündeki bir yağmur damlası kadar tatlıydı… (fondaki müzik : Charles Aznavour)

  3. Afacan sabah mahmurluğuyla yatağında uyanırken gülümsediğini fark etti. Mutluluğu biraz daha sürsün diye gözlerini açmayıp uyumaya çalıştı ama olmadı. Sonra keyiflenmesinin nedeni geldi aklına; önceki gün Meraklı’yla Sarı Kafa’nın bütün misketlerini ütmüş, başucu çekmecesindeki kutuyu ağzına kadar misket doldurmuştu. Ama bir şey daha olmuştu sanki. Aniden gözlerini açtı, alçıdaki kırık koluna baktı ve yüzü ekşidi o an. Kendini avutmak için “Ne yapalım, kırıldıysa kırıldı; nasılsa iyileşecek!” diye düşünmeye çalıştı. Kırılan sağ kolu olduğu için yaz tatiline kadar bütün yazılı sınavlardan yırtmıştı. Üstelik dinlenmek için birkaç gün evde kalabilecekti. Kolunun kırıldığı akşam, hastaneden eve gelir gelmez sol eliyle uzun uzun kondik çalışmıştı. Fakat mahallenin çaylağı Sarı Kafa kadar bile çakamıyordu kondikleri. Misketleri doğru dürüst atamıyor, atsa da vuramıyordu hedefi. Bu haliyle üçgen ya da çukur oynamaya kalkışması akıllıca olmayacaktı ve buna bir çare düşünüp bulması gerekiyordu akşamüstüne kadar. Okul çıkış saatine yakın, misketlerini cebine doldurup mahalleye çıktı. Bayındır Sokaktan aşağı doğru inerken neşeli bir ıslık takıldı dudağına. Özgürlük denen şey bu olmalıydı. Herkes okulda, o mahalledeydi. Sarıların evinin önündeki akasya ağacına asılı basket potasına yan gözle şöyle bir baktı geçerken. Uzun süre basket oynayamayacağını düşündü. Somurttu. Sonra Filizlerin evinin önünde yüzü güldü yeniden; şişe çevirmece oynamasına hiçbir engel yoktu neyse ki. O evin kuytu arka bahçesinde, şişe çevirmecede şansı yaver giderse Tülin’i öpebilirdi belki de.

  4. Acelesi yoktu hiç; sallana sallana Mimar Kemal’in arka bahçesine doğru yürüdü. Sabahçı birkaç çocuk üçgen oynamaya başlamışlardı bile. Oyuna katılmaya kalkışmadı. Ön bahçeye geçti. Futbol oynanan iki saha henüz bomboştu. Eski binanın önü Bayındır Sokak Çocuklarının oyun alanıydı. Yeni binanın önündeyse, İnkılâp Sokak “Kartallar”ı maç yaparlardı. Parayı nereden bulmuşlarsa, Kartallar forma almışlardı. Eldivenleri bile olan kalecileri Armut Kafa, sırtı 1 numaralı sarı formasıyla, kalenin taştan yan direklerine doğru atılan şutlara zeminin beton oluşuna hiç aldırmaz, uçardı. Sahaya çıkışları ise pek fiyakalıydı. Bütün oyuncular, formalarıyla sahaya lig takımları gibi sıraya girip koşar adım çıkarlar, sağa sola ellerini kaldırıp “Sağ ol,” diye bağırıp selam verirler ve yalnız kendi ayarlarındaki formalı rakip mahalle takımlarıyla maç yaparlardı. Formasız fakir Bayındır Sokak çocuklarıysa aynı sokaktan iki futbol takımı çıkartmışlardı. Birbirleriyle savaş halinde değillerse eğer, Mimar Kemal’in eski binasının ön bahçesinde, Afacanlarla Sarılar hemen her gün maç yaparlardı. O gün maç olacak mı diye anlamak için Yüksel Sokak’ın ufkuna doğru baktı Afacan. Ayı İrfan’ın henüz sokağın sonundan topunu sektirerek geldiğini göremedi. Ayı yarım saate kadar gelmezse mecburen Ufaklık çağırılacaktı. Topu olmasa kolay kolay takıma alınmayacak olan Ufaklık, çok önemli bir oyuncuymuş gibi şifreli ıslıklarla mahalleye çağrılıp, annesinden akşamüstü kahvaltısı sonrası izin alabilmişse eğer, siboplu meşin topu koltuğunun altında, sırıtarak mahalleye çıkacaktı. Nefesle şişirilen memeli top değil siboplu topu vardı Ufaklık’ın. Eğer topun havası biraz inmişse şişirmesi çok kolay oluyordu. Hemen oraya park etmiş arabalardan birinin lastiğinden kibrit çöpü yardımıyla hava basılıp iyi zıplıyor mu diye bakıldıktan sonra oyuna çabucak başlanabiliyordu

  5. Afacan oyun sahasının kenarında düşüncelerine dalmış, kırık koluyla uzun müddet futbol oynayamayacağı için somurturken arkasından Meraklı’nın çatlak sesini duydu: “N’aber oğlum! Bu gün okulda seni sordular, anlattım olanları.” “He he hee! Misketlerinin hepsini üttüğümü mü?” “Şuna bak ya! Kolunun kırıldığına aldırmıyor bile.” “N’olucak oğlum iyileşecek nasılsa, yalnız misket oynayamıyorum sol elimle, buna bir çare bulamadım henüz. Ama sen de oynayamayacaksın tabii, hiç misketin kalmadığına göre!” “Ya neden kiş olmuyoruz o zaman seninle? Sende misket bol, bende kol sağlam. Baş oynasak mesela, sen hep kalede kalırsın, ben açılırım vurabileceğim en uzak yere kadar; sonra ortalardan bir yerden vursam yeter. Yerde kalanların bir kısmını da sen toplayacağına göre yavaş yavaş üteriz bütün mahalleyi.” “Tamam lan! Oldu o zaman, kişiz.” Çok geçmeden okulun arka bahçesi çocuklarla dolmaya başladığında, Meraklı baş için misketlerin dizileceği alanı çoktan ıslatıp perdahlamıştı bile. “Hadi bakalım, katılacaklar ikişer gıcır dizsin,” diye bağırdı. Afacan’la Meraklı’nın dışında altı çocuk dizdiler misketlerini yere. Herkes misketiyle açıldıktan sonra Meraklı hepsinden uzağa açıldı. Afacan ise kalede kaldı. Meraklı bağırdı uzaktan: “Hangi baluuç?” “Karşıki baluç,” diye cevapladı Afacan.

  6. Sonra Meraklı çok dikkatle baş misketini üç parmağıyla kavrayıp kolunu nişan almak için bir iki kere salladıktan sonra esaslı bir horozibiği atışı yaptı. Meraklı’nın baş misketi yerde dizili gıcırların karşıki balucuna doğru yuvarlanıp gitti, gitti ve tam başaltından vurdu. Hemen koşar adım geldi; hızla avuçlayıp ceplerine doldurdu kazandığı misketleri. Yerde şimdi tek bir misket kalmıştı. Bütün çocuklar umutsuz ve isteksizce sırayla atış yaptılar onu vurmak için fakat kimse vuramadı. Sonunda kendine kalan o misketi de Afacan alıp indirdi cebine ve planlarının gayet iyi işlediğini belli etmemeye çalışan ciddi bir ses tonuyla yeniden bağırdı: “Hadi millet ikişer gıcır daha koyun bakalım.” Yeniden dizilmeye başlandı misketler yan yana. Bu defa ilk oyunu yandan seyreden Sarıların Sümüklü Mustafa da yere iki köstek koydu. Afacan hemen itiraz etti: “Oğlum bunlar köstek! Misketlerin böyleyse iki tane daha koyacaksın.” Sümüklü ses çıkartmadı. İki köstek daha çıkarıp koydu yerdekilerin yanına. Sonra herkes açılmaya başladı teker teker; ama Sümüklü Mustafa kılını kıpırdatmıyordu. Meraklı yine en uzağa açıldı. Sümüklü bekliyordu. “Açılsana oğlum!” dedi Afacan. “Sen açılsana lan kırık kol!” Baktı olmayacak, Afacan yakın bir yere yuvarladı misketini. Bunun üzerine Sümüklü yine kılını bile kıpırdatmadan “Kalede kalıyorum,” diye bağırdı. En uzaktaki Meraklı: “Hangi baluuç?” “Benden baluç!” diye cevapladı Sümüklü sırıtarak.

  7. Meraklı, kendi geliştirdiği horozibiği atışını yapmak için her zamanki klâs hareketleriyle nişan alıp Sümüklüden baluca doğru salladı misketini. Fakat tam atışını yapmıştı ki ansızın orada beliren Piç Selim “Kapııış!” diye bağırınca, göz açıp kapayıncaya kadar Piç’le Sümüklü yerdeki misketlerin hepsini ceplerine doldurup tabanları yağladılar. Diğerleri yaş tahtaya bastıklarını anlamış ama iş işten geçmişti. Sümüklü Mustafa’yla Piç Selim okul bahçesinin ön duvarından sokağa atlayıp İnkılâp sokaktan aşağı doğru koşmaya başladıklarında arkalarından kovalayan çocuklar çok gerilerde kalmışlardı. Afacan, kırık koluyla koşup yetişebilse bile yapabileceği pek bir şey yoktu. O yüzden Meraklı’nın cebindeki misketlerden kişlik payını almak için orada kaldı. Baş misketi bile kapışmada gürültüye gittiği için Meraklı’nın canı sıkkındı. Afacan: “Neyse yine de kısa günün kârı bu kadar olur diyelim, di mi usta? Hadi şu kişlik payımızı ver bakalım şimdi.” dedi. Meraklı’nın çatlak sesi bu defa cazırtılı bozuk bir plak gibi çıktı: “Kapış oldu, kişlik bozuldu oğlum! Daha ne kazandık ki paylaşalım? Zaten benim horozibiği atışım olmasa misket mi olacaktı cebimizde lan? Hiçbir şey yapmadan kişlik olmaz öyle! Sana, benim için yere koyduğun iki misketi geri vereyim, anlaşalım.” “Yok yahu? Senin adın Meraklı değil Uyanık olmalıymış. Sökül lan misketleri hemen, yoksa yakarım çıranı!” Afacan sağlam eliyle yakasına yapışıp duvara dayamıştı Meraklı’yı. Tam o sırada okulun ön bahçesinden Japon geldi koşarak.

  8. “Koşun millet, Kartalların Halil’le Aytekin kapışacaklar!” diye bağırdı. Bu haber üzerine bütün çocuklar ön bahçeye koşuştular. Afacan da heyecandan bıraktı Meraklı’nın yakasını. Misketler unutulmuştu bir anda. Çok önemliydi gelen haber. Ön bahçeye geldiklerinde bütün mahalleli kavga edeceklerin etrafında geniş bir çember oluşturmuştu bile. Çemberin ortasında bağırmaktan boyun damarları şişmiş Halil ve onu sakin sakin seyreden Aytekin duruyordu. Sarışın kıvırcık saçlı, ince yapılı, masum yüzlü, narin görünümlüydü Aytekin. Şöhreti daha ilkokuldayken yayılmıştı çevreye. Onu cezalandırmak isteyen sınıf öğretmeninin elinden tahta cetvelli kapıp kafasına indirmesiyle, çatlayan o cetvelin hikâyesi, Aytekin’in şöhretini anında okula ve mahalleye yaymıştı. Halil’e gelince, o Kartalların santraforuydu. Güçlü kuvvetli, atletik yapılı, oldukça sinirli, maçlarda hep kavga çıkaran, acımasızca faul yapan ve isteklerini karşısındakine zorla kabul ettirebilen bir çocuktu. Her maçta karşı takımdan birkaç çocuğu biçip sakatlamadan oyun bitmezdi. Halil, bağırıp çağırması biter bitmez boğa gibi Aytekin’in üzerine saldırdı. Fakat salladığı yumruklar boşa gidiyordu. Aytekin usta bir boksör gibi gardını kullanıp, kıvrak eskivlerle Halil’in yumruklarını savuştururken; kimse nereden, nasıl vurduğunu anlayamadan, onu, yüzüne ve karın boşluğuna vurduğu seri yumruklarla serseme çevirdi. Son bir iki yumruk daha atıp Halil’i tamamen etkisiz hale getirince durdu. Çocuğun ağzı-gözü şişmiş dişi kanıyordu. Yanına gitti, şefkatle yüzünü okşadı ve sakin bir ses tonuyla:

  9. “Cesur çocuksun ama benimle başa çıkamazsın,” dedi. Sonra cebinden çıkarttığı yara bantlarını Halil’e verirken biraz da üzgün bir ses tonuyla: “Hadi şimdi git okulda yüzünü yıka ve bunları kullan,” dedi. Onu yolladıktan sonra ağır adımlarla gidip duvarın üstüne oturdu. Meraklı, Afacan ve birkaç çocuk hemen yanına gittiler. Bir şeyler duymak istiyorlardı ondan; nasıl bu kadar sakin olduğunu anlamak ve kavgada nasıl bu kadar usta olduğunu öğrenebilmek için. O ise üzgün görünüyordu. Kendisine özenip çevresini saran çocuklara: “Başı sıkışan gelip beni kavgaya çağırıyor, bıktım usandım artık. Mahallede ismim kabadayıya çıktı. Keşke ben de sizin gibi normal bir çocukluk yaşasaydım,” dedi. Sonra susup uzaklara baktı bir müddet ve başka hiç bir şey söylemeden kalkıp yürüdü. Giderken bir şarkı mırıldandığını duydu çocuklar şaşkınlıkla. Sesi oldukça güzeldi. * * *

  10. Az sonra yüzünü yıkayıp kendine biraz çeki düzen veren Halil gelip aynı duvara oturdu. Biraz yüzünü saklama telaşıyla, başı ellerinin arasında, sessiz sedasız düşünmeye başladı. Kartallardan birkaç kişi gelip yanına oturdular. O sırada uzaklardan topunu zıplata zıplata gelen Ayı İrfan, yanlarına gelince durdu. “Maç yapmıyor muyuz bu gün?” diye sordu ortaya. Kimseden çıt çıkmadı. Ayı bir daha sordu: “Dilini mi yuttu herkes ya? Maç yapmıyor muyuz dedik. Hem sana ne oldu Halil, öyle ellerin başında oturuyorsun? Düşünen Adam mı oldun kardeşim?”Halil bu soru üzerine ellerini aşağı indirdi. Yüzündeki morarmış yerler ve şişlikler çıktı ortaya. “Erkekçesi bu arkadaş, saklayacak bir şeyim yok, Aytekin’den yedik dayağı işte! Mahallede önüme gelene kök söktürüyordum, sonunda bileğimi bükebilen biri çıkı karşıma, ne yapalım!” dedi. Sonra başı dik, sanki dayak yiyen o değilmiş gibi mağrur bir edayla kalkıp yürüdü evine doğru… Çok uzun bir süre ortalıkta hiç görünmedi.Ö y k ü c üİstanbul, Temmuz 2011

  11. Öykü, fotoğraf ve sunum: Can Özoğuz www.oykucu.net

More Related