160 likes | 429 Views
İSLAMIN KLASİK ÇAĞINDA VARLIK VE OLUŞA FARKLI YAKLAŞIMLAR. HASAN AYDIN OMÜ EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ. İslam Dünyasında Varlık ve Oluş Sorununa Dört Farklı Yaklaşım. 1-) Yahudi ve Hıristiyan etkilerle İslam teolojisinde gündeme gelen yoktan var etme ve sürekli yaratma anlayışı.
E N D
İSLAMIN KLASİK ÇAĞINDA VARLIK VE OLUŞA FARKLI YAKLAŞIMLAR HASAN AYDIN OMÜ EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
İslam Dünyasında Varlık ve Oluş Sorununa Dört Farklı Yaklaşım • 1-) Yahudi ve Hıristiyan etkilerle İslam teolojisinde gündeme gelen yoktan var etme ve sürekli yaratma anlayışı. • 2-) Mutezile içerisinde savunulan gizlenme ve ortaya çıkma (kümûn ve bürûz) ve doğuş (tevellüd) teorileri. • 3-) Farabi ve İbn Sina gibi filozoflarca ortaya konulan Yeni-Platoncu türüm (sudur) teorisi • 4-) Ihvân es-Safa ve İbn Miskeveyh gibi düşünürlerin Eski Yunalı Anaksimandros’un düşüncelerinin etkisiyle geliştirdikleri evrimci oluş teorisi.
Yoktan Yaratılış: İki Farklı Versiyon Kur’an’ın yaratılış öyküsü, ilk kez, kelâm disiplini içerisinde, sistematize edildi. Biri Kimi Mu’tezili düşünürler tarafından savunulan, diğeri Eş’ari ve Mâturîdî kelamcılarınca savunulan iki tür yoktan yaratma anlayışı belirdi. a- Yoku (Ma’dûm) Şey kabul eden yaklaşım: Hişam b. Amr el-Fuvatî, es-Salihî gibi birkaç isim dışında tüm Mu’tezile yoku şey olarak görüyor. b-Yoku hiçlik olarak gören yaklaşım: Tüm Eş’arî ve Mâturîdîler. Bunlar, ‘min el-ma’dum’ ve ‘la min şey’ terimleri yerine ‘min la şey’ terimini kullanmayı tercih ettiler.
İki Tür Yoktan Varetme Anlayışının Felsefî Zemini: Töz-İlinek Metafiziği • İlk kez Mu’tezile’de ortaya çıkan töz-ilinek metafiziği, Eski Yunan ve Hint Kaynaklı • Her şey töz (atom) ve ilinekten meydana geliyor. • Her şeyin doğrudan nedeni Tanrı • Her şeyi doğrudan yoktan yaratan Tanrı’ysa, insanın yükümlülüğü ve kötülük sorunu ne olacak?
Kimi Liberal Yaklaşımlı Mu’tezilî Düşünürler • İnsanı yükümlü kılmak ve Tanrı’yı kötülük sorunundan kurtarmak için töz ilinek metafiziğinde revizyona gidiyorlar. • Bu revizyona bağlı olarak Mutezile içerisinde gizlenme ve ortaya çıkma (kümûn ve bürûz) ve doğuş (tevellüd) teorileri beliriyor.
Tevellüd/Doğuş Kuramı: • Mu’tezilî Mu’ammer: • “O, doğan eylemlerin, hareket, hareketsizlik, renk, tat, koku, sıcaklık, yaşlık ve kuruluk gibi cismin özüne, doğasına yerleştirilmiş ilinekler olduğu için, cismin eylemi olduğunu ileri sürdü. Ölüler, doğalarına/tabiatlarına yerleştirilmiş olan ilinekleri meydana getirebilir. Ona göre hayat canlı olanın eylemidir; aynı şekilde kudret de, kudret sahibinin edimidir. Ölüm ise ölünün bir eylemidir. O, Tanrı’nın ilinekleri var etmediğini; hayat, ölüm, işitme ve görme gibi ilinekler üzerinde hiçbir kudretinin bulunmadığını; bunlar üzerinde güç sahibi olarak nitelendirilemeyeceğini ileri sürer. Ona göre, işitme işitenin, görme görenin, kavrama kavrayanın, duyum da duyulanın edimidir. Kur’an da gerçekte Tanrı'nın sözü değil; ister melek, ister ağaç, isterse taş olsun, kendisinden işitilenin sözüdür; çünkü gerçekte Tanrı’nın kelâmı yoktur. (…) Ona göre, eğer hayat ve ölümü Tanrı yaratmış olsaydı, onlar ilinek olamazdı.”[1] • [1] el-Eş’arî, Makâlât, s. 405-406.
Kümûn ve Zuhûr/Gizlenme ve Ortaya Çıkma Kuramı: • Kümûn ve zuhûr ya da kümûn ve bürûz (gizlenme ve ortaya çıkma) kuramı olarak bilinen bu düşünceye göre, Tanrı, başlangıçta insanları, davarları, canlıları ve bitkileri, yani her şeyi bir vakitte yaratmıştır. Bu yüzden, Adem’in yaratılışı çocuklarınınkinden önce olmadığı gibi, annenin yaratılışı da çocuğundan önce değildir. Şu var ki, Tanrı bazı şeyleri, diğerlerinde gizlemiştir. Bu nedenle öncelik ve sonralık, onların yaratılışında değil, ancak onların gizlendikleri yerlerinden ortaya çıkışlarındadır. Onca, Tanrı bir defada topluca yarattığı ve zaman içerisinde ortaya çıkan her şeye bir doğa/tabiat yerleştirmiştir. Bu düşüncesiyle Nazzâm, Aristotelesçi nedensellik anlayışına yönelmekte ve nesnelerdeki hareket ve hareketsizliğin ilkesini doğa/tabiat olarak nitelendirmektedir. Sözgelimi Şehristânî, Mu’tezilî bir düşünür olan Ka’bî (ö. 931)’den naklen ona şu görüşü iliştirir: • “Ka’bî ondan şunu rivayet eder: Kudretin ilişmesi imkansız olmayan eylemler, yaratılış gereği Tanrı’nın eylemidir. Yani Tanrı taşa öyle bir doğa/tabiat yerleştirmiştir, onu öyle bir yaratılışla var etmiştir ki, sen onu yukarıya doğru attığında, o yukarıya doğru gider ve atma kuvveti tükendiğinde, taş doğası/tabiatı gereği yerine geri döner.”
Mu’tezlî Teorilerin Eleştirisi: • Eş’arî: • Mu’tezileden/Kaderiyeden, genel görüşten ayrılanların çoğu, arzularına uyarak, önderlerini ve kendilerinden öncekileri taklide yöneldiler. Kur’an’ı Tanrı’nın yetki vermediği, bir kanıtla açıklamadığı, Tanrı elçisi ve geçmiş büyüklerinden aktarılmayan bir biçimde, kendi görüşlerine göre yorumladılar. (…) Müslümanların görüş birliğine vardığı, Tanrı’nın dilediği olur, anlayışını yadsıdılar ve ‘Tanrı dilemedikçe siz dileyemezsiniz’ (İnsan Sûresi; 30) ayetini reddederek, Tanrı’nın dilediğinin olmayacağını ve dilemediğinin de olabileceğini iddia ettiler. Oysa Tanrı, kendisi dilemedikçe bir şey dileyemeyeceğimizi, bildirmektedir. Nitekim şu ayetler bunu göstermektedir: ‘Tanrı dileseydi onlar birbirleriyle savaşmazlardı’ (Bakara Sûresi; 253); ‘dileseydik herkese hidayet verirdik’ (Secde Sûresi;13); ‘Tanrı dilediğini yapandır’ (Burûc Süresi; 116); Tanrı, elçisi Şuayib’in şöyle dediğini bildirmektedir: ‘Rabbimiz Tanrı dilemedikçe, zaten sizin dininize dönmemiz söz konusu olamaz; Rabbimiz bilgisiyle her şeyi kuşatmıştır’ (Araf Sûresi; 89). Bu yüzden Mu’tezileyi Tanrı elçisi, bu ümmetin Mecusîleri olarak adlandırmıştır. Çünkü onlar Mecusilerin dinini benimseyip, onların görüşlerine uydular. Mecusîlerin iddia ettikleri gibi, iyi ve kötünün iki ayrı yaratıcısının olduğunu ileri sürdüler. Yine onlara göre, tıpkı Mecusîlerin dediği gibi, Tanrı dilemese de, kötülükler olmaktadır. Tanrı’nın dışında, kendilerine yarar ve zarar vermeye güçlerinin olduğunu iddia ettiler. Böylece, Tanrı’nın peygamberine olan, ‘de ki; Tanrı dilemedikçe ben kendime ne yarar ne de zarar verebilirim’ (Araf Sûresi; 188) sözünü inkar ederek, Kur’an’dan ve İslâm toplumunun görüş birliğine vardığı şeyden yüz çevirdiler. Rablerinin iradesi dışında, eylemlerinin üzerinde kudretlerinin bulunduğunu iddia ettiler. Böylece kendilerini, Tanrı’dan daha güçlü kıldılar.”[1] • [1] el-Eş'arî, el-İbâne fî Usûl ed-Diyâne, s. 22-23.
Sudur Kuramı: Kindî’den İbn Rüşd’e • Aristotelesçi anlayış ışığında İslam dünyasın yaratılışa yeni bir yaklaşım getiriliyor. • Bu yeni yaklaşım, madde-biçim düalizmine dayalı, erekselci bir anlayıştır. • Tanrı ilk nedendir, her şey zincirleme olarak ondan çıkar. Evren zamanda öncesizdir; Tanrı’nın önceliği salt özsel bir önceliktir. Tıpkı Güneş’in ışığına önceliği gibi. • Plotinusçu birden bir çıkar ilkesi temel. • Tanrı özünü düşününce ondan ilk akıl, ilk akıldan sırasıyla akıllar sudur eder. Bu süreç 10. akla kadar sürer. 10. akıl ay-küresinin aklı olan etkin akıldır ve cebraille özdeştir. • Ay-altı dünya’da, hava toprak, su ve ateşten oluşan dört kök ve yaşlık, kuruluk, sıcaklık, soğukluk gibi dört unsurdan göksel hareketlerin etkisiyle yeni karışımlar meydana gelmekte, yetenek oluşunca, etkin akıl suret vermektedir. Yani alttan yukarı, madenler, bitkiler, hayvanlar ve canlılar meydana gelmektedir. Bu suret, türsel suretle ilişkilidir, o yüzden değişmezdir. • Canlılarda, türsel suret: Nefs ya da ruh • Cansızlarda ise: Tabiattır. • Kindî tıpkı kelamcılar gibi, yoktan yaratmadan yana tavır alsa da, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd bu sudurcu teoriyi küçük farklarla onaylar.
Evrimci Yaklaşım: • Ihvân es-Safa, Birunî, İbn Miskeveyh, Nîzâm-î Arûzî, İbn Haldun, Kanalızade Ali Efendi, Erzurumlu İsmail Hakkı gibi düşünürlerin, Eski Yunalı Anaksimandros’un düşüncelerinin etkisiyle daha ilginç bir yaklaşım geliştirdikleri görülür. • Bu yaklaşım, Farabî, İbn Sinâ ve İbn Rüşd’eki sudurcu teoriyi onaylar, ancak, oluşta hem hiyerarşiye hem de türler arasında farklılaşmalara gönderme yapan ara halkalara değinir. • İlk neden olan Tanrı’dan sudur eden evrendeki her şey, dolaylı olarak gökcisimleri, akılları ve nefslerinin eseridir. Gezegenlerin oluş ve bozuluşta etkisi temeldir. • Nesneler dünyasındaki yaratılış, belirsiz gizil haldeki maddeye göksel akılların dört köksel sureti vermesiyle başlar ve bu şekilde dört ana kök oluşur. • Göksel cisimlerin birbirine yaklaşmaları ve uzaklaşmalarıyla dört kökün belirli oranlarda karışımı sağlanır. Bu karışımın dengelilik oranı türlerin oluşumunu belirler. • Dengelilik oranı en az olan tür, madendir, onun üstünde, bitki, onun üstünde hayvan, onun da üstünde insan vardır; zira insan aklıyla yukarı aleme, iştahası vb. ile bu aşağı aleme bağlıdır.Bu türsel suret 10. akıl aracılığıyla verilir.
Evrimci yaklaşıma göre varlıklar arası halkalar • Nasıl insan yukarı alemle aşağı alem arasındaki halkayı temsil ediyorsa, tıpkı bunun gibi, diğer varlıklar arasında da, geçiş halkaları bulunmaktadır. • 1-Madenlerle bitkiler arasındaki halka: Mercanlar (Ihvan es-Safa, İbn Haldun, Erzurumlu İsmail Hakkı). • 2-Bitkilerle hayvanlar arasındaki halka: Hurma (ıhvan es-Safa, İbn Haldun, Erzurumlu İsmail Hakkı). • 3-Hayvan alemiyle insanlar arasındaki halka: Maymun (Ihvan es-Safa, İbn Miskeveyh, İbn Arabi, İbn Haldun, Erzurumlu İsmail Hakkı. • 4-Ay-üstü ay-Altı evren arasındaki halka: İnsan (tüm İslam filozofları). • Nîzâm-î Arûzî 1156'da yazdığı “Çehar Makale”ye göre, bitkiler alemiyle hayvanlar alemi arasında, aşhaka (boru çiçeği), hayvan alemiyle insan arasında nasnas (insanımsı-maymun insan) bulunmaktadır.
Ara halkaları belirlemede ölçüt: • Yetkinleşme dereceleri…(Bitkilerde, hareket; hayvanlarda seçimgücü ve akıl yetkinleşme ölçütleri) • Bitkilerde, ottan, meyveli ağaçlara, oradan hurmaya ve mercanlara doğru… • Hayvandan insana, sedef, inci, böcekler ve haşereler, köstebekler, şahin, maymunlara ve maymunumsu insanlara..
Varlık Halkalarında Türklerin Yeri: • İbn Miskevey: • “Hayvan ufkunun sonuyla birleşen insan ufkunun ilk derecesinde, medeni dünya dışında kuzay ve güney bölgelerinde yaşayan insanlar yer alır. Ye’cüc ve me’cüc ülkesinden, Türklerin ötesindekilere, zenciler ve onlara benzeyenler çok az bir üstünlüklemaymunlardan ayrılan toplulukları meydana getirirler.” (Tehzîb el-Ahlak, s. 68.) • Aynı anlayışlar Farabi’de bulunmaktadır. • Fatih Sultan Mehmet’in öğretmenlerinden Kınalı Zade Ali Efendi: • “Cezire’yi Tulid’ten ötede Kuhistanda oturan Türkler vardır. Layık-i itidal-i insandan nasipsizdirler. Anlayışları ve zekaları acem hayvanlarına yakındır. Dilleri ve sözleri, acem hayvanlarının küçüklerine benzer. Onların ötesinde insan yaratığına benzer hiçbir yaratık yoktur…. Bunlar, nasnas ve şevnem adamdırlar. Bunların insan nevinden oldukları sabitse de, aşağı durumda olanlardır. (Ahlak-ı Alaiyye, s. 41)
Evrimci oluşu savunanlara göre, ara halkaların oluşma nedeni: • 1-Takdir, yani tanrısal belirlenim. (Bu en temel faktördür; zira diğer faktörlerin hepsi, bu takdire bağlıdır). • 2-Göksel Faktör: Yıldızlar ve gezegenlerin hareketi. • 3-Coğrafi Faktör (Havanın, iklimin, toprağın vb. etkisi) • 4-Beslenme Biçimi. • 5-Dört kökten oluşan karışımın alıcılığı.
İslam dünyasındaki evrimci anlayışla, Darwinci evrimci anlayış arasındaki köklü fark: • 1-İslam düşünürlerine göre her şey tasarımın ürünüdür, tesadüf ilinekseldir. • 2-Türsel suretler tanrısaldır; tıpkı Platon’un ideaları gibi. Bu yüzden ara halkalar da sabittir. • 3-Türler birbirine dönüşmezler.
Üç temel görüş: 1- İlahiyat çevrelerinde, ağırlık yoktan yaratmadan yanadır.Özellikle gelenekçiler. 2- Kur’an’da evrim teorisini arayanlar: Bu ekole en tipik örnek olarak, Prof. Dr. Hüseyin Atay’ı, Prof. Dr. Süleyman Ateş’i ve Prof. Dr. İsmail Yakıt’ı gösterebiliriz. Bunlar İslam modernizmine yakın duran isimler. 3- Modern Evrim teorisini seküler temelde, kabul edip, Kur’anın söylemini mitolojik ve tarihsel olarak niteleyenler: Bildiğim iki isim, birisi, Mısırlı Ebu Zeyd, diğeri, Türkiyeli Prof. Dr. Mehmet Dağ. Klasik Anlayışın Günümüze Yansımaları