300 likes | 522 Views
DR.UMUT KARASU VAN İPEKYOLU DEVLET HST. PSİKİYATRİ. PSİKODİNAMİK AÇIDAN ŞİDDET. TANIM. Kişinin bedensel ve/veya ruhsal bütünlüğüne yöneltilmiş zordur.
E N D
DR.UMUT KARASU VAN İPEKYOLU DEVLET HST. PSİKİYATRİ PSİKODİNAMİK AÇIDAN ŞİDDET
TANIM • Kişinin bedensel ve/veya ruhsal bütünlüğüne yöneltilmiş zordur. • “Karşılıklı ilişkiler ortamında taraflardan biri veya birkaçı doğrudan veya dolaylı olarak, diğerlerinin bedensel bütünlüğüne, törel (ahlaki,manevi) bütünlüğüne veya mallarına simgesel, sembolik ve kültürel değerlerine oranı ne olursa olsun zarar verecek şekilde davranırsa orada şiddet vardır”. (Michaux)
Şiddetin ortaya çıkışında rol oynayan etkenler ve uygulanışı açısından birbirinden farklı şiddet türleri tanımlanabilir. Örneğin bireysel ve grup şiddeti farklıdır. Bireyin veya kitlenin kendisini savunmak için şiddete başvurması, önceden planlanarak gerçekleştirilmiş saldırı şeklindeki bir şiddet eyleminden farklıdır.
Kişi, şiddeti kendisine yönelik de uygulayabilir. İntihar veya kendine zarar verme davranışlarında bu tür bir şiddet vardır. • Ruhsal hastalık nedeniyle ortaya çıkan psikopatolojik şiddet, bireysel etkenlerin ön planda olduğu şiddet türüdür. Birey, hastalığı nedeniyle bir başka deyişle bilinçdışı korkuları nedeniyle şiddet uygular.
Şiddet türlerindeki ortak özellik, birey veya grupların frustrasyon nedeniyle ortaya çıkan öfke, saldırganlık duygularıdır.
Şiddet insanın hayvani doğasıyla mı ilgilidir?? • Daha çok içgüdülerin belirlediği hayvana özgü saldırganlık insanın uyguladığı şiddetten farklıdır. • İnsanlar da hayvanlara benzer • şekilde dürtüsel doyum arayışları • engellendiğinde öfke duyguları ve saldırganca davranışlar sergilerler ancak insanlarda engellenmişlik duygusu yaratan durumlar hayvanlarla karşılaştırılamayacak kadar “insani”dir.
Hayvana özgü saldırganlığı genellikle hayvanın doğasıyla açıklamak mümkün olduğundan hayvani olan saldırganlık daha basit ve anlaşılabilirdir. • Doğal veya hayvani olanın analizi olanaksızdır. Oysa tamamen insani olan narsisistik emellerimizin engellenmesi temeline dayalı şiddet kuramı sosyal psişik, kültürel, sınıfsal,cinsel,etnik, dini vb boyutlarıyla bize geniş bir analiz imkanı ve açıklama olanağı verir.
İnsanda şiddete yol açan nedenler, dürtüsel doyumun ötesinde, toplumsallaşmanın getirdiği bireysel ideal ve emellerle ilgilidir. Birey, toplum içinde değerli, sevilen güçlü, güvenilir, üstün olmak ister (“benliğin narsisistik emelleri”). • Benliğin özsaygısını koruyabilmesi, bu emellerini gerçekleştirebileceği inancını korumasıyla yakından ilişkilidir. • Bu emelleri engellenen insan narsisistik yaralanma yaşar. İşte saldırganlık da narsisistik yaralanma sonucunda gelişen ve kendiliğe hizmet eden bir uyum aracıdır yani bir iştah bir arzu değildir.
Ne zaman ki narsisizm tehdit edilir, utanç yaşanmaya başlar, özdeğerimiz yaralanır işte o zaman saldırganlık ortaya çıkar. Özdeğerimizi onarmak, değerimizi kendimize ve çevremize kabul ettirmek için saldırganlığı savunma işlevlerine başvurulur, onların korunmasına sığınılır. (Rochlin)
Narsisizm dengeyi devam ettirmek için saldırganlığı gerektirir. Saldırganlık narsisizmin emrindedir ve hiçbir zaman hizmette kusur etmez.
Duygusal gelişimin her evresinde özdeğerin seviyesi sayısız yaşantılarla etkilenir: Elde etme isteğimize karşın sadece elde edebildiğimiz, başarmak istediğimiz miktar ile başarısızlığımız arasındaki farklar bizi zora sokarlar. Her defasında özdeğerimiz azalıp artmaktan kurtulamaz. • İnsanın en büyük incinme, yaralanma kaynağı, onun narsisizmidir; saldırganlık daima onun tarafından davet edilir. Narsisizmin gaddarlığı bir insanlık şartıdır (Rochlin)
Sadizm ve işkence gibi davranışlarda görülen ve kontrol edilemeyen saldırganlıkta karakteristik olarak kendine düşkünlük ve kendini büyük görmek gibi uzlaşma kabul etmeyen bir narsisizm söz konusudur. Burada, saldırganlığı ya da önlenemez derecede kuvvetli dürtüleri kontrol edemeyen bir ego zayıflığı veya yeteneksizliği söz konusu değildir ancak narsisizmin gerektirdiği zaman saldırganlık ortaya çıkar.
Annesi, istediği zaman meme vermediğinde veya kucağına almadığında katılırcasına ağlayan, öfkeden moraran bebek, huzurunu bozan, rahatını kaçıran iç veya dış uyarana tepki vermektedir. İstediği, kesintisiz doyum, huzur, güven ve mutluluk ortamına hemen tekrar kavuşmaktır. Bir bakıma “iç ve dış düşmanlarıyla” ağlayarak savaşmaktadır. Bebek, anne kucağında yakaladığı huzur, doyum ve güven ortamının sürekli olmasını ister. Anne kucağı, bebeğin mutlak dengeye ulaştığı cennetidir.
Erişkin insanın narsisistik emelleri neyse bebeğin anne kucağında karın gazından, gürültüden, açlık ağrılarından uzak derin bir uykuya dalması benzer bir şeydir. Annesinin veya onun yerine geçen kişinin sağladığı doyum ve huzuru kaybetmek, bebek için reddedilme, yoksunluk, kaos, engellenme kısaca cennetin yitirilişidir.
Ancak bizden beklenen ilk nesnemiz olan annemizden ayrılmamız, bireyleşmemiz, toplumsallaşarak kültürün bir üyesi olmamızdır. • Yaşamımızın geri kalan kısmında eksiksizlik, bütünlük, huzur ve mutluluğu, dengeyi ve gücü ararız. Bu arayışımız toplumsallaşmanın, kültürün ürünü olan yüceltmelere takılır. Yapabileceğimiz, ulaşsak da ulaşamasak da aradığımız “cennetlik” doyuma yakalayamayacağımız hedeflere erişmeye çalışmaktır.
Artık cennet illüzyonlarıyla yetinmek durumundayızdır. Aşk, zenginlik, başarı, ün, unvan, şeref, güç, bilgi, güzellik gibi bize dünya cennetini vaad eden pek çok şeyin peşinden koşarız. Bu peşinden koştuklarımız, kültürün sunduğu ve “ne olmak” ile “nasıl olmakla” ilgili benlik emellerimiz, özdeşimlerimizdir. • İşte ne zaman ki özdeşim kurduğumuz ideallere ulaşma çabamız engellenir tehdit edilir o zaman öfke, nefret ve saldırganlık ortaya çıkar. Bir başka deyişle bu, narsisistik bütünlüğe ulaşmamızın engellenmesi, narsisizmimizin yaralanmasıdır.
Şiddetin nedeni olan engellenmeler, aynı zamanda kültürün ve uygarlığın vazgeçilmez koşuludur. Diğerlerini, ötekini dikkate almama sınırsızlık, hiçbir engellenmeyle karşılaşmama arzusunun gerçekleşmesi insan için olanaksızdır. Ancak bu duygular mutlaka şiddet üretmez.
Şiddetin kaynağının bu güzelliklere kaynaklık edebilmesi ise büyük ölçüde yukarıda sözü edilen öfkeden morarmış bebeğin, içine doğduğu ailenin, toplumun demokrasi kültürüne, bireyin kendini ifade edebilmesi için gerekli kanalların açık olup olmamasına o ailenin toplumun şiddetle ilişkisine bağlıdır.
Bir şiddet eyleminin dinamiğinde etkili 3 öğe vardır. Saldırgan(lar), mağdur(lar), tanık(lar). Saldırgan, şiddet uygulamasının haklılığını, gerekliliğini, kendisine ve tanıklara açıklayabilmelidir. Yani uyguladığı şiddeti kabul edilebilir görmeli ve gösterebilmelidir. Böyle bir kaygı taşımayan yani tanıkların sürecin bir parçası olmaktan çıktıkları eylemler hiçbir şekilde kabul görmezler.
Özellikle siyasal şiddet belli toplumsal kesimlere yönelik bir iletidir. Bu iletinin karşısında tanığın konumlanışı şiddet uygulayanın da duruşunu belirler. Tüm bu eylemler karşısında önemli olan tanıkların ne düşündüğüdür çünkü tüm gözler onlardadır. Onlar ikna edilmeli, kendilerine yaklaşmalıdır.
Şiddet her zaman uygulayan veya uygulayanlar tarafından her zaman akılcılaştırılmaya çalışılmaz. Ancak gene de şiddetin akılcılaştırılması uygulayan açısından çoğu zaman büyük önem taşır. Şiddetin akılcılaştırılması işlemi genelde 3 düzeyde gerçekleşir. • Ayırma (differentiation) • Değersizleştirme (Devaluation) • Ahlaki dışlama (moral exclusion)
Ayırma; insanları biz ve onlar olarak ayırmak ve bizden olmayan onlara olumsuz özellikler yüklemektir. Onlar kolayca düşman olarak tanımlanabilir. Bizden olanlar, bizden olmayanlar ayırımı yarışmayı, rekabet etmeyi motive edebileceği gibi çeşitli nedenlerle sertleşip keskinleşebilir.
Biz, onlar ayırımının keskinleşmesinde onların değersiz aşağı görülmesinin önemli rolü vardır. Bize göre onlar, pis zenci, aşağılık Yahudi, barbar Türk, Ermeni dölü, mum söndü yapan, halk düşmanı, hak düşmanı olarak nitelendirilebilir. İşte onları aşağı görmenin başladığı noktada onlara zarar vermek şiddet uygulamak kolaylaşır.
Özellikle toplumsal bunalım dönemlerinde bir grup insan diğerlerini, kendilerini yok edecek veya yaşam tarzlarını, güvenliklerini, geleceklerini tehlikeye sokacak düşmanlar olarak görebilir.
Artık onlar yakılabilir, cesetlerine leş denilebilir, işkenceden geçirilebilir, kaybedilebilir. Sivas’ta yaşananlar, Güneydoğuda yaşananlar, Maraş olayları, Gazi olayları bu zeminde açıklanabilir. Biz ve onlar ayırımı şiddet uygulayan kurbanları somut yaşayan insanlar olmaktan çıkarıp anonim bir düşman simgesi haline getirir.
Bazı özel durumlarda kurban veya kurbanlar saldırganın gözünde tekrar somut, yaşayan insanlar haline gelebilirler. Örnek: Tupac Amaro gerillaları…Biz ve onlar yanılsaması insanlar yüz yüze gelince insani ilişkilere girince kolayca çözülüveriyor.
Çok sık kullanılan şiddet şiddeti doğurur sözü kafalarımızda genellikle bir çember şeklinde şematize edilir. Çemberin bir noktasından şiddet uygulanır şiddetin yöneltildiği noktadan ileriye doğru buna tepki verilir ve sonuçta şiddet çember üzerinde ilerleyip ilk uygulandığı noktaya döner. Oysa Goldstein’in früstrasyon-agresyon çalışmaları şiddetin halkaları gittikçe genişleyen yani, şiddetlenen bir sarmal şeklinde ilerlediğini göstermiştir.
Bu sarmalın girdabına kapılmış bir toplum olarak halkaların nasıl genişleyerek ilerlediğini yaşayarak öğrendik. Ancak hala bazıları bizleri, şiddet uygulanmazsa düşmanlar yakılıp yok edilmezse vaat ettikleri cennete ulaşamayacağımıza inandırmaya çalışıyor. Bunlar ancak şiddet sarmalının üzerinde yükselerek kendi cennetlerine ulaşmayı umanlar ve en önemlisi onların cenneti bizim için cehennem…