210 likes | 676 Views
TÜRK DİLİ I. HAFTA: 2 DÜNYA DİLLERİ VE TÜRK DİLİNİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ TÜRK DİLİNİN TARİHİ GELİŞİMİ 1. TÜRK DİLLERİ. 2.1. YERYÜZÜNDEKİ DİLLER
E N D
TÜRK DİLİ I HAFTA: 2 DÜNYA DİLLERİ VE TÜRK DİLİNİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ TÜRK DİLİNİN TARİHİ GELİŞİMİ 1
2.1. YERYÜZÜNDEKİ DİLLER Bugün dünyada yaşayan altı milyar insanın hiçbiri diğerine benzemediği, aynı olmadığı gibi yeryüzünde konuşulan diller de birbirlerinden farklıdır. Fakat, konuya bir başka açıdan bakarsak, altı milyar insanın hepsinin de aynı olduğunu görürüz. Hepsinde de iki göz vardır, görmeyi sağlar. Hepsinin iki kulağı bulunur, duymalarını sağlar. Dil ile tat alır hepsi de. Renkleri farklı da olsa işlevleri ve yapıları aynı olan derileri vardır. Bu bakımdan, bütün insanlar aynıdır. Diller de böyledir. İlk bakışta farklılıkları gözükse ve birbirlerine benzemeseler bile, temel olarak bütün diller aynıdır. Doğada var olan nesneler (ağaç, güneş, su, hayvan vs.) her toplum için vardır. O yüzden bunlara bir isim verilir ve her dilin dilbilgisi kitaplarında bir İSİM bölümü bulunur. Hayatlarının içinde çeşitli eylemler vardır (koş-, otur-, düş-, sev- vs.). Bu yüzden de gramerlerinde FİİL bölümü bulunur. Fiiller gerçekleşirken belirli bir zaman içinde cereyan ettiklerinden (koş-tu, koş-uyor, koş-acağım, gibi), bu zamanları ifade eden gramer şekilleri görülür dillerde. Fillerde zaman çekimini Türkçede sona gelen eklerle yaparız (yaz- : yaz-ıyor), Arapçada ise “büküm” denilen yöntemle çekimleriz (KTB: yeKTuBu). Ama, sonuçta hepsinde de “zaman çekimi” denilen bir kategori bulunur ve fiiller ‘geçmiş zaman’ ile,’gelecek zaman’ ile vs. çekimlenir. Dilciler, diller arasındaki farklılıkları inceler ve her dilin kendine özgü özelliklerini belirlerler. Bu farklılıklara dayanarak da, yeryüzündeki dillerin sayısını bulmaya çalışırlar. Ancak, özellikle yazılı bir dil haline gelmemiş konuşma dillerinin henüz yeterince incelenememiş olması ve lehçelerin durumlarının aydınlatılamamasından dolayı, bu sayıyı belirlemek oldukça güçtür. Genellikle dilbilimciler, dillerin sayısını belirtmenin çok zor olduğunu söylerler. 2. Dünya Savaşından önce yapılan iki sayıma göre (lehçeler bir yana bırakılırsa), dünyada yaşamış veya yaşayan dillerin sayısının 2796 olduğu belirtilmiştir.[1]Britannica Ansiklopedisi (1964 basımı, 13., 701) bu sayıyı 2500-5000, Americana Ansiklopedisi (16., 724) 3000-4000 olarak göstermektedir. Bugün kimi yazarlar bu sayıyı 5000 olarak kabul etmektedir.[1] Agop DİLAÇAR, Dil, Diller, Dilcilik, Ankara 1968, s.70
2.2.DİLLER NASIL DOĞMUŞ OLABİLİR? Dilin ve konuşmanın nasıl doğmuş olabileceği hususu da dilbilimcilerin üzerinde durdukları konulardan biridir. Bu konuda, birbirinden farklı kimi varsayımlar ortaya atılmıştır. Bütün dünyadaki dillerin tek bir kaynaktan çıkmış olabileceğini öne süren varsayım olsa da, bunu benimsemeyen dilbilimciler de vardır. İnsanlığın en eski yazılı belgelerinin günümüzden 5200 yıl öncesine (İ.Ö.3200) ait Sümerce metinler olduğu kabul edilir ve ilk insanın da bundan bir milyon yıl kadar önce yaşamaya başladığı düşünülürse[1], aradaki muazzam zaman farkı görülür.Bir milyon yıllık bir insanlık tarihinde yalnızca son 5200 yıl için yazılı bilgiye sahip olan bilim adamlarının, insan dilinin doğuşu konusunu dilbilim yöntemleri ile açıklayamayacakları anlaşılır. Bu konunun çözümüne, insanbilim ve ruhbilim çalışmalarının da ışık tutabileceği düşünülmelidir. Bu konuda çözüme ulaşmak ne kadar zor olursa olsun, bazı dilbilimcilerin dilin doğuşu ile ilgili varsayımları olmuştur. Bazı dilbilimcilere göre, dil, insanın doğadaki sesleri taklidinden doğmuştur. Türkçedeki “tınla-“ fiili Latincede “tintinnare/tintinnere”, Arapçada ise “tanîn” şeklindedir. Kedi için Türkçede kullanılan “miyavla-“ fiilinin Fransızcada “miauler”, Almancada “miauen” olduğu göz önünde bulundurulursa, konunun bütün dillerde görülen ortak bir eğilimin, özelliğin belirtisi olduğu görülür. Ancak, ‘yansıma sözler’in, dillerin söz varlığının ancak çok küçük bir bölümünü oluşturduğunu düşündüğümüzde, bu varsayımın inandırıcılığı azalır. Bunun yanında, dilin doğuşunu, insanların çeşitli olaylar karşısında gösterdikleri beden ve ruh tepkisiyle çıkardıkları ‘ünlemler’e bağlayanlar da vardır (ofla-, inle-, gibi). Kimi bilim adamları ise, dilin doğuşu için, ortaklaşa çalışmalar ve birlikte iş görmeler sırasında çıkarılan ritmik seslerin temel oluşturduğu varsayımını ileri sürmektedirler
2.3. DÜNYA DİLLERİNİN SINIFLANDIRILMASI 2.3.1. YAPILARI BAKIMINDAN DİLLER Bünyesindeki çekim ve yapım yöntemlerinin çeşitliliğine göre, diller 3 ana başlık altında incelenir: 2.3.1.1.TEK HECELİ DİLLER(Yalınlayan Diller Bu dillerin başlıca özelliği çekimin olmaması ve tek heceden oluşan kelimelerin ek almamasıdır. Kelimeler ek almazlar, büküme uğramazlar ve değişmezler. Cümle içindeki yerlerinin değişmesi ve başka kelimelerle yanyana bulunmaları yolu ile anlam farkı yaratırlar. Bu dillerin tipik örneği Çince ve Tibetçedir. Bazı Himalaya ve Afrika dilleri ile Endonezya dilleri de bu tiptedir. Ayrıca, Çincede, yazıda da gösterilen vurgu ve tonlama sistemi ile anlam farkı yansıtılır. Böylece bir tek ses birleşimi bazan on beş-yirmi değişik anlama gelebilmektedir. 2.3.1.2.BÜKÜMLÜ DİLLER (Çekimli-Tasrifli Diller Büküm, çekim sırasında kökün, özellikle kökteki ünlünün değişmesidir. Aynı durum isimlerin çokluklarında ve söz türetmede de görülür. Sami dilleri bu türdendir. Bu grubun en tipik örneği olan Arapçada, kökün başına, sonuna veya içine de ünlü ve ünsüzler eklenebilir. Arapçadan örnek: K e T e B e : yazdı u KT u B : yaz yeKT u B u : yazıyor K ā T i B : yazan me KT û B : yazılan Bu grubun öteki bazı dillerinde ise, kök çekime girdiğinde bütünü ile değişir ve tanınmaz hale gelebilir. Hint-Avrupa dil ailesine giren dillerde bu özellik görülür. İngilizcede ‘iç-‘ fiilinin çekiminde ‘drink / drank / drunk’, Almancada ‘trinken / trank / getrunken’ kullanılır. Türkçe ‘git-‘ fiilinin İngilizcede ‘go / went / gone’ şekline girmesi, bu konuya iyi bir örnektir.
2.3.1.3.EKLEMELİ DİLLER (Bağlantılı Diller, Değişmeyen tek ya da çok heceli kökler vardır. Bu dillerin en önemli özelliği, sabit kalan köklerin başlarına veya sonlarına eklenen eklerle anlam ve görev değişikliği yapılmasıdır. Yani kelimelerde çekim ve türetme, ekler aracılığı ile yapılır. Bu dillerin en tipik örneği, sondan eklemeli bir dil olan Türk dilidir: göz+le-m+le-me-diK+imiz+den,. Eklemeli diller grubuna Türkçe, Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Fince, Macarca, Samoyetçe, Korece ve Japonca girer. 2.3.2. KÖKENLERİ BAKIMINDAN DİLLER Yeryüzündeki dillerin köken bakımından sınıflandırılması, mevcut dillerin biçim ve yapı bakımından birbirlerine olan benzerliklerine dayandırılmaktadır. Düzenli ses denklikleri ve ortak söz varlıkları da dil ailesi sınıflandırılmalarında esas alınan ölçülerdendir. Bu tür çalışmalar sonucunda bazı dil aileleri varsayımları kurulmuştur. Araştırmalar ilerledikçe, bu ana dil aileleri içinde alt dallar da belirlenebilmektedir. Yeryüzünde köken akrabalığına dayanan dil ailelerinden başlıcaları şunlardır: 2.3.2.1. HİNT-AVRUPA DİL AİLESİ Biri Avrupa’da biri Asya’da olmak üzere iki ana kolu bulunur. a. Avrupa Kolu: Cermen dilleri (Almanca, Felemenkçe, İngilizce, İskandinav dilleri), Roman (Latin) dilleri (Fransızca, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca, Rumence); İslav Dilleri (Rusça, Bulgarca, Sırpça, Lehçe); Yunanca, Arnavutça, Keltçe. b. Asya Kolu : Hintçe, Farsça, Ermenice. 2.3.2.2. HAMİ-SAMİ DİL AİLESİ Bu dil ailesinin adı, Nuh Peygamberin Tevrat’ta geçen iki oğlunun (Ham ve Sam) adına dayanmaktadır. Bugün başlıca dalları şunlardır: İbranice, Arapça, Aramca ve Libya Berber dilleri. 2.3.2.3. ÇİN-TİBET DİL AİLESİ Çin dilleri, Tibetçe, Taylant dilleri, Burmaca bu aileye girmektedir. 2.3.2.4. BANTU DİLLERİ Orta ve Güney Afrika’da 80-90 milyon kişi tarafından konuşulan dillerdir. 2.3.2.5. KAFKAS DİL AİLESİ Ses sistemleri ve iç yapıları bakımından diğer ailelerden büyük ayrılıklar taşırlar. Bu gruba giren başlıca diller Gürcüce ile Abhaz, Çerkez, Lezgi-Çeçen kollarıdır.
2.3.2.6. URAL-ALTAY DİL AİLESİ Türk dilinin de içinde bulunduğu bu ailenin iki ana kolu vardır. Ural dilleri: Fince, Macarca, Samoyetçe; Altay dilleri. Türkçe, Moğolca, Mançu-Tunguzca, Korece, Japonca. 2.4. TÜRK DİLİNİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ Türk dili, dünya dilleri arasında yapısı bakımından, “EKLEMELİ DİLLER” grubuna girmektedir. Değişmeyen kelime köklerine getirilen son eklerlerle kelime çekimi ve türetmesi yapılır: göz+lük+çü, sil-gi; baş+ımız+dan. Köken bakımından ise, Türkçe, URAL-ALTAY dil ailesinin ALTAY grubuna sokulmaktadır. Altay dilleri ailesi, Hint-Avrupa (bir buçuk milyardan biraz fazla) ve Çin-Tibet (bir milyar kadar) dillerinden sonra dünya dil aileleri arasında üçüncü sırada gelir. Geriye kalan yirmi dört dil ailesinden yalnızca üçü yüz milyondan fazla insan tarafından konuşulur. Birkaç yüz kişi tarafından konuşulan dil aileleri bile vardır. Türk dili, Altay dilleri arasında iki yüz elli milyon konuşanı ile birinci sırada yer alır.
2.5. TÜRK DİLİNİN TARİHİ GELİŞİMİ Yaşayan en eski dillerden biri olan Türk dilinin tarihi gelişim dönemlerinin bir kısmı dil bilginlerince bilimsel olarak var olabileceği düşünülen ya da kanıtlanabilen dönemlerdir. Bir kısmı ise, ya Türklerin kendi dilleri ile kendilerinin yazdığı eserlerden ya da başka milletlerin yazılı kaynaklarında yazıya geçirilmiş Türkçe kelimelerden izlenebilen dönemlerdir. Türk dilinin en eski belgelerinin bir kısmı bizzat Türkler tarafından yazılmış eserlerdir. İ.S. VII. yüzyıldan itibaren takip edebildiğimiz, Köktürk ve Uygur Türklerine ait metinler bunlardandır. Ayrıca, bugün için “Köktürk harfleri” adı ile meşhur olan, Batılı bilim adamlarınca ise “Runik yazı” diye adlandırılan eski “Türk yazısı” ile yazılmış pek çok metin, milattan önceki yıllara kadar uzanmaktadır. Bizzat Türkler tarafından yazılmış bu tür metinler dışında, başka kavimlerin kaynaklarında çeviriyazısı yapılmış Türkçe kelimeler de günümüze ulaşmıştır. Sümer, Çin, Bizans ve Arap kaynaklarında geçen Türkçe kelimeler bu tür kaynaklardandır. Yani, eski kaynaklarımız iki ana grupta incelenebilir: 1. Başkaca dillere geçmiş veya başka dillerin belgelerinde çeviriyazısı yapılmış kelimelerimiz; 2. Doğrudan doğruya Türk dili ile yazılmış eserlerimiz. 2.5.1. VARSAYILAN DÖNEMLER 2.5.1.1. ANA ALTAY DİL BİRLİĞİ Türk dilini, “Altay dilleri” diye adlandırılan bir dil âilesinin üyesi saymak yaygın bir eğilim hâline gelmiştir. Çeşitli ‘ses’, ‘şekil’ ve ‘dizim’ özelliklerine bakılarak akraba oldukları düşünülen bu dillerdeki benzerliklerin sadece eski bir kültür alış-verişi sonucu doğmuş olduğunu düşünenler de vardır. “Altay Dilleri Teorisi”, Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Kore ve Japon dillerinin ortak bir kaynaktan geldiği görüşünü savunan bir teoridir. Teoriye göre, bu diller “Altay Dil Ailesi”nin birer üyesidirler. İsveçli subay Ph. J. von Strahlanberg’in Ruslara tutsak olduğu yıllarda Volga boylarından Sibirya’ya kadarki bölgede konuşulan diller için kendi gözlemlerinedayanarak yaptığı kaba sınıflandırma bu teorinin çekirdeğini oluşturmuştur
2.5.1.2. ÖN TÜRKÇE Türk dilinin tek bir ana dil halinde yaşadığı dönemdir. Başlıca iki ses özelliğinin değişime uğraması sonucu iki ana dala ayrılmıştır.LİR ve ŞAZ esasına göre ayrılan bu iki dönemi ANA BATI (LİR) TÜRKÇESİ ve ANA DOĞU (ŞAZ) TÜRKÇESİ olarak adlandırabiliriz 2.5.2. İZLENEBİLEN DÖNEMLER 2.5.2.1. İLK TÜRKÇE (İ.Ö.3200-İ.S.VI.yy.) İ.Ö.3200 yıllarına kadar uzanan Sümerce kaynaklarda belirlenen Türkçe alıntı kelimelerin bir kısmı LİR Türkçesi, bir kısmı ise ŞAZ Türkçesi özelliği gösterdiğinden, “ANA TÜRKÇE” dediğimiz ve iki ana kolu olan dönemi o tarihten başlatabiliriz. VII. yüzyıldan itibaren bizzat Köktürkler tarafından yazılan Köktürkçe metinler ile Kırgızlardan kalma Yenisey metinlerine kadar bu dönem devam etmiştir. 2.5.2.1.1. BAŞKA DİLLERİN METİNLERİNDE ÇEVİRİ YAZISI YAPILMIŞ TÜRKÇE KELİMELER 2.5.2.1.1.1. SÜMERCE METİNLERE GİRMİŞ TÜRKÇE KELİMELER Sümerce, İ.Ö. 3. binyılda Mezopotamya’nın güneyinde konuşulan, çivi yazısıyla yazılmış metinleri bulunan, bilinen en eski yazılı dildir. Sümer dilinin tarihi, “Arkaik”, “Eski (Klasik)”, “Yeni” ve “Sümer Sonrası” olmak üzere dört dönemde ele alınır. İ.Ö. 3200-2500 arasına tarihlendirilen “Arkaik” Sümer dili, ticaret, yönetim ve eğitimle ilgili metinlerle günümüze ulaşmıştır. İ.Ö. 2500-2300 arasına tarihlendirilen “Eski (ya da Klasik)” Sümer dili ise Lagaş krallarına ait metinlerin dilidir. Bu metinler arasında ticari anlaşmalar, hukuki ve idari metinler, tanrılara adanmış yazıtlar, mektuplar yer alır “Yeni” Sümer döneminde bir Sami halkı olan Akadlar Babil’i ele geçirdiğinden, Akad dili Sümer dilini gölgede bırakmıştır. Bu dönem, çölden gelen Sami halklarının 3. Ur sülalesini yıkıp İsin, Larsa ve Babil’de Sami hanedanları kurmaları üzerine İ.Ö. 2000’de sona ermiştir. İ.Ö. 2000’de Sümerler siyasi kimliklerini yitirince, konuşma dili olarak, Sümerce, yerini Akad diline bırakmış, fakat çivi yazısı kullanıldığı sürece yazı dili olmaya devam etmiştir. “Sümer Sonrası” olarak adlandırılan bu dönemden kalma eserlerin çoğunun dili, ikidilli idi (Sümer ve Babil dilleri). I. Yüzyılın başında ise, çivi yazısıyla birlikte, Sümer dili konusunda bilinenler de yok olmuştur
2.5.2.1.1.2. ÇİNCE KAYNAKLARA GİRMİŞ İLK TÜRKÇE KELİMELER Huncaya ait en eski dil malzemelerini Çince kaynaklarda bulabilmekteyiz. Bunların en eskileri İ.Ö. 3. yüzyıl ile İ.S. 4. yüzyılda arasından kalan bazı sözler ile, İ.S. 4. yüzyıl başlarından kalma kısa bir Hunca beyittir Çin kaynaklarında kaydedilmiş ve tespit edilebilen en eski Hunca söz, king-lo (eski söylenişi *king-lak) “Hunların tören kılıcı”dır. Bu kelime Divanu Lügati’t-Türk’te kıŋrak “kasap bıçağı, satır” olarak kaydedilmiştir. Günümüzde ise, Yeni Uygurcada kiŋrak “büyük bıçak, satır” şeklinde geçmektedir. İ.S. 4. yüzyıl başlarından kalan ve Çince kaynakta anlamı da verilen Hunca beyitin transkripsiyonu Pulleybank tarfından şöyle yapılmaktadır: Süke tılıkang // Bukuk-gu tutang Anlamı da şudur: “(Düşman) ordusuna karşı çıkın // Bukuk’u (lideri) tutsak alın!” Beyitteki ilk kelime ordu ve savaş anlamındaki “sü” sözüdür. “+ke “ yönelme halidir. “talık- / tılık-“ ise Köktürkçedeki “taşık-“ (dışarı çıkmak, isyan etmek, baş kaldırmak) kelimesinin LİR Türkçesindeki ‘l’li şeklidir. Sınundaki “-ang” eki de ‘emir’ bildirir. Bukuk kelimesi, Hun başkentini kuşatan düşman ordusu liderinin unvanıdır. “tut-ang” şekli de, “tut-“ fiilinin emir çekimidir. 2.5.2.1.2. TÜRKLER TARAFINDAN TÜRKÇE OLARAK YAZILMIŞ İLK TÜRKÇE DÖNEMİ KAYNAKLARI 2.5.2.1.2.1. ESİK TAS KURGANI Eski Türk yazısı ile yazılmış, takip edebildiğimiz en eski kaynak, muhtelif kurganlardan çıkan metinlerdir. Tüekta kurganından çıkarılan koşum takımlarına ait parçalardan bazılarında runik yazılar bulunduğu görülmektedir. Altay kurganlarından çıkarılan altın tokalar vb. üstünde de aynı türden yazılar bulunmuştur. Fakat, en önemli keşif, Kazakistan’da, “Altın Elbiseli Adam”ın bulunduğu Esik Tas kurganından çıkan malzemelerdir (İ.Ö. V-IV. yüzyıl).
Bu kurgandaki eşyalardan bir gümüş tas veya çanaktaki yirmi altı karakterden oluşan yazı, şimdiye kadar ele geçirilen en eski parçadır. Bu metin üzerine çeşitli okuma denemeleri olmuşsa da, en iyi okuma denemesinin Olcas Süleyman tarafından yapıldığı kabul edilmektedir. Süleymanov yazıtı şu şekilde okuyup anlamlandırmaktadır: “khan uya üç otuzı(da) cok boltı utugsı tozıltı” ‘Han’ın oğlu 23 yaşında yok oldu, (halkın) adı sanı yok oldu.’ İçindeki ‘cok’ kelimesine ve Süleymanov’un bazı karakterleri bilinenden farklı şekilde transkripsiyonlamasına rağmen, bu okuma kolay kolay reddedilemez. Bununla birlikte, yazıtın kısa olması kabulü güçleştirmektedir. Kısa bile olsa, aynı tipteki karakterleri Süleymanov’un okuduğu şekilde okuyabileceğimiz başkaca metinler de bulunursa, mevcut okuma önerisi herkes tarafından kabul edilmiş olacaktır. Kazakistan’da bir araştırma gezisi yapan Nejat Diyarbekirli, dönüşünde bu metin ile ilgili araştırmaları yayınlamıştır. [
2.6. ESKİ TÜRKÇE (İ.S.VII.yüzyıldan İ.S.XII.yüzyıla kadar) • Türklerin kendilerinin yazdığı bol malzeme ile izleyebildiğimiz en eski • dönem, Eski Türkçe dönemidir. Bu dönemin dil özelliklerini komşu • dillere ve metinlere geçen kelimelerden görebildiğimiz gibi, bizzat • kendilerinin yazdığı kaynaklardan da izleyebilmekteyiz. Başlıca • lehçeleri şunlardır: • Köktürkçe (VII-VIII. yy.) • Eski Uygurca (VIII-X.yy.) • Tuna Bulgarcası (IX.-XI.yy.) • Karahanlıca (XI-XII. yy.) • 2.6.1. KÖKTÜRKÇE • Köktürkler döneminden kalma pek çok yazıt bulunmaktadır. Orhun • ırmağı civarında bulunanlar dil ve kültür tarihimiz açısından fevkalade • önemlidir. Yenisey ırmağının etrafında olan yüzlerce metin ise • Kırgızlara aittir ve bir kısmının İ.S. VI. yüzyıla ait olması ihtimali vardır. • Bu dönemde, son derece işlek ve gelişmiş bir edebi yazı dili ile • karşılaşmaktayız. • Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk adına dikilmiş yazıtlar (İ.S. 720- • 735) ise, Türk dilinin olduğu kadar, Türk tarihinin, kültürünün de temel • taşlarıdır. Türklerin Çin tutsaklığından nasıl kurtulduğunu, İlteriş • Kağan’ın bütün Türkleri derleyip toparlayarak nasıl özgür bir devlet • haline getirdiğini, Türk devlet adamlarının bu uğurda harcadıkları • emekleri, Türk halkının kendi benliğini ve özgürlüğünü koruyabilmesi • için neler yapması gerektiğini, millete seslenerek veciz ve etkili bir dille • anlatan bu yazıtlar, aynı zamanda Türk anı edebiyatının ve hitabet • sanatının da ilk mükemmel örnekleridir. Dil son derece işlek ve • gelişmiştir. Üslubunda, fevkalade heyecanlı destanı bir anlatım tarzı • hakimdir. Bu yazıtlarda, Türklerin kendi icatları olan ve “Köktürk • alfabesi” denilegelen milli alfabelerimiz kullanılmıştır. • Köktürklerden Kalan, Türk Dilinin Tarihi Bilinen En Eski Belgeleri: • İkinci Köktürk hanedanlığı zamanından kalma Çoyren Yazıtı (İ.S.687- • 692), bu dönemin en eski belgesidir. Orhun Yazıtlarından elli yıl kadar • daha öncelere ait olduğu için, bu yazıtın tarihi önemi büyüktür. • [
2.6.2. ESKİ UYGURCA 745 yılında Köktürk devletini yıkarak bağımsız bir devlet kuran Uygurlardan kalma pek çok yazılı belge bulunmaktadır. Farklı dinlere mensup Uygurlardan, farklı alfabeler ile taş ve kağıt üzerine yazılmış pek çok eser kalmıştır. Bu dönemin dili, Köktürkçeden çok küçük değişikliklerle ayrılmaktadır. Başlıca eserleri: Yazıtlar: Şine Usu, Taryat, Karabalgasun, Hoytu Tamir, Elyazmaları: Irk Bitig, Altun Yaruk, Kalyanamkara ve Papamkara, Sekiz Yükmek, Huastuanift. 2.6.3. TUNA BULGARCASI 679 yılında Asparuh’un önderliğinde Tuna ırmağını geçerek bugünkü Bulgaristan’a yerleşen ve orada bir devlet kuran Bulgar Türklerinin dilidir. Bu lehçe, Köktürk ve Uygurcadan farklı dil özellikleri gösterir. Ortak Türkçedeki “ş” sesleri bunlarda “l”; “z” sesleri ise “r” olarak bulunur. Bu yüzden, Türk dilinin bu koluna pratik olarak “LİR Türkçesi”, diğer ortak Türkçe lehçelerine ise “ŞAZ Türkçesi” adı da verilmektedir. Bu dönemin dil malzemesi, Köktürk ve Uygurcadaki kadar çok değildir. Başlıca kaynakları şunlardır: 1. Tuna Hanlar listesi (İ.S.VIII.yy.) diye bilinen bir metinde geçen eski Türk takvimine ait hayvan adları, sayılar, ünvan ve kişi adları, 2. Nagy-Szent Miklos hazinesi diye bilinen altın kaplar üzerindeki Köktürk ve Grek harfli yazıtlar, 3. Tuna Bulgarcasından başkaca dillere geçen kelimeler (Bizans kaynaklarına, Eski Slavcaya, Macarcaya) 2.6.4. KARAHANLICA Köktürk ve Uygur edebi yazı dilinin devamıdır. Kendinden önceki dönem olan Uygurca ile ses ve şekil bilgisi bakımından farklılığı yok denecek kadar azdır. Bu iki dönem arasındaki fark, gramerlerinde değildir. Yeni girilen İslam dininden dolayı Arapça ve Farsça kelimeler görülmeye başlamıştır. Bu dönemde hem Uygur harfleri, hem de Arap harflerinin kullanılmış olduğu görülür. Başlıca eserleri şunlardır: 1. Divanü Lügati’t-Türk, 2. Kutadgu Bilig, 3. Atabetü’l-Hakayık. Divanu Lügati’t-Türk (1077), Kaşgarlı Mahmut tarafından Araplara Türkçeyi öğretmek için yazılmış ansiklopedik bir sözlüktür. Kaşgarlı, kendi dönemindeki Türk dünyasının lehçe farklarını, gramer özelliklerini de eserinde belirtmiştir. Kelimeleri açıklarken, bazı şiirlerden ve atasözlerinden de örnekler vermiştir. Türklerin yaşama tarzlarını anlatan Kaşgarlı, eserine bir de renkli Türk dünyası haritası koymuştur
Yusuf Has Hacip tarafından yazılıp dönemin Türk hükümdarına • sunulan Kutadgu Bilig (1069-1070) ise, “kutlu olabilme”nin yollarını • anlatmaktadır. Dört temel kişinin üzerine kurulmuş manzum bir • metindir. Hükümdarların ne yapması gerektiği, halka nasıl • davranılacağı, halkın hükümdara nasıl davranması gerektiği, dilin • erdemi, bilginin önemi, adaletin önemi, esnafa nasıl davranılacağı, • çocuk yetiştirmenin yöntemleri, evlenirken nelere dikkat edilmesi • gerektiği gibi pek çok konu anlatılmaktadır. • 2.7. ORTA TÜRKÇE (İ.S.XIII.yüzyıldan İ.S. XVI. yüzyıla kadar) • XI. yüzyıldan itibaren, Orta Asya Türk dünyasında başlayan bazı • kaynaşma, karışma ve ayrışmalar sonucunda, Türk dilinin genel • yapısında birtakım gelişme ve değişmeler olmuştur. Oğuz ve • Kıpçakların Harezm bölgesini Türkleştirmesi sonucunda, o bölgede, • eski Türk edebi yazı dili geleneğine bağlı, ama bazı Oğuz ve Kıpçakça • unsurları da içine alan yeni bir yazı dili gelişmiştir. Harezm’in • kuzeyindeki Altnordu sahasında ise Kıpçakça eserler yazılmıştır. XI. • yüzyıldan itibaren batıya yönelen Oğuz boyları da, kendi lehçeleri ile • metinler yazarak Anadolu Türkçesini oluşturmuşlardır. Orta Türkçenin • başlıca lehçeleri şunlardır: • Harezm Türkçesi, • Kıpçak Türkçesi, • Eski Anadolu Türkçesi, • Çağatay Türkçesi, • Volga Bulgar Türkçesi. • 2.7.1. HAREZM TÜRKÇESİ (XIV.yy.) • Bu yazı dili, edebi gelenek olarak eski Türk yazı diline bağlı olsa da, • içinde bazı Oğuz ve Kıpçakça özellikleri barındırmaktadır. Başlıca • eserleri şunlardır: Nehcü’l-Feradis, Miracname, Muhabbetname, • Kısasü’l-Enbiya, Muinü’l-Mürid.
2.7.2. KIPÇAK TÜRKÇESİ (XIII-XVI.yy.) Avrupalıların Kuman dediği Kıpçak Türkleri, kuzeydeki Altınordu bölgesinde kendi lehçeleri ile kitaplar yazmıştır. Daha sonra, paralı asker olarak güneye, Mısır’a gidenler (1250-1517) ve Kafkasya’ya inen Kıpçaklar da bulundukları bölgelerde eserler vermişlerdir. Kıpçakça döneminden hem edebi ve dini metinler, hem de gramer ve sözlük türü dilbilim kitapları günümüze ulaşmıştır. Ayrıca, atçılık, okçuluk, veterinerlik gibi konularda yazılmış ürünleri de bulunmaktadır. Bu dönemin başlıca eserleri şunlardır: Codex Cumanicus, Gülistan Tercümesi, Kitabu’l-İdrak Li Lisani’l-Etrak, Ettuhfetü’z-Zekiyye fi Lugati’t-Türkiye, Eşşüzurü’z-Zehebiye, Kitabu Fi İlmü’n-Nüşab, Münyetü’l-Guzat. Codex Cumanicus, hristiyan rahiplerin Kıpçak Türklerine hristiyanlığı yayma faaliyetleri çerçevesinde hazırladıkları Kıpçakça derlemeleri içine alır. Eldeki yazma 1303 tarihlidir. Latin harfleri ile yazılmıştır. Bu yüzden, Türk dili tarihi araştırmalarında önemli bir yeri vardır. 2.7.3. ESKİ ANADOLU (TÜRKİYE) TÜRKÇESİ: (XIII-XV. yy.ın ikinci yarısı) XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’da kurulup gelişen, Oğuz lehçesine dayalı ilk edebi yazı dilimizidir. Her ne kadar Oğuzlar XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya gelip Türkleştirseler bile, bu lehçenin yazılı eserlerini XIII. yüzyıldan itibaren izleyebilmekteyiz. En çok yazılı eserin bulunduğu bu dönem, kullanmakta olduğumuz Türkiye Türkçesinin de en eski şeklidir. Anadolu’ya yerleşen Selçuklu Beylerinin Türk dili konusundaki bilinçli tutumları, bu döneme damgasını vurmuştur. O günkü Oğuzca ağızlarının özellikleri yer yer eserlere yansımıştır. Bu dönem, 1453’te İstanbul’un fethedilip Osmanlı’nın bir dünya devleti haline gelmesine kadar devam etmiştir. Eski Anadolu Türkçesi döneminde eser verenleri ve ürünlerini saymak mümkün değildir. Hem edebiyat (şiir, hikaye vs.), hem tasavvuf, hem de bilim (tıp, astronomi, matematik, dilbilim vs.) dünyasında pek çok eser kaleme alınmıştır. Arapça ve Farsçadan Türkçeye çeviriler de yapılmıştır. Bu dönemi temsil edenlerden başlıcaları şunlardır: Yunus Emre, Şeyyad Hamza, Hoca Dehhani, Ahmet Fakih, Sultan Veled, Aşık Paşa, Hoca Mesut, Ahmed-i Dai...
2.7.4. VOLGA BULGARCASI : (XIII-XIV.yy.) Volga Bulgarcası, Volga Bulgar devletini kuran ve X. yüzyılın başlarında İslam dinini kabul ederek müslüman olan Bulgar Türklerinin dilidir. Bu devlete 1236 yılında Moğollar son vermiştir. Ancak, Volga Bulgarcasının o bölgelerde XIV. yüzyıla kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bunlardan kalan dil malzemesi, XIII. ve XIV. yüzyıla ait Arap harfli 100 kadar mezar yazıtıdır. En eskisi 1281, en yenisi ise 1357 yılına aittir. Bu lehçe de, Tuna Bulgarcası gibi bir LİR Türkçesidir. Yani, Ortak Türkçedeki “ş” sesi yerine “l”, “z” sesi yerine de “r” bulunur. 2.7.5. ÇAĞATAY TÜRKÇESİ: (XV.yy-XVII.yy.) Harezm Türkçesinin doğal bir devamı gibidir. XV. yüzyıldan başlayarak, batıdaki Osmanlı Türkçesine karşı, Orta Asya Türk dünyasının edebi Türk dilini temsil etmiş ve yüzlerce eser üretilmiştir. Bu edebi dil XX. yüzyılda Sovyet rejimine kadar devam etmiştir. Yalnız Çağatay değil, bütün Türk dili ve edebiyatının en büyük isimlerinden olan Ali Şir Nevai de bu dönemde yetişmiştir. Başlıca temsilcileri şunlardır: Ali Şir Nevai, Hüseyin Baykara, Sekkaki, Emiri, Lütfi, Babür Şah, Ebü’l-Gazi Bahadır Han... Şecere-i Terakime’den (s.29): Künlerde bir kün Han yalguz olturganda ayıttı: Ataŋ yüzde on altı yıl yaznıŋ ısıgında sayede, kışnıŋ savıkında ivde olturmay kılıç urup köp yurtlarnı açıp siz altıŋızga koyup kitdi. Eger siz altıŋıznıŋ ve sizlerdin bolganlar barçaŋıznıŋ agzıŋız bir bolsa, uzak yıllar ve köp künler bu yurtlar koluŋuzdın çıkmas.... Günlerden bir gün Han yalnız otururken, şöyle dedi: Baban yüzonaltı yıl yazın sıcağında gölgede, kışın soğuğunda evde oturmadan kılıç çalıp, çok yurtları alıp siz altınıza bırakıp gitti. Eğer sizaltınız ve sizlerden olanlar,hepinizin ağzınız bir olursa uzun yıllar ve çok günler bu yurtlar sizin elinizden çıkmaz.... 2.8. YENİ TÜRKÇE (İ.S.XVI.yüzyıldan İ.S. XX. yüzyıla kadar) Batıda Osmanlı Türkçesi, Orta Asya’da ise Çağataycanın kullanıldığı dönemdir. XX. yüzyıla kadar devam etmiştir. Sayılamayacak kadar çok eserleri bulunmaktadır.
2.8. ÇAĞDAŞ TÜRKÇE (İ.S.XX. yüzyıl ve devamı) XX. yüzyıl, Türk dünyasının siyasal hayatının ve haritasının sürekli değiştiği bir dönem olmuştur. Anadolu’da Osmanlı devleti tarihe karışmış ve 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Batılılaşma sürecinin hızlandığı bu dönemde, Latin harflerine geçilmiş ve millileşmenin gereği olarak dilimizin yabancı diller boyunduruğundan kurtulması için dil devrimi yapılmıştır. Orta Asya’daki Türk halkları ise, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği toprakları içinde kalmış, varlıklarını özerk cumhuriyetler halinde sürdürmüşlerdir. Asya’da, konuşma lehçeleri farklı bile olsa o güne kadar tek bir yazı dili ile anlaşan Türk boylarına dil serbestliği vermek gerekçesi ile, Sovyet rejimi ayrı ayrı yazı dilleri oluşturmuştur. Bunun sonucunda, Kırgız Türkçesi, Kazak Türkçesi, Özbek Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Türkmen Türkçesi, Tuva Türkçesi, Yakut Türkçesi, Hakas Türkçesi vs. ayrı birer yazı dili haline getirilmiştir. Bugün, Asya ve Avrupa kıtalarının hemen her yerinde, bir kısmı bağımsız müstakil devletler halinde, bir kısmı da başka bir devletin idaresinde yaşayan iki yüz milyona yakın kişi Türk dili ile ürünler vermektedir. Bu dilin konuşulduğu alan 10.955.840 m2 olup Avrupa kıtasından biraz daha geniştir.
Bölüm (Hafta) Özeti 2. Dünya Savaşından önce yapılan iki sayıma göre (lehçeler bir yana bırakılırsa), dünyada yaşamış veya yaşayan dillerin sayısının 2796 olduğu belirtilmiştir.[1] Britannica Ansiklopedisi (1964 basımı, 13., 701) bu sayıyı 2500-5000, Americana Ansiklopedisi (16., 724) 3000-4000 olarak göstermektedir. Bugün kimi yazarlar bu sayıyı 5000 olarak kabul etmektedir. 1980’lerin ortalarında UNESCO’nun hazırladığı bir rapora göre, konuşanların sayısı bakımından Türk Dili, dünyanın beşinci (5.) büyük dilidir. Bugün, Asya ve Avrupa kıtalarının hemen her yerinde, bir kısmı bağımsız müstakil devletler halinde, bir kısmı da başka bir devletin idaresinde yaşayan iki yüz elli milyona yakın kişi Türk dilini kullanmaktadır. Türk dilini konuşanların yayıldığı toplam alan 10.955.840 m2 olup Avrupa kıtasından biraz daha geniştir.[2] [1] Agop DİLAÇAR, Dil, Diller, Dilcilik, Ankara 1968, s.70 [2] R. ÖZEY, Dünya Platformunda Türk Dünyası, Aktif Yayınları İstanbul 1999, 353 s.; A. YİĞİT, Türk Ülkeleri Coğrafyası, Türk ve Türk Dünyası İktisadi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları, Elazığ 1996, 190 s.
Sümercedeki ödünçleme kelimeler, Türk dilinden alınmıştır. Landsberger’in, “Sümerlerin kuzeyinde, dağlık bölgelerde yaşayan ve Sümerceye kelimeler vermiş bulunan Proto-Euphrates (Ana Fırat) ve Proto-Tigris (Ana-Dicle) olarak nitelediği dil, Türk dilidir. Bugün için insanlık tarihinin bilinen en eski yazılı belgeleri Sümerce metinlerdir. Sümerlerin ve dillerinin kimliği, yaşayan veya tarih bir milletle akrabalıkları henüz tespit edilememiştir. Ancak, dünyanın en eski yazılı metinleri olan Sümerce belgelerde alıntı sözler olarak geçen ve Türk diline ait olduğu kanıtlanan bu yüz altmış beş kelime, dilimizin belirlenebilen en eski şekillerini de temsil etmektedir. O halde, şu anda, dünyada bilenen en eski yazılı belgeye sahip olan dil de Türk dilidir. Sümerce ile yaşayan diller arasındaki en inandırıcı tezi, XX. yüzyılın sonunda,Prof. Dr. Osman Nedim Tuna ortaya koymuştur.
Kaynaklar • 1. SARI, Mehmet, Türk Dili I-II, Okutman Yayıncılık, Ankara 2011. • 2. GÜLSEVİN, Gürer vd., Türk Dili I-II, Afyon Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırmalar Vakvfı Yayını, Afyonkarahisar, 2008. • 3. Türk Dil Kurumu, İmla Kılavuzu, Ankara,2000. • 4. Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara, 2000 • 5. Türk Dil Kurumu, Yabancı Kelimelere Karşılıklar, Ankara, 1998.