330 likes | 690 Views
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi II. Ünite 6 TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA (1938-2002) DÖNEMİ. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI ARİFESİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASI . Türkiye, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile uluslararası alanda egemen ve bağımsız bir devlet olarak tescil edildi.
E N D
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi II Ünite 6 TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA (1938-2002) DÖNEMİ
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI ARİFESİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASI • Türkiye, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile uluslararası alanda egemen ve bağımsız bir devlet olarak tescil edildi. • Türkiye I. Dünya Savaşı’nın galibi devletlerle 1930’ların ortalarına kadar ilişkilerinde çeşitli sorunlar yaşamıştı. • Bu dönemde Türkiye’yi yönetenler modern bir ulus devlet kurma ideali çerçevesinde daha çokülke içine odaklanmışlardı.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI ARİFESİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASI • 1929 Ekonomik Buhranı sonrasında yaşanan büyük ekonomik çöküntü, devletlerin dış politika önceliklerinde de büyük değişikliklere yol açmıştı. • 1933’te Almanya’da Nazi Partisinin iktidara gelmesinin ardından, uluslararası ilişkilerde değişiklik meydana gelmişti. • 1920’lerin ikinci yarısına hakim olan barış ve uluslararası iş birliği ümitleri, yerini bunalımlara, çatışmacı bir dış politika anlayışına ve yeni bir dünya savaşının hazırlıklarına bırakmıştı.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI ARİFESİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASI • I. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan antlaşmalarla kurulan uluslararası statükodan memnun olmayan Almanya, İtalya ve Japonya gibi ülkeler, dengelerin kendi lehlerine değiştirilmesi yönündeki revizyonist taleplerini artırmıştı. • Türkiye I. Dünya Savaşı sonrasındaki düzenin devamından yana olan statükocu güçlerle ilişkilerini aşamalı olarak geliştirmeye çalıştı.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI ARİFESİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASI • Cumhuriyetin ilanından itibaren, dış politika ağırlıklı olarak iki temel ilke üzerine oturtulmuştur: Statükoculuk ve Batıcılık. • Statükoculuk, yeni kurulan Türkiye’nin Lozan Antlaşması’yla oluşturulan statükoyu koruma hedefini ve kaygısını yansıtırken Batıcılık bir yanıyla toplumun ve devletin modernleştirilmesi ülküsünü, bir yanıyla da Türkiye’nin Avrupa devletler sisteminin eşit ve egemen bir üyesi olma hedefini yansıtmaktaydı.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI ARİFESİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASI • Revizyonizme karşı Balkan Paktı, Sadabad Paktı gibi bölgesel oluşumlara öncülük yapılmıştı. Özellikle yayılmacı hedefleri olan faşistlerin yönetimindeki İtalya’dan duyulan kaygılar, Türkiye’yi yönetenlerin, zaten Batıcılık ilkesi çerçevesinde doğal müttefik olarak gördükleri İngiltere ve Fransa’yla ilişkileri geliştirmesinde hayli etkili olmuştu. • 1925’te bir Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması yaptığı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği(SSCB) ile ilişkilerinin yavaş yavaş eski düzeyini yitirmesine yol açmıştı.
II. DÜNYA SAVAŞI’NDA DIŞ POLİTİKA • 1939 Nisanında İtalya’nın Arnavutluk’u işgal etmesi, Türkiye’nin Fransa ve İngiltere’yle ilişkilerinin ivme kazanmasına yol açmıştı. • Türkiye, İngiltere, Fransa ve SSCB ile dostluğunu geliştirmeyi hedeflemekteydi. Ankara, bu üç ülkenin Almanya ve İtalya’ya karşı birleşmelerinin kendi yararına olacağını değerlendirmekteydi. • Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu 22 Eylül’de Moskova’ya yaptığı ziyarette Sovyet tarafının Montrö Antlaşması’nın değiştirilmesi talebiyle karşı karşıya kaldı. Bu durum Ankara’da olumsuz bir algıya sebep oldu. • Türkiye, 19 Ekim 1939’da Ankara’da İngiltere ve Fransa ile “Üçlü ittifak” olarak bilinen Karşılıklı Yardım Antlaşması’nı imzalanmıştı. Antlaşmadaki en önemli nokta, Türkiye’nin bir Avrupa devleti tarafından başlatılan savaşın Akdeniz’e yayılması halinde İngiltere ve Fransa’ya yardım yükümlülüğü altına girmesiydi.
II. DÜNYA SAVAŞI’NDA DIŞ POLİTİKA • Türkiye 18 Haziran 1941’de Almanya ile bir Saldırmazlık Antlaşması imzalayarak, bu ülkenin kendisine saldırmasının önüne geçmeye çalışmıştı. • İngiltere ve Amerika Türkiye’nin savaş bitmeden işe dahil olması gerektiğini vurguluyorlardı. Bu doğrultuda İngiltere Başbakanı Churchill, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile görüşmek üzere Türkiye’ye gelmişti. • 30-31 Ocak 1943 Adana Yenice’de yapılan görüşmelerdeki amaç 1942’de yoğunlaşan Alman baskısından bunalan Sovyetler Birliği’nin yükünü hafifletmek ve Almanların kuvvetlerini farklı cephelerde meşgul etmekti. • Yalta Konferansı’nda alınan kararlar uyarınca Türkiye 1945 Şubatında Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmişti. Bu askerî bir eylemden ziyade, Birleşmiş Milletler teşkilatına kurucu üye olabilmek için takınılmış hukuki ve siyasi bir tutumdan ibaretti.
TÜRK DIŞ POLİTİKASI İÇİN ZOR YILLAR (1945-1947) • SSCB’nin Boğazlar meselesi ile ilgili olarak ilk adımı savaş henüz bitmeden atması, Montrö’yü değiştirmekle ilgili kararlılığını gösteriyordu. • Mart 1945’te Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’i çağırarak, 1925 yılında imzalanan 20 yıl süreli Türk-Sovyet Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması’nın uzatılmayacağını bildirdi. • Türkiye’nin anlaşmanın yenilenmesi için ne gibi Sovyet talepleri olduğunu öğrenmek istemesi üzerine, bu kez Haziran 1945’te Sarper ve Molotov arasında ikinci bir görüşme yapıldı. Bu görüşmede Molotov, Türkiye’nin doğu sınırlarında SSCB lehine değişiklik, Boğazların ortak savunulması ve Montrö Sözleşmesi’nin yenilenmesi konularındaki Sovyet isteklerini Sarper’e iletti. Sarper bu istekleri kesin bir dille reddetti.
TÜRK DIŞ POLİTİKASI İÇİN ZOR YILLAR (1945-1947) • SSCB, Temmuz ve Ağustos 1945’te yapılan Postdam Konferansı’nda konuyu Müttefiklerin gündemine getirdi. Görüşmelerde ABD, Sovyet görüşlerine yakın dururken İngiltere toprak ve Boğazlarda üs talebini desteklemediğini bildirdi. Fakat konferans sonunda Montrö’nün değiştirilmesi konusunda görüş birliği ortaya çıktı. Bu durum Türkiye’yi son derece rahatsız etti. • 8 Ağustos 1946’da bu kez SSCB bir nota vererek Montrö Antlaşması’yla ilgili değişiklik önerisini Türkiye’ye iletti. 22 Ağustos’ta verilen Türk karşı notasında da Sovyet istekleri reddedildi.
BLOKLAŞMA EKSENİNDE DIŞ POLİTİKA (1947-1964) • Türkiye 1945-1947 döneminde Batı yönündeki açık tercihi çerçevesinde ve SSCB’den duyduğu kaygıların da büyük etkisiyle ABD ve İngiltere’yle ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. • ABD ve İngiltere 1946 ortalarından itibaren uluslararası ortamın değişimine paralel biçimde Türkiye ile ilişkilerini geliştirdiler. Türkiye her iki ülkeden de SSCB’ye karşı destek buldu. Türkiye, 1947’den sonra bir tarafta ABD, diğer tarafta SSCB liderliğinde oluşan ideolojik küresel bloklaşmada, Batı ülkeleriyle birlikte ABD’nin yanında yer aldı. • Türkiye’nin Batı Bloku içindeki yeni konumu açısından en önemli adımlardan ilki, 1947 yılında ABD Başkanı Harry Truman tarafından ilan edilen Truman Doktrininin kabulüdür. Truman doktrini Türkiye ve Yunanistan’a “uluslararası komünizme” karşı askerî yardım verilmesini öngörmekteydi. 12 Temmuz 1947 tarihli Türk-Amerikan Antlaşması’yla da askerî yardımın hukuksal çerçevesi oluşturuldu.
BLOKLAŞMA EKSENİNDE DIŞ POLİTİKA (1947-1964) • Türkiye’nin Batı Bloku’nakatılmasında ikinci önemli adım 1947 Haziranında ABD Dışişleri Bakanı George Marshall tarafından ilan edilen Marshall Planı çerçevesinde ABD’den ekonomik yardım alınmasıyla atılmıştı. Plan, ABD’nin II. Dünya Savaşı nedeniyle büyük bir yıkıma uğrayan Avrupa ülkelerine ekonomik yardım yapmasını öngörmekteydi. • Türkiye 1948-1952 döneminde yaklaşık 350 milyon dolar tutarında ekonomik yardım alarak özellikle tarımda makineleşme, karayolları yapımı, maden işletmelerinin modernleştirilmesi alanlarında ilerleme kaydetti. Marshall yardımları bir yandan Türkiye’nin kalkınmasına katkı yaparken diğer yandan da ABD’ye ekonomik bağımlılığı artırdı.
BLOKLAŞMA EKSENİNDE DIŞ POLİTİKA (1947-1964) • Asyalılığı kabul etmeyen, Asya Devletleri Konferansı’na katılma davetini reddeden Türkiye, 1949’da Avrupa Konseyi’ne üye oldu. • 1948’de kurulan İsrail devletini, ABD’nin de cesaretlendirmesiyle 1949’da tanıyan ilk Müslüman ülke oldu. • Dış politikadaki tavrın, iç politikaya da yansımaları oldu. Batı Avrupa’da esen komünizm karşıtı rüzgârlara paralel olarak, Türkiye’deki sol hareket baskı altına alındı. • Batı dünyası içinde yer alma isteğinin bir göstergesi de çok partili siyasi hayatın benimsenmesiydi. 1946’da açık oy, gizli sayım ilkesiyle Türk siyaset tarihine geçecek çok partili seçimler yapılmıştı.
BLOKLAŞMA EKSENİNDE DIŞ POLİTİKA (1947-1964) Türkiye’nin NATO’ya Girişi • Türkiye, NATO’nun kurulduğu 1949’dan itibaren üye olmak için girişimlerde bulundu. Mayıs 1950’de CHP Hükûmeti ve Ağustos 1950’de ise yeni kurulan Demokrat Parti Hükümeti’nin yaptığı başvurular reddedildi. • Kuzey Avrupalı üyeler Türkiye’nin üyeliğe kabulünün örgüte gereksiz bir yük ve sorumluluk getireceğine inanıyordu. NATO üyeliğinin için girişimler DP döneminde yoğunlaştırıldı. • Birleşmiş Milletlerin çağrısı üzerine, saldırgan Kuzey Kore birliklerine karşı, Güney Kore’nin yanında savaşmak üzere Kore’ye 1950’de bir Türk birliği gönderildi.
BLOKLAŞMA EKSENİNDE DIŞ POLİTİKA (1947-1964) • SSCB’nin 1951 yılında nükleer kapasitesinin artması, Yugoslavya ile ilişkilerinin bozulması, Çin’de ve Kore’de görüldüğü gibi komünizmin yayılmasından duyulan endişe gibi nedenlerle Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya alınması fikri taraftar kazandı. Türkiye ve Yunanistan 18 Şubat 1952’de NATO’ya üye oldu. • NATO üyeliği Türkiye’yi askerî olarak da Batı Bloku’nun bir üyesi hâline getirdi. • Bu süreçte Türk ordusu hızla Amerikan silahlarıyla donatıldı, eğitimden savunma stratejisine kadar her alanda NATO standartları ve uygulamaları benimsendi. • Bunun yanı sıra Türkiye’nin birçok yerinde, NATO kararları ve ABD’yle yapılan ikili anlaşmalara dayalı biçimde, esas olarak Amerikalılarca kullanılan NATO üsleri ve tesisleri kuruldu.
TÜRKİYE-AB ve KIBRIS Türkiye-ABİlişkileri • Batıcılık ilkesi çerçevesinde Batı dünyası kurumlarına üyelik her zaman dış politikasının en önemli önceliklerinden biri olmasına rağmen, Türkiye 1950’lerde oluşmaya başlayan ve AET’nin (Avrupa Ekonomik Topluluğu) temelini oluşturan Avrupa ekonomik bütünleşmesine başta kayıtsız kalmıştı. • Bunun temel sebepleri; Türkiye’nin o dönemde uluslararası örgütlenmelere daha çok güvenlik odaklı bakması, ekonomik yardımlarını ABD’den temin etmesi ve Avrupa’daki örgütlenmenin başarı şansını düşük görmesiydi.
TÜRKİYE-AB ve KIBRIS • Fakat 1950’lerin sonlarına doğru ABD’den ekonomik yardım alınmasında karşılaşılan zorluklar ve Kıbrıs meselesi sebebiyle ilişkilerde sorun yaşadığı Yunanistan’ın AET’ye üyelik başvurusunda bulunması, Türkiye’nin fazlaca bir hazırlık yapılmadan AET’nin kapısını çalması sonucunu doğurdu. Ağustos 1959’da AET’ye müracaat edildi. • AET 1960 Mayısında Türkiye ve Yunanistan’la aynı anda görüşmelere başlanması kararını aldı. Fakat 27 Mayıs askerî Darbesi bu kararın uygulanmasını geciktirecekti. • 27 Mayıs darbesini gerçekleştiren Millî Birlik Komitesi (MBK), yayımladığı bildiride dış politikada hiçbir değişiklik olmayacağını, bildirdi. • 12 Eylül 1963’te Ankara’da bir Ortaklık Anlaşması imzalandı.
TÜRKİYE-AB ve KIBRIS Kıbrıs Sorunu • Lozan Antlaşması’yla Kıbrıs Adası üzerindeki bütün hükümranlık haklarından vazgeçen Türkiye’nin gündemine Kıbrıs meselesinin girişi 1950’lerde olmuştu. 1950’lerin ilk yıllarında Türk dış politikasında, Kıbrıs sorunu yer almıyordu. • Adada bulunan Rumlar silahlı mücadele başlattı ve Yunanistan ile birleşme (yani enosis) amacıyla örgütlendi. Bunu üzerine Türkiye 1954’ten itibaren adanın İngiliz kontrolünde kalmasını ya da Türkiye’ye katılması gerektiğini belirtti.
TÜRKİYE-AB ve KIBRIS • Bu dönemden sonra Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiler gerildi. Gerginliği arttıran en önemli olay ise 6-7 Eylül 1955 tarihinde İstanbul gazetelerinde yayınlanan, Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığının iddiasıydı. Bu yalan haber üzerine bir grup, İstanbul’daki gayrimüslimlerin dükkânlarını yağmaladı. • 1955’ten 1959’a kadar Ada’daki kriz daha da büyümüştü. Enosis isteyen silahlı Rumların sadece İngiliz hedeflerine değil, Türklere de saldırılar düzenlemeleri Türkiye’deki rahatsızlığı tırmandırmıştı.
TÜRKİYE-AB ve KIBRIS • 1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları sonucunda bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. • Kıbrıs Cumhuriyeti’nde bütün siyasi ve yönetsel kurumlar Rumlar ile Türklerin orantılı olarak temsili çerçevesinde yapılandırılmıştı. • Londra Antlaşması’na bağlı olarak Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında imzalanan Garanti Antlaşması ile adadaki anayasal düzen üç devletin garantisi altına alındı. • Garanti Antlaşması, Türkiye’nin 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı’nın temel hukuki dayanağını oluşturacaktı.
DIŞ POLİTİKADA ÇOK YÖNLÜLÜĞE GEÇİŞ ÇABALARI (1964-1980) • SSCB’nin Küba’ya nükleer füze yerleştirme girişimi, ABD’nin sert tepkisiyle karşılaşmış, dünyanın nükleer savaşa en fazla yaklaştığı bir kriz ortaya çıkmıştı. • ABD ile SSCB arasında yapılan gizli pazarlıklarla sonuçlandırılmış, bu tarihten sonra, ABD ve SSCB arasında, “Yumuşama”(detant) adı verilen, gerginliklerin nispeten azalmaya başladığı bir döneme girilmişti. • Türk dış politikası ABD-SSCB arasında gerilim üzerine kuruluydu. İki ülke arasındaki ilişkilerin yumuşama dönemine girmesiyle Türkiye dış politikada yeni arayışlar içine girdi.
DIŞ POLİTİKADA ÇOK YÖNLÜLÜĞE GEÇİŞ ÇABALARI (1964-1980) ABD ile İlişkilerin Gerilmesi • Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından çok kısa bir süre sonra Rumlar, anayasal yapının değiştirilmesi suretiyle Ada’daki Türklerin kazanılmış haklarının sınırlandırılması talebini dile getirmeye başladılar. Talep, Kıbrıslı Türkler ve Türkiye tarafından kesin bir dille reddedildi. • Rumlar Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını isteyen, silahlı EOKA örgütü vasıtasıyla Türklere yönelik şiddet eylemlerine ve katliamlara giriştiler. Türkiye, bu duruma karşı ABD’nin ve Birleşmiş Milletlerin desteğini almak istediyse de başarılı olamadı.
DIŞ POLİTİKADA ÇOK YÖNLÜLÜĞE GEÇİŞ ÇABALARI (1964-1980) • ABD Başkanı Lyndon Johnson, 5 Haziran 1964’te Başbakan İsmet İnönü’ye, “Johnson Mektubu” adıyla tarihe geçecek bir mektup göndererek, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale ihtimalini ortadan kaldırdı. • Johnson Mektubu’ndan sonra dış politikanın yeniden kurgulanması gerekliliği ortaya çıktı. Bu çerçevede, “çok yönlü dış politika” olarak adlandırılan bir çizgi yavaş yavaş benimsendi. • Türkiye başta SSCB’yle olmak üzere bütün uzak durduğu ülkelerle ilişkilerini hızla geliştirme çabası içine girdi. Ayrıca doğrudan taraf olunmayan meselelerde tarafsız kalarak, taraf ülkelerle ilişkilerini bozmamak da yeni politikanın bir boyutunu oluşturmaktaydı.
DIŞ POLİTİKADA ÇOK YÖNLÜLÜĞE GEÇİŞ ÇABALARI (1964-1980) Rusya ile Yakınlaşma • 1965 ve 1966 yılında yapılan karşılıklı üst düzey ziyaretlerle ilişkiler hızla geliştirilmişti. • Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırarak, kendi yanına çekmek istiyordu. Bu doğrultuda SSCB ile Türkiye arasında, Türkiye’nin ekonomik ihtiyaçlarını karşılayacak önemli anlaşmalar imzalandı. Bu çerçevede Seydişehir Alüminyum ve İskenderun Demir Çelik Fabrikası gibi önemli tesisler kuruldu. • 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra ABD’nin Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya başlaması SSCB ile yakınlaşma çabalarına ivme kazandırmıştı. SSCB’nin Türkiye’ye verdiği ekonomik destek yıllar içinde hızla artmış, 1972’de imzalanan İyi Komşuluk İlkeleri Bildirisi ve 1978’de imzalanan İyi Komşuluk ve Dostça İşbirliği Bildirisi ile Türkiye-SSCB ilişkilerinin ulaştığı seviye somutlaştırılmıştı.
DIŞ POLİTİKADA ÇOK YÖNLÜLÜĞE GEÇİŞ ÇABALARI (1964-1980) Kıbrıs’a«Barış Harekatı» • Kıbrıs sorunu 1950’lerden itibaren Türk dış politikasına girdi ve her zaman güncelliğini korudu. • 1967 yılında Yunanistan’da darbeyle iktidara gelen Albaylar Cuntası, Ada’nın Yunanistan’a bağlanmasını hedefliyordu. Bu doğrultuda 15 Temmuz 1974’te Yunanistan tarafından desteklenen NikosSampson tarafından Ada’da bir askerî darbe yapıldı. • Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’a anayasal düzenin değiştirildiği, bu nedenle Ada’ya ortaklaşa müdahale edilmesini teklif etti. Görüşmelerden sonuç alınamaması üzerine 20 Temmuz 1974’te Türk ordusu Kıbrıs Barış Harekatı’nın ilk safhasını başlattı.
DIŞ POLİTİKADA ÇOK YÖNLÜLÜĞE GEÇİŞ ÇABALARI (1964-1980) • Türkiye Kıbrıs Barış Harekatı’nı iki aşamada gerçekleştirdi. Birinci Harekat üç gün sürdü ve Türk ordusu Girne’den Lefkoşe’ye uzanan bir alanı kontrol altına almayı başardı. Türkiye BM’nin ateşkes kararını kabul etti. Fakat Ada’ya askerî yığınak yapılmaya devam edildi. • Harekatın ardından Temmuz ve Ağustos aylarında Cenevre’de yapılan konferanslarda soruna bir çözüm bulunması için müzakereler yürütüldü.
DIŞ POLİTİKADA ÇOK YÖNLÜLÜĞE GEÇİŞ ÇABALARI (1964-1980) • Türkiye’nin Ada’da oluşturulacak kantonlara dayalı çözüm önerisinin Rum tarafınca hemen kabul edilmemesi nedeniyle 14 Ağustos’ta Kıbrıs Barış Harekatı’nın ikinci safhası başlatıldı. • Türk ordusu Ada’nın üçte birinden fazlasını 3 gün içinde kontrolü altına aldı. • Birinci harekatın aksine ikinci harekat, ABD başta olmak üzere dünya kamuoyu tarafından meşru görülmedi. • 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulmasıyla Ada’da iki kesimlilik fiilen yaratılmış oldu. 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) kurularak bağımsızlık ilan edildiyse de bu devlet Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından tanınmadı.
12 EYLÜL DARBESİ’NDEN SONRA DIŞ POLİTİKA • 1979’dan itibaren yumuşama dönemi yerini, ikinci Soğuk Savaş olarak adlandırılan ve ABD ile SSCB arasındaki gerilimin tırmanışa geçmesine sahne olan gelişmelere bıraktı. • 12 Eylül Askeri Darbesi ve sonrasında kurulan askeri yönetim, ABD tarafından hiç vakit kaybedilmeden desteklendi. ABD Türkiye’ye ihtiyaç duyduğu siyasal, ekonomik ve askerî desteği verdi. • ABD ile ilişkilerde yaşanan bu “yeniden ısınma” dönemi, 1983’te yapılan çok partili seçimlerle Türkiye’de sivil yönetime geçişten sonra da sürdü.
12 EYLÜL DARBESİ’NDEN SONRA DIŞ POLİTİKA • 1980’lerde Türkiye üzerindeki Amerikan etkisi tekrar artmaya başladı. Ancak “Çok yönlülük” tercihi değişmemecesine dış politikanın merkezine oturmuştu. • 1980’lerde Türkiye ekonomi odaklı yeni politikasını en başarılı biçimde İran ve Irak ile ilişkilerinde uyguladı. İki ülke arasında 1980’de başlayan savaşta tarafsız kalan Türkiye her iki ülkeye de büyük miktarlarda ihracat yaparak ekonomisini düzeltme yolunda büyük avantaj sağlamıştı. • AB’nin 1999’daki Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye “aday ülke” statüsü vermesiyle 2000’li yıllar boyunca Türkiye’nin siyasi ve ekonomik hayatını yakından etkileyecek “AB Gündemi” yeniden ortaya çıkacaktı.
12 EYLÜL DARBESİ’NDEN SONRA DIŞ POLİTİKA • Türkiye’nin dış politikasının 1964-1980 döneminde yeniden kurgulanmasının doğal sonuçlarından biri de İsrail’le ilişkilerin soğumasıydı. • İsrail’in Kudüs’ü 1981’de başkent ilan etmesini tanımayan Türkiye, ilişkileri 2. katip seviyesine düşürdü ve Kudüs’teki başkonsolosluğunu kapattı. • Özal yönetiminin 1987’de AET’ye tam üyelik başvurusu yaparak donan ilişkileri tekrar canlandırma politikası ise çok sınırlı sonuçlar vermişti. • Bu dönemde AET’nin Türkiye’ye tavsiyesi, demokratikleşmeye ve ekonomik reformlara hız vermek ve tam üyelikten önce gümrük birliğini tamamlamak olmuştu. 1 Ocak 1996’dan itibaren gümrük birliği tesis edilecekti.
1991-2002 TEK KUTUPLU DÜNYADA DIŞ POLİTİKA • Doğu Bloku’nun, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla simgeleştirilen siyasi ve ekonomik çöküşü ve 1991’de SSCB’nin dağılması sonrasında yepyeni bir uluslararası manzara ortaya çıkmıştı. • SSCB yıkıldıktan sonra ABD açısından Türkiye’nin stratejik önemi nispeten azalmış, Türkiye’ye verilen askerî ve ekonomik yardımlar dramatik bir biçimde düşmüştü. Fakat Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya’daki öngörülemeyen gelişmeler ve silahlı çatışmalar, Türkiye’nin öneminin gerçekte azalmadığını göstermişti.
1991-2002 TEK KUTUPLU DÜNYADA DIŞ POLİTİKA • 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgalinden sonra ABD’nin Türkiye’ye duyduğu ilgi yeniden canlanmıştı. Türkiye’nin 1991’deki Körfez Savaşı’nda ABD’ye verdiği tam destek Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir bahar havası esmesine yol açmıştı. • 1991’de SSCB’nin yıkılmasından sonra ABD’nin de desteğiyle Kafkasya ve Orta Asya’ya girmeye çalışan Türkiye, Moskova’nın tepkisini çekmişti. Özellikle 1993’ten sonra Rusya’nın ilan ettiği Yakın Çevre Doktriniyle bölgede yeniden etkinlik kurması Türkiye’nin Türk dünyasına planladığı şekilde açılımını sekteye uğratmıştı.
1991-2002 TEK KUTUPLU DÜNYADA DIŞ POLİTİKA • Türkiye, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte bağımsızlıklarını kazanan Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetlerine yakın bir ilgi göstermeye başladı. Bu Cumhuriyetlerin tümünün bağımsızlığını 1991’de tanıyan Türkiye, Karadeniz Ekonomik işbirliği Teşkilatı, Ekonomik İşbirliği Örgütü ve Türk Dünyası Kurultayları gibi girişimler, Türkiye’nin Avrasya’daki etkinliğini artırmaya dönük çabalar olarak göze çarptı. • 1990’larda Türk-Yunan ilişkilerinde de büyük gelgitler yaşandı. Kimi zaman ılıman bir siyasi iklimde cereyan eden ilişkiler, 1996’da Ege Denizi’ndeki aidiyeti sorunlu Kardak kayalıklarından dolayı iki ülkenin savaşın eşiğine gelmeleriyle kopma noktasına kadar gelmişti. • 1999 sonbaharından itibaren Yunanistan’ın Türkiye’nin AB tarafından “aday ülke” ilan edilmesini engellemekten vazgeçmesinden sonra ilişkilerde yeni bir dönem başlamıştı.