1k likes | 1.26k Views
ERMENİ SORUNU VE TÜRKİYE' NİN DURUMU. Doğum yılı 1965'den önce olan birçoğumuzun rahatlıkla hatırlayacağı bir terör olayları zinciri, ne yazık ki uzun bir süre gündemimizi meşgul etmiştir.
E N D
Doğum yılı 1965'den önce olan birçoğumuzun rahatlıkla hatırlayacağı bir terör olayları zinciri, ne yazık ki uzun bir süre gündemimizi meşgul etmiştir.
1970'li yıllarda Türkiye Cumhuriyeti, köklerini aldığı Osmanlı İmparatorluğu zamanından kalmış ve eski bir takım olayların intikamını alıyormuş izlenimi veren bir Ermeni sorunu ile meşgul edilmiştir. • Bu dönemde direkt olarak, Fransa, Kanada, Avusturya, ABD gibi dış ülkelerdeki üst düzey elçilik görevlilerimizi hedef alan ve büyük ölçüde başarılı olan vahşi bir terör kampanyası ile yüzyüze geldiğimiz henüz unutulmamıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin çeşitli ülkelerdeki diplomatlarını hedef alan bu terör olayı nereden kaynaklanmaktadır?
İddia edilen, daha doğrusu Ermeniler'in iddiası şudur: 1. Dünya savaşı yıllarında, Osmanlı İmparatorluğu, Orta ve Doğu Anadolu'da yerleşik Ermeni nüfusu, yaşadıkları yerden kopararak zorunlu göçe ( tehcir ) tabi tutmuş ve bir ırkın bilinçli olarak yokedilmesini hedeflemiştir. Yani, Ermeniler üzerinde soykırım uygulamıştır. Türkiye bu Soykırımı kabul etmeli ve tazminat ödemelidir.
Aslında Ermeniler, bu işten sorumlu tuttukları Enver ve Talat Paşaları, Berlin ve Tiflis'te yaptıkları suikastlerle öldürmüşlerdir. Buna rağmen egoları tatmin olmamış olacak ki, elli yıl sonra tekrar ortaya çıkıp kan dökmeye başlamışlardır.
Bugün, sonu gelmiş görünen bu terör olaylarının arkasındaki gerçeği, ne acıdır ki yüksek öğrenim görmüş aydınlarımızın dahi bir çoğu bilmemekte veya öğrenmek için gayret göstermemektedir.
Bir sorunu irdelerken veya anlatmaya çalışırken onu iyi tanımlamak ve değer yargılarımızı önceden saptamak gerekir.
Asırlarca bir arada yaşamış, iyi komşuluk ilişkileri geliştirmiş, birbirinden kız alıp vermiş, bu iki toplum nasıl olmuş da birbirinin canına kasteden düşmanlar haline gelmiştir?
Bugün Ermeni sorunu diye karşımıza çıkan olaylar zinciri aslında asırlardır aynı toprakların üzerinde barış içinde yaşayan iki toplumun, bu topraklardan çıkar sağlamayı umanlar tarafından birbirine düşman edilmesidir. Yüzeyde görünen şey, gerçek köklerine inilmeden yalnızca 1. dünya savaşı sırasında, Orta ve Doğu Anadoluda oturan bir kısım Ermeni nüfusun, Osmanlı İmparatorluğu tarafından Irak ve Suriye çöllerine doğru zorunlu göçe tabi tutulması ve bu sırada bu nüfusun büyük oranda zayiat vermesinin sorumlulularının aranmasıdır
Olaylar biraz ciddi şekilde irdelendiğinde ise, günümüzde yaşadığımız bir çok olumsuzluğu kolaylıkla anlamamızı sağlayacak başka faktörlerin bulunduğunu görmekteyiz. Bunun için daha geniş açıdan ve tarihi faktörleri ortaya koyarak durumu incelememiz gerekir.
Anadolu'nun tarihi coğrafyasına kısaca göz gezdirirsek şunu görürüz:
Balkanlar, Anadolu, Ortadoğu, Kafkaslar ve komşu denizlerin genel görünümü
Anadolu, insanın “Ben insanım!” dediği ve ayakları üstünde çevresini dolaşmaya başladığı andan itibaren, çok sayıda insan topluluğunun yaşadığı ve gelip geçtiği bir coğrafya teşkil eder. İlk çağların bilinen dünyasında, üç ana kıta arasında tam bir geçiş köprüsü durumundaki Anadolu'da bir yandan yerleşik yaşayan toplumlar, bir yandan gelip geçenler, diğer taraftan da gelip yerleşenlerle çağlar boyunca çok zengin bir insan mozayığı ortaya çıkmıştır.
Bu mozayık içinde, Ermeniler, başlangıçta Van Gölü çevresinde, Urartular'a kadar ancak takip edilebilen bir geçmişte ve sonrasında, sayıları bir ikiyi geçmeyen ve çok uzun yaşamayan küçük krallıkların dışında, genel olarak o coğrafyada hakim toplulukların idaresinde yaşayarak yer almışlardır. Tarih kitapları böyle yazıyor.
Türkler, anadolu coğrafyasında 1071 yılındaki Malazgirt savaşından sonra kendilerini göstermeye başlarlar. Türkler kendilerinden önce Anadoluya gelmiş ve yerli halkı ( Frigler, Klikyalılar, Likyalılar vs gibi) büyük oranda kendi potasında eritip ortadan kaldıran Roma ve, sonrasında Bizans İmparatorlukları'nın aksine asimilasyona girişmemiş ve farklı dinlere oldukça hoşgörü ile yaklaşmıştır.
1200'lü yılların sonunda Osmanlı Devleti kurulup Anadolu'da birlik sağlandıktan sonra da bu anlayış devam ettirilmiştir. İşte bu nedenledir ki Osmanlı İmparatorluğunda birçok farklı ırk ve kavmin insanı birbiri ile rahat komşuluklar geliştirip büyüme olanağı bulmuştur.
Ermeniler de bu ortam içerisinde, diğer bütün Anadolu yaşayanları gibi rahat ve görece güvenli bir ortamda hayatlarını devam ettirip çoğalmışlardır. Bu çoğalma sonrasında Anadolu'nun iç kısımları, Güney Anadolu, Kafkasya ve kısmen de Hazar denizinin kuzey batı kıyılarında, İran içlerinde, kuzey Mezopotamya ve Lübnan'da nüfuslarını artırmışlardır. Üstelik, müslüman olmayan toplumları askerlik ve askeri yükümlülüklerden muaf tutan Osmanlı idaresinde, tarım, ticaret ve sanatla uğraşarak hem ekonomik, hem de kültürel zenginlik yaratma olanaklarına kavuşmuşlardır.
Bu rahat ve güvenceli yaşam, batıda sanayi devrimi diye adlandırılan büyük değişimin gerçekleşmesine kadar sürmüştür.
Aslında olayların başlangıcı, Barut, Matbaa ve Pusuladan sonra Top ve Yelken'e dayanmaktadır. Yükseliş dönemindeki şanlı Osmanlı ordusu, daha sonra Avrupalı'nın geliştirdiği, gemilerde kullanılabilen küçük, kıvrak ve etkili toplarla, uzaklara gidebilmeyi sağlayan pusula ve yelken teknolojisine ayak uyduramadığından önce denizlerde sonra da karada hakimiyeti kaptırmıştır. Herşeyin büyüğüne meraklıyız ya, top'u da büyük yaparsak her şeyi hallederiz sanmışız.
Orta çağın bitmesinden sonra Reform ve Rönesansı yaşayan Avrupa ülkeleri önce coğrafi keşiflerle bilinen dünyanın sınırlarını çok genişlettiler sonra da gerçekleştirilen bilimsel keşifler sayesinde, zamanın tek hakim gücü olan Osmanlı'nın önüne geçtiler.
Yazık ki Osmanlı bu bilimsel gelişmeleri takip edemeyerek, kendisi gerçekleştiremeyerek hem ekonomik, hem de askeri alanda gerilemeye başladı. Zamanla Osmanlı'nın yenilebilir olduğu ortaya çıkmaya başladı. Türk askerdir. Asker millettir. Öyle, sanat, ticaret ilim, bilim gibi asil olmayan şeylerle uğraşmaz. Bunları bırakın ahaliy-i adi' den olan kefere yapsın. Şanlı tarihimiz zaferlerle doludur. Daha da doldururz.
Sanayi devrimi ile güçlenmeye başlayan Avrupa ülkeleri, keşfetikleri yeni coğrafyalarda sömürgeciliği başlattılar.
Afrika bu sömürgecilikten her türlü kaynağının sömürülmesi ile en büyük yarayı alırken, Güney Asya ve Güney Amerika toprakları paylaşılarak talan edildi. Kuzeyde kurulan Amerika Devleti de sömürgecilikte başı çekenler arasında yer aldı.
İnsan doğası gereği, böyle hazır yemeye ve kolay kazanmaya bir kere başladımı bir daha durmak bilmez ve iştahı giderek artar. Toplumlar da böyledir. Sömürgeciliğe bir kere başlayan ve bir asalak gibi başkalarının zenginliklerini kendi ülkelerine taşıyan bu ülkeler sürekli yeni yerler peşinde olmuşlardır ve buna devam etmektedirler.
Almanya bu sömürgecilik işinde diğer devletlerden biraz geç kaldığı için, özellikle Afrika'nın çok zengin kaynakları olan bölgeleri başta İngiltere olmak üzere, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika gibi ülkeler tarafından sömürülürken, Almanya'ya yüzölçümü büyük fakat verimsiz alanlar kalmıştı.
Bu nedenle Almanlar, hem sömürgelerindeki yerel halka çok zalim, katı ve saldırgan davranmışlar, hem de bir süre sonra başkasının sömürgesine dokunmama kuralını çiğnemeye başlamışlardır. İşte 1. Dünya savaşının ve hatta 2. sinin temelinde yatan bu paylaşım kavgasıdır.
Sömürgecilikte geri kaldığını anlayan Almanya, gözünü hem staretejik olarak çok iyi bir konumda olan, hem de zengin doğal kaynaklara sahip Anadolu'ya ve kısmen de Mezopotamya'ya çevirir.
Önce dostane yaklaşımlar sergilerOsmanlı ordusunun modernizasyonunda görevler alırlar. İdari yapılanmada yardımlar ederler. Sonra gerçek niyetlerini çok güzel ortaya koyan, fakat bizim yöneticilerimizin bunu nedense bir türlü kabul etmedikleri Bağdat demiryolu işi gündeme gelir. Alaman bizim dostumuz, feda olsun postumuz!!!
Bağdat demiryolunun yapımı, işletilmesi yanında, geçiş güzergahını yapımcılar belirlemek koşuluyla, demiryolunun her iki tarafındaki 20' şer km genişliğinde bir şerit içinde kalan bölgenin yer üstü ve yer altı zenginliklerinin kullanım imtiyazı da Almanlar'a bırakılmıştır.
Bu durum İngiltere'nin hiç işine gelmez. Çünkü doğu Akdeniz bölgesinde hakimiyeti kaybetme korkusu yanında, Orta Doğu'nun Alman etkinliğine geçmesi iki bakımdan son derecede sakıncalıdır: 1- Orta Doğu'daki petrol kaynakları 2- O dönem İngiliz hakimiyeti altında bulunan Hindistan'ın ve dahi Mısır'ın kontrolünün zorlaşması
Ekonomik gelişme için gerekli hammadeleri, madenleri, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri bulmak, üretilen malları yeni pazarlara sunabilmek için diğerlerinin olduğu gibi İngiltere'nin deİran, Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu üzerinde planları olması kaçınılmazdır.
Orta Doğu'yu Almanlara kaptırmak istemeyen İngiltere, Arapları kendi özgürlüklerini kazanma bahanesi ile Osmanlı'ya karşı kışkırtırlar. Dindaşımız olan Araplar da bu kışkırtmaya dünden razıdırlar ve isyan etmekte gecikmezler. ( meşhur Arabistan'lı Lavrance hikayesini herkes bilmektedir ) Ayrıca Ermeniler de Doğu Anadolu ve Kafkasya için anahtar rolündedirler. Karadeniz üzerinden hakimiyet sağlamak için yerel müttefiklere gereksinim vardır. Ermenilerin yaşam alanlarının, bu bölgelerin transit yolları üzerinde olması, İngilter'nin seçimini çok hızlı yapmasına neden olmuştur.
Kuzey Asya ve Doğu Avrupa'nın soğuk toprakları üzerinde oturan Rusya'nın sıcak denizlere açılma isteği çok eskiden beri bilinmektedir. Afganistan, Hindistan ve Pakistan üzerinden Hint okyanusuna açılma girişimleri defalarca engellenen Rusya'nın bu isteğini en kolay gerçekleştireceği yol Anadolu' dur.
Güçlü Osmanlı ordularının yenilebileceği ortaya çıkmıştır ama yine de ortamı hazırlayıp işi kolaylaştırmak gerekir. Küçük Kaynarca antlaşması ile (1774), Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyanların dini haklarını kontrol ve koruma imtiyazını ele alan Rusya kendi topraklarında yaşayan Ermeniler'e farklı, Osmanlı Ermenileri'ne farklı davranarak istediği kararsız ortamıhazırlamaya girişir.
Alman'ı, İngiliz'i, Rus'u başlar da Fransız'ı durur mu? İşte karşınızda FRANSA.
O yıllarda sanayi devriminin patlama yarattığı en büyük iş kolu tekstildir. Tekstilin beslenme kaynağı ise pamuk. Dünya pamuk alanlarının büyük bir kısmı Amerika ve İngiltere'nin elindedir (%92.4). Fransa bu bakımdan sıkışmıştır ve yeni pamuk ekimi yaptırabileceği verimli topraklara gereksinim duymaktadır.
Böyle bir gereksinimi karşılamak için, Çukurova, Harran ovası ve Mezopotamya' dan daha elverişli bir yer düşünülebilir mi?
Fransa'nın, kapütülasyonlarla birkaç yüzyıl boyunca Osmanlı' dan koparmış olduğu ayrıcalıklara rağmen, Onlar istiyor diye Osmanlı bu toprakları verecek değildir. Bu nedenle içerden birilerini zamanı geldiğinde bu işleri kolaylaştırmak için hazırlamak gerekir. Bu duruma en uygun olanlar da kuşkusuz Ermenilerdir. Çünkü ticaretle uğraşarak batı ile temas kurmuş, yabancı dil bilen bireyleri vardır.
Amerika Ve son aktör. Büyük yıldız.
Kapitalizmin emperyalizme dönüş gösterdiği 18 ve 19. yüzyılda, Kuzey Amerika'da kurulan Birleşik Devletler de önce büyük bir kapitalist, sonra da emperyalist güç olarak ortaya çıkmaktadır. Bugün olduğu gibi, o günde dünyanın heryerinde gözü olan bu emperyalist güç, yoğun enerji rezervleri ve zengin maden yatakları dolayısıyla Hazar bölgesini ve Orta Doğu'yu yakından izlemektedir.
Amerika'nın Türkler'e karşı olan düşüncesini ise Truman seçilmeden önce yaptığı bir konuşmasında açıkça dile getirmiştir: “Yer yüzünden silmek istediğim iki millet vardır. Bunlar İspanyollar ve Türklerdir.”