1.08k likes | 1.72k Views
ÇEVRE ETİĞİ VE ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ. Dr. Ethem TORUNOĞLU ANADOLU ÜNİVERSİTESİ ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ. Bakmak ve Görmek….
E N D
ÇEVRE ETİĞİ VE ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ Dr. Ethem TORUNOĞLU ANADOLU ÜNİVERSİTESİ ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ
Bakmak ve Görmek… Uruguaylı yazar EduardoGaleano, Ateş Anıları Üçlemesi’nin son kitabı olan “Rüzgarın Yüzyılı”nda, Amerikalı romancı James Baldwin* ile ilgili bir hikâye anlatır: * James Baldwin (d. 2 Ağustos 1924 – ö. 1 Aralık 1987), Afrikalı – Amerikalı yazar. • 20.Yüzyıl ortalarında, ABD’de yaşanan ırk sorunlarının yanında, Baldwin'in siyahi bir eşcinsel olması da eserlerine “farklı” sosyal ve psikolojik derinlik katar.
Öğlen saatleridir ve James Baldwin bir arkadaşı ile birlikte Manhattan’ın caddelerinden birinde yürümektedir. Kırmızı ışıkta dururlar. ‘Bak,’ der arkadaşı kaldırımı göstererek.Baldwin bakar. Hiçbir şey göremez.
‘ Bak, bak!’Bir daha bakar. Kaldırımda bulanık bir su birikintisinden başka hiçbir şey yoktur. Arkadaşı ısrar eder. “Bak! Görüyor musun?”
O zaman Baldwin dikkatlice bakar ve bu sefer görür: Su birikintisinin üzerinde yayılmakta olan bir yağ lekesi vardır. Sonra hepsini birer birer görür. O yağ lekesinin ortasında beliren gökkuşağını, su birikintisinin biraz daha aşağısında hareket eden caddeyi, caddede yürüyen insanları: talihsizleri, delileri, büyücüleri, sürekli bir devinim içindeki dünyayı, dünyada yansıyan sayısız dünyalarla dolu akıl almaz bir dünyayı…
Baldwin görür! Hayatında ilk kez görür…
Çevre Felsefesine Giriş Joseph R. DesJardins “Çevre Etiği” isimli kitabının giriş bölümünde şöyle bir gözlemine yer verir:
Bir yaz sabahı, kent dışında araba kullanırken, dört yaşındaki oğlum sordu: “ Baba ağaçlar ne işe yarar?” Babalık görevi yapmak için elime değerli bir fırsat geçtiğini duyumsayıp, ona yavaş yavaş ağaçların canlı varlıklar olarak bir işe yaramak gibi sorunları olmadığını, ama başka birçok canlı yaratığa ev işlevi gördüklerini, soluduğumuz havayı yaratmakta ve temizlemekte olduklarını, şahane ve güzel olabildiklerini anlatmaya başladım.
“Ama baba “ dedi… “ ben bilimden anlarım ve senden daha çok şey biliyorum. Çünkü en önemli noktayı unuttun. Ağaçlar insanların tırmanmasına da yarar …”
Neden felsefe? İnsan doğada varoluşundan bu yana, doğadan yararlanmış, doğa ile iç içe bir yaşam sürmüştür. İnsan doğayı işlemiş, bilgi birikimine ve teknik ilerlemeye koşut olarak doğaya egemen olmaya çalışmıştır.
İnsanlar ilk çağlardan itibaren hayatın ve doğanın kaynağının nerden geldiğini düşündüler. Çoğu zaman bir yaratıcının varlığına indirgenen düşünceler yine de din ve mitolojinin de dışına çıkarak var olanların nedenini soruşturmaya yöneldi.
Felsefe deyimi, Yunanca “Philosophia” sözcüğünden gelmektedir. Tabiat, matematik ve metafizik bilimleri tek tek felsefe bilimini oluşturmuşlardır. Felsefi düşünüş, belli bir doğa tasarımı içermektedir.Felsefenin öncelikle bir doğa felsefesi olarak ortaya çıktığı, buna bağlı olarak da ilk filozofların “doğa filozofları” olarak anıldığı görülmektedir.
Doğa Felsefesi; felsefe tarihinde Yunan Felsefesi’nin başlangıcında ortaya çıkan ve temel sorun olarak var oluşun kaynağının ne olduğu sorusunu alan bir felsefi yönelimdir. Milet Okulu M.Ö 600’lerde bu felsefi eğilimin öncüsü olmuştur ve felsefenin başlangıç evresini oluşturmuştur. Bu okulun ilk ismi Thales’tir. Anaksimandros ve Anaksimenes de bu felsefi yönelimin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
Aynı felsefi düşüncelerden etkilenen Herakleitos doğa üzerine fikirler ortaya atarken politika ve tanrı bilim üzerine de çalışarak doğa felsefesini biraz daha genişletmiştir. Böylelikle insanın kendisini ve çevresini tanımaya yönelmesini sağlayan felsefe doğmaya başlamıştır.
Çağımızdan yüzlerce yıl önceki düşünürlerin ortaya attığı bazı düşüncelerin hiçbir yapılandırılmış deney olmadan, sadece basit gözlem ve akıl yürütmelerle şu andaki bilgilere paralel olması şaşılacak düzeydedir. Ayrıca, günümüzde var olan bilgi birikimini, onca insanın aklının alamayacağı veri bankalarını, iletişim ağlarının ve olanaklarının genişliğini ve çeşitliliğini düşününce o çağdaki düşünceler takdire şayan gözükmektedir.
Bilim ve Felsefe Galileo ve Newton gibi doğa bilimcilerden bu yana, bilimin temel hedefi doğaya egemen olmak üzerine şekillenmiştir. Öte yandan, bilim, bilgi üretme ve tekniği geliştirme olgusudur. Bu noktada, doğada üstünlük kurmaya yönelen bir arayış, insan ve insanın yaşadığı doğal ortam arasında var olagelen uyumu bozmuştur.
Çevre Sorunlarının Ortaya Çıkışı Çevrenin kirlenmesi ya da bozulması, çevreyi oluşturan öğelerin bu süreç içinde giderek niteliğinin değişmesi, değerini yitirmesi olayıdır.
Çevre sorunları birden bire ortaya çıkmamış, zaman içinde birikerek varlığını duyurmuştur. Doğal varlıkların sınırlı olduğunun anlaşılması, bu noktada doğal varlıkların ve doğal kaynakların yalnızca zengin ülkelerin tekelinde olmadığı düşüncesinin gelişmesi bir dizi tartışmaya da yol açmıştır.
Ayrıca, son 40-50 yıldır dünya genelinde ortaya çıkan kaynak sorunu, doğal varlıkların ve enerji kaynaklarının yönetimi ve hızla tüketilerek ve kirletilerek yok olması sorunu politik bir mesele olarak öne çıkmıştır.
18. yüzyılda başlayan sanayi devrimi, insanoğlunun doğayla olan ilişkilerinde köklü bir değişimi de beraberinde getirmiştir. Sanayileşme-kentleşme süreçlerinin yarattığı yoğunlaşmış çevre kirliliği sorunlarıyla tanımlanabilecek bu ilişki, 20. yüzyıla gelindiğinde ne yazık ki artık küresel ölçekte bir çevresel krize dönüşmüştür.
Doğadaki alıcı ortamların kirlilik özümseme kapasitelerinin aşılmaya başlanması, doğal ortamdaki dengelerin geri dönüşü zor, neredeyse imkansız bir şekilde değişiyor olması, çevre kirliliği kaynaklı büyük ölçekli sağlık sorunlarının gündeme gelmesine yol açmıştır. Doğal varlıkların hızla tüketilmesi gibi süreçler sonucu ortaya çıkan ekolojik kriz, bu sorunun çözümüne yönelik arayışları ve bu noktada farklı yönelimleri gündeme getirmiştir.
Çevre Nedir ve Çevre Kavramı Nasıl Tanımlanabilir? Çevre kavramının insanların ve toplumların gündemine girmesi çok eski zamanlara dayanmamaktadır. Çevre olgusunun bir sorun olarak ortaya çıkması ile birlikte çok boyutlu ve karmaşık ilişkileri içeren bir kavram olduğu anlaşılmaya başlamıştır.
Çevre kavramının çağrıştırdığı “ekoloji” kavramı ve uygarlık sürecinde ortaya çıkan “ekoloji bilimi” ise köken olarak çok eski zamanlara uzanmaktadır.
Canlı varlıkların yaşam ortamları ve birbirleri ile olan diyalektik ilişkilerini inceleyen “ekoloji bilimi” ilk kez 1866 yılında Alman Biyologu Ersnt Haeckel tarafından gerçekleştirilen ve geliştirilen bilimsel araştırmalar ve çalışmalar sonucunda bağımsız bir bilim alanı olarak görülmeye başlamıştır.
Ekoloji sözcüğünün ise, Haeckel’in araştırmaları sırasında ortaya çıktığı bilinmektedir. Haeckel, uygarlık tarihinde önemli yeri olan Eski Yunan coğrafyasını araştırırken, antik dönemde Eski Yunancada kullanılan kavram ve kelimelerden hareketle, “ekoloji” kavramı üzerinde yoğunlaşmıştır.
Buna göre, Eski Yunancada yaşanılan yer/yurt anlamına gelen “oikos” ile, bilim, söylem veya söz söyleme sanatı anlamına gelen “logia” sözcüklerinin bir arada kullanımından “ekoloji” sözcüğünü türetmiştir.
Bu bağlamda, ekoloji kavramı, yaşam ortamlarının bilimi, ya da canlıların yaşadıkları yerin söylemi ve bilimi olarak tanımlanabilir. Çevre ve ekoloji kavramları, yıllar içinde yeni bir bilim alanının ortaya çıkmasına, “çevrebilim” olgusunun gelişmesine de öncülük etmişlerdir.
Ekosistem: Doğal yaşam ortamlarında, canlı organizmalarla cansız çevre unsurları birbiriyle sıkı sıkıya bağlıdır. Karşılıklı olarak madde alışverişi yapacak biçimde birbirlerine etki yapan organizmalarla, cansız maddelerin bulunduğu herhangi bir doğa parçası bir “ekosistem” olarak adlandırılır. Açık bir sistem olan ekosistemde, enerji ve besin giriş-çıkışı süreklidir.
Ekoloji: Cansızdoğalçevreilebuçevreiçindeyaşamlarınısürdürencanlılararasındakiilişkileriveetkileşimleriinceleyenbilimdalınaekolojiadıverilir.
Ekoloji Politikası : “İnsan davranışlarına bencillikten uzak, topluma ve gelecek kuşakların çıkarlarına öncelik tanıyan bir yön kazandırabilmek, bu bağlamda yaşanabilir çevre koşullarını sağlamak ve doğal varlıkların korunması ve geliştirilmesi süreci olarak tarif edilebilir."
Çevre sorunlarının ortaya çıkması ya da görünür olması ile birlikte ekoloji biliminin kapsamı genişlemiş, bir anlamda ekoloji geleceğin bilimi olarak görülmeye başlamıştır. Böylece klasik ekoloji’nin ilgi alanı çeşitlenmiş, bir süre sonra insan ekolojisi, toplumsal ekoloji gibi yeni dallar ortaya çıkmıştır.
Ekoloji biliminin kapsamının genişlemesi, yeni yöntem ve araçlarla devingen bir bilim dalı şekline dönüşmesi başka bilim alanları ile ortak çalışma ortamları yaratmıştır.
Ekoloji biliminin siyasal ve toplumsal alanla buluşması sonucu, siyaset bilimi, sosyal bilimler, sosyoloji, kamu yönetimi, iktisat, fen ve teknik bilimler, mühendislik alanları (çevre mühendisliği gibi özel bir çalışma ve bilim alanı doğmuştur), halk sağlığı bilim alanı, sağlık alanında yeni uzmanlıklar (sağlık teknisyenliği vb.) ve felsefenin yeni alanları ekoloji bilimi ile yan yana gelmiştir.
Böylece yeni bir söylem ile birlikte disiplinler arası bir bilim dalı ortaya çıkmıştır. Çevrebilim veya Çevre Bilimleri…
Çevre Bilim, doğa felsefesi ve çevre etiği kavramlarını da inceleyen bir bilim dalıdır. Çevre Bilim alanı içinde yer alan, Çevre Mühendisliği gibi meslek dallarını da doğrudan etkileyen bir çalışma alanı olan “çevre etiği” doğa felsefesi ile birlikte ele alınmak durumundadır.
Etik Kuramı ve Çevre Etik, insan eylemlerine ilişkin değerler felsefesi olarak ortaya çıkmıştır. Etik, insan-insan ilişkilerinde açık uçlu sorulara “iyi-kötü” değerlendirmeleri ile yanıtlar bulmaya çalışır.
Etik, ahlaki tutumların ardında yatan yargıları ele alarak, insanın bütün davranış ve eylemlerinin temelini araştırır. Çoğu zaman birbirlerinin yerlerine de kullanıldığı görülen etik ile ahlak arasında yakın bir ilişki bulunmakla birlikte etik, ahlak ve toplumca belirlenen ahlaki ilkelerin niteliğini sorgulayan felsefedir.
İyi ile kötü arasındaki ayrım, evrimsel süreçte mistisizme dayandırılarak Tanrı’nın ve onun yarattığı doğal düzeni temsil etmiş,daha sonra yerini, daha iyi bir dünya ve evrene sahip olma yolunda birey ve toplumsal davranış biçimlerini sorgulayan bir etik anlayışa bırakmıştır.
Etik değerler, eskiden metafizik kavramlarla temellendirilirken, günümüzde insanların daha iyi yaşamalarını ve dünyanın bir bütün olarak ileriye gitmesini sağlamaya yönelik kavramlarla temellendirilmektedir
Geçmişte değerler felsefesi dar bir mekânda, dar bir zaman diliminde oluşan ikilemleri irdelerken, teknolojideki sınırsız ve hızlı gelişmenin yansımasıyla günümüzde, gelecek kuşaklar ve evren kavramları da ikilemlerde belirleyen olarak önem kazanmıştır.
Etik; Yunanca Ethos (töre, gelenek, alışkanlık) sözcüğünden türetilmiştir. Belirli ahlak değerlerinden ya da ilkelerinden oluşan sistemler veya kuramlar için de bu terim kullanılır.
Etik bir çalışma faaliyetinde bulunan insanların ahlak ilkelerini, davranış biçimlerini, görevlerini ve zorunluluklarını belirleyen kurallar zinciri olarak tanımlanabilir . Etik, yasalardan farklı olarak,çoğunlukla yazılı ve kesin koşullar içermez.
Etik Değerler, zamana, değişen koşullara, toplumsal gereksinim ve bilimsel gelişmelere bağlı olarak değişimler gösterebilir. Ancak temelindeki “iyilik etme”,“kötülük etmeme”, “adil davranma” gibi ana belirleyiciler değişmez. Bilimsel düşünce, bilimin genel kurallarına uymanın yanı sıra sorunların çözümüne yönelirken mutlak doğru sonucu elde etme ve uygulamaya koymada “etik” olmak zorundadır.
Bunun yanında, etik ve ahlak arasında yakın bir ilişki bulunmakla birlikte kavramların karıştırılmaması gerekmektedir. Etik, ahlakı da içeren daha geniş bir alanı ifade eder. Etik, ahlaki tutumların ardında yatan yargıları ele alarak, insanın bütün davranış ve eylemlerinin temelini araştırır.
ÇEVRE ETİĞİ Çevre Etiği, insanlar ile doğal çevreleri arasındaki ahlaki ilişkilerin sistemli olarak incelenmesidir. Çevre Etiği, ahlak kurallarının insanların doğal yaşam karşısındaki davranışları yönettiğini ve yönetmesi gerektiğini varsayar.
Çevresel Etik konusu felsefenin belirli bir disiplini olarak 1970’li yıllarda ortaya çıkmaya ve gelişmeye başlamıştır. Çevre etiği konusunda Rachel Carson’un “ Silent Spring – Sessiz Bahar” isimli çalışması kimyasal atıkların doğal yaşam alanlarına etkilerini incelerken bir etik yaklaşım geliştirmeye çalışmıştır.