600 likes | 942 Views
V. HAFTA EĞİTİM - KÜLTÜR ALANINDAKİ İNKILÂPLAR ve MİLLİYETÇİLİK. I- EĞİTİM İNKILÂBI 1-Osmanlı Devleti Zamanında Eğitimi Modernleştirme Çabaları 2-Cumhuriyetin Eğitim Sistemini Kurma Faaliyetleri; -Tevhid-i Tedrisat Kanunu -Millî Eğitim Teşkilatını Kurma Faaliyetleri
E N D
V. HAFTAEĞİTİM - KÜLTÜR ALANINDAKİ İNKILÂPLAR ve MİLLİYETÇİLİK I-EĞİTİM İNKILÂBI 1-Osmanlı Devleti Zamanında Eğitimi Modernleştirme Çabaları 2-Cumhuriyetin Eğitim Sistemini Kurma Faaliyetleri; -Tevhid-i Tedrisat Kanunu -Millî Eğitim Teşkilatını Kurma Faaliyetleri -Milli Eğitimin Genel Amaçları ve Temel İlkelerini Tesbit Etme Faaliyetleri - İlköğretim ve Ortaöğretim Alanındaki Faaliyetler -Öğretmen Yetiştirme Alanındaki Faaliyetler -Yüksek Öğretim Alanındaki faaliyetler -Halk Eğitimi Alanındaki Çalışmalar -Azınlık Okulları ve Yabancı Okulların Kontrol Altına Alınması II-KÜLTÜR İNKILABI 1- Harf İnkılabı -Dilde Bütünlük ve Bağımsızlık İçin Harf İnkılabı -Türklerin Kullandıkları Alfabeler -Osmanlılar Zamanında Alfabe Arayışları -Atatürk ve Harf İnkılabı 2-Türk Dil(Lisan) İnkılabı 3-Türk Tarih inkılâbı 4-Güzel Sanatlar İnkılâbı III. MİLLİYETÇİLİK Türk Milliyetçiliği ve Avrupa’daki Irkçı Rejimler
EĞİTİM İNKILABI • -Osmanlı Eğitim Sisteminde; • -Medreseler, • -Mektepler, • -Azınlık okulları, • -Yabancı okullar vardı. • Medreseler, kuruluş ve gelişme dönemlerinde programlarında fen, tabii ve teknik bilimler öğretilir ve bu Osmanlı devletinin ihtiyacına cevap verirdi.
Ancak 16. yy daki Eş'ari zihniyet transferinin getirdiği gerilemeye bağlı olarak Osmanlı medreselerinden bu bilimlere ait dersler ayıklanmaya başladı (Başer, 1998,Yahya Kemal'de Türk Müslümanlığı:11-40). Medrese sadece dini bilimlerin okutulduğu bir kurum haline geldi. Osmanlı devletinin gerileme sebeplerini araştırıp çözüm yolları önerenler medreseye yeniden fen, tabii ve teknik bilimlere ait derslerin konmasını teklif ettiler. Medrese bu yeniliği kabul etmedi. Bunun üzerine medrese yanında modern eğitim verecek batı tarzı mektepler açıldı. Bu durum Osmanlı resmi eğitiminde ikiliğe yol açtı. Mektepli-medreseli ayrımı ortaya çıktı. Diğer taraftan medreselilerin tayin bekledikleri memuriyetlere mekteplilerin tayin edilmesi onların önünün kesilmesine yol açtı. Medreseler TopkapıSarayı'ndakiEnderun Kütüphanesi resim http://tr.wikipedia.org/ den alınmıştır.
Medreseler • Osmanlı medreseleri yenileyemediği gibi modern mekteplerin açılmasından sonra medrese eğitimine son veremedi. • Mektep ve medrese yanında azınlık ve yabancı okulları Osmanlı eğitim sistemi içinde ayrı bir yeri vardı.
Azınlık okulları • Fransız ihtilalinden sonra iyice yaygınlaşarak Osmanlı resmi eğitiminin dışında eğitim veren kurumlardı.
Azınlık Okulları • Osmanlı devleti vatandaşı olan ve sayıları milyonları bulan Müslüman olmayan kişilerin eğitimi ile de devlet hiç ilgilenmezdi. Onlar devletin tanıdığı eşsiz hoşgörü içinde cemaatları yoluyla hem kendi hukuklarını uygularlar hem de kendi eğitim kurumlarını oluşturup işletirlerdi.
Azınlık Okulları • Böylece gayr-i müslim Osmanlı vatandaşları kendilerine yakın gördükleri batının eğitim sistemlerini bir ölçüde benimsemişler, iyi okullar açmışlar, Avrupa’ya bol bol öğrenci göndermişlerdir. Böylece ulusal bilinçleri çok önceden gelişmeye başlamış ve zamanı gelince Osmanlı'dan kopmaları bir hayli kolay olmuştur.(Mumcu:409)
Yabancı Okullar • Batı devletlerinin Osmanlı devleti üzerindeki ekonomik, siyasi, kültürel amaçlarını gerçekleştirmenin bir aracıydı. Bu okullar özellikle Osmanlı devletinde etnik farklılık gösteren yerlerde yaygındı. Amaçlarının tahakkukunda, Osmanlı devletinin çözülme sürecine girmesinde bu okulların büyük etkisi vardı.
1- Osmanlı Devleti Zamanında Eğitimi Modernleştirme Çabaları • Osmanlı devletinde 16.yüzyıl sonlarına kadar belki kendi yapısı içinde tutarlı bir eğitim sistemi vardı. Batı dünyasında başlayan bilimsel kıpırdanmalar henüz Osmanlı devletini etkilemekten uzaktı. İmparatorluk görkemli yapısını koruyordu. O zamanın şartlarına göre bu yapıyı bir süre ayakta tutabilecek bir eğitim anlayışı yaşıyordu. Osmanlı toplumunda eğitim sistemi devletin dışında kendiliğinden oluşmuştur. Devlet yurttaşların eğitimi ile doğrudan ilgilenmemiştir. Bu durumda insanların eğitim ihtiyaçları kendi girişimleri ile karşılanıyordu. Kent ve kasabalarda hemen her mahallenin camisi aynı zamanda bir çeşit okul sayılırdı. Çocuğun ilk eğitmeni imamdı ve çocuklara şimdiki manada okul öncesi eğitimi dediğimiz eğitim verilirdi. Cami imamından sonra mahallede bir de sıbyan mektebi bulunurdu. Sıbyan mektebinde imam haricinde özel bir eğitmen bulunurdu. Bu mektepler bugünkü ilkokulların karşılığı idi. Sıbyan mektebini bitiren çocuklar dilerlerse medreseye gidebilirdi. Medrese bugünkü ortaokul, lise ve ünüversiteyi karşılardı. En alt basamaktan başlanarak İstanbul’daki Fatih ve Süleymaniye medreselerine gelinirdi.
Osmanlı Devleti Zamanında Eğitimi Modernleştirme Çabaları • Osmanlı medreselerinde Ortaçağ Selçuklu geleneği devam etmiş tıp ilk başlarda okutulmuştu. Fatih ve Kanuni dönemi medreselerinde okutulan tıp-matematik dersleri artık 18.yüzyılda tamamen unutulmuştu.
Osmanlı Devleti Zamanında Eğitimi Modernleştirme Çabaları • Öyle ki 18. yüzyıl medreselerinde Ortaçağ biliminin en ünlü adları olan ve Batı’ya da akılcılığı getiren İbni Sina, Farabi, El-Biruni, İbni Rüşt gibi evrensel değerlerini hiçbir zaman yitirmeyecek İslam bilginlerinin, bırakınız öğretilerini, adları bile bilinmez bir hale gelmiştir.(Mumcu: 409) Gazzali'nin "Tehafüt-i Felasife" adlı Eş'ari yaklaşımı sergileyen felsefeyi reddeden eserinden kaynaklanan zihniyet atmosferi medreseyi esir almıştır. Halbuki 16.yy ortalarına kadarki Türk düşüncesine hakim olan Maturidi paradigma, bütün bilimleri ve felsefeyi yüceltegelmekteydi (Başer:10-40).
Osmanlı Devleti Zamanında Eğitimi Modernleştirme Çabaları • Osmanlı devletinde devletin doğrudan doğruya kurup yönettiği devlet adamı yetiştiren “Enderun” ve “Birun” dışında eğitim işiyle uğraştığı 18. Yüzyıl sonuna kadar görülmemiştir. Oysa Batıda 17. Yüzyıldan beri devletler eğitimi en öncelikli duruma getirmek çabası içinde olmuşlardır.
Osmanlı Devleti Zamanında Eğitimi Modernleştirme Çabaları • Osmanlı devletinde bu alandaki gerilik 18. Yüzyıl sonlarından itibaren fark edilmiştir. Nitekim ilk yenileşme çabaları da 18. Yüzyıl sonlarında Batı örneğine göre ilk askeri okulların açılmasıyla başladı. Mühendishane-i Berr-i Humayun ve ardından Mühendishane-i Bahr-i Humayun açıldı.
Osmanlı Devleti Zamanında Eğitimi Modernleştirme Çabaları • 19. yüzyılda II. Mahmut ve Tanzimat döneminde eğitim işlerine daha sıkı sarılındı. 1846 yılında Maarif Nezareti (Bakanlığı) kuruldu. Eğitim alanında önemli adımlar atılmaya başlandı. Ama bu çabalar hiç de yeterli olmadı. Bunların sebeplerini şöyle sıralayabiliriz: • -Yeni açılan okullar genellikle yüksek öğretim kurumları idi. Bu okullara öğrenci yetiştirecek okullar açılamadı. • - Bir süre sonra ortaokul ve liseler az da olsa açılmışsa da ilköğretim zorunluluğu bir türlü uygulanamadığından istenilen verim alınamadı. • -Öte yandan medreselere dayalı eğitim de sürüyordu. Toplumda eğitim ve kültürde ikilik ortaya çıktı. • -Devlet ilk ve orta öğretimin önemini anladıysa da parasal imkansızlık yüzünden bu okulların sayısını çoğaltamıyor pek çok okulun açılması halka yükleniyordu. • -Toplumun yarısını oluşturan kadınların eğitimi söz konusu değildi.
Osmanlı Devleti Zamanında Eğitimi Modernleştirme Çabaları • -Bütün bunlara rağmen II. Abdülhamit pek çok okul açtı. Bu okulların çoğunu kendi özel bütçesinden verdiği paralarla kurdu. Cumhuriyet dışında Türk tarihindeki en önemli okullaşma hareketi bu hükümdar zamanında gerçekleşti. Özellikle lise ve yüksek okulların açılmasına hız verildi. Yabancı ve azınlık okulları ile rekabet edebilecek nitelikte öğrenci yetiştirmeye çalıştı. • İslamcılığı devletin resmi politikası haline getirmesine rağmen dinsel nitelikli hiçbir okul açmadı. İlk Türk üniversitesi Darülfünun onun zamanında açıldı. Açtığı okulların büyük bölümü Balkan ve Birinci dünya savaşlarından sonra bugünkü sınırlarımız dışında kaldı. Anadolu’daki okul sayısı gene çok yetersizdi. 1923 yılında bütün Türkiye’de sadece 23 lise vardı. İlköğretim imkanları son derece sınırlıydı ve halk eğitimi alanında hiçbir girişimde bulunulmamıştı.
Osmanlı Devleti Zamanında Eğitimi Modernleştirme Çabaları • Gazeteci Yazar İsmet Berkan, II. Abdülhamid’in Eğitim alanında yaptıkları hakkında şunları yazıyor: • “Abdülhamid, Halifelik silahını bu çapta ve biçimde kullanan ilk padişahtı belki ve 'İslamcı' diye bilinir. Ancak aynı Abdülhamid'in kişisel olarak Batılı hayat tarzı yanlısı, modernleşme düşkünü biri olduğunu da unutmamak gerek. Osmanlı topraklarında ilk gerçek eğitim devrimi onun zamanında yapıldı. Batılı tarzda eğitim Abdülhamid zamanında yaygınlaştı ve kaderin cilvesine bakın ki ileride onu devirecek olan Jön Türkler bizzat onun açtığı okullarda Batı tarzı eğitimlerini aldılar. Aslında şöyle de denebilir: Abdülhamid'in eğitim hamlesi olmasaydı, Cumhuriyet'i kuracak kadroları bulmakta bile zorlanabilirdik.
Osmanlı Devleti Zamanında Eğitimi Modernleştirme Çabaları • Abdülhamid'i tahttan indiren Türkçüler, Osmanlı'nın İslam kimliğini kaybetmeksizin Türkçü olmasını arzu ediyorlardı. Osmanlı o güne kadar kendini Türk olarak görmemişti ama taa 10. yüzyıldan itibaren Batılı kaynaklar tarafından Türk olarak adlandırılan devletlerin sonuncusuydu Osmanlı. Şimdi ilk kez imparatorluğun kurucu unsurunun kendi etnik kimliğini vurgulaması isteniyordu .
2- Cumhuriyetin Eğitim Sistemini Kurma Faaliyetleri a- Tevhid-i Tedrisat Kanunu • Osmanlılar döneminde Medreseler, Batı örneğine göre bürokratik devlet düzenini kurmak isteyen devletin ihtiyacını karşılayamıyordu. Bundan dolayı sivil alanda devletin desteklediği okullar açıldı. Bunların yanı sıra azınlıkların, yabancı devletlerin ve misyonerlerin giderek artan okulları farklı dünya görüşlerine sahip insanların yetişmesine sebep oluyordu.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu • Osmanlı aydını okul-medrese ayrılığının zararlarını görmüş fakat cılız tedbir dalmaktan öteye gidememiştir. • Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet'in devraldığı eğitim; sistem yönünden çok yanlışları olan, kadro yönünden cılız ve yorgun, sayı yönünden de yok derecede azdır. Ama Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı devletinden çok değerli bir tecrübe birikimi devralmış ve bunu çok iyi kullanmıştır. • Yeni Türk devleti ve Türk milletinin birlik içinde gelişip ilerleyebilmesi, bütün yurtta Cumhuriyet ilkelerinin yayılabilmesi için öğretim birliğinin sağlanması gerekiyordu.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu • Atatürk, medreselerin ve tekkelerin kapatılarak öğretim birliğinin sağlanmasını önceden plânlamış ve safha-safha uygulamıştır. • 3 Mart 1924 tarihinde “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” çıkartıldı. • Bu kanunla Tanzimat’tan beri süregelen değişik duygu ve düşüncede insanlar yetiştiren ikili eğitim sistemi kaldırılarak modern bir millet yetiştirecek millî eğitim sistemi kurulacaktı.
a-Tevhid-i Tedrisat Kanununun Amacı-Türkiye cumhuriyeti eğitimine birlik getirmek • Osmanlı devletinde resmi eğitimde medrese ve mektepler ile ikilik vardı. Azınlık ve yabancı okulları ise Osmanlı devletinin birliğine ve bütünlüğüne aykırı bir durum oluşturmaktaydı. • Yeni Türk devleti Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreseleri kapatarak resmi eğitimde ikiliğe son verdi. Medreselerin işlevini ise Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı İmam-Hatip Okulları ile İlahiyat Fakültesi yürütecekti.
Tevhid-i Tedrisat Kanununun Amacı-Eğitimde bağımsızlık • Yeni Türk devleti her yönden bağımsızlığı ilke edinmişti. Tam bağımsızlığı sağlamak için laik bir gelişme içinde bulunmak gerekiyordu. Çünkü bu okullar özellikle dini kullanmaktaydı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve sonrasında laik tedbirler bu okulların devletin denetimi altına girmesini sağladı. 1982 Yunanistan Kültür Bakanı Melina Merküri’nin dağıttığı harita resim; http://hunturk.net/ ‘ den alınmıştır
b-Millî Eğitim Teşkilatını Kurma Faaliyetleri: • II. Mahmud döneminde bakanlık sistemine geçiş sırasında eğitim işlerini yürütmek için “Maarif-i Umumiye Nezareti” kuruldu. • TBMM Hükümeti Maarif Vekaleti kurulduğunda bu teşkilat zayıf ve küçüktü. Vekalet Anadolu’daki Muallim ve Muallimeler Birliği ile sıkı temasa geçerek eğitim teşkilatını Ankara’ya bağladı. Daha sonra Cumhuriyet'in esas eğitim sisteminin teorik zemini eğitim kongreleri ile oluşturuldu.
c-Milli Eğitimin Genel Amaçları ve Temel İlkelerini Tesbit Etme Faaliyetleri • Atatürk 1922 yılında TBMM’ni açarken yaptığı konuşmada; “Efendiler, yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine, ananât-ı millîyesine düşman olan bütün anasırla mücâdele etmek lüzumu öğretilmelidir.” • Belirlenen Türk Millî Eğitiminin amaçlarına ulaşabilmek için eğitim ve öğretimde şu ilkeler göz önünde tutulacaktı: • a. Öğretimin millî olması, • b. Millî eğitimde öğretim birliği ilkesine uyulmalıdır. • c. Erkek ve kız çocukların eşit şekilde eğitilmesine önem verilmelidir. • d. Eğitim yaygınlaştırılmalıdır. • e. Eğitimde fikir ve hareket birliğine, uygulamaya önem verilmelidir. • f. Millî eğitim sistemi bilime dayalı olmalıdır. • g. Millî eğitimde disiplin olmalıdır. • h. Öğretmenlik mesleği çekici olmalıdır.
d- İlköğretim ve Ortaöğretim Alanındaki Faaliyetler • Cumhuriyetin ilk yıllarında çok önemli sosyal inkılâplar yapıldığı için okul programlarının bunları hazırlayıcı öğretici ve benimsetici olarak düzenlenmesine çalışıldı. 1921 Maarif kongresinde, 1923 ve 1924’teki Heyet-i İlmiye’lerde ilkokul programları Cumhuriyet'in gerektirdiği bir şekle sokuldu. 1926’dan itibaren toplu öğretimin uygulanmasına geçildi. • Osmanlı devletinin son yıllarında eğitim reformlarının odağını Ortaöğretim oluşturmaktaydı. Bu gelişmelerin sonucu olarak Birinci Heyet-i İlmiye toplantısında sultaniler yerine liseler kuruldu. 1924 yılında liselerin ilk devresine ortaokul denildi.
e. Öğretmen Yetiştirme Alanındaki Faaliyetler • Laikliğin, Cumhuriyetçiliğin ve Atatürk inkılâplarının ve Medenî Kanunun halka öğretilmesi, köyün ekonomik hayatının olumlu yönde etkilenebilmesi için bilgili ve becerikli öğretmenler yetiştirilmesi gerekiyordu. Bu yoldaki çalışmalar 1936’da Eğitmen Kurslarını, 1937’de Köy Enstitülerini ortaya çıkardı. • Atatürk Edirne Öğretmen Lisesi öğrencileri ile
Öğretmen Yetiştirme Alanındaki Faaliyetler • Osmanlı devleti zamanında kurulan Yüksek Öğretmen Okulu sistemine devam edildi. Uzman öğretmen yetiştirmek için Gâzi Eğitim Enstitüsü kuruldu. 1938 yılına kadar parça-parça devam eden düzenlemeler bu yılda merkezî bir sisteme bağlandı.
f. Yüksek Öğretim Alanındaki Faaliyetler • Osmanlı devleti zamanında büyük medreseler üniversite anlayışı ile hareket etmekteydi. Fatih ve Süleymaniye medreseleri ve büyük şehirlerdeki medreseler özellikle gelişme ve yükselme dönemlerinin modern üniversiteleri idi. • Kanuni döneminden sonra medreselere Arap-Eşari anlayışının girmeye başlamasıyla medrese öğretimi zamanla tamamen dinî bir nitelik aldı. Osmanlı devleti bu medreselere modern programları uygulatamadığından yeni okullar açmak zorunda kaldı. Mühendishâneler, Tıbbiye, Harbiye ve Darülfünun modern manâdaki üniversitelerin temelini oluşturdu.
Yüksek Öğretim Alanındaki Faaliyetler Darülfünun 1919 yılında özerkliğine ve karma eğitim ilkesine kavuştu. 1930’lu yıllara kadar İstanbul Üniversitesi hükûmetin istediği çalışmaları yapamadı. Bunun üzerine hükûmet İsviçre’den davet ettiği uzmanların danışmanlığında İstanbul Üniversitesi yeniden yapılandı. Eski Öğretim Elemanlarının büyük kısmına görev verilmedi buna karşılık Nazi Almanya’sından kaçan öğretim elemanlarına görev verilerek modern bir hava verilmeye çalışıldı.
g. Halk Eğitimi Alanındaki Çalışmalar • Yaygın eğitim alanındaki çalışmalar harf inkılâbından sonra başladı. Millet mektepleri açılarak dünyada o zamana kadar en geniş mecburî yaygın eğitim Türkiye’de yapılmış oldu. • Osmanlılardan beri aydınlara yönelik eğitim çalışmalarını başarıyla yürüten Türk Ocakları, Muallim Birlikleri, Türk Halk Bilgisi Derneği 1932 yılında Halk Evleri’ne dönüştü.
h. Azınlık Okulları ve Yabancı Okulların Kontrol Altına Alınması: • Birinci Dünya Savaşı’na Almanya safında girmemizle birlikte, İtilâf devletlerine ait yabancı okullar kapatıldı. Mütareke sırasında da Alman okulları kapanmış sadece Amerikan okulları Cumhuriyete kadar devam etmişti. Ancak Ermeni ve Rumların bu Amerikan okullarında ayrılıkçı propaganda yapmaları bu okullara karşı sert bir tavır takınılmasına sebep oldu. • Lozan görüşmelerinin en zor geçen kısımlarından biri de Türkiye’nin kendi sınırları içindeki bütün eğitim kurumlarına tam hâkim olma prensibi idi. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkmasından sonra Türk hükûmetleri dinî eğitim veren yabancı okullara karşı sert bir mücâdele açmışlardır. Türkiye’de hiç bir dinin ve mezhebin propagandasına izin vermeyeceklerini belirtmişlerdir. Bu esaslar çerçevesinde okullardaki haçları ve Hıristiyanlıkla ilgili tabloları indirmeyen Fransız ve İtalyan okulları kapatılmıştır. 1928 yılında Bursa Amerikan Koleji’nde iki Müslüman öğrencinin Hıristiyan olması üzerine bu okul da kapatılmıştır.
Türkiye, bütün yabancı ve azınlık okullarının laik okullar olmasını Türkiye’nin ve Türk millî menfaatlerinin zararına propaganda yapmamasını, Türk Tarihi ve Coğrafya dersleri ile Türkçe derslerinin Türk öğretmenler tarafından verilmesini istiyordu. • Yabancı okulların bitirme imtihanlarının elçiliklerde yapılması geleneği kaldırıldı. Sıkı talimatnâme ve yönetmelikler çıkarıldı. 1926 yılından itibaren Musevi okullarındaki eğitim Türkçe’ye çevirtildi. Sen Benoit Fransız Okulu
2-KÜLTÜR İNKILABIa-Dilde Bütünlük ve Bağımsızlık İçin Harf İnkılabı • Türklerin Kullandıkları Alfabeler • Türklerin Orta Asya’da M.S 8. Yüzyıldan itibaren yazı kullanmaya başladıklarını biliyoruz. Şimdiye kadar bulunan Türkçe yazılı belgelerin en eskisinin tarihi 7. Yüzyıla erişiyor. Bu yazılar çok gelişmiş olduğu için Türklerin çok daha önceden yazıyı kullandıklarını söyleyebiliriz. Çünkü yazı yavaş yavaş şekillenir. • Türkler kültür tarihi sahnesine gelişkin ve kendi dillerinin o günkü durumuna uygun ve de kendi buluşları olan bir alfabe ile çıkmışlardır. Bu alfabe Göktürk alfabesi olarak bilinir. Ancak Türkler çok geniş alanlara yayıldıklarından alfabelerini uzak memleketlere taşıyamadılar. Oralarda buldukları alfabeleri benimsediler. Göktürk Alfabesi
Türklerin Kullandıkları Alfabeler İkinci olarak Uygur Türkleri Soğdluların alfabesinden esinlenerek Uygur alfabesini oluşturdular. Müslüman olunca da Arap harflerine dayalı yeni bir alfabe kullanmaya başladılar. Kutadgu Bilig’in Uygur Alfabesi ile yazılmış bir sayfası
Harf İnkılabının Sebebi • Türkler Arap harflerine dayalı yeni alfabeyi kendi dillerine ne kadar uydurmaya çalışmışlarsa da Türkçe kelimelerin karşılanmasında bir hayli yetersizlikler yaşandı. • Türkçe dünyanın en gelişmiş gramerine sahip çok güzel ve en fazla sesli harfe sahip dillerinden biridir. Sesli bolluğu, seslerin bir ahenk içinde kullanılması dilimize ayrı bir güzellik katıyor. Harf inkılabının sebebi Arap harflerine dayalı alfabenin yetersizliğidir. Bu yetersizliği göstererek harf inkılabının gerekliliğini ortaya koyabiliriz. • -Dilimizin eşsiz matematiksel yapısı son derece ilginçtir ve onun eskiliğini göstermektedir. Türkçemizde matematikselliğin gereği bütün harfler kısadır. Arap harfleri Türkçenin bu özelliğine uymamaktadır. Arapça ozanlar tarafından geliştirildiği için ses azlığı mevcut seslerin gerektiği zaman kısa gerektiği zaman uzun söylenmesiyle giderilmiştir. • -Bol sessiz harfe sahip Arap alfabesindeki harflerin bir bölümü Türkler için hiçbir anlam taşımaz. Sadece ince ve kalın ünlülerle kullanılma durumunda kalın veya ince sessiz harf tercihi yapılır.
Harf İnkılabının Sebebi • -Türkçenin ses ve gramer yapısına hiç uymayan Arap harflerine dayalı eski Türk alfabesi eski ve gelişkin güzel dilimizin donmasına yol açtı. Dilimiz zorlandı, gelişemedi. Türkçenin okunup yazılması zorlaştı. Okuma yazma oranı ilerleyemedi. • -Arap-Fars kökenli kelimeler ve kurallar dilimize gereğinden fazla girmişti. • -Yazıda Arapça Farsça kökenli kelimelerin tercih edilmesi konuşma ve yazı dili olmak üzere iki dili ortaya çıkardı. Oysa Türkçe dünyada yazıldığı gibi konuşulan ender dillerden biridir. • -Türkçenin gelişmesini sağlamak için Türkçe kökenli kelimelerin konuşmada olduğu gibi yazıda da tabii olarak tercih edilmesi gerekiyordu. Bir dil ancak yazı ile işlenerek zenginleşebilir ve bilim ve edebiyat dili olma özelliğini koruyabilir. • -Ayrıca Arap harfleri matbaa dizgisi için uygun değildi. Matbaacılıkta kullanılabilecek pratik şekillere ihtiyaç vardı. Çünkü Arap harflerinin başta ortada ve sondaki şekilleri farklı idi. Bu durum matbaa dizgisinde zorluklara yol açmaktaydı. Matbaanın Osmanlılar tarafından geç kullanılmasının bir sebebi de bu zorluk olmalıdır.
Osmanlılar Zamanında Alfabe Arayışları • 19. yüzyıl sonlarında bazı aydınlarımız Arap harflerinin okuma yazmayı ne kadar zorlaştırdığını anlamışlardı. Osmanlı ıslahat devrinde türk aydınları bu mesele üzerinde durmuşlar arap harflerinin sadeleştirilmesi veya I. Cihan savaşı esnasında harfleri ayrı ayrı yazma sistemini denemişlerdir. • II. Meşrutiyet döneminde Latin harfleri üzerinde de durulmuş, hatta Meclis-i Mebusan’a “Islah-ı Hurufa Dair” Musullu Dr. Davut Bey tarafından bir layiha da verilmiştir.(1910) • Arap yazısının kolaylaştırılmasına, basitleştirilmesine çalışılmış ama bu çabalar çok yapay olduğundan ve alt yapısı olmadığından boşa gitmişti. Bu çalışmalarda esas; seslerin yeni harflerle karşılanması biçiminde değil mevcut harflerin üstüne veya altına yeni şekiller ilavesiydi. Başarılı sonuç veren değişiklik ise Latin alfabesindeki noktalama işaretlerinin kullanımı oldu.
Atatürk ve Harf İnkılabı • Atatürk bu mesele üzerinde öğrenim devresinde olduğu gibi sonraları askeri hayatında da meşgul olmuştur. Atatürk’ün inkılâp programında harf inkılâbı da vardı. Erzurum Kongresi’nin bittiği gece Mazhar Müfit Kansu’ya yazdırdığı notlar arasında Cumhuriyet'in ilânından sonra Latin harflerinin kabul edileceği yer almaktaydı. Milli bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nde dilin gelişebilmesi için Türk diline uygun bir alfabenin kabulü gerekli idi. • Mustafa Kemal Büyük Taarruz öncesi Ağustos ayında Ankara’dan Akşehir’e geldiği gün İsmet Paşa ile birlikte Halide Edip Mustafa Kemal’i karşılar.Tabii ki gelenler arasında Halide Edip’in kocası Adnan Bey de vardır. Adnan Bey TBMM ikinci başkanıdır. Halide Edip; “Mustafa Kemal Paşa saat üçe kadar Türkiye’nin gelecek günlerindeki Batılılaşmasından bahsetti. “Adnan sen Tıbbiye ile ordunun en önce Batılılaşmasından dolayı ilerlediğini söylerdin. Biz şimdi bütün memleketi batılılaştıracağız.” Hatta o gün Latin harflerini kabul imkanından da bahsediyor, bunu yapmak için sıkı tedbirler gerektiğini de ekliyordu (Halide Edip Adıvar; Türk’ün Ateşle İmtihanı:1971-233).
Atatürk ve Harf İnkılabı • 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresinde Latin harflerinin kabulü için bir önerge verilmiş ise de bu konunun Milli Eğitim Bakanlığına gönderilmesi uygun görülmüştür. Atatürk bu mesele üzerinde zaman zaman durarak gerek çevresindeki aydınlara gerekse halk ile konuşmalarında fikirlerini söylemiştir (İnan;1977:182). • Atatürk ilkönce yakın çevresini bu konu ile ilgilendirmiş ve tartışmaları tamamen serbest bırakmıştır. 1927’de Milli Eğitim Bakanlığı’nda başlayan incelemeler 1928 yaz aylarında istanbul’da Atatürk’ün de katıldığı toplantılarda devam etmiştir. Alfabe heyeti çalışmalarını izleyerek bazı müşküller için yapılan teklifler üzerinde durmuştur. Mesela “Q” harfi onun önerisi ile Türk alfabesine alınmamıştır. • Mustafa Kemal Atatürk her inkılap hareketinde olduğu gibi halkın yapacağı inkılap hareketi için hazır olup olmadığını bizzat halkın arasına girerek görmeye çalışmış ve ikna olduktan sonra inkılap hareketine teşebbüs etmiştir.
Atatürk ve Harf İnkılabı • Birgün vapurla Marmara'da gezintiye çıkmış ve Çanakkale’ye uğramıştır. Atatürk iskelede bulunanlara bu harfleri öğretmeyi denemiştir. Herkesin gözü önünde iyi bir deney yapmış ve iskelede hamallık eden vatandaş öğretileni hemen kavramış ve yazmıştır. Bu gibi çalışmalar devam ederken 9 Ağustos 1928 akşamı Sarayburnu’nda bir halk konserinde yazdığı metni Falih Rıfkı Atay’a uzatarak yüksek sesle okumasını istemiştir. O gece yeni harflerimiz halk topluluğuna böylece duyurulmuştur. Yazı şudur: • “Arkadaşlar güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel ahenkli, zengin lisanımız yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir…”
Atatürk ve Harf İnkılabı • Alfabe heyetinin çalışmaları devam ederken Atatürk’ün Yunus Nadi beye verdiği cevap onun inkılap metodu açısından da önemlidir. Afet İnan olayı şöyle anlatıyor: • “Bir gece Yunus Nadi Abalı bir teklifte bulunur: “Latin harflerini kabul edelim, fakat bir geçici devir olarak gazetelerin belirli sütunlarını bu harflerle, diğerlerini de eski harflerle yazalım. Okullarda ise ilk giren öğrencilere yeni harflerin öğretilmesi başlasın, diğerleri eskiye devam etsin” demiştir. Her zaman tartışmayı sükunetle idare eden Atatürk birdenbire “hayır bu olamaz bu iş ya toptan olur yahut hiç olamaz, gazetede sizin yazacağınız bir sütunu alışkanlık nedeniyle hiç kimse okumaz, yine eskisi devam eder, sonra okullarda ayrı ayrı sınıflardaki öğretim büsbütün karışıklığa sebebiyet verir,” demiştir.
Atatürk ve Harf İnkılabı • Atatürk 1 Kasım 1928’de TBMM’ni açış nutkunda yeni harflerin kabulü için şu açıklamayı yapar: • “Her şeyden evvel her inkişafın ilk yapı taşı olan meseleye temas etmek isterim. Her vasıtadan evvel büyük Türk milletine onun bütün emellerini kısır yapan çorak yol haricinde kolay bir okuma yazma anahtarı vermek lazımdır. Büyük Türk milleti cehaletten az emekle kısa yoldan ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Basit bir tecrübe Latin esasından Türk harflerinin Türk diline ne kadar uygun olduğunu şehirde ve köyde yaşı ilerlemiş Türk evlatlarının ne kadar kolay okuyup yazdıklarını güneş gibi meydana çıkarmıştır. Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla Türk harflerinin katiyet ve kanuniyet kazanması bu memleketin yükselme mücadelesinde başlı başına bir geçit olacaktır… • Aziz arkadaşlarım; yüksek ve ebedi yadigarınızla büyük Türk milleti yeni bir nur alemine girecektir.” • dedikten iki gün sonra 3 Kasım 1928’de yeni harfler kanunu yürürlüğe girmiştir.
Atatürk ve Harf İnkılabı • Arap harflerine dayalı Osmanlı alfabesi Türkçe kökenli kelimelerin yazılması için yeterli değildi. Arapça sessiz harfler yönünden zengin bir dil olmasına rağmen ünlü harfler açısından zengin değildi. Arapçada ünlü sesler harflerin üzerine ve altına konan işaretlerle veya ünsüzlerin kalınlığı ve inceliğine göre belirleniyordu. Bu sistem Arapça kökenli kelimelerde pek problem oluşturmazken, Türkçe kökenli kelimelerin yazılmasında ve okunmasında güçlüğe yol açıyordu. Bu güçlükle karşılaşmamak ve doğru bir şekilde okuyabilmek için yazıda Osmanlılar Arapça ve Farsça kökenli kelimeleri tercih ediyordu. • -Arap harfleri yazıda Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin tercih edilmesine sebep oluyordu. • -Osmanlı devleti bir İmparatorluk olduğu için milli kaygılar peşinde değildi. Onlara göre dilin devleti oluşturan topluluklara ait özellikler göstermesi doğaldı. Belki de Osmanlı hoşgörüsü böyle gerektirmekteydi. Osmanlıca dediğimiz dil, sadece Türkçe, Arapça, Farsça kelimelerden oluşmamaktaydı. Birlikte yaşadığımız Hıristiyan ve Yahudi milletlere ait pek çok kelime Osmanlı Türkçesinde yer almaktaydı. Ancak bu durumu tek taraflı olarak görmek yanlıştır. Türkçe de bu dillere aldığından daha fazla kelime vermiştir. Ne kadar yabancı kelime girmiş olursa olsun Osmanlı Türkçesinde egemenlik –en azından konuşma dilinde- Türkçede idi. Tabii bu durum iki ayrı dilin ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Atatürk ve Harf İnkılabı • -Türkçe adeta yazı dili, konuşma dili diye ikiye ayrılmış, Türk dilinin bütünlüğü bozulmuştu. • - Türklere ait alfabeleri araştırıp onları ihya etmek mümkün değildi. Yapılması gereken Türkçenin seslerini karşılayabilecek bir alfabe bulmaktı. Latin alfabesinde biraz değişiklik yapılırsa Türkçeye uygun hale getirilebilirdi. Böylelikle hem Batı ile uyuşmuş oluruz, hem de Türkçemiz kendine uygun harflerle yazı ve edebiyatta da işlenerek gelişme imkanına kavuşurdu. • Türkiye’de Arap harflerine dayalı yazının değiştirilmesi veya ıslah edilmesi teklifleri 19. yüzyıl ortalarından beri sürmekteydi. İttihat ve Terakki döneminde bu tartışmalar iyice hızlanmış hatta aslında olmayan bu alfabeye noktalama işaretleri konmuştu. • 1922 yılında Azerbaycan’da, birkaç yıl sonra da Özbekistan’da Latin harflerinin kabulü Türkiye’deki çalışmaları hızlandırmış, 8 Ağustos 1928’de Mustafa Kemal Atatürk, Tanzimat Fermanı’nın okunduğu Gülhâne Parkı’nda harf inkılâbını millete duyurmuştur; • “Arkadaşlar güzel dilimizi ifâde etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkli, zengin lisânımız yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir.”
Atatürk ve Harf İnkılabı • İlginçtir; Sovyet Rusya, Türkiye’de Latin alfabesinin kabulü üzerine kendi hâkimiyeti altındaki Türk topluluklarına daha önceden kabul ettirmiş olduğu Latin alfabesini değiştirdi. Yerine Kril alfabesini her Türk topluluğuna değişik şekilde uyguladı. • Millet mektepleri yeni alfabeyi Türk milletine öğretti. • Atatürk, okuma yazma seferberliği ile kısa zamanda eski oranın da üstüne çıktı. Diğer taraftan eski alfabeyi bilenlerin büyük bir kısmı zaten Latin harflerini tanıyorlardı. Atatürk’ün hedefi bütün halkımızı okur-yazar hale getirmekti. • Yahya Kemal bir gün İstanbul’dan Arap harfleri ile yazılı kitap getirdiğinde Atatürk’ün; “Bu kitaplar güzel ama, bütün halkımıza okutmak, öğretmek güç bu harfleri. Onun için bazı yenilikler düşünmeli ve Latin harflerini kabul etmeli.” dediği kitaplar bu güzel kitaplardı.
b- Türk Dil(Lisan) İnkılabı • 20.yüzyıl başlarından itibaren Türkçe’nin yabancı kelimelerden arındırılması yönünde bir hareket başlamıştı. Yazı inkılâbının arkasından dil inkılâbı çalışmaları da hızlandı. • -1929 yılında okul programlarından Arapça ve Farsça dersler çıkartıldı. • -1932 yılında Türk tarihi çalışmalarının Türk dili çalışmaları ile desteklenmesi fikrinden hareketleTürk Dili Tedkık Cemiyeti kuruldu. TDK’nun ilk başkanları
c- Türk Tarih inkılâbı: • İkili anlayışın hâkim olduğu Osmanlı sisteminde medreselerde başka, mekteplerde başka tarih anlayışı hâkimdi. Yeni Türk devletinin millî özelliğe sahip oluşu Türk tarihi çalışmalarını da gerekli hale getirdi. • Atatürk, 1929 yılından itibaren tarih üzerine yoğun bir şekilde eğildi. • 1932 yılında Türk Tarihi Tedkık Cemiyeti’ni kurdu. M. Tevfik BIYIKLIOĞLU Tevfik Bıyıklığoğlu Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti’nin İllk Başkanı
Atatürk’ün tarih çalışmalarına gösterdiği ilginin sebepleri • 1. Millî tarihçilik anlayışına duyulan ihtiyaç: Tanzimattan sonra açılan yeni mekteplerde dahi Osmanlı devletini Türk milletinin kurup ayakta tuttuğu ve bu devletin bir Türk devleti olduğu unutulmuştu. Atatürk, Türk milletinin millî bilince kavuşmakta ve milliyetçiliğe sarılmakta geciktiğinin farkında idi. Bu gecikmenin Türk milletine ne kadar pahalıya mal olduğunu 1923’de şu sözleri ile açıklamıştır: • “Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle gidermeye çalışmalıyız... Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak ilkönce kendi benliğimize ve milletimize bu saygıyı, hissi; fikrî ve fiilî olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim.” • 2. Türk vatanı ile ilgili haksız iddia ve taleplerin çürütülmesi: Atatürk,Türk milletine zorla kabul ettirilmek istenen Sevr’in Avrupalıların yanlış ve çarpıtılmış tarih bilgileri üzerine kurulduğunu biliyordu. • Avrupalılar, Osmanlı devletinin haşmeti karşısında yüzyıllar boyunca duydukları korkuların, önyargıların, düşmanlıkların ve kopkoyu bir haçlı bağnazlığının etkisi altında “Türk milletini Orta Asya’ya sürmek” ten bahseder olmuşlardı. • Sevr’in gerçekleşmemiş olması, Avrupalıları Türk toprakları üzerinde hak iddia etmeleri yoluna itti. Atatürk, bu iddiaların yine tarih bilgisi ile çürütülebileceğini gördü. • 3. Türklere yöneltilen önyargılı iftiraların cevaplandırılması: Atatürk, Türk’ün üstün medenî kabiliyetini ortaya koymak için Türk Tarih Kurumu’nu kurdurmuş ve çalışmalarını takip etmiştir.
d- Güzel Sanatlar İnkılâbı • Tiyatro alanında, Tiyatro Meslek Okulu açılmıştır. Sanayii Nefise Mektebi; resim, heykel ve süsleme sanatları çalışmalarını düzenlemiştir. • 1937’de Atatürk’ün emriyle Resim ve Heykel Müzesi açılmıştır.
3. MİLLİYETÇİLİK • İnsanda tabii bir duygu halinde var olan çevresindekileri sevme hissi ileriki yaşlarda eğitimle şekillenerek milliyetçilik olarak kendini göstermektedir. Milliyetçiliğin toplumlarda yansıması üç değişik biçimde göstermektedir: • -Tabii milliyetçilik • -Şuurlu milliyetçilik • -Irkçı milliyetçilik • Tabii milliyetçilik insanda doğuştan var olan çevresindekileri sevme duygusudur. • İnsanda tabii olarak var olan bu duygu iyi yönde işlendiğinde şuurlu milliyetçilik, kötü yönde işlendiğinde • ırkçı milliyetçilik olarak ortaya çıkar.(Geniş bilgi için bk: Kafesoğlu; Atatürk İlkelerinin Dayandığı Tarihi Temeller) • Yeni Türk devletinin temellerini oluşturan millî devlet ve millî egemenlik ilkeleri Türk milliyetçiliğinin de temel ilkeleridir.