370 likes | 589 Views
Mehmed Akif, 1873 yılında İstanbul’da, sade ve geleneksel bir hayatın yaşandığı Fatih’in Sarıgüzel semtinin Nasuh mahallesinde dünyaya geldi. Asıl adı Mehmet Ragif’tir. Ragif, ebced hesabıyla hicri 1290 rakamına karşılık gelmektedir ve bu rakam Akif’in doğum tarihidir.
E N D
Mehmed Akif, 1873 yılında İstanbul’da, sade ve geleneksel bir hayatın yaşandığı Fatih’in Sarıgüzel semtinin Nasuh mahallesinde dünyaya geldi. Asıl adı Mehmet Ragif’tir. Ragif, ebced hesabıyla hicri 1290 rakamına karşılık gelmektedir ve bu rakam Akif’in doğum tarihidir.
BABASI Hoca Tahir Efendi erkenden kalkar, çocuklarını (Akif ve kızkardeşi Nuriye) kendi eliyle yıkar, kızının saçlarını tarar, pişirdiği salepleri içirerek onları mekteplerine gönderirdi... Çocuklarını bir kere bile dövmemişti. (Kuntay, s.157)
“Baba soyu Rumelili, ana soyu Buharalı, doğuş yeri Fatih: • Yani tam bir Doğu İslâmlığının, Batı İslâmlığının ve Merkez İslamlığının bir sentezi bir çocuk” • Anne çizgisi, duyarlığı, sağduyuyu, kendini bir ülküye adayışı, şairliği getirecek; baba çizgisi, ataklığı, savaşkanlığı, yılmaz ve her vuruşmada daha da çelikleşen bir savaş adamını, gözüpekliği, korkmazlığı, ürkmezliği, umutsuzluğa sürekli olarak düşülmemeyi getirecektir. • Doğuş yeri ise verimli bir topraktır ki, tabiatta nice saçılıp da kaybolan iyi tohumların bir gramını bile ihmal etmez, değerlendirir, yemişlendirir.” (Sezai Karakoç)
Annesi Akif’in sarıklı olmasını ve medresede yetişmesini istiyordu.Babası ise mektepte yetişmesini istiyordu.Tahir Efendi, “medresede öğreneceği şeyleri oğluma ben öğretirim.” diyordu.
7 tane kitabın bir araya getirilmesinden oluşan eseri SAFAHAT’tır.1. Kitap: Safahat (1911) 2. Kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (1912) 3. Kitap: Hakkın Sesleri (1913) 4. Kitap: Fatih Kürsüsünde (1914) 5. Kitap: Hatıralar (1917) 6. Kitap: Asım (1924) 7. Kitap: Gölgeler (1933).
Akif, İstanbul’un bu en Türk, en yerli ve en yoksul mahallelerinden birinde doğdu ve yaşadı. Hayatı burada tanıdı ve keşfetti, toplumsal dokuyu burada ve onun bir parçası olarak tanıdı. Bir inanç ikliminin güzelliği ile birlikte toplumun yazılı olmayan mutabakatlarını, modern hayatın yerli ve geleneksel olana nasıl nüfuz ettiğini, hangi çelişkilere, trajedilere yol açtığını, neleri çürüttüğünü, nelerin eskidiğini ve nelerin yenilenmesi gerektiğini bu mahalle hayatında gözlemledi. Yenilenmekle, yerli kalmak, kendi olmak arasındaki tercihlerinin ilk çizgilerini burada idrak etti.
Bizim mahalleye poyraz kışın da uğrayamazErir erir akarız semtimize geldi mi yaz!Bahârı görmeyiz ala lâtif olur, derler...Çiçeklenirmiş ağaçlar, yeşillenirmiş yer.Demek şu arsada ot bitse nevbahâr olacak?Ne var gidip Yakacık’larda demgüzâr olacakFusulü dörde çıkarmaz bizim sokaklarımız;Kurak, çamur.. İki mevsim tanır ayaklarımız!
Çok erken yaşta okula başlayıp erken vakitte okulundan birincilikle mezun olmuştur. Görev yeri İstanbul olmasına rağmen Akif, 4 yıl Rumeli, Anadolu ve Arabistan’ın çeşitli bölgelerinde görev yapmıştır.Bu seyahatler Akif’in gözlem gücünü, toplumu daha yakından tanımasını sağlamış olmalıdır. Akif bu dönemdeki gözlemlerini şiirlerinde son derece gerçekçi bir şekilde kullanır. Yine bu ve bundan sonraki seyahatler Akif’in hem düşünce tarzını hem de şiir anlayışını temellendirir.
Akif, Osmanlı devletinin hasta adam ilan edildiği ve bu görüşün dönemin devlet adamlarına ve aydınlarına uğursuz bir hastalık gibi bulaştığı, çöküş şartlarının hemen herkeste çözülme, umutsuzluk, panik yarattığı, buna rağmen hemen herkesin bir şeyler yapma çabasında olduğu bir dönemde yaşamıştır.
2. Mahmut’un, 3. Selim’in başlattığı yenileşme hareketleri, Tanzimat doruk noktasına varıyor ve bugüne kadar devam eden aydın- halk yabancılaşmasını, milletle devlet arasındaki problemleri doğuruyor, toplumsal yarılmalara yol açıyordu. Yenileşme ile başkalaşma arasındaki farklar sık sık belirsizleşiyor atılan her adım ciddi sosyal ve siyasi maliyetler getiriyor, kendinden ve kendi köklerinden beslenen bir yenilenme gerçekleştirilemiyordu.
Korkuyla umut, ataletle hamle çabası, teslimiyetle yiğitçe direniş, çözülüşle yeniden toparlanış aynı anda ve çok zaman kolkola denecek kadar birbirine yakın duruyordu. Avrupa ülkelerinin Osmanlıyı tasfiyesi politikası bütün hızıyla ve kararlılığı ile devam ediyordu.Daha Akif 6 yaşında iken Ruslar İstanbul’a kadar ilerliyor Ayestefanos Abidesini dikiyordu. Yine 5 yaşında iken Abdulhamid, Meclis-i Mebusan’ı kapatıyor, devletin ve milletin varlığını korumak için politik dehasına ve çoküş endişesinin yarattığı bir haleti ruhiyeyle baskıcı bir politikaya yöneliyordu.
Akif’in hemen hiçbir dönemde siyasetle doğrudan ilişkisi olmamakla beraber toplumsal sorunlarla ciddi ve yoğun bir ilgisi olmuştur. Dönemin bütün aydınları gibi çöküş şartlarının yol açtığı acıları derin bir şekilde yüreğinde hissediyor ve bir çıkış yolu arıyordu. Meşrutiyetin ilanından 10 gün sonra daha önceleri gizli bir cemiyet olarak faaliyet gösteren ve daha sonra partileşecek olan İttihat ve Terakki Cemiyetine üye olur. Ancak Akif, cemiyete üyeliğe girişin gereklerinden biri olan “Cemiyetin bütün emirlerine, bilâ kayd ü şart (kayıtsız şartsız) ittaat edeceğim” şeklindeki yemindeki “kayıtsız şartsız itaat” ibaresine itiraz eder ve “sadece iyi ve doğru olanlarına” şeklinde düzeltilmesi şartıyla yemin edebileceğini söyler. Ve cemiyetin yemini Akif’le değişir.
Ankara’ya gelince mesken darlığı sebebiyle Tacettin dergahının şeyhi tekkesini Akif’e verir.
Akif, Ankara’daki bütün şiirlerini -İstiklal Marşı da dahil- bu evde yazmıştır.
Yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın ilişkiler kurma olanağı buldu. • Daha sonra Mısır, Medine, Berlin ve Lübnan’a gitti. Bu süreçte batı ve doğu dünyasının karşılaştırmasını yapma fırsatı buldu.
Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Türk milletinin içinde bulunduğu acıları, sevinçleri, ümidleri ve hayal kırıklıklarını manzum bir târih, bir roman, bir hikâye, bir destan havası içinde anlatmaya çalışmıştır.
Memleketin sosyal meseleleri, şâhit olduğu elem verici olaylar ve çilekeş Anadolu insanlarının hâlini sık sık şiirlerine konu edinerek ele almış, duygu ve düşüncelerini samimi ifâdesiyle dile getirmiş, çâre için çeşitli teklifler öne sürmüştür. Osmanlı Devletinin Tanzimâtın îlânıyla başlayan, meşrutiyet îlânlarıyla devam eden ve İttihat ve Terakki Partisinin iktidârı zamanında son hadde vardırılan yıkılışa götürücü hareketlerle kısa zamanda târih sahnesinden silinmesi, dünyâdaki Müslümanların ilim ve teknikte Avrupa'dan geri kalmış olması ve başsız kalarak herbirinin ayrı ayrı yollar tutup parçalanmaları karşısında, feryâd edici şiirleri vardır.
BİR YIĞIN KUNDAKÇIDAN YANGIN GÖREN MİLLETİ Bir yığın kundakçıdan yangın gören milleti, Şimdi inmiş zanneder mutlak şu müthiş ayeti! Ey vatansız ey derbederler, ey deni kundakçılar! Milletin, az çok, duran bir dini, bir namusu var. Şimdi tevbet onların... Yansın da onlar öyle mi? Tarumar olsun bütün Müslümanlık alemi... Ey, haya namında bir hissin vücudundan bile, Pek haberdar olmayan yüzsüz, hayasız, bak hele! Arkasından takla attın en deni bir şöhretin ; Düştü takken, çıktı cascavlak o kel mahiyetin! Bir külah kapmaksa şayet bunca hırsın gayesi, Kendi namusun olur, ergeç onun sermayesi.
Yoksa, namusuyla, vicdanıyla halkın oynama... Sonra kat kat nasiyeden sarkacak bir çok yama ! Bir kızarmaz çehre bulmuşsun ya, ey cani, burun; Hem bütün dünyayı ifsad eyle, hem muslih görün! Kendi ırzından cömert olmaksa mu'tadın eğer, Kendi malındır senin, hakkın tasarruf, kim ne der? Milletin, lakin henüz masun olan evladına Verme bir mel'un temayül mübtezel mu'tadına!
Biz ki her mevcudu yıktık, gayesiz bir fikr ile ; Yıkmadık bir şey bırakmadık... Sade bir şey: aile. Hangi bir bünyanı mahvettik de ishal eyledik? İşte viran memleket! Her yer delik, her yer deşik! Bunların ta'miri kaabil... Olsa ciddiyetten, sebat; Lakin, Allah etmesin, bir düşse şayet, ailat, En kani kollarla kalkamaz imkanı yok, Kim ki kalkar der, onun hayvan kadar iz'ani yok!
"Aili bir inkilab olsun!" diyen me'yus olur , Başka hiç bir şey kazanmaz, sade bir deyyus olur. Çünkü "çıplak" inkilabatın rezaletidir sonu... Ey deni kundakçılar, biz sizde çok gördük onu! Bir de halkın din var, sık sık taarruzlar gören. Hale bak: Millete hissiyatı oymuş öldüren! Dini kurban etmeliymiş, mülkü kurtarmak için!... Tut da hey sersem, bu idrakinle sen alim geçin! Her cemaatten ben on dinsiz zuhur eyler, bu hal Pek tabidir. Fakat ilhadı bir kavmin muhal.
Hangi millettir ki efradında yoktur hiss-i din? En büyük akvama bir bak: dini her şeyden metin. Düşme ey avare millet bunların hizlanına; Vakıfız biz hepsinin pek muhtasar irfanına; Şark'a bakmaz Garb'i bilmez, görgüden yok vayesi; Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi!... 9 Mayıs 1913 M.Akif ERSOY