280 likes | 479 Views
ÖDÜLLER. İlkokulda koroya alınmayıp sonra müzisyen olan; lisede İngilizceden ikmale kalıp
E N D
ÖDÜLLER İlkokulda koroya alınmayıp sonra müzisyen olan; lisede İngilizceden ikmale kalıp hayatını İngilizce konuşarak kazanan; Kolej’den mezun olacağı yıl bu kez Türkçe kompozisyondan ikmale kalan, bütün yaz futbol, basket, bilardo ya da gitar yerine köşe yazısı okumak zorunda kalıp yıllar sonra yazar olan; yakasına hiç kırmızı kurdele takılmadan ilkokulu, kaldığı ikmaller yüzünden teşekküre geçemeden liseyi bitiren bir çocuktu… En büyük ödül; sevgi, dostluk, sağlık ve mutluluktur diye düşündü ve yaşama teşekkür etti durdu. Yıllar sonra okulunun edebiyat zümre başkanının davetlisi bir yazar olarak öğrencilerle sohbet toplantısına çağrıldığında istenilen kısa özgeçmişini gönderdi. Ama özgeçmişin pek kısa olduğu, daha uzun olup olamayacağı soruldu. Halbuki ilk kitabının arka kapak kulakçığındaki altı kısa satır olan özgeçmişini on satıra çıkartmıştı. Yine de sözlüde kırık not almamak için oturup özgeçmişini daha anlaşılır, fotoğraflı-müzikli bir şekle getirdi; yapacağı söyleşide öğrencilere sunmak için... İlk yollanan ve pek kısa bulunan on satırlık özgeçmiş şöyleydi:
“Ö y k ü c ü” Dünyaya merhaba: 1956, Ankara Şekillenme: 1973, TED Ankara Akıllanma: 1980, İTÜ İstanbul Ruh ikizini bulma: 1987, İstanbul Oğul’a merhaba: 1992, İstanbul Çorbaya bir tutam tuz: 1997, TED İstanbul Kubbede kalacak bir hoş seda: 2008, “Ankaralı Olmak” (Sarı Kızım) Son göz ağrım: 2009, “Kuğulu Park’ta Bir Akşamüstü” (Maviş Kızım) Bu yaştan sonra: 2009, www.oykucu.net Gölgede kalmak istesem de: 2010, “Macar Kültür Şövalyesi” Bu özgeçmiş çok az ve öz bulunmuştu. Sonuçta öğrencilerle söyleşi için hazırladığı müzikli - resimli özgeçmişi şöyle oldu:
Dünyaya bu evde merhaba demişim. Aile fotoğrafçılarının olduğu zamanlarmış… Dünyaya bu evde merhaba demişim.
Etrafa her şeyi merak eden, hayret dolu gözlerle bakmış durmuşum. Sonra büyümüş, kaydıraktan inmiş, salıncağa binmişim.
İki köstek misketin bir gıcır, üç kornerin bir penaltı ettiğini öğrenmişim. Afacanlığaysa hep hazırmışım. Spora başladığımda henüz çok gençmişim.
Şekillenmeye, TED Ankara Koleji İlkokulu’nun tarihi basamaklarında fotoğraf çektirdikten sonra Foto Naci’ye “Cheese” diye gülümseyip koşar adım başlamıştım.
İlk derste öğretmen tahtaya “Atatürk” yazmış “Aranızdan bunu okuyacak olan ilk kırmızı kurdeleyi kazanacak!” diye seslenmişti. Şekillenme başlamıştı… Ben ise o gün Elmas’ın arkasında Foto Naci’nin patlayan flaşlarından saklanmaya çalışıp durmuştum.
Konuyu anneme açıyorum. “Olmaz,” diyor. “Niye anne?” “O senin kız kardeşin oğlum, akraba ile evlenilmez.” “Ama anne bak sen de babamla evlenmişsin! Bak işte nikâh fotoğraflarınız var albümde!” “O başka, sonra anlatırım…” Sonra baktım, kocaman adam olmuşum artık… Elde çanta her gün okula gidiyorum. Gelirim haftada iki buçuk lira ve bir kız seviyorum; evlenmeye de kararlıyım.
Yaz Yazları saçlar uza Ortaokulda yazları saçlar uzatılır, kışları “pen-friend”lerle yazışılır, durmadan aşık olunur ama kızlar bundan pek haberdar olmazdı. Derken bir gün, o hep hasretle anılacak Kolej günleri bitiverdi. Artık kendi yolunu çizmeye karar vermiş delikanlıya başka bir şehrin yolu görünmüştü.
İTÜ akıllanmaya başladığını hissettiği okul oldu. Artık lise bittiğine göre ders çalışmaya lüzum yoktu…
Fenerbahçe’de piyasa, Suadiye plajında bronzlaşma, Moda’da Ali’nin dondurmacısı, ayrıca Koço, Çiçek Pasajı’nda rakı muhabbeti, Galata Kulesi’nde caz kulüp ziyareti Eurovizyon Türkiye elemelerinde bestecilik ve grup liderliği, Beyoğlu’ndaki müzik kayıt stüdyolarında dalınan hayaller… Hayat akıp gidiyordu… Sonra Kolejli müteahhit Ali Ağabey’in yanında öğrenciyken yarım gün işe başlama… İTÜ’den diploma derecesi ise “Pekiyi” çaktırma…
Peki, mutluluğu yakalayabildik mi? İşte asıl mesele buydu! Aramış, taramış ve ruh ikizi 1987’de, İstanbul’da
bulunmuştu… Akıllı, güleç yüzlü, tatlı dilli ve sevecendi. Daha ne olacaktı?
Sonra oğul’a “Merhaba” dendi; yıllardan 1992 idi.
Aynı yollardan onun da geçtiği izlendi… Önce bacak kadar olan boyu,
günden güneuzadı, bir gün baktı ki kendi bile geçilmek üzere…
“Hayatta önemli ne yaptın kardeşim?” diye soracak olanlara ise: “Çorbada benim de bir tutam tuzum olmalıydı, onu attım işte.” dedi. Belkigeç de olsa bir kırmızı kurdele takan olur yakamıza falan diye hiç düşünmemişti.
Kolej’in İstanbullu kız kardeşinin dünyaya gelmesi ve bunu gerçekleştiren ekibin içinde bulunup, çorbaya bir tutam tuz atabilmiş olmak, kubbede kalacak hoş bir sedaydı onun için…
Günün birinde en yüksek makamdan beklenmedik bir davetiye geldi.
Çorbaya atılan tuzun farkına varılmış, Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı, kendi elleriyle unutulmaz bir ödül vermişti. Hep onurla saklanacak…
Sonra kubbede kalacak bir başka hoş seda olan Sarı Kızı ve son göz ağrısı Maviş Kızı dünyaya geldiler ardı ardına, 2008 ve 2009’da… Öğrenmenin ise sonu yoktu. Yeniden ders çalışılacak, bu yaştan sonra bilgisayar ve internet keşfedilecek, “öykücü.net” doğacaktı çağın gereği…
Başka işler de karıştırmıştı. Farkına varılsın istemese de, hep gölgede kalmayı tercih etse de sonunda ortaya çıktı yaptıkları…
Yarısını Türk, yarısını Macar çocukların yaptığı onlarca resim ve o çocukların küçücük yaşta kurduğu ömür boyu silinmeyecek dostlukların anılarıydı en sevinerek hatırlayacağı.
Belki de buydu ödüle değer bulunan; 22 Ocak 2010’da omzunda kılıç, yaptıkları konuklara anlatıldıktan sonra “Macar Kültür Şövalyesi” ilan edilişine sebep olan...
Oysa onun aklı maviliklerdeydi hep… Yaşadıklarından, duyduklarından öyküler yazmak, derlemekteydi.